Not: Başlığı "Benim Hikayem" diye koyacaktım ama google'dan "Bilkent CS nasıl bir yer?" diye aratan adam da bulup okusun diye böyle koydum. Böyle biri denk gelirse sorularını bu başlıktan veya dolkrutos@gmail.com'dan sorabilir.

Hazırlığı direkt atlayıp 2 sene bölüm okuduktan sonra artık bu yazı dizisine başlamanın vaktinin geldiğine inanıyorum ve başlıyorum.

*

İlk yazımda iki senede ben ne yaptım kısaca (inş cnm) onu özetleyeceğim. Özeti paragraf paragraf ve başlıklarla yazıyorum, istemediğiniz yeri geçebilirsiniz, çünkü kendime hakim olamayıp her şeyi anlattım. Yine de tabii hepsini okumanız daha iyi olur.

Önceki Planlarım

YGS-LYS yazılarımı okuyanlar bilir, bir işe planlayamadan başlayamam. Planlama aşaması aslında işin zevkli kısmıdır. Hayaller beleş ve gani ganidir, insanı motive eder.

Bilgisayar mühendisliği yazarken hayalim kendi şirketimi kurup kendi oyunumu yapmaktı. İlkokulda RPG Maker motoru üzerinde çalışmıştım, lisede 3 saatlik oynama süresi olan bir demo çıkarmıştım, bu öyle dandik bir şey değildi. Final Fantasy serisinin 2 boyutlu oyunları biliyor musunuz? Hah işte tam öyle bir şeydi. Fakat oynatacak insan yoktu. Bunu fark edip işi bıraktım. Android bu aralar popüler olaydı iyiydi. Neyse. Özetle bu 3 saatlik oyunun devamı ve onu takip eden bir sürü RPG projem vardı, hâla bir köşede duruyorlar. Ben bunu düşünerek forumlarda "yönetici yetiştirmesiyle" övülen Boğaziçi üniversitesine gitmeyi çok istiyordum.

Yeni Planlarım
Bilkent'i kazandım. Bilkent ise internet ortamında yurtdışı bağlantıları iyi olan, akademik ağırlıklı eğitim veren ve akademisyen yetiştiren bir okul olarak tanınıyordu. Bu gerçekten doğru mu? 2 sene sonra ki yazımda açıklayacağım.

Abimle bir konuşma yaptım ve kafamdaki her şey değişti. Artık kariyer planım "Yurtdışında doktoraya git, sonra ülkeye dön iyi bir üniversitede akademisyenlik yap, projelerin olsun, öğrencilerin olsun, derslere gir, esnek saatlerle çalış." şeklindeydi. "Bunların yazıyla ne alakası var?" diye düşünebilirsiniz. Bu karar benim 2 senemi çok ayrı bir çizgiye soktu ve hala o çizgide devam etmemi sağlıyor.

Şöyle açıklayayım: akademisyenlik için iyi bir not ortalamasına ve iyi referanslara (araştırma ve stajlar vesilesiyle) sahip olmak gerekiyordu. İyi bir şirkette iş bulabilmek için not ortalamasından ziyade kendini kodlama konusunda iyi eğitmiş olmanın gerektiğini söylüyorlardı. Bunun ikisini birden elinde bulundurabilen insanlar var ama ben öyle mükemmel olmadığım için ilk yolu seçtim.

Üniversiteden Beklentilerim
Tabii tek hayalim kariyer yapmak değildi. Üniversitede yapmak istediğim daha başka şeyler de vardı. Değişik ve enteresan bir spora (eskrim, kendo, squash gibi) yazılıp gediklisi olmak istiyordum. Nitekim bu hayalimi gerçekleştirdiğim için mutluyum, hem de tek bir sporla değil iki sporla. Bir kulüpte de etkin rol almayı çok istiyordum, buna ilişkin girişimlerim oldu anlatacağım.

1. Sınıf 1.Dönem


(Bilkent'i ilk kez kayıt gününde gördüm, fiziki görünümü beklediğimden daha güzeldi.)

Üniversiteye gittim. 2 kişilik yurda yerleştim. Yurttan epey bir arkadaş edindim, ilk birkaç gün beraber Ankara'yı gezdik. Kulüplerin tanışma toplantılarına falan gittim. Güzel günlerdi.
Hazırlığı atlama sınavına girdim. Sınavı geçtim. Acaba yarım sene hazırlık mı okusam diye bir düşüncem vardı ama abim "Boşver boşuna yıl kaybedersin." dedi. (Şimdi diyorum ki "Adam haklı beyler.") Ben de "Ya şimdi sınav senesinden edindiğim bir disiplin var, yatarak kaybetmeyeyim" diyerek bölüme başlayıverdim. Dönemin başında tanıştığım insanlardan sadece bir arkadaşım hazırlığı atlayabilmiş. Bu pek iyi olmadı tahmin edebileceğiniz gibi.

Dersler
Normalde ders programımda 5 dersim vardı: Programlamaya ve Algoritmalara giriş, İngilizce (Essay yazma dersi), Türkçe (Deneme yazma dersi), Calculus (Türev, integral) ve Modern Biyolojiye Giriş (Hücrenin yapısı, bölünme, genetik, evrim gibi lise konularını içeren bu dersin veriliş amacı bölüme abet akreditasyonu kazandırmak, yani mantık beklemeyin.) Ders seçimleri zamanı geldi, istediğimiz dersi ekleyip çıkarıp istersek sınıfımızı/hocamızı/ders saatlerini değiştirebiliyorduk. (Lükse bak) Ben de programımı epey değiştirdim. Liseden alıştığım gibi sabahtan akşama tüm dersleri yığdım, cuma gününü de boşalttım. Bir de yabancı dil dersi ekleyeyim dedim hani en süper ben olacağım ya.. Lisede Almanca öğreniyorduk, Almanca'ya devam edeyim dedim ama sınıflar ful çekiyordu. LYS'den 1-2 gün önce kafam dağılsın diye "Yav şu Çince nasıl bir şey?" diyip Çince çalışmıştım, hoşuma gitmişti. Çince sınıfı boştu, Çince'ye kaydoldum.

İlk haftalarda çok güzel başlayan Çince, öbür derslerin yoğunlaşmasından dolayı gelen uykusuzluk probleminden dolayı işkenceye dönüştü. Oda arkadaşımın bu konuda bir özlü sözü var hiç unutmam: "Benim pazartesi sabah sekiz buçukta Çince dersim olacak s*ksen gitmem lan."
Planlarken bu tip şeyleri de düşünmek lazım tabii. Neyse ki hocam iyi bir insandı da arada 8:30 derslerini ekip hocanın öbür sınıfıyla derse giriyordum, beni var yazıyordu. Çince sınıfı 20 kişilikti ve ders interaktif işlendiği için verimliydi. Hoca Türktü, ders de Türkçe işleniyordu.

Matematik, yani Calculus 50-60 kişilik bir resim sınıfında işleniyordu. Hoca bayandı, Rustu, değişik bir aksanı vardı, th'yi z diye okuyordu. Anlamakta sıkıntı çekmiyordum. Tatlı bir insandı severdim, bazı arkadaşlarım konuşanı dışarı atan bir hocaya denk gelmişti, onunla karşılaştırınca karşımdaki melekti.

Biyoloji dersi hakkında yazacak pek bir şey yok, 60 kişilik sınıfta lise dersi görüyorduk. Dersleri dinlemeye çalışıp sınavlardan önce sunumlara bakıyordum.

Türkçe dersi beni en çok geliştiren ders oldu. Bu derste hocaların seçtiği 5 kitabı okuyup kitaplar üzerine deneme yazıyorduk. Bir de üzerine 1 tane kitap okuyup proje ödevi yapıyorduk. Bu ders beni şöyle geliştirdi; artık işin profesyoneli olmuş, dersten önceki akşam 1 kitap bitirip üzerine 700 kelimelik deneme yazabilir hale gelmiştim. Fuları takma vakti gelmişti. Sınıf 20 kişilikti, bu ders de tabii Türkçe işleniyordu.

Bilgisayar dersini David Davenport isimli İngiliz bir hoca veriyordu. İnternette bayağı kötü bir nam salmış bu hoca bana üniversitenin lise olmadığını en çok hissettiren hoca oldu. Adam ders anlatırken yanındaki açık kapıdan paşa paşa çıkıp gidebiliyordunuz. Giden pek olmuyordu tabii de, bir keresinde çıkan bir elemanla bir an gözgöze gelmişti. Eleman tereddüt edip "Gidebilir miyim?" demişti, o da "Git tabii." demişti. Arkasından da "En azından sınıfta konuşan kişi sayısı eksildi." demişti, gülmüştük.

Dersi eğlenceli kılmak için sürekli espiriler yapar, kod yazarken yaptığı hatalara enteresan tepkiler veriyordu. Fakat ilk birkaç haftadan sonra güldürmemeye başladı. Sürekli uykusuzdum ve hocanın alıştığımdan biraz daha hızlı olan konuşmasını takip etmekte zorlanıyordum. Dahası adamın anlattıkları hikaye gibi geliyordu. Dersler sanki "Konuya Giriş"ten ibaretti ve öğrenecek yeni bir şey yoktu. (Benden bir yıl sonra dersi alanlar da aynı tepkiyi verdiler.)

Sonra adam bir vize (ara sınav) yaptı, bir 40-50 kişi filan dersi bıraktı veya daha finali göremeden sınıfta kaldı. (Daha fazla da olabilir.) Ben ortalamaya yakın (59) alıp "Noluyoruz lan??" dedim.
Bir de Bilgisayar dersi için 3000 kelimelik deneme yazdırmak gibi abuk bir iş yaptırdı bize, notumuzu fazla etkilemediği halde yazmayanı sınıfta bıraktığı için mecburen yazdık.
Haftada bir dört saatlik labımız vardı, bilgisayarın karşısına geçip zor kodlama problemleriyle boğuşurduk, bunlar da hayatımın en stresli saatleriydi.


Düzenleme: David 2021'de vefat etti. Allah rahmet eylesin.

Bu kadar uykusuzluğun sebebi olan ders İngilizce dersiydi. Bu dersin iş yükü çok ağırdı, 3 denemesi (essay) 2 sunumu, sayısız ödevi vardı. Dersi A ile geçmek imkansız gibiydi çünkü 95 ve üzeri puan toplamanız gerekiyordu. Puanları da bir sürü denemeden, taslaktan, sunumdan bilmemneden parça parça topluyordunuz Bunu benim dönemimde 1400 kişiden 40 kişi başarabildi.

Ben Kurban bayramında ailemin yanına gidip tatil boyunca kendi halimde takıldım, çalışmaya ara verdim. Döndüğümde ödevler, projeler, sınavlar öyle birikmişti ki artık her gün ertesi güne yetiştirmem gereken bir işim oluyordu. Okul tam bir kâbus halini almıştı. Günde 5 saat falan uyuyabiliyordum sadece. Türkçe sunumuma anca 1 saat uyuyarak gidebilmiştim, esneye esneye sunum yapmıştım.

Bilkent devamsızlık konusunda sıkıydı. Bu dönemki her derste yoklama alınıyordu. Özellikle İngilizce dersi çok problemliydi, 7. saatte kalıyordunuz. Öbür dönemlerde sadece 60 kişinin bir sınıfa toplandığı bilgisayar derslerinde bazı hocalar yoklamayı "Quiz yaparak" aldılar, onun dışında almadılar ama diğer tüm derslerde yoklama kağıdına imza atıp durduk.

Dönemi çok çileler çekerek ama iyi bir not ortalamasıyla bitirdim.

Hayat




(Pek sevgili 91. yurt ve abuk girişi)

İlk dönem benim için çok zordu. Kampüs ikiye ayrıktı, benim derslerim Merkez Kampüsteydi, fakat ben hazırlık öğrencileriyle birlikte Doğu Kampüste kalıyordum çünkü Merkez Kampüste (güya) yer yoktu. O zaman denk gelen yemekhane inşaatından dolayı dersler 10 dakika geriye alınmıştı ki bu yüzden kahvaltı saatlerini kaçırıyordum. Doğu Kampüs - Merkez Kampüs arası 2 kilometre falandı, bu her ne kadar şu an gözüme çok gelmese de o zamanlar hem 85 kilo olan ham ve uyuşuk bir tiptim (verdim neyse ki) hem de günde 6-8 saat derse giriyordum (dediğim gibi cuma günleri boştu, tüm dersler 4 güne toplanmıştı). Dolayısıyla doğudan merkeze giden otobüse bağlı yaşıyordum. 7:30 gibi kalkıp kahvaltı ediyordum. Kahvaltı dediğim de mikrodalgada kaşarlı ekmek. Sabah 8:30-9:30'da dersim başlıyordu genelde 16:40-17:40 gibi bitiyordu. O gün bir kulüp aktivitesine gitmemişsem saat 7 gibi yurtta karnı tok vaziyette hazır oluyordum. 7'de genelde çok uzun bir ödevim yoksa oyun oynar veya dizi izler veya 1 saat kestirir, 9-10 gibi ödeve otururdum, saat 2'ye kadar yapardım. Akşam yemeğini 5-6 gibi yediğim için saat 10'da yine acıkır dışarıdan bir şeyler söylerdim, bu yüzden üniversitede sınav senesinde aldığım kiloları vereceğime daha da kilo aldım.

Sosyal hayata gelince, ilk dönem bölümden fazla arkadaşım yoktu, daha çok yurt arkadaşlarımla takılıyordum. Akşam yemeklerini beraber yiyorduk. Yurtta bilardo vardı arada onu oynuyorduk. Televizyon salonu vardı, ligtv izliyorduk. Arada televizyona laptop bağlayıp film izliyorduk. Oda arkadaşım gececi bir tipti, genelde odada olmazdı, muhabbeti iyiydi, birkaç kez beni dışarıya çağırdı, çok yoğun olduğumdan hiç gitmedim, şimdi keşke elemanla başka bir dönem karşılaşsaydık, işler daha farklı olurdu diyorum.


Final haftasından önce ders olmadığı için kafamıza göre takılıyorduk. Final haftasından önce bir Cem Yılmaz gecesine katılmıştım ki saat sabah 6'da bitmişti. Bir daha uyku düzenini doğrultamamıştım. Uyku saatlerimi ileri alarak akşam 6'da yatıp gece 1'de falan kalkmaya başlamıştım. Gece 1'de kalkıp final sınavının saati gelene kadar çalışıyordum. Acayip günlerdi.

Bu dönemden sonraki hiçbir dönem bu kadar zor ve ağır olmadı ve nispeten daha eğlenceliydi.

Birçok kişinin Bilkentle ilgili sıkça sorduğu bir soru var, Burslu burssuz ayrımı oluyor mu? Diğer bölümleri bilmiyorum ama mühendislik fakültesinde bunu hiç hissetmedim. Çoğu kişinin bursu olup olmadığını dahi bilmezsiniz zaten. Bir sosyal ortamda "Hmm şu çocuğa bak kesin burslu/burssuz ben bunla konuşmayayım." de demezsiniz herhalde. Okul diğer özel okullara göre nispeten ucuz zaten, annesi babası çalışan biri hele bir de tek çocuksa bu miktarı karşılyabilir. Oda arkadaşlarımdan biri hukuk okuyordu, burssuzdu, burslu burssuz ayırımı falan yapmıyordu odada yatıp telefonuyla falan oynuyordu sabahları yulaf yiyordu yani ekstra bi durum yoktu. :d Bir kere ENG101 dersinde telaffuzumla dalga geçen bir eleman vardı kıl olmuştum "özel okullu işte İngilizcesi daha iyi hava atıyor" demiştim içimden, sonra öğrendim ki adam tam burslu EE okuyormuş.

Kulüpler

Ben ilk dönem kulüp olayını çok yanlış anladım arkadaşlar. Ben zannediyordum ki tanışma toplantılarında listelere isim yazıp üye olacağız sonra o etkinliklere sadece biz gidebileceğiz falan. Tabii oturup bu sistem nasıl işliyor diye etraflıca düşünmemiştim. Etkinlikler tüm okula açık oluyor, ki böyle olsa bile boş kalan etkinlikler oluyor, "Kulüplerde aktif rol almak." ise etkinlikleri hazırlayıp tüm sıkıntıyı çeken yönetici tayfasından olmak manasına geliyor. Bir tane kulübe ismimi yazdırmıştım da ilk birkaç toplantısına gitmediğim için beni kulüpten (facebook grubundan) atmışlardı hatta.

Genelde cuma günleri saat 22:00'da yapılan film geceleri favori aktivitemdi. Çeşitli kulüpler belirli bir tema üzerine olan 4-5 filmi sabaha kadar oynatırdı, kahve, patlamış mısır, pizza ikramı falan yaparlardı. Bazen küçük kulüpler zamansız vakitlerde bunu yapar da koca salonda 10-15 kişi filan olurdu, bu durum iyi bir kaynaşma ortamı yaratırdı.

Doğu Asya kulübü anime gösterimleri yapardı, arada giderdim. Apolitik bir insan olduğum halde, Politik Görüş Topluluğunun tartışmalarına gider tartışanları dinlerdim, bu kulübün tartışmalarına katılan insanlar epey bilgiliydi, lisede yakın dönem tarihi görmediğimiz için ben de bunu kendi kendime öğrenmek durumundaydım, bu tartışmalar da epey yardımcı oluyordu. Felsefe kulübünün de enteresan etkinlikleri vardı, "logical fallacy"ler (bunu Türkçe'ye çevirince bayağı komik oluyor, mantıksal safsata çalıştayı) üzerine güzel bir sunum sonrasında bir de yarışma yapmışlardı. Fakat pek sık etkinlik yapmıyorlardı, felsefe bölümü 15 kişiydi zaten, etkinliklerine gelecek kemik üye kadrosu yoktu.

Yukarıdaki kulüplerin etkinlikleri gibi haftaiçi olan ve kısa süren etkinliklerden sonra insanlar toplanıp akşam yemeğine giderler. Kaynaşmak için iyi bir fırsattır. Ben bilgisayarla alakalı kulüplerin (dolu var) yemeklerine katılırdım ara ara. Öyle bölümden üst sınıflardan birkaç kişiyle tanışma fırsatı oldum.

Bundan başka bu dönem ve sonraki dönemler sayısız öğle arası ve akşam sunumuna katıldım ki hepsini yazmaya yetecek kadar vaktim yok. Bazıları yararlı oldu, bazılarında uyudum çünkü uykusuzdum.

Bilkent Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi öğrencilerinin rol aldığı tiyatrolar var. Giriş ücretsiz ve bazı tiyatrolar epey iyi, gideceklere tavsiye ederim. Bir de Bilkent Senfoni Orkestrası var. Sadece film müzikleri konserine yazın arkadaşlarla gitmiştik, iyiydi. Başka konsere katılmadım sıkılırım diye.


(Film müzikleri konseri)

Spor

Okulun ilk haftası gittim tenise yazıldım, kurs beleşti ama sadece 5 haftaydı. Derse 5 kişi başladık. 2 kişiden ilk haftadan sonra bir daha haber alamadık. İkinci hafta benden başka kimse gelmemişti ki hoca bana özel ders vermişti.

Tenis bitti, ben tenise tekrar yazılmak yerine aynı dönem beleşe bir de masa tenisine yazıldım. Hayret ki bu kursa bir tek ben yazılmışım. İlk gün hocayla karşılıklı maç yaptık. İkinci hafta hoca okul takımıyla maça gideceğim dediği için gitmedim. Sonra dersler ağırlaştı bir daha hiç gitmedim. Okulun özel okul olmasının bir artısı da buydu, tek ben geldiğim halde kurs katılım yetersizliğinden kapatılmadı.

*

Bu çaylaklık dönemini böyle uzun uzun yazdım çünkü ben üniversite hayatı diye bekleyip karşılaştığım şey bu oldu. Sizinki böyle mi olur bilmiyorum. 

Bundan sonraki dönemler bende bu dönem kadar travma yaratmadı. Artık işi çözüp daha dikkatli ilerliyordum, her anlamda.

1. Sınıf 2. Dönem

Merkez kampüste başka bir yurda geçtim. Okuldan derse 5 dakikada yürüyerek gidiyordum artık. Bu rahatlıktan ötürü bu dönem yine çokça kulüp etkinliğine katıldım. Yukarıda yazdığım etkinliklere aslında en çok bu dönem katıldım. Yine aktif rol aldığım kulüp yoktu ama kulüp sonrası yemeklerle epey çevrem oldu. İngilizce sınıfımdaki bir bilgisayarcı arkadaş da sağolsun beni epey bir kişiyle tanıştırdı.

Dersler
Bu dönem derslerin 4'ü öncekilerin devamıydı, yani yine Programlama ve Algoritmalara Giriş, Calculus (yine türev integral), Türkçe, İngilizce. İngilizce'deki iş yükü bu dönem daha hafifti. Biyoloji yerine Ayrık (Discrete) Matematik diye bir ders geldi. Bu dersin bilgisayarcıları ilgilendiren bir ders olsa da Matematik bölümü tarafından verilip çok teorik işlendiği ve bilgisayarla alakasının ne olduğu yeterince açıklanmadığı için verimsiz geçti. Zaten hoca hastaydı, dediklerinden bir şey anlaşılmıyordu. Adamın kariyeri iyiydi (Oxford ve Cambridge bitirmiş) o sebeple okuldaydı.
Bu dönem biraz rahatlayayım diye Calculus'ü ders programından çıkarıp yaza bıraktım, onun yerine Sosyal Seçmeli olarak Film Tarihi aldım. Film tarihi dersi 1 saat sesi epey monoton bir hocadan film akımları üzerine bir şeyler dinlemek, geri kalan 2 ders saatinde ise film izlemek sonra izlenilen 2 filmi çekip 1'er essay yazmak, sonra da benim blogta da sorduğum "Gelecekte film endüstrisinde nolur?" başlıklı final sınavını cevaplamaktan ibaretti. Ben o sıralarla hem filmlerle hem de essay yazmakla (çünkü akademisyen olmak için gerekliydi) kafayı bozduğum için bu işi çok ciddiye alıp güzel yazılar ortaya çıkarmıştım yani özetle entel olup çıkmıştım.
Bir de oryantiring diye acayip bir spor dersine kaydoldum ki buna ayrı bir yazı yazmam gerekecek.

Proje
Bilgisayar dersinde proje yaptık. Proje grubumuz 4 kişilikti, önceki dönemki İngilizce dersinden arkadaşlarla grup olmuştum. Hepsi elektronikçiydi. (Biri LYS birincisiydi.) Dolayısıyla bilgisayar dersini pek sallamıyorlardı, bu yazıyı görseler bana kızmazlar herhalde. Projenin büyük kısmını sorumluluk alıp ben yapmaya çalıştım, kolay ama uğraştırıcı kısımları arkadaşlara verdim. Ekşi sözlükte sağ tarafta Avrupa'nın 1000 yılı 59 saniyede tipinde bir video görüp "Ya şu haritanın üzerine soru işaretleri koysak, oyuncu soru cevapladıkça yıl atlanıp harita değişse böyle bir quiz oyunu yapsak?" fikriyle yaptık(m) projeyi. Projeyi yapmaya son 2 hafta başladık, bir 5 gün falan çalıştık, ilk 2 gün çalışmaya sadece 1 arkadaş geldi. Sabah 10'da Fen fakültesinde şelalenin önünde başlayıp gece 10-11'de dağılıyorduk. Ortaya fena bir şey çıkmadı. Javayla yazmıştık, Androide çıkarsaydık belki de google mağazasına bile atabilirdik. Olmadı. Kuru kuru soru cevaplamakla olmaz diyip fon müziği, options ekranı, achievements falan da koydum. Buna rağmen hocalar projeyi programlama açısından yetersiz buldular. Hocam sadece 4 kişiyiz, ben hariç herkes elektronikçi, hiçbirimiz buraya gelmeden önce programlama bilmiyorduk diye kendimi acındırdım, başarılı olduk mu bilmiyorum ama bizden çok daha fazla emekle yapılmış bomba projeler 8 alırken bizim dandik proje 7 aldı. Adalete gel.

Oryantiring
Oryantiringe hala devam ediyorum, yakında bunun hakkında da uzun bir yazı kalem alacağım. Fakat şimdi bir özet geçeyim: bu şu ana kadar yaptığım en zevkli sporlardan biri. Ve eminim bir çok kişiye de zevkli geçecektir. Hunger games'e özendiyseniz ama ölmek de istemiyorsanız bu spor tam size göre! Spordan çok bir survivor ödül oyunu gibi. Spor şöyle: sizi bir ormana salıyorlar elinize de harita ve pusula veriyorlar siz de bu ikisinin yardımıyla parkurdaki bayrakları buluyorsunuz. İlk bulan kazanıyor. Ders bu dönem gerek benim tembelliğimden gerekse hocanın dersi fazla önemsemesinden pek iyi gitmedi, ama bu spordan çok zevk almıştım bu yüzden ikinci sınıfta dersi bir daha aldım (C+'yı A yapmak için bir de). Yetmedi arkadaşımla Kapadokyaya gittik, oradaki turnuvaya katıldık, bayrak bulmak için peri bacalarını didik didik ettik. Güzel günlerdi. Yalnız ikinci sene ilk 5-6 hafta her oryantiring olduğu gün kar yağdı şansıma, yerler kayıyorken kampüste eldeyle koşuşturmak pek hoş olmadı, insanların "napıyor lan bunlar?" şeklindeki bakışları da cabası.


(Peri bacalarının arasında bayrak aramaca)

Hayat

İlk dönemki bedbaht halimden sonra bu dönem daha düzenli bir hayat için elimden geleni yaptım. "Zaman yönetimi" kitapları okudum, bloga da bunun hakkında bir şeyler karalamıştım zaten. Uyku üzerine epey araştırma yaptım, gece 6 saat uyuyordum öğlen yurda gidip bi yarım saat kestiriyordum, ilk dönemden iyi gitse de geceleri çok çabuk uykum geliyordu. Merkez kampüsteyken hayat daha rahat ve daha eğlenceliydi. Doğu kampüsteki bir çok arkadaşım da merkez kampüse gittiği için hep beraberdik yine.

Yaz Okulu

Yaz okulu pişmanlıktır. Açık hava film gösterimlerinde çimenlere uzanıp patlamış mısır yemekten başka pozitif bir yönü yok. Ha bir de dersler normalden kolay, tabii o sıcakta çalışabilirseniz. Calculus II ve Humanities I almıştım.

2. Sınıf

Dersler
Bu sene İngilizce, Türkçe gibi Bilkent işkenceleri olmadığından, kendim de hem tecrübe edinmiş, hem de "Ne işe yarayacak yav bunlar gerçek hayatta?" diyip fizikleri atıp yerine seçmeli ders almış biri olarak 2.sınıfta dersler üzerine uzun uzun yazacak fazla bir şeyim yok. Bu sene geçen seneden farklı olarak her dönemde ikişer bilgisayar dersi aldık. Biri veri yapıları yani "Data Structures". Linked listleri, treeleri falan öğretiyorlar. Microsoftta çalışan bir ekşi sözlük yazarından aldığım bilgiye göre bu ders deli gibi öğrenmem gereken, Bilkentteki tek işe yarar dersmiş. Aynı zamanda geçmesi epey zor bir ders çünkü kodlama sorularında size ufak gibi gözüken tek satırlık bir hatadan dolayı tüm soruya çarpı atıyorlar ki bu da 25 puan kaybetmek demek. Birer tane de donanım dersi aldık. İlk dönem "Digital Design" adı altında dijital devreler yaparak başladığımız ve mikroişlemci kodlayarak bitirdik. Çok beğendiğimiz için "Computer Organization" adı altında devamını çektiler, bu derste de şu 0001111'lerle nasıl kod yazılıyor onu öğrenmiş olduk ve assembly kodu yazdık. Bu sene hiç proje yapmadık. Bir de bu sene 2 kur daha Çince aldım, 2. kuru 11 kişi, 3. kuru 5 kişi işledik. Bu sefer hocamız Çinliydi ama Türkçe konuşuyordu, bunu bilmeden dersi alan Koreli arkadaşlar dumur olmuştu hatta. Eğlenceli geçti. Çin aksanlı Türkçe enteresandı.

Yandal
Bizim okulda 1. sınıfın sonunda belirli bir ortalamanın üzerindeki kişiler yandala başvurabiliyordu, fakat çift anadal seçeneği yoktu. Tam bu dönem fen fakültelerinde çift anadal yapanlara 750 lira burs verileceği duyurdu. Bu sebepten olsa gerek bizim okul da çift anadal açılacağını duyurdu. Oooh çok iyi, hem fazladan diploman oluyor hem de para geliyor diyerek Matematik çift anadalına başvurmaya çalıştım fakat malesef bu olay benden sonraki dönem için geçerliymiş. Benimle aynı sene okula giren fakat yarım sene hazırlık okuyan arkadaşım bu sene çift anadala başlıyor. Ben ise "Yaa zaten Matematik zor olur, para kazanacaz diye robota dönüşmeyelim." mantığıyla çift anadaldan da yandal da vazgeçtim. Fakat aşırı ayrangönüllü bir insan olduğum için "Yine de bir tane sosyal alanla ilgili bilgim olsun, lisede felsefeyi çok severdim, kendi kendime kitap okuyacağıma derse girip işi profesyonelinden öğreneyim." diye düşükdükten sonra babamın da "Gönlünden ne geçiyorsa onu yap." demesiyle felsefe yandalına başladım. Yandal kapsamında bu sene Felsefe Giriş I aldım, bu derste ilginç makaleler okuduk, ufkum açıldı diyebilirim. Bir de Zihin Felsefesi aldım, bu ders ise zihin/akıl nedir ve beyinle ilişkisi nedir, hissettiğimiz acının insan olmakla ilişkisi nedir, robot acı hissedebilir mi? Robot düşünebilir mi? tarzı sorular soruyordu yani yapay zeka alanının felsefeydi dolayısıyla beni epey alakadar ediyordu. İlginç ve eğlenceliydi.

Spor & Hayat & Kulüpler

Bu dönem ikisi beraber gitti gibi. Geçen dönem kulüp etkinliklerinde tanıştığım bir arkadaşla epey kanka olmuştuk. Bu arkadaş senenin başında "Ben geçen gün okulun frizbi antrenmanına gittim, bugün yine var sen de gelsene." dedi. Gittim bakalım neymiş diye. Aynı anda 2 kişiyi daha çağırmış, 4 kişi aynı anda başladık. Asıl ismi "Ultimate Frisbee" olan bu spor tıpkı Amerikan futbolu gibi topu (bu durumda frizbiyi) belirli bir alanın içinde yakalamaya dayalı, fakat temas yasak ve frizbiyle koşmak yok, paslaşarak ilerliyorsunuz, dolayısıyla sert bir spor değil ve kız-erkek karışık oynayabiliyor. Müthiş eğlenceli. Ekimde başladık, nisana kadar aralıksız antrenmanlara katıldım. Çok parlak bir oyuncu değildim ne yalan söyleyeyim, sportif bir insan olmadığım için çok geç öğreniyordum ve çok hata yapıyordum. Spor aşırı zevkli olduğu için nisana kadar hiç bırakmadım.


(Takım antrenmandayken)

Bu senenin başında annemden birkaç yemek pişirme malzemesi alıp kendi yemeğimi hazırlamaya başladım. Artık eskisi gibi kahvaltıyı simit+poğaça+ kahveyle değil kaynamış yumurta ve yulaf gevreğiyle yapıyordum. Ola ki karnım çok kazındı, dışarıdan yemek yerine makarna yapıyordum. Bol bol şekersiz Türk kahvesi içiyordum. Zamanla psikopata bağlayıp bulgur pilavı, mantar sote, tavuklu sebze yemeği, fırında pizza felan da yapmaya başladım. Dikkatli beslenme ve haftada 3 frizbi antrenmanı (ki 2-3 saat sürerdi ve epey koşardık) sayesinde 90 kilodan 65 kiloya indim. Bir de kaptanımız bize spor salonunda kondisyon çalışmamızı önermişti, bunu da dikkate alıp düzenli spor salonuna gitmeye başladım. Nisanda Kapadokya'ya oryantiring turnuvasına katılmıştım, burada bacağımı sakatladım. 1 ay koşamadım. Frizbi antrenmanları yalan oldu. Spor salonuna da 2 hafta kadar ara verdim fakat daha sonra iyice abartıp 2 günde 1 gitmeye başladım. Özetle bu sene sağlığımı düzene sokmaya odaklandım.

Eskisi gibi sabit bir oyun&dizi&film&kitap rutinim yoktu. Bir dönem bir diziye sarar 3-5 gün onu izler sıkılır bırakırdım. Ardından bir hafta geçer bir oyuna sarar yarısını felan oynar sıkılır bırakırdım. Veya film izlemeyi özler 3-5 gün aralıksız film izlerdim ki bu günler genelde final haftasına denk gelirdi. En güzeli hangisi o an hangisi en keyifli ve en özlenense onu yapmaktı.

İlk Kulüp Aktivitem

Artık kulüp aktiviteleri için düşüncem "işe yarayacaksa git." idi. Zaten frizbi antrenmanları varken sırf sıkıntıdan kulüp aktivitesine gitmeye ihtiyacım olmuyordu. Yorucu bir frizbi antrenmanından sonra takımca kantine gidip çay içip muhabbet edip günün yorgunluğu atmak yetiyor da artıyordu bile.

Fakat fark ettim ki bizim takım aynı zamanda okulun bir kulübü statüsündeydi, istediği zaman etkinlik düzenleyebilirdi. Bunu farkedince öğrenci konseyine gidip kağıt imzalatıp "Spor Filmleri Gecesi" etkinliği açtım. Saat 10'da başlatıp 4 film göstercektik, filmler "Million Dollar Baby", "Rush", "127 Hours", "Karate Kid". Takımda bu işler hakkında tecrübesi olan biri yoktu, o yüzden organizasyon bana kalmıştı. İkram için iyi bir miktar fon aldık, arkadaştan rica ettim arabasıyla alışveriş marketine gidip epey bi patlamış mısır ve içecek aldık. Geceden iki gün önce kafama dank etti, reklam yapmam gerekiyordu, afiş bastırıp sağa sola astım, dikkat çeksin diye yurtlarda abuk subuk yerlere asıp trollük yaptım hatta:


Ne yazık ki bizim film gecemizin olduğu gün 2 film gecesi daha vardı. Bir tanesi bizden fazla reklam yapmıştı ve 1 saat erken başladıkları için bize seyirci kaptırmamışlardı. Öbürü ise The Big Bang Theory gecesiydi ki bundan adam kapmak çok güçtü. :)) Dolayısıyla bizim film gecesine 30 kişi felan geldi ki yarısı takımdandı. Kişi sayısı az olunca ilk filmden sonra bir de pizza söyledik okulun fonundan :d Saat 2-3 gibi herkes uyumaya gitti. Ben koca salonda tek başıma Vikings izledim:


Exchange ve Staj

Bu sene Erasmus'a veya okulun kendi anlaşmasının olduğu Amerika, Kanada, Avustralya, Çin, Japonya, Kore, Singapur gibi ülkelere başvurabiliyorduk. Seçim kriterleri iyi İngilizce notları ve yüksek not ortalamasıydı, neyse ki bende ikisi de vardı, rahattım. Amerika'da yaşam pahalıydı. İsveç ve Singapur'daki okullar çok iyiydi, ben de "İsveç pahalı hem Singapurda değişik kültürler görmüş olup Çince'mi geliştiririm." diyerek Singapur'a başvurdum. Ocak 2016'da gideceğim.

Staj işi ise tam piyango oldu. Ekimde sekreterlikten mail geldi IAESTE isimli yurtdışı staj programına başvurabilirsiniz, şubat gibi size iş teklifi gelecek vs. diye. E güzelmiş diyip başvurdum. Nisanda tam fotokopi çekme temalı staj ayarlama işlerine girişmiştim ki IAESTE'den iki tane staj teklifi geldi, ikisi de Slovakya'daydı, verdikleri maaş orada geçinmeme yeterli ve ilk yurtdışı tecrübem olacaktı. Gidilmez mi, gittik tabii :)

***

Benim 2 senelik üniversite hayatım bu şekilde arkadaşlar. Bir sonraki yazımda bu yazımdan yola çıkarak tavsiyelerimi vereceğim.