Önnot: Çok fazla yol sormalı bir gün oldu. İsteyen direkt alttaki özeti okuyabilir.

Uçağa bindim. Acemiyken buraları uzun uzun yazmıştım da gerek yok artık. Yine THY'i epey konforlu buldum, en azından wizzaire göre (++gurur) (gerçi birinin bileti öbürünün 15 katı)



Pasaport sırasında korkuyodum iş uzayacak uzun uzun bir şeyler anlatacağım diye. Kuyrukta da yanlış ata oynadım, görevli orta yaşlı bir endonezyalı teyzeydi, konuşması da tam Cem Yılmaz tiplemesi İngiltere sınırkapısındaki Pakistan vatandaşı gibiydi, bi "vats yor pörpis of vizit" demediği kaldı. (Sonra farkettim ki burada herkes öyle konuşuyor.) Neyse korktuğum olmadı, çabuk geçici vizeyi alıp geçtim. Bagajı aldıktan sonra bir de içindekileri kontrol ettirmem gerekti. Bu da epey korktuğum bi aşamaydı çünkü malum Avustralya yemek getiren adama nükleer bomba getirmiş muamelesi yapıyor. Singapur da öyle katı bir memleket. Daha uçakta doldurduğumuz formda "Dikkatli olun Singapur'a uyuşturucu getirmek idam cezasıyla sonuçlanır." diye bir uyarı var (bu yaşanmış.) Benim bagajımda da baklavalar kestane şekerleri felan var. Sonra tabelada gördüm ki tehlikeli ilaçlar yasakmış, "reçetesiz satılan bi ilaç var bagajımda bir de yemekler hediyeler falan var" şeklinde gereksiz bir açıklama yaptım. Çinli bi amca "Hediyeler arasında ninjastar var mı?" diye sordu ehehe. Yok dedim. Oradan da sorunsuz geçtim. Ardından 2 tane Singapurlu ablanın yardımıyla yurda gitmek üzere metroya bindim.

Bu arada bi araya gideyim. Metroya girerken ilk defa açık havaya çıktım. Daha önce uçaktan havaalanına giderken havanın biraz demosunu yaşamıştım, aşırı sıcaktı. Şimdi temiz (?) havayı içeri çekince anladım ki hava sıcak, ama daha önemlisi şu ki hava havasız. Allah'ını seven üzerime oksijen atsın. Sanki biri ülkenin pencerelerini sürekli kapalı tutuyormuş gibi.

Metroda biraz insanları dikizledim. Singapur'un %74'ü Çin kökenli, %13 Malez, %9 Hint. Gerisi de "Diğer"  (Beni en çok çeken de bu çeşitlilikle birarada yaşayabilmeleri zaten.) (Bunu sağlamak için zamanında Singapur hükümeti değişik politakalar uygulamışlar, vatandaşa ev sağlamış fakat farklı etnik unsurları da komşu olmaya zorlamış kaynaşsınlar diye.) Metroda da insanlar aynı bu yüzdeyle dağılmış gibiydi. Bir sürü Çinli, Çinli mi Malezyalı mı Endonezyalı mı ayırt edemediğim koyu tenliler, Malezyalılar ve Hintliler, arada 2-3 tane serpiştirilmiş Batılılar. (Bir tanesi de ben oluyorum bu durumda ehe.)

Sonra metroda "Şüpheli gözüken/davranan birini görürseniz derhal yetkiliye bildirin." diye bir anons geldi. O an kafamda bir sürü bombayı patlatıp kaçtığım ardından yakalanıp idam edildiğim paralel senaryo oluştu. Baktım etrafıma, neyse ki gözünü dikip bana bakmış birini göremedim.

Otobüs durağına gittim. En sonunda havayı iyice teneffüz etmeye başladım. Çook aşırı derecede kül kokuyor. Acaba bunun sebebi Endonezya'nın yaktığı ormanlar mı düşünürken arkamda yeşil bir şeyleri şişe takmış mangalda çeviren ablayı gördüm. Boşuna günahını aldık adamların :))

Buradan sonrası biraz zor oldu çünkü "NUS yurdu diye bir durak" yok malum. Gelen geçen otobüslere öyle mal mal bakarken Çinli bir teyze yaklaştı "Nereye gitmek istiyorsun." dedi, "NUS'a RC4 yurduna." dedim, meğerse yanlış duraktaymış, karşı durağa nasıl gideceğimi tarif etti. O durağa gittim, aslında hangi otobüse bineceğim hakkında değişik planlarım vardı ama hangi durakta ineceğimi bilmiyordum. Dedim aman boşver taksiye bineyim çok yazmaz. İki tane taksi çevirdim, biri ben bilmem RC4 felan dedi, bavulu almak için kapıdan çıktı ama adamın konuştuğu dili anlayamaığım için "boşver boşver pardon." diyip yolladım. Adamı da ekmeğinden ettik. İkinci kez taksi durdurup ikincisini de gönderince belki içinden "napıyo bu mal" diyen başka bir taksi bekleyen genç esmer bi abi "Nereye gideceksin?" diye sordu. Sonra konuştuk, o da NUS bilgisayar'da doktora öğrencisiymiş. Sağolsun o da hangi otobüs durağına gideceğimi yardım etti, bir de eğer kartım yoksa ve para atacaksam kuruşu kuruşuna atmalıymışım yoksa kabul etmez şöfor niyeyse. Adam el mahkum kartını verdi bana, ben de telefonunu aldım sonra geri veririm diye.

Üçüncü kombo da ben otobüsteyken ve hangi durakta ineyim de aval aval bakarken kafa sallayıp "Nereye gideceksin?" diyen amcadan geldi. Ona dedim RC4 Utown falan diye, bi çocuk dedi ben de oraya gidiyorum RC4'te okuyorum falan. O içeri aldı sağolsun. Ardından erken check-in yapıp odama geçtim.

Oda tek kişilik, klimalı. Kendime ait masa dolap ve yatağım olması güzel. En son final günümde 4 saat, toplanma gününde 4 saat,  uçakta kedi uykusuyla dolaşınca jetlag metlag demeden Türkiye saatiyle 16 gibi falan yattım ve mışıl mışıl uyudum.

Ardından Türkiye saatiyle 22:40'ta, buradaki saatle 4:40'ta uyandım. Malesef yanıma dönüştürücü almadığım için şarjım tükenmek üzere. Keşke bi kitap alsaydım yanıma okumak için.

Özet:
- Adamların aksanı anlamak güç. Özellikle T'ler ile bir alıp veremedikleri var. Benim ismimi nasıl söyleyecek bunlar.
- Etnik çeşitlilik kültürel çeşitliliğe yansımış ve bu çeşitlilikler birbirine çatmadan korunuyor.
- Hava çok sıcak.
- Hava çok havasız.
- İnsanlar daha sormadan yardım ediyor.
- Umarım şüpheli gözükmüyorumdur.