Selamlar, yeni bölümle karşınızdayım.
Resimlerin üzerine tıklayarak resimleri büyütebilirsiniz.

*

Buraya gelmeden önce ders seçimi üzerine birkaç taktik aldığım bir arkadaşla tesadüfen sınıf arkadaşı olmuşuz, tanıştık. O da exchange öğrencileriyle muhabbeti olan biriymiş, beni kendi kurduğu "exchange öğrencileri için whatsapp grubunu"na ekledi. Grupta bir sürü insan var tanıdığım ise 2 kişi felan var. NUS'un bir özelliği de bu, çok fazla exchange öğrencisi var, facebooktaki exchange grubunda 750 üye falan var şu anda, hepsi de "Şu gün şunu yaparız gelmek isteyen buyursun." tarzı mesajlar atıyor gruba. Ben Slovakya'da stajdayken staj grubumuz 8 kişiydi, hep aynı kişilerle takılma mecburiyeti vardı yani. Bir sıkıntı olduğunda Amerikalı iş arkadaşıma dönüp "Lanet olsun Mike adamım yüz yüze bakıyoruz şurada." diyordum haklı olarak. Bu avantaj mı dezavantaj mı siz karar verin.

Little India'da (şu geçen resimlerini attığım alışveriş merkezini içine alan bölge) Hindular Thaipusam isimli dini bayramlarını kutluyorlarmış. "Gidelim yürüyüşler falan olacak izleriz." dediler. Aynı gün başka bir exchange grubu da Sentosa plajına gidiyordu, ikisi arasında seçim yapmam gerekti. "Yav nasolsa yağmur yağacak (Ocak ayı Singapur'un en yağışlı ayıymış) plaja başka zaman gideriz." diyip yeni arkadaşlarla Little India'ya gittim. Gelir gelmez yağmur yağdı, içimden "Haklı çıktım heh heh." dedim fakat kısa zamanda yağmur dindi, güneş çıktı, bizi bir güzel yaktı, Hindular geçip önümde yürüyecek diye yolun kenarında beklerken kendimi 19 Mayıs gösterilerine zorla getirilip güneşin altında yanan lise birdeki halim gibi hissettim, gece de annem yoğurtla terapi uygulayacak.

Etraftan rastgele fotoğraflar:


Dünya şemsiyemin altında:



Geçen gösterdiğim fotoğraftakiyle aynı yer, şimdi bu halde:


Burada durup yürüyüşleri izlemeye başladık. İlk başlarda ablalar teyzeler yiyecek taşıyorlardı, dedim aa ne güzel bayram bu:



Arkadaki abiye biraz fazla yüklenmişler:


Sonra önümüzden akupunktur tedavisi gören Hint vatandaşlar geçmeye başladı:




Yukarıdaki resimlere kalbi olan bakmasın... (:D)

Buradakiler tahtırevanda Tanrı taşıyorlar ama ne Tanrısı bilmiyorum:


Bu abinin üzerine avize düşmüş gibi:


(Şu fotoğrafları Game of Thrones'a koyup "Khaleesi buraları özgürleştirmeden önce insanlar bu haldeydi." diye alt yazı geçseler kimse yadırgamaz sanıyorum.)

Adamları seyrederken Güneşte kavrulmaya başlayınca Singapurlu arkadaşa dedim "Aga daha duracak mıyız?". "Tamam sizi membasına götürüyorum şimdi." dedi ve Hindu tapınağına doğru yola çıktık.

Yolda gördüğüm, Arap yarımadasından fırlamış gibi tropikal alanda eğreti duran fakat yine de mimarisini beğendiğim cami:


Sokaklar kaldırımlar falan hep insan dolu. İnsanlara omuz ata ata ilerliyoruz. Yaya geçidinden karşıya geçecez, böyle omuz ata ata geçerken birden insanlar dönüp üzerimize gelmeye başladı, polis Hintçe bağırıyor biz de turist turist bakınıyoruz noluyor diye?

Olay sonradan anlaşıldı. Yahu yaya geçidindeki insan trafiği durmuyor ki! Geçecek insan hiç bitmiyor, arabalar da geçemiyor. O yüzden belli bir süre sonra polis insanları ite kaka geri gönderiyor ve kafesin kapağını kapatır gibi yaya geçidini iple kapatıyor:

Vaziyet bu:



Kaldırımda kalabalığın arasında bir masada birileri limonata dağıtıyor. Singapurlu arkadaş dönüp "İçin beleş." diyor, kapıyoruz bi bardak serinleyelim diye. (Serinletemedi.) Meğer o okunmuş limonataymış. (Limonata da değil gerçi, balgam sökücü ilacı gibi bir tadı var.) Kutsandık bir güzel. Bir dahaki hayatımda dünyaya limonata olarak gelmem inş.

Tapınağa gelmeden önce merak ediyordum bu kadar adamı nereye sığdıracaklar. 
Tapınak daha çok üstü kapalı bir pazar yeri gibi bir şeymiş meğerse:



Ekşın devam ediyor:



Tapınağın iki bölümü var, ikincisi için ayakkabı çıkarmak gerekiyor. Biz önce bi ilkini gezelim dedik. Girerken burnuma gelen hafif yanmış gül kokusu çok geçmeden yerini tamamen yanık kokusuna bıraktı. Ne yaktılar bilmiyorum. İçeride durmadan davul çalıyor. Üzeri jiletli abilerden biri kalkıp "Ama o 3-5 jilet yarası Thaipusam'ın hatırası, çal keke çal!" diyecekmiş gibi bir ortam var içeride:


Kısa bir çekim de yaptım, aha burada: https://www.youtube.com/watch?v=0Ex3uxzUAqs&feature=youtu.be

Ne oluyor ne bitiyor? Vejetaryen olup yumurta bile yemeyen insanlar niye kendilerini şiş kebap yapmış vaziyette dolaşıyor? Bunu öğrenmek için kendime nur yüzlü bir amca seçtim ve sordum, beni kenara çekip anlatmaya başladı. Vakti zamanında Hint Tanrısı Frums (rengi mavidir, elinde çilek sepeti taşır, ufak bir de kuyruğu vardır) Hinduları kötü ruhların sebep olduğu büyük bir kıtlıktan kurtarmış, hepsinin bahçesini çilekler, portakallar, Hindistan cevizleriyle doldurmuş. Karşılığında ise her ay bir sepet meyveyi (artık o mevsimde hangi meyveler yetişiyorsa) Ganj nehrine bırakmalarını istemiş. Hindular ilk başta Frums'un bu isteklerini yerine getirse de kötü kalpli tanrı Thaipusam tarafından kandırılmışlar ve meyveleri kendilerine saklamaya başlamışlar. Bundan sonra Frums'un laneti üzerlerine çökmüş. İnsanlar delirip kendilerini jiletlemeye başlamışlar. Frums onları akılsız bırakmış. Frums artık elinde çilek sepeti taşıyan değil insan kafası taşıyan bir tanrıymış. Bu yetmemiş gibi bir de kutsallarını ayağının altına alarak onları küçük görmüş. Şekil A'da görüldüğü gibi:


Hindular işin içinden çıkamayınca arif ve bilge tanrı Namuras'tan yardım istemişler. Namuras onlara "Ne olduğunuzu asla unutmayın, dünyanın geri kalanı unutmayacak. Onu bir zırh gibi taşıyın böylece sizi incitmek için asla onu kullanamazlar." demiş. Hindular bunun üzerine kendilerini jiletlediklerini kabullenmişler ve bununla yaşamaya başlamışlar. Frums bir daha onları asla incitememiş. Ve her yıl bugün, kendilerini jiletleyerek Namuras'a minnet borçlarını ödemek meyve taşımaya başlamışlar..

Şaka şaka la hepsini şimdi uydurdum. Blog boş muhabbetle dolmasın diye az biraz okuyayım bu ritüellerin arkasında ne mânalar saklı öğrenip anlatayım da başkalarını da bilgilendireyim dedim ama yazıları okurken kendimi Humanity dersi için İlyada destanını okuyormuş gibi hissettim, yok ben o günlere dönemem deyip bıraktım.

Neyse ya ben de niye burada makara yapıyorsam, saat gecenin 3'ü, akşam yemekhanede filtre kahve içtim (yemekhane mi starbucks mı belli değil), bir türlü uyku tutmadı, oturdum elime ne gelirse yazıyorum. Affedin dostlar. Gerisini objektif anlatayım.

Sağdaki tanrının çizimini çok beğendim, renkler çok canlı kullanılmış:


Yandaki terliği giyene muz hediye ediyorlar.


Rocketman:


Rasgele fotoğraflar:




Ayakkabıları çıkarıp öbür kısma girdim ama bir şey yokmuş burada:


Bu tavuk kuşu kuyruklarını napacaklar bilmiyorum:


Çıkarken enteresan bir şey oldu, yanlışlıkla yürüyüş alanına girmişiz! Akupunkturlu abilerin arkasından Hindulara şov yapıyoruz:


En komiği ise boynuna kafam kadar fotoğraf makinesini asmış, "Bunlar girdiyse ben de girerim heh heh." diyip arkamızdan gizlice sokulup önümüzdeki Hinduların fotoğrafını çeken Asyalı abinin yüzündeki sinsi gülümsemesiydi.

Ben selfi çekerken "Napıyor lan bu liseli" bakışı atan bu abi de es geçilmemeli:


(Bu arada ne kadar yakışıklıyım değil mi?)

Sonra Singapurlu arkadaş bizi Hint restoranına götürdü. Ben egzotik yemekler tadacağız diye beklerken hepimizin yediği şey piliç büryani. "-_- (Yine bol pirinç pilavıyla.)

*

Çin mahallesini anlattığım, daha doğrusu anlatmaya çalıştığım yazımda "Kendimi Viyana kapılarında boş boş fotoğraf çeken Çinli turistler gibi hissettim." diye bir ifade kullanmıştım. Burada kastettiğim şuydu: Viyana, Budapeşte ve Prag'ta ben gittiğimde, özellikle tarihi mekanlarda, aşırı bir Uzakdoğulu (çoğu Çinli) yoğunluğu vardı  ve bu insanların ortak bir özelliği vardı: acayip fotoğraf çekiyorlardı. Sanki fotoğraf çekmek onlar için ulvi bir amaç gibiydi, bunun için Avrupa'ya gönderilmiş gibiydiler. Neyi gezdiklerinin bir önemi yoktu, neye baktıklarının bir önemi yoktu, önemli olan her anın fotoğrafını almaktı. İçinde bulunduğu yerin kale mi saray mı kilise mi olduğunu sorsan belki onu bile bilemez. Pragta tanıştığım bir abi "Ben bunların olayı çözdüm, bütün tarihi şeylerin fotoğraflarını çekiyorlar sonra eve gidence tarihi kafalarında yeniden yazıyorlar." diye dalga geçmişti, gülmüştük vesselam.

Hah işte burada da ben aynı duruma düştüm. Arkadaş Asyalı kardeşlerim haklıymış, yani Avrupa'da ufacık ve dandik bir kilisede bile bir ton bilgi yazısı var, hadi biz liseden az buz Avrupa tarihi biliyoruz, peki ya Japon teyze Viyana kuşatması tablosuna bakıp "Savaşa Samurayları sürmezseniz kaybedersiniz tabii evladım."dan başka ne diyebilir? Apayrı bir dünya, apayrı milletler, dinler, gözler... Bu teyzenin durumuna burada ben düştüm. Tüm Hindulardan özür diliyorum.