Selamlar,

Bugün ismimin her türlü telaffuzunu farklı tonlamalarla duydum sanırım. Surilcan, Zuğrulcan, Dumurcan, Kudurjan vs.  Tecavüz sabah House Leo'nun whatsapp grubunda başladı:


Saat 2'de kalktım, daha saatlere alışamadım yani. Uykum gelmediği için yatmadım. Naptım hatırlıyorum. Sabah 7'de yemek saati geldi akşam yemeği görünümlü kahvaltımı yemeğe gittim. Exchange öğrencisi görünümlü birkaç kişinin masasına oturdum. Bir İsveçli, bir İngiliz, bir Alman. İngiliz olan İngiliz dili ve edebiyatı okuyormuş. Bunu okuyup da buraya gelmek enteresan. Tayvan'da Türkçe bölümünde okuyan arkadaşım var, düşünsenize Tayvan'a gidip orada Türkçe öğrendiğinizi :P Kızın yakındığı şöyle bir durum var: "S'nglish iyi de hayır sağolasın, hayır teşekkürler filan hiç yok, direkt istemezük diye dandun konuşuyorlar." Fevkalade agresif bir şekilde "bu yao" diyen bir Çinli'nin İngilizce konuşanını düşünce kıza hak veriyorum. Benim de üniversitede Çince hocam Çinliydi, kendisine buradan 你好'larımı iletiyorum, ve Türkçe konuşuyordu ama bunu Çin aksanıyla yaptığı için oturup konuşurken masadan atlayıp bana uçarak kafa atacakmış gibi hissederdim, en azından başlarda. Ama İngilizlerin de konuşurken aşırı kibar olduğunu unutmamak lazım (laf sokmalarını bile kibar kibar yapıyorlar ehe), mesele kültür meselesi, başka millet başkasının dilini kendine adapte etti diye kültürüne de adapte olacak diye bir şey yok. 

Yemek yiyince üzerime ağırlık çöktü uyudum. Saat 2'deki Game Development dersi için çıktım. Ders i3 diye bir yerdi. Haritada gördüğüm durakta indim fakat sonrasında kendimi sıra sıra binalara boş boş bakarken buldum. Hademe abiye sorayım dedim, Aytri nerede? "IQ mu?" "Yok abi IQ ne alaka I3'ye gidicem ben." "IQ olmasın o?" diye tutturdu, sonra bulamadı başka birine sordu. İngilizcesi de çok iyi değil Çince-İngilizce karışık konuşuyor bana. (Sonradan öğrendiğime göre yaşlılar (Singapur'un bağımsızlığını gören kişiler) İngilizce'yi daha tam sökmemişler.)  Diğer hademe olaya dahil olunca mesele çözüldü, meğer IQ'dan kastı I-Cube muş, "p" veya "b" sesi duymadığımdan Aykyü'yu IQ diye anlıyormuşum, internette de I^3 diye yazamamışlar. Exchange anısı diye bol bol yanlış anlamaları anlatacağım anlaşılan.

Game Development hocası Hintliydi. Dünkü Çinli networkçü faciasından sonra "Senin aksanına kurban olayım ben hocaa." diye düşünmekten kendimi alamadım. Game Development'ı "oo oyun, yaparım bi dal, hem zaten unity de biraz biliyorum." diye aldım, hoca "Yeni mac aldım, unitynin x'i macte desteklenmiyormuş, unreal engine kullanacaz." minvalinde bir açıklama yaptı. İlk ders oyun tarihinden bahsettiğinden pek ilgi çekici değildi, sega nesi, playstation segayı, bilgisayar hepsini döver, mobil oyunlar da iş yerindeki işsizler için ideal işte ne var bunda 2 saat anlatacak.

(Dersi de hala alamadım gerçi, çok saçma sapan bir ders seçimi sistemleri var, bizdeki gibi dersi kapan alır zamanı yok. Ders seçimi sürekli önyükleme gibi ama bunlar "round"larla sıralanmış bir şekilde, yani 1. roundda şunları istiyorsun olmadı 2. roundda bunları istiyorsun en olmadı en son form vermeye başlıyorsun. Sistem çökmüyor ama bunla da uğraşılmaz ki.)

Game development dersinin çıkışında NUS'un frizbi antrenmanına gittim. Bir laf vardır "Nerede çokluk orada.. tokluk." diye. Frizbi oyuncuları çim alana çekirge sürüsü gibi üşüşmüş durumda resmen, çim alan başına 60 kişi düşüyor kardeş buna. NUS'un A takımı gelmiş, aynı anda B takımı gelmiş, A takımıyla maça liseliler gelmiş, bir de apayrı grup var sahada onlar neyin nesi bilmiyorum. Gerçi kilometrekare başına 7697 kişi düşen ülkede kalabalıktan neden sızlanıyorsam, hiç. (Gerçi İstanbul da 7664 insan/km^2)



A takımı ve B takımı şeklinde ayrılmışlar ODTÜ gibi, B takımı herkese açık, sonradan A takımına seçme yapıyorlar. Gerçi bu çoklukla B takımına da seçme yapacaklarmış. A takımında leopar gibi kızlar varken B takımındaki biraz bicirik kalmış, erkeklerin bazıları çok iyi, hepsi pıtır pıtır koşuyor, fakat teknik olarak çok iyi değiller uzağa efsane atışlar atamıyorlar (atsalar A takımına girerler zaten.) Bir de force yok, frizbiyi atan kişiyi savunan kişi belirli bir noktaya atmasını engellemediği için atıcı istediği yere atabiliyor, dolayısıyla frizbiyi tutma ihtimali olan kişilerin peşinden koşarken telef oluyorum. Ben "5-6 antrenman için krampon getirmiyim şimdi, zaten muhtemelen sürekli gitmeye zamanım olmaz, oradan ucuz ve dandik bir şey alırım gerekirse." diye düşünüp krampon götürmedim... Dünyanın en pahalı şehrine gelmişin nereye ucuzunu alıyon? 120TL'den başlıyormuş krampon fiyatları. Sürekli yağmur yağan ve dolayısıyla çimlerin sürekli çamur olduğu bir yerde de düz ayakkabıyla frizbi oynamak epey zor oldu, kaydım bol bol. Gerçi arkadaş dedi, Malezyaya gidersen orada ucuz ve dandiğini bulabilirmişim 1 dönemlik idare edermiş.

Takımlara ayrılıp 4'e 4 maçlar yaptık önce, sonra tüm B takımını ayırıp herkese numara verdiler ve her sayıda takımlar sahaya/sahadan kavimler göçü yapar gibi oyuna girip/çıkmaya başladı. "Zuğrican sıra sende.", "Yurijan oyuna girebilirsin.", "Duğri, sen 8 numaraydın di mi, kak oyuna gir!" diye diye ömrümü yediler. Olm bi durun lan iki dakika soluklanıp Tinderda kızları likelıyım. Wifi da on numara bu arada, fakültelerin arasında izole bir yerde olduğumuz halde çekiyor.





İyi ısınmadığımdan ve biricik okulumuz final haftası tüm sporların antrenmanlarını yasakladığından hamlamıştım, bacağıma nur topu bir ağrı girdi. Artık bitsin bu antrenman demeye başladım çünkü saat 6'da başlayan antrenman saat 10 olduğu hâlde hala sürüyordu. Türkiye'de pazar sabahı antrenmanlarımızı da uzun tuttuğumuz oluyordu ama o antrenmanlar sabah olduğu için enerjik oluyorduk bir de hava öğlene doğru ısınmaya başlayınca insanın dağa da oynayası geliyordu. Burada hava hep sıcak, boğuyor.
(Not: Aynı yasak burada da varmış, Singapur&Türkiye eş zamanlı olarak Amerika'dan taklit etmişisizdir kesin.)

Saat 10:15 gibi sonunda antrenman bitti. Bizim takım gibi selfi yapmadılar, 60 kişi nası yapacaklar. Yurda döndüm. Bugün yine yurtta "House Events" diye toplu aktiviteler vardı, her katın ortak odasında insanlar toplanmış bir şeyler yapıyorlar. Bizim aslanlar da toplanmış en alt katta kart oynuyorlar. Duş aldıktan sonra yanlarına gittim. Kart oyunu da "Doğruluk-Cesaretlilik"'in "Doğruluk-Doğruluk" versiyonuymuş, yanlış kartı çekene soru soruyorlar. Bir eleman "Bir peynir olsaydın hangi peynir türü olurdun?", "Bir suşi olsaydın hangi suşi türü olurdun?", "Bir pizza süsü olsaydın hangisi olurdun?" diye trollüyor. Bana "Exchange'deyken bir sevgilin olsaydı, dönünce de devam etseydiniz fakat ailesini bırakıp gitmek istemeseydi napardın?" şeklinde konuştuğum exchange/erasmus'a giden arkadaşlarımın yakındığı o müthiş ikilemi sordular. Ondan sonra bir de "Doğruluk-Doğruluk"un kulaktan kulağa versiyonunu oynadık, bu sefer soruları yandakinin kulağına fısıldıyorsun, o cevap olarak birini işaret ediyor sonra onunla taş kağıt makas yapıyor, kaybederse soruyu da söylüyor. Dave diye bir eleman geldi sonradan, trollemelerle burada bahsedemeyeceğim soru tiplerine yol açtı. :D Dave de Türkiye-Yunanistan temalı geziden yeni gelmiş, İstanbul, Antalya, Kapadokya, Efes ve daha benim gitmediğim bir çok yeri gezmiş. En çok Kapadokya'yı beğenmiş. Balona bindin mi diye aptalca bir soru sordum, orada kış yaşandığını unutmuşum nereye biniyo. Sultanahmet'teki olayı duymuş, geçmiş olsun dileklerini iletti...

Gece 1'de dağıldık, ben de yattım gidip.