Tarih: 25-30 Ocak 2016

3. haftada fazla bir atraksiyon olmadı, atraksiyon olan günleri ayrı bir yazıda yazıyorum zaten de. Bir de blogu günü gününe tutmayınca ne oldu ne bitti unutmaya başladım, bundan sonra günü gününe yazıp gereksiz detayları kendime saklayacağım sanırım.

3. itibariyle izlenimlerimi yazayım:

(Not: Birbirinden alakasız konulardan bahsettim ama konusu farklı yazıları * ile ayırdım, sıkıldığınızda öbür *'a atlayabilirsiniz. Yazıları günlük yazar gibi yazdığım için sıkıcı kısımlar olabilir elbette.)

Sabah yemekhaneye kahvaltıya iniyorum. Menü: pilav + ondan bundan. Akşam yemeğine iniyorum menü yine pilav + tavuk. Bunu yakınarak paylaştığımda facebooktan bir arkadaşım "Ekmek yerine yiyorlardır." diye yorum yaptı. Bu doğru değil kesinlikle, ben ekmek yemiyorum, kahvaltıda yulaf ezmesi, öğlen/akşam da bulgur pilavı, makarna, börek, patates gibi alternatifler bulabiliyorum. Bulgur pilavı büyük bir nimet gerçekten, keşke buraya gelmeden yanıma bi 5 kilo bulgur pilavı alsaymışım. Arkadaş, koskoca Asya camiasında tek karbonhidrat kaynağı nasıl pirinç olur hala aklım almıyor. Soruyorum adamlara "Niye Çin/Malezya/Hint kısmından makarna/patates çıkmıyor?" diye, "Onlar Çin yemeği değil." diyorlar. Kardeş patates Amerika'da bulundu diye Kızılderili yemeği sayıp hiç yememek mi lazımdı yani? Bu kafayla nasıl tartışılır bilemiyorum.

Çorbalar da bir garip yok. Ihlamur gibi çorbalar var: https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjML_Fa6_aUXYipywdEbONCfw4HnnDmzlrqOlpbcSRbrkP65kknq5OThLR6vShPFUBzPlpSJP6sD04qfS4e1K6eDsLZg11TP5GfwoYrcl3U_m8CIcLQ4sBZma-Ylr-dQzQpWtyFEX8279AC/s320/2016-02-02+18.36.11+%25282%2529.jpg

*

Halkın %15'i Malezyalı Müslüman diyorlar ama Malezyalı falan yok burada. "Niye hiç Malezyalı yok okulda?" diye bir soru yönelttiğimde "Malezyalıların hayat felsefesi farklı ya, okumayı sevmiyorlar, daha çok hayatın tadını çıkarmanın peşindeler." şeklinde acayip bir cevap aldım. Tam tersi olması gerekmiyor muydu? Nasip kısmet.

*

NUS'ta Bilkent'ten farklı olarak dersler 2 saat ders + 1 saat tutorial + lab (her dersin labı yok, katılmak da opsiyonel) olarak işleniyor. Lab verilen ödevleri yapmamız için bilgisayarların bize ayrılması gibi bir şey, bazılarını T.A.'ler yönetip yardım ediyor. Tutoriallardan önce ise çözmemiz için soru veriyorlar, tutoriallarda onları çözüyorlar.

Bu hafta tutoriallar başladı. İlk tutorialıma Çinli bir abi girdi, sorulara sadece bir göz gezdirdiğim için bakıştık uzun süre abiyle. Sonra baktı ben yabancıyım, söz istemediğim halde soru sormaya başladı. Bu arada sınıfın geneli de sessiz zaten, onlar da çalışıp gelmemiş. Adamın söylediklerinden de pek bir şey anlamadım, klasik Çin aksanı :(

"Bu Çin aksanına niye bu kadar takıldın? İngilizcen iyi olsaydı anlardın." gibi bir düşünce oluşursa kafanızda şöyle bir örnek vereyim. OS tutorialında (gerçi veren Singapurlu) adam şimdi size x modelindeki blablayı anlatacağım diye başladı yardırmaya fakat daha başta x'in ne olduğunu anlamadım ben. "Afedersin anlamadım bir daha tekrarlar mısın ismi neydi bu modelin?" diye sordum, "eseydisiks" diye bir cevap aldım. Uzun uzun beynimde işleme almam gerekti bunun ne olduğu çözmek için. SAT-6? SAD-6? S86?. En sonunda doğru cevabın x86 olduğunu farkedip kendime kızdım fakat şu varki aksanına alışık olmadığınız biriyle konuşurken kısa bir zaman dilimi içinde böyle bir sürü kelime duyuyorsunuz ve ancak konuşmanın anafikrini anlayıp "Ok" diyip geçmek zorunda kalıyorsunuz.

Neyse ki sonraki tutoriala Alman bir abi girdi. Almanlık bir harika dostum, Almanlığa sahipsen İngilizce'yi İngilizlerden de Amerikalılardan da akıcı ve anlaşılır konuşabiliyorsun. Ders sonu yoklama aldı Alman abi, benim ismimi okumadı, yanlış mı geldim diye kontrol edeyim dedim "Senin kim olduğun apaçık belliydi adını o yüzden okumadım." dedi. Anlaşılan diğer elemanları birbirine karıştırıyormuş eheh. Sonra da ismimi nasıl telaffuz edeceğini öğrettim. Öbür tutoriala ise hocanın kendisi girdi. Tutorialları da hep salı gününe yükledim, dolayısıyla sadece Salı günleri okula gitmem gerekiyor. Cuma günleri işlenen dersleri internete koyuyorlar fakat dersler verimli geçtiği için ben gidiyorum yine de. Pazartesi, çarşamba okula gitmiyorum. Perşembe zaten okul yok. Bilkent'te haftanın beş günü sabah akşam derse gitmekten ders çalışmaya vakit bulamazken burada epey rahatladım, ama beş tane bilgisayar mühendisliği dersi alıp programı coşturmasaydım iyiydi.

*

Pazartesi *nihayet* bizim yurdun Captain's ball (burada anlatmıştım) takımında oynayayım dedim. Paris'in müzelerinden kopup gelmiş, Eyfel kulesinin vücut bulmuş hali Meks kardeşimiz oyunu domine edene kadar eğlenceliydi. Basketbolda sadece boyla işi götürmek mümkün değildir, iyi atabilmek de önemlidir (pota altı deneyimlerden yola çıkarak söylüyorum bunu :)) ) fakat bu oyunda "pota" sandalyeye çıkmış bir oyuncu olduğu için çok aşırı bir teknik de gerekmiyor. 2 metrelik Meks kardeşimiz topu sandalyedeki elemana "Al abi arkadan iki kişi" der gibi uzatıyor sonra sayı oldu diye millet seviniyor.

Salı günü Game Development dersinde oyun fikirleri sunumları vardı. 11 kişi sunum yapacaktı, ben ve lab arkadaşım Sü dahil. Hoca önce çıkmak isteyenlere öncelik verdi ve ilk olarak bu tipte bir kız çıktı:



Kız İstiklal Marşı okuyan küçük kız videolarındaki gibi öyle bir gazla yardırdı ki tüm hevesim kaçtı. Sunum rehberinde 2-5 dakikalık sunumlar yapın diyordu ben de 4-5 tane slayt hazırlayıp gelmiştim, maşallah daha ilk çıkan kişi TedTalks videolarındaki gibi 10 dakika için yıllarca hazırlanmış gibi. Ejderha olup etrafı darmaduman edebileceğimiz bir oyun tasarlamış. Onu dinlerken ben darma duman oldum.


Neyse ki ikinci sunumda kalite gözle görülür bir biçimde düştü, adam word belgesinden sunum yaptı ahaha:


Bu arkadaş da canavarla insanların savaşacağı bir korku oyunu tasarlamış (savaştığımız kişiden nasıl korkacaksak), korku oyunlarını sevdiğim için en yüksek buna verdim.

Ama NUS öğrencilerinden beklediğim randımanı alamadım kesinlikle. Kimse sadece Oculus Riftle tam randımanın alınabileceği bir oyun düşünmemiş. Hepsi normal bilgisayar oyunları anlattı sonra "Oculusla yapılsa güzel olur." diye ekledi. Dolayısıyla anlatmaya değer bir şey göremedim ben.
Ben agar.io klonu oculus riftli 3D birincil şahıs bir oyun düşünmüştüm fakat sorulan sorular yüzünden sunumlar oldukça uzayınca bana sıra gelmedi.

Ertesi hafta ben de sunum yaptım. (kronolojik sırayı bozuyorum burada) Agar.io burada da çok popüler, öğrenciler de benim fikrimi beğendi. Hoca herkese google form linki atmıştı, insanlar oyunları oradan puanladı. Benim puanlarım hayli yüksekti:


Fakat hoca yanlışlıkla 1. günde verilen puanları da 2. gün sunanlara katınca herkesin ortalaması 2.5'lara falan düştü. "Tamam, bu bana ev ödevi olsun akşam sonuçları açıklarım." dedi, merakla bekliyorum.

*

Sıcak, nem, anfi, klima dinlemeden Dota oynayan eleman, seni de unutmadık:



*

NUS'ta ders işlenmeyen iki tane bomboş hafta var, biri 6-7. hafta arası ismi "Recess Week", biri de finallerden önce, ismi "Reading Week". Bu iki boş hafta Exchange öğrencileri civardaki ülkeleri rahat rahat gezsin diye oluşturulmuş. Ben de gezi planları için kolları sıvadım ama arkadaş, kimi tanıyorsam Burma gibi, Vietnam gibi, Filipinler gibi fakir fukara yerleri görmek için uçağa dünyanın parasını ödüyor. Çoğu Kuzey Amerikalı, yokluk nedir görmemişler tabii merak ediyorlar. Ben de Bali'ye gideyim uçak da, hosteller de ucuz, (hostel günlük 10 lira kahvaltı da dahil, kahvaltıda martı omlet servis ediyorlar sanırım) birkaç gün kafa dinleyeyim dedim. Ama Bali'ye giden hiç tanıdığım yok. Exchange öğrencileri grubunda bir excel tablosu oluşturmuşlar x tarihinde x yerlerine gidecekler diye. Oradaki kişilerle iletişime geçtim. 3 kişilik kemik bir grubum oldu. Hiçbiriyle daha önce karşılaşmamıştım.

Birine yolda rastlayıp tanıştım. "Hey seninle Bali'ye gidecektik değil mi?" "Aynen kanka, selam bu arada ben Turujan" şeklinde enteresan bir muhabbetimiz oldu.

Öbür arkadaşla çarşamba günü öğlen yemeğinde buluşalım dedik. Facebooktan gördüğüm kadarıyla hayli güleryüzlü, enerjik ve eğlenceli bir tip. Devekuşu üzerinde fotoğrafları var. Amerika'da yaşıyor ama aslen Asyalı (buradaki exchangelerin %99'u gibi). Neyse buluştuk elemanla.

Adamın yüzü sirke satıyor.

Daha beni ilk gördüğü andan beri yüzünden düşen bir parça. "Nereden çıktı bu şimdi." bakışı var adamda. Süper soğuk bir karşılıklı yemek yeme seansının ardından nihayet birkaç çift laf edebildik. Çin yeni yılında Jakarta'ya gideceğim dedi, "Jakarta hakkında kötü yorumlar okudum." dedikten sonra adamın aslen Jakartalı olduğunu öğrenip yine çenemi tutamamamın verdiği şokla sessiz kalıp pilavımı yedim. Adam sonra "Yandaki kadınlar senin dediğini duydu şimdi senden bahsediyorlar." dedi. Sonra biraz gezi hakkında konuştuk. "Kalabalık olmazsa eğlenceli olmaz ben de gelmem, birilerine daha soracağım." falan dedi. "Tamam" dedim. "Bali'ye çok gittim, ailem çok geziyor, dört tane pasaportum var, bir tanesinde basacak yer kalmayınca yenisini veriyorlar." filan diye hava attıktan sonra enteresan bir şey öğrendim kendisinden. Skyscanner tarzı siteler kullanıcı profilini takip edip duruma göre fiyatlandırma yapabiliyorlarmış. Örneğin mac bilgisayardan alım yaparsanız daha fazla ödeme olasılığınız varmış. Veya aynı uçuşu birkaç kez kontrol edince fiyat artıyor gibi. Bunlar mit midir bilmiyorum, macim olmadığı için teyit edemiyorum ama şöyle bir haber buldum: http://www.cnet.com/news/mac-users-pay-more-than-pc-users-says-orbitz/

Elemanı sevmediğim için kendime yeni bir hedef seçeyim dedim ve bu sefer Malezya'ya uzun ve kapsamlı bir gezi hazırlamış, gidilebilecek yerleri ve yapılabilecek şeyleri detaylı bir şekilde yazmış ve bütçe dostu bir plan yapıp facebook nus exchange grubuna atmış Hintli bir ablaya mesaj attım. Akşam yemeğinde buluştuk, o ve bir arkadaşı beraber gideceklermiş. Niye beraber takılmayıp grupta arkadaş aradılar onu anlamadım. İkisi de master öğrencisi. İşin ilginç tarafı Doğu Avrupa gezilerimi de Hindistanlı bir arkadaşla yapmıştım hep, nostalji olacak :P Fakat o eleman hiç konuşmuyordu, bunlar ise susmak bilmiyor ehehe. Sonuç olarak Malezya'ya gideceğim şubat sonu gibi.

Bu akşam yemeğine giderken yolda Singapurlu bir arkadaşla muhabbetim oldu, "Malezya tehlikelidir aman kalabalık git." tarzı bir şeyler dedi. Buna karşılık Hindistanlı abla Vietnam, Kamboçya ve Tayland'ı tek başına otobüsle gezmiş, bir sıkıntı yaşamadım diyor. Takdir ettim.

*

Çarşamba akşamı Korece "Language exchange" (Dil değişimi? Yok ya bunu Türkçeye çevirince kötü oluyor.) sunumu vardı. Lisede sınıfımıza gelip ülkelerini tanıtan yabancı misafirler gibi sunum yapıyorlardı. Bu sunuma ben de çok özenmiştim, kaydolup Türkçe ve Türkiye sunumu yapacaktım ama benden başka sunum yapmak isteyen Türk çıkmamış. (Ne tembelsiniz arkadaşlar ya.) "Seni başka bir etkinliğe ayarlayalım." dediler. Onun yerine Türkiye kültürü üzerine değişik bir tarzda sunum yapacağım "bir ara". Detayları sunumu yapınca veririm.


Burada Kore kızlarına da bir parantez açmak lazım: ( 

Hızlı konuştukları için fazla bir şey anlayamadım dersten, adamlar karakterlerin yanına okunuşunu da yazmışlar ama karakteri okumak daha kolay neredeyse. Kore yemekleri dağıttılar sonra, yemek dediğim de Kore pilavı. Yok arkadaş benim bir çiğköfte yapmam elzem oldu artık.

O değil de Language exchange sayfasındaki öbür dil sunumlarına ve geçmiş dil sunumlarına da baktım, hep "Korece, Japonca, Almanca, Fransızca, İspanyolca, Felemenkçe" var. Gerçekten çok ufuk açıcı sunumlar olmuş, bu sunumlar olmasaydı kimse Almanca nedir bilemezdi, Felemenkçe de günlük hayatın bir parçası zaten, Türkçe de neymiş, bakkaldan bile öğrenirsin. İnsan gerçekten sinir oluyor.

*

Perşembe günlerim boştu, bir şeyler yapalım diye whatsapp grubuna mesaj attım. "Biz Universal Studios'a gideceğiz, istersen sen de gel." dedi biri. Baktım, tatilya gibi bir yer, olur dedim. Fakat gece Kamboçya'ya uçacakları için hepsi vazgeçti. Öyle kalakaldım. Düşündüm de, ben ilk hafta perşembe günü büyük bir grupla Çin mahallesine gitmiştim. O gruptan samimi olduğum birkaç kişiye mesaj attım ama "Tutoriallarım başladı artık perşembelerim boş değil." dediler. Grubun geri kalanı tuz-buz oldu zaten, bir daha haber alamadım onlardan. Yalnız Alman arkadaş "Universal studiosa gelirim, başka yere gelmem çoğu yeri gezdim zaten." dedi. Maşallah millet gezmeyi bitirdi ben burada klavye başında gezdiğim 2-3 yeri heyecanlı heyecanlı anlatıyorum. "-_- Malesef Alman arkadaş da satışı koydu ve ben kendimi yine exchange grubundaki ilanlara bakarken buldum. "O zaman ben de kendi çetemi oluştururum!!!1!! Uuuu I'm breaking bad!!" nidalarıyla "Perşembe günü boş olup gezmek isteyen var mı?" diye mesaj attım. Birkaç kişi döndü ama hiçbiri universal studiosa gitmek istemedi. Dönenlerden biriyle aynı yurttaymışız, bir kahvaltı edelim dedik. Kız Hong Kongluymuş ama Surrey/İngiltere'de okuyormuş (duyar duymaz Harry Potter'ı yapıştırdım.). Tatlı dilli biri. Pazar günü hayvanat bahçesine gitmek üzere sözleştik ama onu sonra anlatırım.

*

Perşembe akşamı "RC4 (bizim yurt) Müzik Kafesi açıldı!! Aşağı inin haydee." şeklinde bir ilan gördüm, dedim neymiş bu kafe ineyim. Meğerse bizim mahjong oynadığımız ufak oyun odasını kafeye çevirmişler, canlı müzik eşliğinde kruvasan arası mangal sosis yiyor millet. (Buna "supper" diyorlar, iyi neyse ki pilav değil.)




*

Cuma günü OS'tan çıkışta daha önce bahsettiğim Singapurlu arkadaş ve ben Tayvanlı bir exchange öğrencisiyle tanıştık. Yine Çince'de aktım, "Sen neredeyse diyalog seviyesine gelmişsin." dediler 8). Sonra Tayvanlı arkadaş "Ben de birkaç Türkçe kelime biliyorum." dedi ve akabinde kayınvalideme saydırmaya başladı. Bu ne arkadaş, nerede Türklerin gazabına uğramış yabancı varsa gelip beni buluyor, sanki tüm Türkler sözleşip "Turula söv." diyip dünyanın dört bir yanına salmışlar bunları. Ama ben de tanıdığım herkese küfür öğretip sizden intikamımı alacağım görün bak. Şimdi yaktım çıranızı küfürbazlar.
Aksanı da iyiydi namuzsuzun.

*

Cuma akşamı daha önce bahsettiğim Host Familly Programme'da evsahibi ailem olan Profesör ve hanımı bizi Çin Mahallesine çağırdı. "Ben daha önce gitmiştim oraya, boş verin gelin Bali'ye gidek." diyemedim tabii, mecburen ikinci Çin Mahallesi çıkarmasını da yaptık.

Gezide daha önce bahsettiğim Koreli ve Polonyalı, Polonyalı'nın arkadaşı bir de hocanın daveti üzerine gelen Polonya asıllı Kanadalı bir kızdı vardı. Polonyalı, arkadaşıyla Katar aktarmasında tanışmış. Arkadaşı Katar'ı gezmiş bir güzel, "Gelmeden önce biraz çekincelerim vardı ama hiç öyle düşündüğüm gibi çıkmadı." falan dedi. Polonya'dan taşınıp çalışacağı yer ise Jakarta. Nihal'i harcayacaklar matmazel.

Bu sefer iki tane yerliyle gezince çok apayrı yerlere gittik. Önce bir Çin restoranına gidip acılı ekşili çorba içtik (Çin mutfağında olup da Türk mutfağında eksik olan tek bir şey varsa o da budur bence, tadı enfes gerçekten), sonra tatlı yedik. Buradan getirdiğim baklavayı hocaya hediye etmiştim, hocaya "Nasıldı?" diye sorunca "Çoook tatlıydı." cevabını aldım. Şimdi farkettim ki arkadaş bunların tatlıları da tatlı falan değil, çikolatalı kızarmış ekmek yer gibi hissettim kendimi. Daha önce de Hans Landa'ya özenip büyük umutlarla söylediğim Apfelstruder de elmalı börek gibi bir şey çıkmıştı.

Ardından ikili bizi yerel satıcıların bulunduğu yerlerde gezdirdi.

Çin mahallesinden manzaralar:

Burada kurutulmuş etler var; vah vah, tavuk ne hale gelmiş:


Bir yerde ise bir sürü tatlı satıcısının sıralandığı pazar gibi bir yer var.



Keke bir abi var Çince anonslar yapıp sattığı sabuna benzeyen tatlıların paketlerini elinde patlatıp millete turist/yerli dağıtıyor. Daha bir sürü lokumcu, kuruyemişçi falan var "alın tadın" diyenler hatta zorla verenler... Profesör "Sadece burada gezerek doyabilirsiniz diyor. Durumu özetleyen karikatür:


Keşke şu karikatürü anlamını kaybetmeyecek şekilde anlatıp insanları güldürebilseydim ama olmadı. Malesef hiçbir zaman bu karikatüre bakıp anlayıp gülemeyecekler :(

Benicio Del Toro'nun dağıttığı bu tatlının ismi ise kuş yuvası:


Bir shot kuş yuvası içtim. Hocaya sordum "Bunun ismi niye kuş yuvası?" Hoca dedi ki "Kuşlar yuvalarını salyayla yapar." Dedim herhalde kıvamı kuş salyası gibi olduğundan böyle bir istiare yaptılar. "Peki neyden yapılıyor bu?" dedim. "Kuş salyasından." dedi. Yüzüne baktım ciddi mi diye. Ciddiydi.

*

Beleş tatlıları tıkınırken kızların bir fotoğraf satıcısı önünde durduğunu gördüm. Bir abla evlilik fotoğrafları sergisi açmış, "Bakın bunları Tayvan'da çektim." diyor. Daha doğrusu böyle demiyor "Tayvaaaan tayvaaaan asdasfs." falan diyor, çünkü İngilizce bilmiyor. (Sonradan öğrendim ki Çin mahallesindeki bir çok satıcı "Mainland"dan (Çin'e "mainland" diyorlarmış, anavatan gibi bir şey olsa gerek) gelmeymiş o yüzden İngilizce bilmiyorlarmış.) Beni ve Polonyalıyı gösterip Çince "Siz sevgilisi misiniz?", ona cevap vereyim derken kendimi anlamsız ama eğlenceli bir Çince diyalogta buldum.

Ben: Yo yo, biz sadece arkadaşız.
Abla: Haa, tamam. Sen nereden geliyorsun?
Ben: Ben Türkiye'den geliyorum.
Abla: Haa, Türkiye Türkiye.. (Sonraki söylediklerini pek anlayamadım.)
Ben: Sen kebab yedin mi?
Abla: Yok, henüz yemedim.
Ben: (İkinci kur biter, birinci kur cümlelerine geçilir.) Seninle konuşmayı seviyorum.
*Burada "-inle" anlamı veren Çince kelimeyi söylemeyi unutup grameri tutturamayınca kadına yanlışlıkla "Seni konuşmayı seviyorum." demişim. Kadın ters ters bakıyor ne diyor bu diye. Bu arada hoca ve karısı yerlerde. Neyse ki onlar hatamı düzelttiler.*
Abla: Nice to meet you!!
Ben: Seninle tanıştığıma sevindim. (Çince biter) Bay bay.
Abla: (Türkçe) Güle güle şerefsiz seni.
Ben: Hönk!?

(Sonuncusu şakaydı.)

*

Geçen bloga koyduğum Çin mahallesinde çektiğim fotoğrafların biri Hindu tapınağına aitmiş meğerse, yeni öğrendim. Çin mahallesinde Hindu tapınağı olması bir hayli ilgi çekici. Acaba cami de var mıydı diye baktım şimdi Google'dan, varmış:


Hocadan öğrendiğime göre devlet bunlar ibadetten çıkınca kaynaşsınlar diye yakın yerlere farklı dinlerin tapınaklarını inşa etmiş. Tahmin edeceğiniz üzere kilise de var Çin mahallesinde. Fakat kapı kapı dolaşıp misyonerlik yapmak yasakmış. Bunu söyleyince aklıma hemen Yehova'nın şahitleri geldi. Bratislava'ya ilk adımı attığımda karşılaştığım kişiler Yehova'nın şahitleri olmuştu, broşür dağıtıyorlardı, ellerinde Türkçe broşür de vardı,  bayağı donanımlıydılar. Singapur'da hükümet yasaklamış bunların dinini. Güldüm.

Çin mahallesindeki Hint tapınağından birkaç fotoğraf (yorumsuz bu sefer :))






*

Yazıyı da yoldan geçerken rastladığım, köpekleri garip bir hale sokmuş amacı ne bilmediğim şu amcayla bitireyim:



*

Alakası yok ama şu şarkıyı çok beğendim, burada paylaşayım dedim, sabahları güne güzel başlatır: