Tarih: 31 Ocak Pazar - 5 Şubat Cuma

Pazar hayvanat bahçesi dönüşü arkadaşlarla "Cards Against Humanity" diye bir oyun oynadık. Telif hakkı ilkokulumun müdür yardımcısına ait olan bu oyunun ("Çocuklar şimdi aklınızdan bir hayvan tutun. Tuttunuz mu? Hey sen söyle, evde tuz bulamazsan yerine ne kullanırsınız?" - "Sümüklüböcek!!" - "Haha bakın çocuklar çok komikmiş değil mi!?") temel amacı rasgele çekilen bir soruya desteden çekip eline aldığın rasgele 10 kartla cevap vermek, sonra gelen cevaplardan en iyisini seçmek. Soruların da cevapların da ya absürd ya cinsel içerikli ya da ikisi birden olduğunu söylememe gerek var mı?



Birkaç tane örnek vermek gerekirse: (buraya yazamadım) http://www.hexjam.com/uk/news/funniest-best-cards-against-humanity-answers

Oyunu oynamak isterseniz internetten bedava indirip yazıcıdan çıkarıp kesin oynayabilirsiniz, adamlar kendi sitelerinde oyunu halka sunmuş:

https://cardsagainsthumanity.com/

*

Çarşamba yeni yıl partisine çağırdılar, gittik. Singapur/Malezya/Endonezya Çinlilerinin Çin yeni yılında bir "Yusheng" (Yüşın diye okunur, ama ı'yı böyle a dermiş gibi okumalısınız, yüşıan diye de okuyabilirsiniz.) yapma geleneği varmış.

Düz adam moduna girip özetlersem: çoban salatası malzemeleriyle altın günü malzemelerinin "Yeni yıl kutlu olsun hubaleeeeey" naralarıyla havaya fırlatılıp karıştırılması ardından tabakla dağıtılıp afiyetle (!) yenmesinden oluşuyor bu gelenek.




Benzer geleneklerin Çin'de (Halk Cumhuriyeti olan) olduğunu biliyordum da, her şeyi karıştırıp yemek bunların aklına gelmiş. Rivayete göre cumhuriyet kurulmadan hemen önce bir İngiliz gemisiyle yurdumuzdan kaçan bir İngiliz muhipleri cemiyeti üyesi Türk, daha henüz bir İngiliz kolonisiyken Singapur'a varmış. İstanbul'da kumpircilik yapan bu eleman Çin yeni yılında bu malzemeleri sobada hazırladığı patateslere doldurup satıyormuş. Singapur Çinlileri bu karışımın çok süper bir şey olduğunu farkedince bu karıştırma geleneği doğmuş. (Şu an 15 saniyenizi çaldım evet.)

 - Entel mod on -

Yusheng karışımını (ne diyem bilemedim) oluşturan malzemeler aslında çeşitli Çin yeni yılı dileklerindeki kelime kalıplarının sesteşlerine karşılık gelen yiyecek malzemeleri. Yani "Yeni yılında bol bol gül." diyip tabağa gül koyup yemek gibi bir şey. Ama Çince her kelime bir veya birkaç heceden oluştuğundan ve heceler sürekli tekrar ettiğinden (sadece "şı" hecesinden oluşan 12 dizelik şiirleri var adamların. Şiirin başlığı: "Şı şı şı şı şı" yani "Taş Mağaradaki Aslan Yiyen Şair", inanmayan baksın: https://finecha.files.wordpress.com/2012/11/shi.jpg) bunu yapması çok kolay oluyor.

"Niyen niyen ( ) you yu."  Yeni yılınız bereketli olsun. Fakat bereket yani "yu" aynı zamanda balık demek. Fakat geleneği bozup arada vejeteryan Hindular olabilir diye balık atmadılar. Aslında benim bildiğim Budistler de vejeteryan ama yani bu kuralı sallayan yok ya da burada Budist yok, alayı Hristiyan olmuş, o yüzden de Jon, Ben gibi isimler almışlar, gerçi bazıları da benim gibi acı çekmemek için yabancı isimler kullanıyor halbuki kimlik kartında o ismin lafı geçmiyor. Neyse uzatmayayım.)
Balık da çiğ somon bu arada.

"Da Ji Da Li" Yeni yıl iyi şans ve kâr getirsin. Bunun için de limon sıktılar bi güzel ama ne alaka bilmiyorum.

"Cao say cin bao." Para ve mal gelsin diye karabiber ve tarçın eklediler. Amma paracılarmış.

Ardından bir şeyler getirsin diye yağ, havuç, turp, fıstık, susam bir de bazı kuru pastalarda kullanılan (şu çubuk gibi olanlar) ve dişlerinizi birbirine yapıştıran (çıtır un diye geçiyor ne olduğunu anlayamadım) şeyden kullandılar. Bu sonuncu "altın gibi un" anlamına mı ne geliyormuş. Geri kalan cümleleri yazmaya üşendim.

En sonunda alakaya maydanoz diyip ben de maydanoz ekledim tam oldu.

Böyle bir şey çıktı ortaya, kendim yapsam yemem:



Egzotik diye tadına baktık tabii. Ballı ekşili kelem (hani şu wasabiye sürülen) tadı geldi ağzıma.

O diğer gördüğünüz şeyler ise Çin yeni yılına has şekerlemelermiş. Özetlemek gerekirse: içi boş rulokat, içi dolu rulokat, bisküvi, biskremin kabarmış ve içi sünger gibi kıvam almış versiyonu (bunu nasıl yapmışlar çözemedim) ve ananaslı tart (bu güzel bayağı, başka bir yerde de yemedim.)

Ben tıkınırken telefonuma mesaj geldi. Fi tarihinde yurtta gerçekleştirilecek olan "Spin the Wheel" (Çarkıfelek yani) yarışmasına kayıt yaptırmışım. Yarışma kısa zaman içinde başlayacak, lütfen ortak salona teşrif edin, yoklama alınacak diye mesaj atmışlar. Yoklamada yok yazılırsam ne olacak o muamma.

*

Yüşınımı yiyip sıvışıp yeni maceralar için ortak salona doğru yola çıktım. Fazla teşrif eden olmamış, 3-4 kişi vardı ortak salonda. En sonunda da bi15-20 kişi olduk ama sanıyorum.



Bu yarışma da hayatımda katıldığım en işe yarar ve verimli yarışmalardan biriydi. Yarışma iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde önce çark (çarkı da sırf powerpoint kullanarak yapmışlar) bir yarışmacı seçiyor, sonra yarışmacı çarkı iki kez çevirip rastgele iki konu seçiyor ve konularla ilişki kurarak bir argüman yaratıp tartışmaya açıyor. Bu argümanı oluşturması için ise sadece 30 saniye süresi var. Bence beyin fırtınası yapmak için harika bir yarışma.



Yarışmayı tanışırken ismini tam anlayamayıp yanlışlıkla Zövek diye telaffuz ettiğim ("Hep siz mi yanlış telaffuz edeceksiniz len?") burada 2. dönemini okuyan Zoe isimli İngiliz exchange öğrencisi kızla, ismi "İyi Bayram" anlamına gelen, günün anlam ve önemine de oldukça uyduğu için tebessüm ettiren Singapurlu bir öğrenci sundu.  Yukarıdaki resimde konuların bazılarını görüyorsunuz.

Şans ilk İyi Bayram arkadaşımıza güldü. Adama gelen konular "Sel" ve "IŞİD" "-_-.
Sel ve IŞİD'i nasıl bağlayacaksın, akın akın geliyorlar mı diyeceksin diye düşünürken arkadaş Coğrafya mühendislerinden (öyle bir şey mi varmış?) faydalanıp bölgenin iklimini değiştirip teröristleri saklandıkları yerlerden çıkarabiliriz minvalinde bir argüman üretti ki akıllara zarar.

"Haze" (Hava kirliliği) konusu açıldı birkaç kere. Endonezya'nın yaktığı ormanlardan dolayı oluşan hava kirliliği büyük problem olmuş geçen dönem, dışarı çıkıp hava alamıyorduk diyorlar.

Aralarda da hep beraber Çin yeni yılı şarkıları söyledik, eğlenceliydi vesselam.



İlk bölümün son çarkını çeviriyorduk, dedim kesin bana çıkar şimdi bu. Aha bana çıktı. Çevirdim çarkı, ilk çıkan şey "Gay rights." Şanssızlığıma yana yana ikinciyi de çevirdim, neyse ki "Arrow To a Friend" çarkı çıktı, yarışmayı başkasına pasladım. Eheh ucuz atlattık.

İkinci bölümde çark iki kişi seçiyordu, her kişi çarktan rasgele bir konu alıp kendi konusunun neden daha önemli olduğunu savunuyordu, yani mini münazara. İkinci de kaçış olmadı, ilk ben çıktım. Karşıma ise bizim katta yaşayan profesörün karısı (ki kendisi bir hayli yaşlı) geldi. Onun konusu hava kirliliği benim konum ise "Yaşlanma" -_-. 30 saniye ikimizin içinde başladı.

O 30 saniye içinde kafama hiçbir şey gelmedi. Ama hiçbir şey ya. Hani zorladım kendimi ama kafamdan dumanlar çıkmaya başladı o derece.

30 saniye bitti. Bayanlar önden diyip profesörün eşine öncelik verdim. Ama anlaşılan onunda aklına fazla bir şey gelmemiş. "Hava kirliliği önemlidir çünkü herkesi etkiler ve ekonomik olarak zarar verir. " dedi geçti. Bu birkaç saniyede aklıma birkaç fikir geldi, başladım doğaçlamaya. Vay efendim ölmek güzel bir şeydir ama yaşlılık kötüdür hayat enerjisini emer (Bunu da profesörün yüzüne baka baka söylüyor lanet olsun.), 40 sene genç 40 sene yaşlı yaşamaktansa 60 sene genç yaşamak daha iyidir, bilim adamları yaşlanmaya çare bulsun, biz ölmeye devam edelim önemi yok diye çılgınca şeyler salladım.

Benden sonra bir maç daha attılar. Bu sefer mavi saçlı, komik tipli Amerikalı bir kızla Profesörün kendisi çıktı sahneye. Profesöre "IŞİD" çıktı, Amerikalı "IŞİD'e karşı bunları savunamam." falan diye mızmızlandı, sonra ona "Free Subject" çıkı yani konusunu kendi seçmesi gerekiyordu fakat aklına konu gelmedi, gitti çarktan "Obezite" konusunu seçti. Dolayısıyla konularını birbirine bağlayamadılar. Profesör "Ben bu konularda çok şey biliyorum. Aslında Malezya'da yaşıyordum fakat oradaki aşırı radikal gruplar yüzünden Amerika'ya göçtüm." diye söze girdi. 4. halife olayını falan anlattı. "Satrancı yasakladılar çünkü Kraliçenin en güçlü taş olmasına dayanamadılar." diye enteresan bir argüman attı ortaya. Ben "Yok hocam onlar o taşa kraliçe demezler. Satrancı da kumara teşvik ediyor diye yasakladılar." diyince hepsi aynı anda sözleşmiş gibi kahkaha attı.

Ardından Zövek "Hazır obezite konusu açılmışken, masada sizin için hazırladığımız Çin yeni yılı şekerlemelerini (niye yemediniz eşşek sıpaları!) alıp yurda götürebilirsiniz." dedi. Bu Çin yeni yılı sırasında 2-3 kilo aldım sanırım. Sonra herkes kucaklayabildiği kadar şekerlemeyle yurtlara dağıldı eheh.

*

Perşembe günü benim hiç dersimin olmadığı (gerçi öbür günler de dersim olduğu söylenemez, gitmiyorum ki.) gün dolayısıyla Singapur'u gezme günü. Sizin için sabah erkenden kalkıp (yurttan çıktığımda saat sabahın 15:30'uydu!!) 10 hektametre yol yürüyüp Doğal Tarih Müzesini ziyaret ettim. (NUS Lee Kong Chian Wing Natural History Museum diye geçiyor.) Müzeye yürürken yolda Davele karşılaştım, "Hayrola kardeş nereye gidersin?" dedi, "Müzeye." dedim, "Neden?" dedi, "Bugün hiçbir şey yapmadım, günü anlamlandırmak lazım." dedim. Bu felsefik cevap karşısında Dave önümde diz çöküp tövbe istedi.

NUS müzesi, aslında şu daha önce fotoğrafını attığım gri bina imiş meğer.



Singapur'daki yosunlu binalardan biri o da:



İçerisi karanlık, ormandaymışsınız gibi sesler geliyor. Adamlar konsept yapmış.

İçinde başka ülkelerden satın alınmış dinazor iskeletleri mevcut:



Yarım saatte bir filan dinazorların lazer şovu var, ama özel bir şey yok, daha çok "Geri kalan zamanlarda ışık kapalı kalsın da ışıktan tasarruf edelim." mantığıyla yapılmış gibi.

Müzeye girdiğinizde hücre/bakteri evresiyle karşılaşıyorsunuz ve insana kadar canlı türlerine bakıp bir şeyler okuyarak bilgi ediniyorsunuz. Biyoloji okusaydım çok hoşuma giderdi herhalde ama müyendiz olduğumdan hayvanlara bakıp çıktım.

Mikroskop falan da koymuşlar:



Buz devrine selam çakmışlar:



Öğrendiğim en (ve tek) ilginç bilgi ise, Güneydoğu Asya yağmur ormanlarında yaşayan bir çok hayvan "süzülerek uçma" adaptasyonu kazanmış. Bunun nedeni buradaki ağaçların uzun fakat alçakta fazla dalı bulunmaması, dolayısıyla hayvanların seçeneklerinin ya öbür ağaca atlama ya da yere çakılma olmasıymış. (Tam anladım mı emin değilim, ahanda orijinal metin: https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2sFqjVywfdjhhbxFb7UA4VDRaNJsIcuL0K2JTxFYBLnccxa6nOSLGsqNfUG3i764hhrZ_w8OyYEbEfEgyCRhX-yt-2Fik6bHpy9VacTI_YPXU7LTS_mPj9-24SZ561u7hFviN-mk1dqaQ/s320/IMG_1725.JPG)

Kanatlarını açıp uçan sincapların yanısıra uçan kurbağalar, kertenkeleler hatta yılanlar mevcut!!



Buraya bile hediyelik eşya dükkanı açmaya üşenmemişler:



Akşam da müze gezisi dönüşü yemekhanede sinema eşliğinde pilavımı yedim:



Bu efso müze gezisinden sonra cumartesi günü Malezya'nın Johor Bahru şehrine gezi yaptık. Bu unutulmaz macerayı ise bir sonraki yazımda anlatırım.

Güle güle.