3 Mayıs'ta finallerim bitti. Eşyalarımı toplayıp 6 Mayıs'ta Vietnam'ın başkenti Hanoi'ye uçtum. (Singapur'un başkenti Singapur'dan :P) Arkamda okul çantası boyutunda bir sırt çantası, yanımda da sandviç dolu ipli torba vardı. Sırt çantasından da anlayacağınız üzere amacım bir "Backpacker" ("Sırt çantalı") tarzında gezi yapmaktı, yani az bütçeyle, leş hostellerde yabancı insanlarla aynı odalarda kalarak, elde haritayla saatlerce yürüyüp sadece yetecek kadar yiyerek, sırtta eşşek ölüsü bir çantayla gezmek ve özgür hissetmek. (Oldu mu? Biraz oldu gibi.) 26 Mayıs'a kadar gezdim.

Geziye tek başıma çıkacaktım, fakat sonradan gittiğim yerlerin tekin olmayacağını düşünüp (haksız çıktım), internetten tanıştığım Hong Konglu bir kızla çıktım. Seyahat blogu tutuyordu, benim o yaşta yapamayacağım bir geziye çıkıyordu ve iyi birine benziyordu. Fakat sonradan farkettim ki (diğer birçok Asyalı turist gibi) gezip öğrenmek, insanlarla tanışmak için değil de arkadaşlarına hava atmak için geziye çıkmıştı (buna sonra değineceğim.) Dolayısıyla tek başına çıkmaktan farklı olmadı ve her işi ben yaptığımdan biraz yorucu oldu ama olsun, daha fazla şey öğrendim. Acelem var gibi gezdiğimden insanlarla kaynaşmak da (bence) sıkıntılı oldu, Tinder'daki eşlerimin hiçbiriyle yüzyüze buluşamadım çünkü sürekli "bn yrn öbür şehre gçiyorum cnm grşmk üzre" modundaydım. En büyük pişmanlığım fotoğraf makinesi almadan gitmek oldu. "Vietnam'da, Kamboçya'da çok kapkaç var, motosikletliler elinizden telefonunuzu kapabilir." (arkadaşın başına gelmiş) uyarıları yüzünden rahatça fotoğraf çekemedim. Neyse artık böyle idare edin.

Not: Gezi yazısı gibi değil de, günlük gibi yazacağım. Böyle daha eğlenceli oluyor.
Not2: Bu ülkelerde sabit fiyat anlayışı yok. Başka giden olabilir diye neye ne kadar ödediğimi yazıyorum.

*




Tarih: 6 Mayıs 2016

Sabah erken kalkıp ilk metroyla havaalanına gittim. Singapur'dan çıkış bölümüne geldim. Görevli abla beni nazikçe turistlerin geçtiği bölgeye kışkışlamaya kalktı ama ben "Napıyorsun sen? Ben öğrenciyim burada." diyerek son kez öğrenci kartımın havasını yaptım :)  O sıradaki görevli amcaya uçak biletimi koyduğum sayfa açık bir şekilde pasaportu uzattım.

Amca bileti aldı, baktı alttaki sayfa boş, pasaportu göstererek.
"E boş bu?".
"Eeee şey..."
"Şaka la şaka." (la dedi evet.) "Türkiye'den misin sen? Tamam geç."

Son şakasını yaptı Singapurlu amca.

Kapıların önünde yeni travelbuddy'm olacak Çinli kızla tanıştım. İsmi Hor Ching Lee. Aslında kendine İngilizce bir isim vermiş de, kim takar onu? eheh. En büyük çekincem kızın Çingilizce konuşup benim hiçbir şey anlamamam olacaktı çünkü Çin Çinlilerini ve Singapur Çinlilerini anlamak doğrusu epey zordu, neyseki Hong Kong'da İngilizce eğitimi iyiymiş. Anlayamadığım Hong Kongluya denk gelmedim hiç. Bunun İngilizcesi de iyiydi.

Bir de sürü halinde Vietnam'a gezmeye gelen NUS'tan arkadaşlarla karşılaştım, beraber eski günleri yaadettik. Ardından uçağa bindik ve gittik.

*

İndik, pasaport sırasına girdik. İnsanlar bip bip geçiyordu, sıra çabucak bana geldi. Kadın pasaportu bipledi. Oh dedim iş çabucak bitecek. Sonra pasaporta baktı ve o malum soru geldi:
"No visa sir?" ("E senin vizen nerede?")
Baktım, vize yoktu. Arkama dönüp, "Benim yerime vize basabilecek var mı?" dedim. Zenci bir amca "Kusura bakma evladım benim de bakiye düşük." dedi. Büfede vize doldurmak için geri inmek zorunda kaldım.
Pardon o başka bir hikayeydi.
Pasaportun kapağını gösterip "Look it's special." dedim. Yandaki görevliye bağırarak bir şeyler sordu sonra bastı mührü geçtik. Amerikalı'nın Kanadalı'nın girmek için vize aldığı ülkeye elini kolunu sallayarak girmek de güzelmiş :P Bir de şu Vietnamlı çocuk bana uzaylı görmüş gibi bakmasa.

Turist infoya şehre nasıl gideceğimizi,  hangi otobüse/metroya bineceğimizi sorayım dedim. Yanyana bitişik dört tane turist infoyla karşılaştım:



Havaalanını biraz daha gezince başka turist infolar da buldum. Gezdikçe sayıları artıyordu, durduramıyordum. Aynı zamanda para değiş tokuşu yapıyorlardı ve sim card da satıyorlardı. Havaalanındaki her dükkan potansiyel bir turist info gibiydi. Gerçekten çok yardımsever insanlar :))) Bir tanesine sordum şehire nasıl giderim diye, "En iyisi mi siz bir taksi tutun." dedi sanki ondan önce diğer seçeneklerden bahsetmiş gibi. Hostellerin açıklama sayfalarında "X taxisine binmeyin sizi kendi anlaştığı hostele götürebilir, siz en iyisi Vietnam Airlines'ın shuttle'ına binin hem ucuz" diye bir yazı vardı, ben de havaalanından çıkıp park halindeki shuttle'a gittim.

Sorduk adama ne kadar diye, adam başı 5$ dedi. Dongla ne kadar olur dedik, 25000 dedi, hesap makinelerini çıkardık, indirime gideceğine fiyatı 0.5$ arttırmıştı. Neyse dolarla ödeyelim diyip girdik. Yolda giderken H.C. (sürekli Hor Ching yazmak zor olacak, en iyisi kısaltayım ben.) hostelin sitesindeki adres tarifinde olası shuttle fiyatını gösterdi, gerçek fiyat 1.8$ idi. Vietnam'a ayak bastığımız gibi kazığı yemiştik :) Fiyat özel shuttle fiyatı olduğundan, fiks fiyat olacağını düşündüğümden ve Avrupa'da gördüklerim daha pahalı olduğundan kazık yediğimden şüphelenmemiştim hiç.

Shuttle'dayken etrafı biraz inceledim. Hanoi Vietnam'ın başkentiydi. Nüfusu 7.5 milyondu (Vietnam'ın nüfusu 90 milyon.) Fakat başkent ihtişamı yoktu. Evler yampir yumpirdi. Şehir EuroTrip'teki Bratislava'yı andırıyordu. (Gerçi Bratislava da başkent.) "Lan geldik ama. Gelmese miydik acaba? Singapur'da kalaydık iyiydi." demeye başlamıştım içimden.



(Bu fotoğrafı binalar için çektim fakat daha sonra fotoğrafı asıl özel kılanın içinde araba olduğunu anladım.)

Hostelin önüne geldik. Şoför çıktı, parayı verecez, ben belki biraz indirim yaptırırım diye düşünüyorum, şoför "Dolar olmaz, dong vereceksiniz." diye söylenmeye başladı. Ben dolandırıldım diye hayıflanırken adam yol boyunca o 1$'ı gaftilemenin de planını yapmış. İçeride yolcular bekliyor biz 1$'ın pazarlığını yapıyoruz. Neyseki sıkıldı da fazla diretmeden gitti. Haram zıkkım olsun.

Hostele girip çantaları bıraktık. Hostel'in ismi "Central Backpackers Hostel". Yukarıda anlattığım leş hostellere bir örnek. Adından da anlaşılıyor zaten. Yalnız çok acayip bir yerdeydi.





Ara sokağa hostel kurmuş adamlar. Yerlilerle kaynaşmak için süper bir yer gerçekten ehehe. Tek sıkıntı motosikletten geçilmiyor. Daha sonra öğrendim ki Hanoi'de hiçbir yerde motosikletten geçilmiyor.

Selam, Kenan abi, Hanoi'deyim şu an seninle tanışmaya geldim, fakat buralarda değilmişin:





Özellikle 5-6 tane yolun birleştiği bir kavşak var, orası tam felaket. Herkes bir yere gidiyor ama kimin nereye gittiği belli değil. Giderseniz yola bakan bir kahvehane bulup tabureye oturup tavşan kanı çayınızı yudumlayarak kaosun tadını çıkarın mutlaka. Yav ne diyorum ben.





Nasıl bir yer olduğunu anlamak için aşağıdaki videoya bakabilirsiniz:



Ve evet, burada karşıdan karşıya geçmek zorunda kaldım. Nasıl mı? Gözlerinizi kapatıp sabit hızda ivmesiz hareket yapacak şekilde yola dalıyorsunuz. Çaresine onlar bakıyor.

Güneydoğu Asya'da (belki de Asya'nın her yerinde? Onu bilmiyorum.) sokak yemeği kültürü var. Singapur'da bile var bu. Zabıta yok. Bu konuda en aşmış yer Hanoi idi. Teyzeler ne yapıyordu ne satıyordu hiçbir fikrim yok. Pek iç açıcı gözükmüyorlardı.



Aynı zamanda her yer potansiyel bir pazar yeri sanki:



Her türlü kurutulmuş et/deniz ürünü mevcut. Et alım satımının yoğunlaştığı kısımlarda burnu kapatmak gerekiyor.

Aslında sokak yemeği namına çekecek çok fazla ibretlik manzara vardı ama motosikletler her sokakta geçtiği için telefonu kaptırma riskini alamayıp fazla bir şey çekemedim.

Ayrıca herkes ninja gibi geziniyor burada. Ağız kafa her daim kapalı. Ağız motosikletlerin saldığı egzoz dumanından dolayı kapalı, kafa da güneşten herhalde. Bazıları özel bir ağızlık takıyor, bazıları direkt doktor peçesiyle dolanıyor ortada.  Şapka olarak da motorcu eşarpına ek olarak bambu ağacından yapılma huni biçimli şapka var herkeste. Herkes adeta bir Raiden. (Mortal Kombat)


(c) Justyna

Bir de sokak berberleri olayı var. Kıllar falan ortada hep.



Bu fotoğrafın açısı kötü olduğu için koymayacaktım ama sırf vantilatörün açısını beğendiğim için koydum. Ehehehe.

*

Ekşi sözlükteki tiksinç yorumlar, arkadaşımın (ömerte selamlar) "Vietnam leşti abi", abimin "Vietnam'a Türkleri alırken sıkıntı çıkarıyorlar çünkü Türkler boyuna kusuyor orada." lafından sonra yerel lezzetleri tatmaya yeltenesim gelmedi. (Sonra çözümünü buldum bunun.) O kaoslu kavşağın orada içinde McDonalds&BurgerKing&Popeyes&KFC kısaca her şey olan bir kompleks vardı. Burgera gittik. Fiyatlar Türkiye fiyatıyla aynıydı neredeyse (Bizim paranın değeri düşmeseydi olmazdı.) (Bu arada merhaba ben Aynştayn.) Tad olarak bir fark yoktu.

*

Yarın için Ha Long Bay turu bulmamız gerekiyordu. Hostelimiz bir tane düzenliyordu ama pahalıydı (32$). Ben daha ucuzunu bulurum diyip tur şirketlerinin olduğu sokağa yürüdük. Fiyat sorup kaçmak imkansızdı, hepsi oturtup bir ton hikaye anlatıyordu.  Fiyat çoğu yerde 25$ idi ama hepsi kendi aksanlarıyla "Dilak" tur olan deluxe turu satmaya çabalıyordu. Bir tanesi tabelaya 21$ yazmış, sorunca "ona otobüs dahil değil" dedi, (yürüyerek gideriz artık) otobüsle 31$. Ama ben sizin tipinizi sevdim, size dilak turu indirimli 30$'a vereyim, hem yemek olarak deniz ürünü veriyoruz. En sonunda bir tanesi sinirlerimi iyice bozdu. "Bizim standart turumuz 25$. Bunun gidiş gelişi şu kadar bu kadar. Yemeğe, turist rehberine ve bize toplam 3$ kalıyor. 3$'lık turdan ne beklersiniz. Bu en fazla shitty tur olur. Şimdi gerçek turu duymak ister misiniz?" Kendi sattığı tura b*klu tur diyen adama gıcık kaptığım için "Hayır, duymak istemiyoruz." diyip kalkıp ayrıldım, adam da mal gibi kaldı öyle.

*

Akşam oluyor. Şehrin ortasında bir göl var. Biraz gölün çevresinde dolandık:



(Bu ertesi günden:)



Gölün ortasında bir tapınak var. Girdik ama hiçbir şey yoktu.

Gölün orada Su kuklası tiyatrosu var. İnternette gereksiz bir aktivite diyorlardı ama bakalım dedik. Orada yine NUS'tan arkadaşlarla karşılaştım. Biraz eski günleri yadettik.

Su kuklasını köylüler tarlayı su basınca canları sıkılmasın diye icat etmişler. Evet.



Şov Cıbırcaydı. Ne oldu ne bitti ne oynattı bunlar hiçbir şey anlamadım. Bir tane ejderha çıktı alevli bir şeyler yaptı o güzeldi.

Gözlerim ip aradı ama arkadan kontrol ediyorlarmış:


*

Ardından hostele döndük. Bu yazıda ne uzun sürdü bitmedi gitti. Neyse. Yukarıdaki çatı barına çıktık. Yukarıda adım atacak yer yoktu. Meğerse beleş bira saatiymiş, kuyruk olmuş millet. Zil çaldı, beleş bira bitti, beleş shot dağıttılar. Ondan sonra bir de bugün erkekler gecesiymiş, erkeklere yine shot. Erkekler gecesini de ilk defa duydum. Oturduk bir yere, garson patlamış mısır getirdi. Bitince yenisini getirdi. Hostelin fiyatı günlük 6$, ertesi gün de ücretsiz kahvaltı var. Burası fetiş hosteli mi diye düşünmeye başladım.

Garson abiye "Daha patlamış mısır verme dışarı çıkacağız." diyip dışarı çıktık.

Dışarısı hala oldukça kalabalık. Barlar, restoranlar sokaklara tabure koymuş. Sokak müzisyenleri de gırla. Bir yandan da hala motosikletler geçmeye çalışıyor. Neyse ki bir sokak vardı orada polis barikat kurup bazen motosiklet geçişini önlüyordu (neye göre geç diyordu bilmiyorum). Orada biraz nefes aldık.







Etrafta çöp kutusu olmadığı için her yer potansiyel çöp. Bunu da zamanında ilginç bulup çekmişim ama sonradan gördüm ki Singapur dışında her yer böyle. Singapur'da da yapanlar olabilirdi, adamlar 500$ ceza koydukları için yapamıyorlar.



Ardından bir gece pazarına girdik. Yine NUS'tan arkadaşlarla karşılaştık. Yahu bu şehir de ne küçükmüş. Gece pazarında incik boncuktan başka bir şey yoktu, çıktık.

Hostele döndük. Elemanlarla tanıştık. 4 kişi vardı. Üçü İngiliz'di. (iki kız bir erkek.) Beraber geziyorlarmış. Erkek olanın ismi Arun (diğerleri bizimle sohbet etmedi.) 2 aydır mı ne geziyormuş, daha bir ayı varmış. 19 yaşındaymış. Camcıymış. Dönünce patron beni işe geri alacak diyor. Bir yandan adamın ne kadar şanslı olduğunu görüp İngilizlere imreniyorum, bir yandan da öteki kızın "Yaaa babam üçüncü kez evlenecek bu sefer üvey kızı striptizci inanabiliyor musuuun?" lafına gülüyorum. Öteki ise Guetemalalı. Guetemala da buraya dünyadaki en uzak ülke olabilir. O da öyle geziyormuş kafasına göre, 3-4 ay önce Türkiyeyi de gezmiş.

Leş hostel demiştim değil mi? Neden çünkü su akmıyor, terli terli girdik yatağa. (Ertesi gün çözdüler gerçi. Sonra bir daha bozuldu ama.) Klima da soğutmuyor. Ayrıca şöyle bir dağınıklık hakim odaya, adım atacak yer yok:



Ayrıca ben odayı tutarken eşyalarım çalınacak diye sinir stres oldum, şu adamların rahatlığına bak. peeh.

Neyse. Yarın görüşmek üzere.