Tarih: 9 Mayıs 2016

Ho Chi Minh city öyle madah bir şehir değil. Ankara gibi bir yer. Sonradan planlanıp inşa edilmiş gibi, yollar geniş, bazı yerlerde geniş kaldırımlar mevcut (bazı yerlerde ise olmayan kaldırımlar motosikletler tarafından işgal edilmiş durumda) araba sayısı Hanoi'ye göre fazla, trafik yine berbat ama en azından biraz daha düzen var, trafik lambaları falan var ve insanlar bunlara bazen uyuyorlar. Parklar var. Hanoi'den farklı olarak fakir görünümlü insan sayısı az ve kodamanlar var etrafta. Egzoz dumanı rahatsızlık verici düzeyde hissediliyor. Yine herkes doktor maskesiyle geziniyor. 




Hanoi'de sokakta insanlar işinde gücünde gözükürken (seyyar yemek satarken en azından) burada insanlar yatışta gibi sanki. Motosikletin üzerine yatıp kitap okuyan amcanın rahatlığına hayran kaldım. (malesef fotoğraf yok)




Parklarda tüylü top (Singapur yazımda bahsettiğim jianzi) oynayan insanlar. Çin işgalinden dolayı Çin kültüründen etkilendiklerinin bir kanıtı:








Her tarafta Sovyet bayrakları var. En büyük pişmanlığım Sovyet bayrağıyla Starbucks'ı aynı karede görüp bu anı ölümsüzleştirmemek.




Yolda sırtlarında kocaman çantalarla bir şeyler konuşan Kanadalılarla karşılaştım. Birileri de onları çekiyordu. Muhtemelen "backpacking" üzerine youtube videoları falan hazırlıyordu. Güneydoğu Asya genel olarak bu tip Amerikalı, Kanadalı, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve İngiliz backpackerlarla dolu. Bunlar kadar fazla olmasa da Alman ve Fransız da mevcut. Diğer batı milletlerinden görmek zor. Parası olan geliyor :) Bir de macera arayanlar. Zengin Arap, Rus ve Çinlileri Phuket/Tayland yazımızda göreceğiz. Eheh.



*

Hanoi'den farklı olarak Ho Chi Minh kenti sakinlerinin kafasında şöyle bir turist profili var:
Turist dediğin sürekli hindistan cevizi suyu içer, çakmak ve güneş gözlüğü satın alır (ama takmaz), canı istediği zaman motor taksisi / tuktuk tutup abuk subuk yerlere gider, ayrıca ayakkabıları her daim yırtıktır ve yapıştırılmaya muhtaçtır. Töbe yarabbim. 

Arkadaş her beş adamımda biri gelip bir şey satmaya çalışıyor. Çakmakçıların çoğu da yaşlı kadınlar, insan reddederken kaba oldum diye üzülüyor. 

Hindistan cevizini ise omuzuna büyük terazileri atmış esmer abiler satıyor. Yürürken bir tanesi beni durdurdu, verdi tezgahı elime al fotoğraf çek dedi. Güzel bir anı olur diye kabul ettim.


Tezgah baya ağırdı ve dengede tutması zordu. Neredensin diye sordu Türkiye dedim. Sonra abi sağolsun bir tanesini kırıp bana takdim etti. Türkiye'den gelen misafiri için kokonat takdim eden bu gönlü zengin abiye teşekkür edip yoluma devam ettim. Biraz yürüdükten sonra arkamı döndüm o da ne, bir sürü esnaf çakmaklarla, güneş gözlükleriyle, kokonatlarla üzerime yürüyordu. Sonrasını hatırlamıyorum.

*

Anlayacağınız en sonunda tek alıcı yine ben oldum. Tadı iğrençti, içemedim arkadaşıma verdim. (:d) Bu da başka bir satış taktiğiymiş.

Karnım acıktı, Jollibee diye bir yere girdik. Kendim fotoğraflamadım ama şöyle bir yer:


Filipinler menşeili McDonalds çakması bu yerin özenliği oldukça ucuz olması. 4-5 liraya pilav + balık nugget + sebze + çorba + kola şeklinde menü yemek mümkün. Vietnam'da yiyecek bir şey bulamıyorum diyenlerin aklında bulunsun. Asya'da yaygınmış bu yer.

Buradan Savaş Hatıraları müzesine gittik ama öğle paydosu vermişler. İlk defa böyle bir şeyle karşılaşıyorum. Sonra Yeniden Birleşme sarayına gittik ama orada da paydos. Bu sefer Coffee Factory diye Starbucks çakması bir yerde oturup bir şeyler içtik. Bir sürü takım elbiseli insanın hararetle sohbet ediyordu. İçeride yazının en başına da koyduğum logo vardı, beni benden aldı.


Bu Japon imparatorluğu bayrağı ama güneşi cezveyle değiştirmişler. Sırbistan'a gidip Türk bayrağı üzerine benzer bir çalışma görsem ne düşünürüm bilmiyorum. 

*

Sonunda müzeler açıldı ve gittik. İlk gittiğimiz yer War Remnants Museum yani Savaş Kalıntıları Müzesi. Giriş yerlilere 30 kuruş, turistlere 1$.

Müzenin dışında tanklar helikopterler falan var, bir de fotoğraf çektiren insanlar.

 



İçeride Vietnam savaşının detaylı anlamıyla Amerikan zulmünü anlatan fotoğraflar mevcut.



Müzenin bir bölümü atılan bombalar sonucu kanser olup mutanta dönen insan fotoğraflarına ayrılmıştı, bakamadım.

*

Vietnam savaşının hikayesini üşenmeden okudum, fakat ekşi sözlükte yazılandan çok farklı değildi. Tembel enteller için özetlemek gerekirse:
- Vietnam 1862'de Fransız sömürgesi olur. Sonra Japonlar buraya gelir, Fransızlar kaçar, İkinci dünya savaşı bitip Japonlar gidince Fransızlar geri gelir. Fakat 1954'te Vietler onları yener ve Fransa'nın Güneydoğu Asya'daki varlığı son bulur. Laos, Kamboçya, Vietnam bağımsız olur fakat Vietnam oylamayla geri birleşmek üzere Kuzey ve Güney diye ikiye bölünür.
- Güneyin başına Amerikancı bir diktatör gelir. Ülke elinden gitmesin diye oylamaya yanaşmaz. Halka zulmeder. Kuzeyin lideri olan Ho Chi Minh bakar bu adam güzellikle gitmiyor, yıldırmak için güneyde gerilla saldırıları başlatır.
- Amerika bölgeye müdahil olmaya başlar, 1960'da 1000 asker gönderir, 1963'te Vietnamdaki asker sayısı 17000'i bulur. 1969'da asker sayıları 550 bini buluyor, 70 bin de kukla devletlerden gelenler var.
- 1963'ta güneyde yine Amerikan desteğiyle askerler diktatörü düşürür. Bu arada Kuzey Vietnam Amerikan gemilerini bombalar ve Amerika fiilen savaşa girmiş olur. 1965 Amerika kuzeyi bombalamaya başlar. 3 sene bombalar ama nafile. Ho Chi Minh güneydeki gerilla faaliyetlerini arttırarak devam ettirmektedir.
- Amerikan askerlerinin sebepsiz yere öldüğünü gören Amerikalılar protestolara başlar. Avrupa ülkeleri de Amerika'nın bu yaptıklarını kınamaya başlar. Sonra Amerika'da başkan değişir, yeni başkan Nixon Amerikan askerini yavaş yavaş geri çekmeye başlar, bu arada barışa yanaşsınlar diye Kuzey Vietnam'ı daha da fena bombalar. 1973'te barış imzalarlar.
- 2 yıl sonra Kuzey Vietnam güneye girer ve 1975'te birleşirler.

Adamların ikinci dünya savaşından beri 30 sene gün yüzü görmemiş. Dile kolay, 30 yıl boyunca Kurtuluş Savaşının sürdüğünü düşünün.





*

Ne alaka bilmiyorum, müzenin içinde alternatif film/dizi kapakları satan bir tezgah vardı. Güzeldi.




Sonra Reunification Palace yani Yeniden Birleşme Sarayına girdik. Eskiden adı Bağımsızlık sarayıymış, Kuzey Vietnam buraya tanklarla girince Yeniden Birleşme Sarayı oluvermiş :)

Ama hiçbir şey yokmuş burada, girmeye değmedi.



*

Vietnam sadece Hanoi ve Ho Chi Minh City (eski adıyla Saygon)'dan ibaret değil. Fakat ben internette (rome2rio'dan) diğer şehirlere karadan ulaşıma baktığımda astronomik rakamlarla karşılaşıp gitmekten vazgeçmiştin. Anlaşılan beynin bedava tarifeden ücretli tarifeye döndüğü anlardan biriymiş, nası versin elin gariban Vieti bi otobüse yüz lira. Pham Ngu Lao yolunda bir sürü tur şirketi var ve onlar ayarlıyor otobüsleri. Pazarlık da yapabiliyorsunuz.

Tur şirketlerinin oraya gidip tur ayarlayalım dedik. İlk girdiğimiz tur şirketine 2 kişi toptan tur alacağımızı bu yüzden indirim istediğimizi söyledim. Bir tam gün, bir yarım gün tur + Phnom Penh otobüsü (ki uluslararası otobüs bu) için 18$ yani 53 TL istedi. Bu nasıl oldu anlamadım, teşekkürler biz bir iki yere daha bakacağız diyip çıktım fakat bundan daha ne kadar ucuz olabilirdi ki? Bir yere daha sorup sonra aynı yere geri gittim.

Not: İleriki tecrübelerimden yola çıkarak söyleyeyim, bu tür turlara her şey dahil diyip sonra otun kotun parasını istemeye başlıyorlar. O yüzden turun neyi içerdiğine dikkat etmek gerekiyor. Fakat burada bunu yapmadılar, her şey gerçekten dahildi, öğle yemekleri güzel ve doyurucuydu. Adamlar nası para kazanıyor bilmiyorum.

*

Daha önce Vietnam'da yemek yemenin zor olduğundan bahsetmiştim. Hanoi de biraz öyle gibiydi, tabii yurtdışında ilk gittiğiniz şehir Hanoi ise ama Ho Chi Minh City'de hiç öyle değil. Bir kere süpermarket her yerde var. Ekşi sözlükte yok diyorlardı, abartmışlar. Veya her tarafa süper market açılmış. Supermarkete kalmadan, her yerde 2 liraya yiyeceğiniz seyyar sandviççiler mevcut. Biz hostelin önüne dükkan açmış abladan tavuklu&avokadlı sandviç yedik paso, o da 4 lirayaydı ama kadın önümüzde yaptığı için temiz görünüyordu. Tadı iyiydi ama bir tanesi doyurmuyordu, iki tane yemek lazım. Gece denemek için pho çorbası içtim ama tadı güzel değildi, ayrıca bildiğin etli noodle. Özetle Vietnam'da sandviç yiyerek doyabilirsiniz. (Orada yaşamaya karar verirseniz orası sizin probleminiz.) Yalnız pho çorbası içtiğim lokantada bir gümbürtü koptu, büyük bir şey hızla etrafta koşuştu ve çalışanlar onu ezmeye çalıştılar. Ama kedidir kedi.


"Everywhere subway, everywhere subway."
*

Saçlarım çok uzundu, etrafta berberler vardı, kestireyim dedim. Hostelin dibinde Japon kuaförü vardı, kızlar da lise animesi cosplayi gibi giyinmişlerdi:



Ama pahalıydı, ucuzculuk yapıp mahalle berberinde tipinde bir yere gittim (Sokak berberi göreydim iyidi :P) . Berber tabii İngilizce bilmiyordu ama how much sorusunu anladı. (2.5$ idi.) Telefondan yanları kısa üstü uzun bir saç modeli gösterdim, amca da tamam dedi başladı kesmeye. Ağzında doktor maskesi, kafasında da doktor şapkası vardı. Sanki ameliyat edecek.

Amca güzel yapıyordu da, tam da fotoğraftaki gibi yapıyordu, fotoğrafı iyi seçememiştim. Kesmeyi bitirdi, saçları Cristiano Ronaldo gibi dikti. Elimle üstü gösterip kes işareti yaptım. Kesti yine Cristiano Ronaldo gibi ibibik yaptı. Ben fırça saç istediğimden böyle yapınca aklımda canlandırdığıma yakın mı oldu anlayamıyordum. Yandaki genç adama sordum "Sör İngilizce biliyor musunuz?" diye. Gayet müthiş bir aksanla "No I don't speak English." dedi. Ben dedim herhalde milliyetçiliğinden konuşmuyor, meğerse şaka yapmış. Adama söyler misiniz Cristiano Ronaldo gibi dikmesin düz kessin. "Ne? Ben modelden anlamam, bana kısaltsın mı uzaltsın mı onu söyle." dedi. İngilizce bilip Cristiano Ronaldo bilmemesi de enteresan. Neyse en sonunda amacıma ulaştım ve ameliyat, pardon traş başarıyla sonuçlandı.

Hostele döndüm. Işıklar kapalıydı ve içeride biri uyuyordu. Saat de akşam 6, bu ne uykusuysa. Hostelde iki tane kocaman Mac bilgisayar vardı. Dur bir game of thrones izleyeyim şurada dedim.


Game of thrones bitti. Odaya çıktım. Eleman hala uyuyordu. Oha. Kalktı bu sonra. "Dün çok içmişim kafam ağrıyor." dedi. E belli oldu neden bu kadar uyuduğu.

Adı Max'miş. Amerikalı. (şaşırmadım :P) Uzun zamandır Güneydoğu Asyayı gezmekteymiş. Bir haftadır Ho Chi Minh kentindeymiş. Ama artık iki gün sonra dönecekmiş. Uçak biletini bugün almış. (Rahatlığa bak...) Şu an detaylarını hatırlamadığım kısa bir geyik muhabbetinden sonra burada tanıştığı bir kız arkadaşının ondan parasını istediğini söyledi. Vermem diyince kız "seninle yatarım." demiş. O da "fahişelerle işim olmaz." demiş. Kız "Ben fahişe değilim ama paraya ihtiyacım var." demiş. "Kızla tanıştın?" diye sorduğumda "Tinder diye bir şey var bilir misin?" dedi. Evet bilirdim, fakat Vietnam'da kullanmak aklımın ucundan bile geçmemişti. Zaten ios'u güncellemediğim için Tinder de adamakıllı çalışmıyordu. Şu ana kadar da pek başarılı olamamıştım, Singapur'da sadece 6 eş bulabilmiştim (Singapurlu bir arkadaşım "ismin Amerikalıya benzemediği için öyledir." demişti.), Malezya'da ise karşıma hep translar çıktığı için fazla "kaydır"mamıştım. "Benim bi 20 tane falan eşim var şu an." diyince ben de açtım ve başladım kaydırmaya. Adam haklıydı, kaydırdıkça eş çıkıyordu ki şehre geleli daha bir gün olmamıştı. Belli bir süre sonra herkesi kaydırmaktan gerçekten beğendiklerime kaydırmaya başladım. Kaç tane eşim oldu hatırlamıyorum ama 6-7 tane rahat olmuştu sanırım. Ha zaman olmadığı için hiçbiriyle ne tanıştım ne konuştum, anca Türkiye'ye döndüğümde biri naber nasılsın dedi ama fazla ileri gitmedi. Asıl olay Taylanddaydı :P

Maxla dışarı çıktık. Bizim hostel olduğu sokağın biraz ilerisi barlar sokağıymış. Etraf oldukça kalabalık. Tayland'a göre Vietnam muhafazakar ve insanlar kendini satmıyor diyorlardı ekşi sözlükte ama pek öyle gözükmüyordu. Bomboş barların önünde kızlar süslenip güzel güzel giyinmiş bize parmaklarıyla gel gel yapıyorlardı. Tayland bünyesindeki Amerikan üssündeki askerler yüzünden malum üne kavuşmuştu ve şimdi Vietnamlı kızlar da muadillerine özenmişti anlaşılan. Birkaç tane yaşlı amcalarla takılan kız da gördüm.



Bu da enfes Vietnam mimarisi:



Max komik bir tipti, acayip gamsız bir yürüyüşü ve konuşması vardı. Big Lebowski'deki tiplerin gerçek hayata izdüşümü gibiydi. Barda birkaç Avrupalı kıza laf attı ama sallamadılar? Benim de ertesi gün erken kalkıp tura gitmem lazımdı, bana müsaade diyip ayrıldım.