(My Tho)

Bugün Mekong Delta'ya (daha doğrusu orada bulunan My Tho şehrinin şimdi adını unuttuğum bir köyüne) günübirlik turumuz vardı. Valla ne yalan söyleyelim, turlar ucuz ve fena değil, ama kesinlikle şehir gezmek kadar eğlenceli değil ve anlatacak malzeme çıkmıyor. Bir de turlara genelde aileler ve asla bağımsız seyahat etmeyen Asyalı turistler katılıyor (özellikle Phukette), öyle pek eğlenceli ortam da olmuyor yani. Bu seferkinde tek tük "backpacker" vardı ama. Tatil boyuncaki en iyi tur buydu diyebilirim.

Bu tura ödediğimiz ücret 15 liraya filan denk geldiği için acaba Hanoi'de dedikleri gibi gerçekten "shitty" mi olacak diye başta tedirgin oldum. Tur rehberi otobüste ilk bi kaptan pilotunuz konuşuyor edasıyla mikrofonu eline alıp kendini tanıttı. Sonra bir anda mikrofonu bırakıp telefonla konuşmaya başladı. Arkada zaten her şeye gülme potansiyeli olan turuncu kafa bir İngiliz abi adamın bu hareketine koptu. Ben dedim eyvah harbiden zoraki bir rehber miydi bu.

Fakat öyle çıkmadı, adam espirili biriydi. Vietnam'dan bahsetti biraz. Gideceğimiz yerde sivrisinekler var sizi ham yaparlar hemi de sıtmaları var dedi. Ben tedirgin oldum. Hatta bu adam yüzünden sonra eczaneden gidip sıtma ilacı yutmaya başladım (o güne kadar fena ısırılmıştım). Ama sanırım dalga geçiyordu. Vietnam'da komünizm var ama devlet okul ve hastane masraflarını ödemiyor dedi. E ne anladım ben o işten. Ho Chi Minh City'nin nüfusu 8.5 milyon falan, bir o kadar da motorsiklet varmış. Tüm ülkedeki motor sayısı ise 37 milyon (nüfus 90 milyonu aşkın) Trafik kazalarını merak ederseniz, Türkiye'de 2015 yılında trafik kazaları sebebiyle 6687 kişi ölmüş. Vietnam'da 22419! (Birleşik krallık 1827, Amerika 16211, Almanya 3540) "Bugün yüzen köyü göreceğiz, aynı zamanda yüzen çöplüğü de göreceğiz hepsi siz lanet turistler yüzünden." diye bizi işin başında fırçalamayı da iptal etmedi.

Tur tapınak gezme - bota binme - meyve yeme - kayığa binme -  yılan sırtlama - imalathane gezme - at arabasına binme - yemek yeme - köyde bisiklete binme şeklinde geçti. Enteresan bi tarafı olmayan ortaya karışık bir turdu ama güzeldi.

Resimler:









Bonus: Börüye destek için fotoğraf çekeceğim diye iki büklüm olmam :P





Güneydoğu Asya'nın klasik tropikal meyveleri: (üstteki liçi, alttaki papaya, sağdaki ananas, ortadaki ohcm'on, soldakini hatırlamıyorum.)



Sanırım ünlü olan tüm meyveleri denedim. Bundan bir daha yemezsem olmaz diyeceğim tek meyve ananas o da Türkiye'de var zaten. Hiçbiri bir yeşil erik ve yeşil elma değil :P Tuzlu papaya fena değildi ama.

Biz bunları yerken birkaç Vietnamlı abla geldi ve Vietnamca şarkılar söyledi. Sözleri: "Vııııııııyy vıııııııy vııııy. " şeklindeydi. "Bu ne anam?" derken bir anda İngilizce şarkıya geçtiler ki Türk Sanat müziği söylerken bir anda "Valla sen delisin delisin." söylemek gibi bir şeydi. İşte o performansın ufak bir kısmı:


Enteresan meyve ağaçları.. diye çekmişim bunları da, kendileri asmışlar.







Hapisteki horoz:



Burası tuvaletmiş:



Nehirde kayıkla turladık. Eğlenceliydi.



Köy manzarası:



Sıra sıra yılan doladık oramıza buramıza. Ben bi yılana dokunduğum, kaskatı bir şey bekliyorum ama bildiğin yağlı güreşçi eti. Cesaret edemedim.



Bu etkinlik ne alakaydı derseniz, ki güzel bir soru, yılan çiftliği varmış burada. Yılanların zehirlerinden ilaç yapıyorlarmış.

Bir imalathaneyi gezdik. Orada kadınlar fıstıklı bayram şekeri gibi bir şey üretiyor.





Tur rehberimiz kadınları tek tek işaret ederek "Bakın bu annem, bu karım, bu görümcem, bu kayınvalidem, bu metresim.. bunu ben de tanımıyorum." diyerek hepsini tanıttı bize. Kafile koptu. Kadınlar da muhabbetten habersiz sarmaya devam ettiler.

O zaman yatış:



Nehire karşı yatış, bisiklet ve at arabası turundan sonra birkaç İngiliz ve Cem Yılmaz'ın bahsettiği korku filmlerindeki "yaşasın çok eğleniyoruz" tipinde Yeni Zellandalı bir arkadaşla yemek yiyip sohbet ettik. Onlar burada bir gece yatıp yarın da gezmeye devam edecekmiş. Biz otobüse binip ayrıldık.

*

Odaya döndük. Öbür Amerikalı arkadaşla da tanıştım. Adamı gördüğüm de "Acaba Türk mü?" diye düşünmüştüm ama Amerikan aksanı vardı. Her Amerikan aksanlı Türk görünümlü kişi gibi bu da Amerika Meksikalısıydı. Benim Türk olduğumu duyunca "Yaa ben İtalya'daydım, dönerciye girdim, adam beni Türk sanıp beleş döner vermeye kalktı." falan dedi. Aynı zamanda biraz Osmanlı tarihi falan da okumuş "Bana Süleyman çok enteresan geldi, en ihtişamlı dönemmiş ama tüm ailesini öldürtmüş adam." dedi. İsmi de bir enteresan, Ulysses koymuşlar adını. "Ben de İlyada'yı çok severim." diye geyik yapayım dedim ama sonra hatırladım ki İlyada Yunan, Ulysses Roma destanıydı, batırmıştım. Kendisi Las Vegaslıymış ama Japonya'da yaşıyormuş. Dilediğince de geziyor tabii. Bizim internetten tanışıp beraber gezdiğimizi öğrenince ("travel-buddies.com'dan tanıştık" diye cevap veriyoruz, Amerikan komedi filmlerinden çıkma gibiyiz, Yes-Man'de Jim Carrey iranlieşbul.com'dan tanıştığı biriyle evleniyor ya aynı o hesap.) "Nası ya? Ya birbirinizden nefret ederseniz?" diye tepki verdi (haklı çıktı). Max de "Peki çıkmaya başladınız mı? Neden olmasın?" diye yokladı ama bizimkinin o taraflarda bezi yok tabii. Zaman zaman ikilinin "Birbirinizden nefret etmeye başladınız mı?" şakalarına maruz kaldık.

Akşam yemek yemeye çıktık. Ben bir karnıyarık görünümünde patlıcan yedim ki ama üzerinde kıyma yok, fındık, fıstık, mısır, ve şekerli soya (belki de pekmezdi bu) var. Valla musakkayı özledim. O ikisi Hoçimin gecelerine akmaya gitti ama biz yarın yine tur için erken kalkacağımızdan çabuk ayrıldık.

*

Bu arada tanıştırayım havalaanı taksisi:



*

Malesef Ullysesle arkadaşlığımız kötü bitti. Adam içmekten sabah saat beşinde geldi (sabah 6:30'ta tur için uyanacaktık.) Geçen gün klima çok 18 derecedeyken yattığımız için boğazım şişmişti, bugün oda sıcaklığına getirip de yatmıştım. Ulysses odaya girer girmez sarhoş sarhoş "Ohhh smells like fakinbolz here." diye haykırmaya başladı. Birkaç kere bunu tekrarladı. Maxi uyandırdı bu ne hal diye, Max de "Ben nereden bileyim ben bir şey yapmadım diye ona çıkıştı." Ben ise suçlu suçlu kafamı kaldırmadan uyuyor taklidi yaptım.

Uyandığımda aklımdan iki muzurluk geçti. Klimayı 15 derece yapıp hepsini hasta etmek. Veya tamamen kapatıp terde boğulmalarını sağlamak. Yaşasın kötülük! Akıllarında arızalı Türk olarak yer etmemek için hiçbirini yapmadım ve goodbye diyemeden çekip gittik.

Checkout yaptık. Sonradan Maxten öğrendiğime göre havaalanından buraya gelmek 7$ tutuyordu ama biz taksiyi rezerv ettiğimiz için 14$ istediler. (Gerçi bu fiyatı önceden söylemişlerdi.) "Taksiciler sizi başka hostele götürür, bu onların komisyon alma taktiği, en iyisi siz bizim aracılığımızla taksi rezervleyin." dedikleri için bunu yapmıştık. Anlaşılan bu da hostelin komisyon taktiğiydi :P