Önemli günlerde ne yaptığımı detaylıca yazdım. Şimdi "önemsiz" günlere gelelim. Aslında önemsiz günler daha önemliydi, önemli günler birer gezi ve gözlem yazısıyken önemsiz günler oradaki hayat rutiniyle alakalıydı. Bu karışık yazıda genel olarak kendimle yüzleşip, neyi doğru neyi yanlış yaptım, şimdi olsam ne yapardım, burayı tercih ettiğim iyi oldu mu anlatmaya çalışacağım ve böyle bir deneyim yaşayacak olan başkaları varsa onlara da önerilerimi belirteceğim.

Okulun eğitim sistemi ve derslerle ilgili detaylı yazmayacağım, bir başka yazıda olacak.
Yemek ve mutfak hakkında bilgiler de bir başka yazıda olacak.

Evet başlayalım.

*

Doğru bir seçim mi?

Neden seçtiğimi burada açıklamıştım. Fikirlerim değişmedi.
Kesinlikle doğru bir seçimdi. Güney Asya (Güneydoğu Asyayla birlikte Hindistan da dahil olduğu için Güney Asya diyorum) kültürünü iyice özümsemekle beraber aynı şekilde bunu yapmak için oraya gelmiş bir sürü Batı Avrupalı, Kuzey Amerikalı ve Uzakdoğulu (Çin, Japonya, Kore) insanla da kaynaşıp oradan da kültürel değişim konusunda yürüyebilirsiniz ki ben de böyle oldu. (Fakat Doğu Avrupalı ve Güney Amerikalı ve tabii Afrikalı görmek zor. ) Değişim öğrencisi bol, 750 kişi vardı facebook grubunda.

Okul değişim öğrencilerine büyük değer veriyor. Kaç tane etkinlik yaptılar, seminer verdiler sayamadım. Konuk aile programı, Singapurlu dost programı vs. Kalem kutusu, matara, polo, tişört, çanta, çöpstik, bir sürü NUS eşantiyonum oldu. Abim "yine beleşe konmuşsun" diye dalga geçti benimle.  Burada karşılaştığım Polonyalı bir turist "Ben Çin'e değişime gittim, okula gittik, okuldan havaalanına döndük. Aradaki sürede kimse bizi sallamadı." demişti halbuki.

Eğitim dili İngilizce olması da büyük avantaj. İsveç'e İsviçre'ye giden arkadaşlarım (ki ben de Erasmus'a başvursaydım buralara gidecektim) hep master dersi almak zorunda kaldılar. Ben ise ikinci sınıftaki bebelerle ders aldım. Üstelik ders yelpazesi genişti ve bizim okulda olmayan bir sürü sektöre yönelik projeli ders vardı. Ha ben bunlardan sadece 1 tane alarak ayağıma gelen fırsatı teptim ayrı konu.

Size tavsiyem;  Polonya'ya Erasmus'a gidecek kişiden kat kat, İsveç'e gidecek kişiden birazcık fazla harcadım sanıyorum. (sondaki tatili katmazsanız) Ben eğer biraz ekonomik durumunuz varsa Singapur'u kesinlikle öneririm. Avrupa'ya gitmek için fırsat bol, fakat Singapur'da 5 ay geçirmenin başka bahanesi olur mu, sanmıyorum. Asya'da uzun süre kalınabilecek belki de tek temiz ve aç kalmayacağınız ülke.

Arkadaş Grubum

Daha önceki yazılarımda enteresan bir arkadaş grubum olduğundan söz etmiştim. Onlardan bahsedeyim biraz da.

Singapur'a varmadan önce bize bir mail geldi "Kolejiniz (yurdunuz) size bir "buddy" ayarlayacak bu programa katılmak ister misiniz?" evet dedim ben de. Endonezyalı bir kız geldi Glenis diye. İlk gün o ve arkadaşlarıyla yemek yedik bunları anlatmıştım zaten. Sonra bir daha kızdan haber alamadım ben. Buluşma tekliflerime hep "Çok dersim var ya :S:S:S" diye cevap verdi. Kestane şekeri yemeye çağırdım bir kere, bir tek ona geldi, gelir tabii:) O "buddy"lerin whatsapp grubu vardı, ayarladıkları hiçbir etkinliğe gelmedi hatta gruba mesaj bile atmadı. Ayrıca tanıştırdığı arkadaşlarının hem yüzlerini hem isimlerini unuttum malesef :(

Rastgele masalara oturuyordum demiştim, orada tanıştıklarımla da pek kalıcı olamadık. Sadece tanıştığım bir Çinli kızla ödev partneri olduk. Kız gitti çalışmayan kodu teslim etti, A+ aldı şoktayım hala. En son gün, sınavdan çıkışta yemekhane kuyruğundayken bana baktı, yemek yiyordum, sonra hemen kafasını çevirdi. Ne kadar da samimi bir partner:)))

İkinci gün bana yazıcı konusunda yardım eden Singapurlu eleman vardı hatırlarsanız, onla iyi arkadaş olduk. Beraber dim sum yemeğe gittik. Frizbiden, oyun projesi grubundan, floorballdan, yurt kulüplerinden, bilmemneden çoğu yurttan olmak üzere arkadaşlarım var ama en çok takıldığım grup akşam yemeklerini beraber yediğim Hint yemeği fanı karışık exchange grubu oldu.

Güney Afrika doğma büyüme İngilizce'yi sular seller gibi konuşan Fransız (Meks)
Yarı İngiliz yarı Hintli, Londra'da okuyan bir İngiliz
Kanada'da okuyan, belirli bir süre Mısır'da yaşamış Fransız kız,
Texas'ta okuyan Meksika-Amerikalısı, Hintli ve Bulgar
Cem Karaca fanı gıda mühendisi İsviçreli,
Sülalesi etnik olarak çok karışmış, Rus, Polonyalı, İngiliz, Amerikan, doğma büyüme Hong Konglu bir eleman.
Madridli İspanyol ve Siena'lı İtalyan abla, arada bir beliren Alman ve Çek. Neyse çok var.

Bu insanları niye böyle milliyeti ve yaşadığı yerle sınıflandırarak anlattım? Dikkatinizi çekerim, son satır hariç adamlar hep kendi ülkeleriyle alakasız yerlerde doğmuş/yaşamış/okuyor. Ben Slovakya'da gençleri biraz kültürsüz bulmuştum, İngilizceleri de pek iyi değil diye düşünürdum. Bu insanların ufku benimkinin 28 katıydı. İngilizceleri ise o biçimdi. Sanat filmi gibiydi bu insanlar, anlattıklarını anlamazdım ama dinlemekten zevk alırdım ehehe. Konuşmaların %30'unu anlıyordum ama hepsini anlamak için çabalıyordum. Adamların muhabbetleri (özellikle Meks'in İngilizle yaptığı) oldukça yüksek seviyeydi ve siyaset din politika her şeyi açık sözlülükle konuşurlardı.

Ama asıl önemli nokta şu: adamlar dünya vatandaşı olmuşlardı.

İngilizceyi akıcı konuşup, akıcı bir şekilde geyik çevirebiliyorlardı. Dünyadaki olaylardan haberdarlardı. Amerikan başkanlık seçimleri üzerine konuşuyorlardı ki benim fevkalade cahil olduğum bir konuydu (ve önemsiz bir konuydu benim için.) Meks bir gün demişti ki "Ben Güney Afrika'da doğup büyüdüğüm için hiçbir zaman tam olarak Fransalı olamadım, benim için burada 6 tane farklı milletten insanla bir masada oturmak 6 tane Fransızla oturmaktan daha iyi." İnsanlar birbirlerine gerçekten çok çabuk alışmıştı.

Ben ise Türkiye'de doğmuş büyümüş biri olarak bu şekilde bir adaptasyon geçirmemin çok zor olacağını görmeye başlamıştım. Asla onlardan biri olamayacaktım. Bunu aynı şekilde Fransa'ya giden GSÜ'lü yeğenim de, onun arkadaşı da tasdiklemişti ki ikisi de benden sosyal insanlar. ekşi sözlükteki "türkiye'den s*ktir olup gitmek" başlığını incelediğimde de insanların aynı dertten muzdarip olduğunu gördüm. Yurt dışında uzun süre kalabilecek miydim ve kalacaksam nasıl bir insan olmam gerekiyordu?  Sanırım bu değişim programının bana öğrettiği en önemli şey bu sorulara aldığım ayaklı cevaplar oldu.

Gidilen Ülkeyi Küçümsememek Gerek

Slovakya ve Singapur. İki adı sanı duyulmamış ülkeye gittim. Farklı ülkelere küçüklükten beri meraklı olduğum halde Slovakya stajı çıktığında Slovakya hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bunun nedeni ülkenin gerçekten bir olayının olmaması. Deniz yok. İnsanlar tatil diye dağa çıkıyor. Fakirler. Öyle büyük şehirleri yok. Şehirlerinde gözüp görülecek bir şey yok. Dolayısıyla Slovakya'yı Slovakya yapan şeylerle ilk bakışta karşılaşamıyorsunuz. E dindarsanız ne adamların ikram ettiği yemeği yiyorsunuz ne de verdiği hatta evde yaptıkları içkiyi içiyorsunuz. Haliyle "Bir halt yokmuş Slovakya'da bizim ülkemiz cennet." diyip duruyorsunuz.

Singapur hakkında biraz bilgim vardı. Singapur'un bir olayı var evet gelişmiş bir yer fakat kültürel olarak özetlersek kültür Çin Malezya Hint kültüründen kopyala yapıştır yapılmış, sistem de Amerika'dan. Arada bir kırbaç cezası gibi dalga geçilesi ilkel yöntemler de ülkenin İngiltere gibi evrilerek değil gökten inme devrimlerle medenileştiğinin yansıması. (Bizim ülkede böyle değil, bir gecede devrimler koptu cahil kaldık diyenlere bakmayın, 1839'dan beri sistematik olarak batılaşıp yavaş yavaş çağa ayak uyduruyordu ülkemiz.) Kültürel olarak neden kopyala yapıştır dediğime gelirsek; en basitinden yemekhaneye girdiğimde Çin yemeği ayrı Malez yemeği ayrı. Halbuki ben Bilkent'te yemekhaneye girince bana servis edilen yemeklerin hangi yöreye ait olduğunu bilemem ve belli bir yöreden de sunmazlar. Ege usülü zeytinyağlının yanına Gaziantep baklavasını gömeriz. Singapur'da bu olay yok. Toplumsal projelerde çalışan bir elemanla konuşmuştum, bayram etkinliklerinde görev alıyormuş. Dedim peki Ramazan bayramıyla ilgili etkinliklerde de görev alıyor musun? Yok onu Müslüman komitesi kendi yapıyor dedi. Başka biriyle de düğünler hakkında konuşmuştuk, "Galiba dini olmayan bir nikah yok. Hristiyanlar kilisede yapıyor. Müslümanlar.. onlar da kendi aralarında dini bir şeyler yapıyorlar galiba." Singapurluyuz biz biriz çok millet tek devlet takılıp da ufacık şehirde, devletin apartmanlara kota koymasına rağmen (her apartmanda en az 1 malez ve hintli olmasını şart koşarak) halk birbirinden böyle habersizce benim bir Singapurlu kültürü oluşmadığını söylemem bence yanlış değil. Fakat birleştikleri bir nokta var, hepsinin aksanı birbirine benziyor. Hindistanlı ile Singapur Hintlisi çok farklı konuşuyor. Neyse konu dağıldı.

Gördüğünüz gibi iki ülkeyi de yerin dibine soktum. Slovakya'dayken düşüncem "Biz daha gelişmişiz.", Singapur'dayken "Biz daha kültürlü ve köklüyüz." Peki buraya gelen Almanı Amerikanı aynı şeyi düşünmeyecek mi? Peki siz böyle düşünen ve bunu belli eden veya belli etmeyen ama size de ilgisiz gözüken birine Türk kültürünü ve Türkiyeyi iştahla anlatabilir miydiniz? Singapur'da yaptığım Türkiye sunumunda benzer bir şeyden dem vurmuştum, "Yarışma yaptığım ilk gruplar çok ilgisizdi ve etkinlik benim için sıkıcı geçiyordu. " demiştim fakat en sonda çıkan iki elemanın enerjisiyle her şey düzelmişti.

Slovakya'da gece konser çıkışı otogara yürürken bana eşlik ederek yardım eden abla "Slovakya'yı sevdin mi?" diye sormuştu da "Yait'snays." diye aşırı yapmacık bir şekilde lafı da ağzımda yuvarlayarak cevap vermiştim. O anda bir İngiliz'in yapacağı - beğenmemiş bile olsa - "Burayı çoook seviyorum. Burada şu ana kadarki günlerim fantastikti!!! Şuraları gezdim, bunu ilk defa tattım şunu deneyimledim süperdi." şeklinde heyecanlı heyecanlı anlatmak olur tıpkı Singapur'daki vatandaşlarının yaptığı gibi. Buradaki Avrupalı turistler de böyle, Türkiyeyi Türkiye'deyken çok severler, bu her ülke için geçerli. Olması gereken budur.

Ben oradayken öğrenmek ve buraya yazı yazabilmek için insanlara bol bol soruyordum. İlgim anlaşılıyordu fakat yüzümden memnuniyetimi okumak zordu. İnsanlar bana nereleri gittiğimi soruyordu, ben de sayıyordum ama "Şurası harikaydı ya, bir daha gideceğim kesinlikle, keşke benim memlekette de olsaydı!" şeklinde laflarda bulunmuyordum ya da en basitinden orasının neden etkileyici olduğunu - aklıma gelmedikçe - açıklamıyordum. Burada size anlattıklarımı onlara anlatmıyordum ki bu bir hataydı. Bunun iki sebebi vardı, birincisi bilinç altımda yatan milliyetçilikten kaynaklanan kibir (halbuki adamları övsem kendi ülkemin şanı eksilmezdi), ikincisi tüm bunların çok yapmacık gelmesi. Ama insan ilişkileri böyledir, içinden geleni değil de doğru olanı yaparsan sevilirsin.

Bugün Koç Üniversitesinde stajdayım, labımızda İranlı bir arkadaş var, adam ilk defa yurtdışına çıkmış. Türkiye'yle ilgili hiçbir şey sormuyor. Herhangi bir muhabbet açma derdinde değil. Merak etmiyor. Mustafa Kemal kim de bilmez, o İranlı mı diye sorar. (Atatürk'ü bilir belki.) Bir kere Türkçe-Farsça ortak kelimelerin muhabbetini açayım dedim, Allah kahretsin ki adam sevdi konuyu, şimdi düzenli olarak "O Farsçaymış aa bu da Farsçaymış viva Farsça" diye muhabbet geçiyor. Aynı Slovakya'daki ben hatta benden beter.

Size tavsiyem; gideceğiniz ülkenin kültürünü öğrenin, sorular sorun, katılımcı olun, orayı yaşamaya çalışın ve onları övün, en azından memnuniyetinizi belli edin ve tabii analizlerini paylaşın.

Rastgele Arkadaşlıklara Açık Olun

Hatırlarsanız (veya okuduysanız :D) Çin yeni yılında kutlamaları izlemek için Çin mahallesine gitmiştik, orada bir kızla Çince konuşmuş ona iltifatta bulunmuştum kız gülerek teşekkürler senin de Çincen çok iyi demişti. Bunu videoya alıp facebookta paylaşmıştım. Arkadaşlarımdan birinin yorumu "Sonra ne oldu?" oldu.

Sahi ne olmuştu sonra? Kızın yanından geçip gidip grubun yanına dönmüştüm. Halbuki orada kızın telefonunu isteyip kendime yeni bir arkadaş edinebilirdim ki ortam müsaitti. Bilkent'e oranla bilgisayar mühendisliği binası oldukça sık kullanılıyordu fakat akşam yemeklerinde sosyalleşmek rastgele insanların yanına oturan ben (gerçi bıraktım sonra bunu) aynısını bölümde hiç yapmadım. Singapur değil ama Bangkok'ta Tinder'da farketmeden kadın görünümlü bir erkekle (fark etmek imkansız) eşleştim ve ben hemen seksist düşünüp herifle muhabbeti ilerletmedim, halbuki bir travestiyle konuşarak Tayland hakkında çok şey öğrenebilirdim. Slovakya'da parka frizbiyle gidip insanları frizbiye davet ederek birkaç arkadaş edindim ama mesela hiçbir zaman bara gidip "Selam Slovakyalı ben turistim." diye insanlarla muhabbete kalkışmadım. Gerçi buna zaman yoktu, kendi aramızda takılıyorduk. Fakat orada daha uzun kalsaydım bunu yapmamam hata olurdu.

Dahası otobüste bakışıp da "Hoşlandı herhalde şuna bir merhaba diyeyim ya." demem gerekirken "Bu kız niye garip garip bakıyo bana ya." dediğim durumlar var ki özellikle burada turist ve yuvarlak gözlü olduğumu tamamen unutmuşum.

Size tavsiyem; rastgele yerlerden çıkan yeni kişilere açık olun, yani teklifleri değerlendirin demiyorum, bizzat siz teklif yapın, girişimci olun. Siz masum bir turistsiniz, insanlar sizin hakkınızda kötü düşünmezler unutmayın.

Irkçılığa kaçabilecek sözlerden kaçının!..

Kanada'da okuyan, İngilizcesi iyi Fransız bir kızla konuşuyorduk, Türkiye'deki terör olaylarına ilişkin bir konu açılmıştı. Ben düşüncemi söylemeye çalıştım ama arkadaş, felaket bir İngilizce kullanıp kendimi ifade edemedim. Ne diyecektim ne dedim oldu. Düzeltemeden kız "Okey okey fair enough" diyip kaba bir şekilde susturdu beni. Muhabbeti geri açıp düzeltemedim de. O muhabbet bir daha geri açılmadı. O kızla koca dönem aynı masada akşam yemeği yedik (grupla beraber). Aşırı güzel ve güler yüzlü bir kızdı. Konuşmalarımızın çoğunda lafı o başlatırdı. Merak ederdi, ya da öyle gibiydi. Yalnız güler yüzüne rağmen sanki benden, o günden beri, hep nefret ettiğini düşünmüştümki yanılmamışım, kız veda ettiği gün herkese sarılarak bay bay dedi, en uçta ben vardır benden başlamadı benle de bitirmedi. Vietnam'da karşılaştık, belki görüşürüz diye facebook'tan ekledim, bir hafta sonra sildi. O konuşmayı yapmasak her şey daha farklı olabilirdi.

Aynı şekilde, bir gün exchange grubumuzla locada otururken onların tanıdığı bir Singapur Malezi kız geldi oturmaya. Grup karışıktı arkadaş şu şu ülkelerden elemanlar var dedi, kız Türkiyeyi duyunca şaşırıp "Aaa Türkiye'den olan kim?" dedi. Ben de "Niye şaşırıyorsun onlardan 70 milyon tane var?" dedim. Eyvah nüfusumuzu bilemedik :) İsviçreli "80 milyon değil mi?" dedi. "Haa pardon." dedim ve sonra sıvadım: "Not everybody is Turkish." "Ama herkes Türk." değil dedim niye böyle bir şey dediysem. Modern dünyada millet - ırk ayrımı vardır ve İngilizce'de bu belirgindir. Hint kökenli İngiltere'de yaşayan biri ben British'im diyebilir gayet de. ( Ki böyle iki ayrı kişiyle karşılaştım biri Hint biri Arap'tı sanırım, ikisi de nereden sorusuna Londra dedi. ) Fakat bizim ülkede ırk - millet kavramları biraz bulamaç halde. O gruptakilerinde kafasındaki ırk - millet kavramları nasıldı, benim sözümden ne anladılar bilmiyorum ama bence "herkes Turkiş değil" demek bazıları - etnik kökekinden dolayı - Türk milletinden değil, biz onları sahiplenmiyoruz demekti ve yanlıştı.

Şu ırk şöyle bu ırk böyle diye başka ülkelerin ırklarından konuşmaya girmiyorum bile. Samimi olmadığınız kişilerle bu tip konulardan konuşmamalı.

Haaa bu arada. Buradaki yazılarımda da kuzeyliler böyle Amerikalılar şöyle diye bol bol anlattım. Bir bakıma ırkçılık yapmış oldum. Mazur görün artık ne diyeyim :)

Coğrafyanın Sosyal Yaşama Etkisi

Hazırlanın ırkçılık geliyor. Yok bence değil, bu bir gerçek. Slovakya'da (batıda genel olarak durum bu sanıyorum, tabii size ırkçılık yapmazlarsa) insanlarla (özellikle kızlarla :)) iletişim kurmayı çok kolay bulmuştum. İnsanlara her şeyi söleyebilirdim ve gıkları çıkmaz gibiydi. İnsanlar yeni insanlara açıktı. Yeni tanıştığım Polonyalı bir eleman beni diskoya davet etmişti, öncesinde odada toplanıcaz oraya da gel demişti. Odaya gitmiştim ahanda odada bizim Türk elemanlar. Adamlar kızlar için rakip çıkmasın diye çağırmamışlar beni haha :)

Ben Asya'da ise tam tersi olduğunu düşünmeye başladım. İnsanlar ilk adımı atmıyor. Yukarıda yurt dışında rastgele arkadaşlıklar kurmadığımı söyledim ama insanlar da benimle kurmadı. Laf açan olmadı (elimde bavulla şaşkın şaşkın etrafıma bakarken yardım edenler dışında.) Hemen kötü düşünmemek gerek, bunun nedeni ben sanıyorum ki insanlar utangaçlar ve arkadaşları biraz emek gerektiriyor. Aynısını Japonya'ya giden arkadaşlarım da dedi. Çin Çinlileri özellikle bu konuda aşmış, adamlarda muhabbet sıfır. :) Ekşi sözlükte bir başlık var çinli kızları tavlama rehberi diye, bu başlığı oradayken göreymişim çok daha iyi olabilirmiş, hayır kız tavlamak için değil ama insanların psikolojilerini görebilmek için.

Size tavsiyem: Hani herkesle arkadaş olamazsınız tabii, illa birileri asosyal olacak veya aşırı çekingen olacak ama, Asya'ya gidiyorsanız bol bol ilk adımı atın, üzerine gidin, mücadele verin kaynaşmak için insanlarla.

Ha bu arada; Tinder konusunda Türkiye'yle yarışacak kadar kötü. 5 ayda anca 8-10 tane matchim oldu, hiçbiriyle ilerleme olmadı. Halbuki Tayland ve Vietnam öyle miydi? Hıh.

Çabuk gezin

Başka bir önemli hatam da Singapur'u belirli aralıklarla gezmek, dolayısıyla gezememek oldu. İnsanlar okulun ilk haftası tenhalıktan faydalanıp gezdi de gezdi, grupça gezip de arkadaşlıklarını pekiştirdiler, ben ise kös kös oturdum. Hay kafam

Exchange / Erasmus akademik bir program değildir.

Hayır ilk hafta kös kös oturmadım aslında, araştırma için kolları sıvadım, kendi kendime NLP öğrenip derslerimin hocalarından birinin labında çalışayım dedim, o yüzden ilk hafta ciddi ciddi, etkinliklerden arta kalan zamanda, programlamayla uğraştım. İlk hafta hocadan labına girmek için istekte bulundum, adam görüşmeye gel dedi. İkinci hafta pardon ben gelemeyecem dedim. Evet gitmem hiçbir işe yaramayacaktı, spor, sosyalleşme, gezi ve dersler ve tabii uyku aynı anda gidemezdi.

Size tavsiyem; kariyer amacıyla bu tip programlara başvurmayın. Olmuyor. Gezin tozun.

*

Şimdilik aklıma gelenleri listeledim ve sanırım en önemlileri bunlardı. Görüşmek üzre.