Tarih: 9 Eylül 2016

Hayalim staj bitince İstanbul'u karış karış gezip altını üstünü getirmek ve buraya detaylı bir gezi yazısı yazmaktı, ama malesef stajdaki işimi anca perşembe günü bitirince yalan oldu. Son gün can havliyle gezeyim ufak bir gezi yazısı kondurup öyle eve gideyim dedim o gün de çok garip bir gün oldu geziden çok yaşadıklarım ve üst üste yaptığım saçma hatalarım ilginçti, gelin bir anlatayım.

Not: Gezi yazısı olmayacak. İstanbul'u benden iyi anlatan birileri elbet vardır.

Sabah kalktım, telefon şarj olmamış! Apple'ın dandik kablosu pert olduğundan fake kablo almıştım o da enselenmiş. Powerbanki kaptım. Dolmuşa bindim, dolmuşta bizim labın asistanıyla karşılaştım o da toplanmış memlekete gidiyor bayram için, biraz eski (?) günleri yadettik. Sultanahmet'e nasıl giderim onu konuştuk, Taksim'de nostaljik trene bin Şişhane'de in dedi. "Ama tramvay'ın durağı yok sanırım denk getirip binecen. dedi." O nasıl iş anlamadım ama tamam dedim.



Taksime gittim tramvay harbiden ortada bir yerde, şoför tramvayda dışarıdakilere bir şey anlatmaya çabalıyor. "Şişhaneye gider mi bu?" dedim "Şişhaneye gitmez aşağıda bekle." dedi. "Peki nereye gider?" dedim "Şişhane." dedi kapattı kapıyı gitti. Meğer aşağıda durak varmış, asistan tufaya getirmiş. Fakat bunu anlatmak çok mu zordu? Tamam ben malmışım da insanlar da gereksiz sinirli İstanbul'da. O yüzden kaza oldu 23 eylül 2016'da Acıbadem'de. Yolcu mallık yapıyor, şoför insan gibi açıklama yapacağına saçmalıyor sonra yolcu şoföre dalıyor. "-_-



Şişhane'de inip Galata Kulesine çıktım. Galata Kulesi'nde birkaç manzara fotoğrafı çektikten sonra bari benim de bir fotoğrafım olsun dedim birinden rica ettim çeksin diye, kız bir tane isteksizce çekti telefonu verdi çekti gitti, o fotoğrafta da Topkapı'yı Sultanahmet'i arkama almaya lüzum görmemiş acelesi vardı herhalde.



Galata köprüsüne doğru yürümeye başladım. Yolda topaç satan bir adamla karşılaştım, topaçı yoyo gibi oynuyordu hoşuma gitti adam da gel gel yaptı eyvah dedim kaçayım "Korkma kardeş bişi yapmıcaz." dedi. "Nerelisin sen?" dedi. "Bursa" dedim. "Aaaa ben de Bursalıyım ben sen neresindensin?" "Orhangazi." "Ben de Karacabeyliyim Mustafa Kemalpaşa'nın ilerisi Orhangazi'nin 30 dakika." dedi. Sonra topacımsı yoyoyu oynattı. Sonra tabii "Ben normalde tanesini 10'a satıyom ama sana üç tanesi 20 lira." falan diye başladı. Ben yanaşmayınca "Kuzenlerini yeğenlerini sevindir. Bak hemşehriymişiz hem de bi siftah yapalım." falan yardırdı. Ben yine oralı olmayınca "Selametle kardeşim." dedi ayrıldık. Abi gerçekten Bursalı mıydı yoksa "Zimbabweliyim" desem Zimbabweli mi çıkardı bilmiyorum ama Orhangazi-Karacabey arası 1.5 saat, onu biliyorum.



Galata köprüsü'nden yürüyüp Sultanahmet bölgesinde Bizans Sultanının (.d) Mısır'dan getirdiği (çaldığı?) dikili taşlarla fotoğraf çekindim. Sonra Ayasofya'ya gittim. Daha önce gitmemiştim buraya ama Singapur'da yaptığım Türkiye sunumunda anlatmıştım :P Onda da İngilizcesini okuyamamış, hacia haci?? diye kekeleyip rezil olduktan sonra Ayasofya diyip geçmiştim. Bu da böyle bir anımdır.

İçeri kedi girmiş, gören selfi alıyor. Ne kedisever milletiz :P



Ama asıl hikaye burada başlıyor. Malum Meryem figürüyle Allah yazısının aynı karede yakalayıp poz verebileceğiniz belki de tek yer burası. Turistler sıra sıra çekiniyor ben de çekineyim benim başım kel mi dedim. orada birbirine yardım eden iki turist vardı bana da aynı iyiliği yapar mısınız dedim. Biri erkek, Avustralyalıymış (ama Asya kökenli), öbürü kız, nereli olduğu yüzünden anlaşılmıyor. Saçlarının ucunu yeşile boyamış, gözlerine de yeşil lens takmış. Sordum Endonezyalıymış.



Singapur'da 4 ayımı geçirmiştim, 1 ayımı da Malezya'da, Tayland'da, Vietnam ve Kamboçya'da gezerek geçirdim. Fakat Endonezya'ya gidememiştim. Giden Avrupalı arkadaşlar da oranın insanının çok samimi (ve çok fakir), gittikleri turistik yerlerde Endonezyalıların kendileriyle fotoğraf çekinmek için sıraya girdiğini falan anlatmıştı. Oradan kanım ısındı kıza. bana nereli olduğumu ve yalnız olup olmadığımı sordu. Sonra muhabbet etmeye başladık. Petrol şirketinde çalışıyormuş, kurban bayramı vesilesiyle gezmeye gelmiş.

Ayasofya'dan çıktık. kız Topkapı'ya gidecekmiş, Google Maps'e baktım, aynı zamanda bir turist rehberinin Topkapı buradan demesinden de hareketle Ayasofya'nın girişinin sol tarafında kalan ve aşağı inen sokağı işaret ettim. Yerebatan Sarnıcı'na gittim.



Yerebatan Sarnıcı gördüğüm en enteresan tarihi yapılardan biri. İçinde fazla bir şey yok ama atmosfer güzel. Medusa başı varmış burada, tabelaları izleyip gittim Medusa'yla selfi aldım. Yanında eşi çocuğuyla gelmiş bir amca "Bu Medusa başı mı?" diye sordu kafa salladım. Ama amcanın canı İngilizce'siyle hava atmak istemiş sanırım, benim cevabı beğenmedi bir de "Is this Medusa head?" diye sordu ben de "Yeees it is." dedim.



Oradan çıktıktan sonra Topkapı'daki müzelere girmek için kıza gösterdiğim aynı yolu yürüdüğümde fark ettim ki bu yol hediyelikçilerden başka bir yere gitmiyor ve yol boyunca Topkapı sarayının duvarları size eşlik ediyor. "Alçak yere saray mı yapılır hay kafam" diyerek kendime söve söve geri döndüm ve kıza da nasıl bir kötülük ettiğimi fark edip mesaj atıp özür diledim. Kız da "Yeah I had a long walk." diye cevap verdi. Çok yürütmüşüm onu da :(

Bu arada telefonun şarjı ölü ve powerbank ara sıra şarj ediyor aleti. Kızla aşırı rötarlı bir şekilde mesajlaşıyorum akşam yemeği yiyelim diye ama iletişim her an kesilebilir. Birkaç müzeyi gezdikten sonra Sultanahmet'e gittim. Girişteki güvenlik "Cami ziyarete kapandı yalnızca namaz kılacaklar gelebilir, yarın şu saatte gelin." dedi. "Abim nasıl geleyim güzel abim ben istanbul'dan gidiyorum yarın. bir girmek nasip olmadı şuraya." falan dedim. Bir yandan da Çinlilerin kapanıp girdiği gözümden kaçmadı. :) Önce "benim yapabileceğim bir şey yok." dedi ama sonra acımış olacak ki çaktırmadan "Sen, 5 dakika" dedi girdik.

"Blue Mosque" diyorlar buraya. Fotoğraflardaki gibi bir maviliğini göremedim?



Çıktığımda yine kızla buluştum bu arada akşam olmuştu hava kararmaya başladı. Öğle yemeği yememiştim, etrafta bildiğim bir yer yok, zaten turistik restoranlarda ateş pahası. Duruyorum olduğum yerde karar veremiyorum nerede yiyeceğimize. "Henüz açlıktan ölmediysen en iyisi Beşiktaş'ta döner yiyelim." dedim. Kabataş'a gitmek için Tramvay'a bindik. Tramvay Eminönüne gelince "Bu son duraktı Cevizlibağ'a geri dönüyoruz." diye anons geldi mecburen erken indik.

İndiğimiz yerde bir dolu otobüsün kalktığı bir yer var. Neye bineceğimi bilmiyorum, "Nasıl Giderim?" appi iyi çalışmıyor. Sordum bir adama Beşiktaş'a nasıl gideriz diye, karşıya geç 28'e bin dedi. Altgeçitten karşıya geçtik, durak bomboş, gelen otobüs şöforüne sordum "Buradan değil geri gitçen." dedi eliyle geri geri işaret ederek. biraz ileri yürüyüp baktım ortada bir tane serviş dışı otobüs var başka da bir şey yok. Dedim herhalde bu şoför geri derken öbür yönü kastetti. "Ya pardon az önceki eleman yanlış yönlendirmiş." diyip bir daha altgeçitten yürüttüm kızı yine, karşıya geçtik. Bir yandan da kendime kızıyorum. Karşıda bir daha sordum başka biri "karşıya geçmen lazım. sonra 100 metre ileride başka bir durak var orada bekle" dedi. Bütün bunlar peşimde 11 saat yoldan gelmiş jetlaglı tüm günü de gezmekle geçirmiş bir turist varken yaşanıyor. Kibarlıktan "it's okay" falan diyor ama kim bilir içinden neler diyor kız :) Ben de bir yandan sesli bir şekilde kendime kızıyorum. Kendi memleketimde kaybolmayı pek güzel başarmıştım. Adamın dediği yere gittik oradaki otobüs durağındaki birine sordum "Kardeşim durağın önünde değil de ortada duracak otobüs." dedi. Artık kendimden iyice şüphe etmeye başladığımdan belki bunu da anlamamışımdır diye gittim ötedeki duraktaki bir adama sordum o da aynı şeyi söyledi. "Yolun ortasında araba mı duracak?" dedim, cidden durdu.

Beşiktaş'a geldik sonunda. yine kızı biraz daha yürüttükten sonra dönerciye oturduk, tavuk dürüm ayran söyledik. Kız ayranı beğenmedi ya la :s bitiremedi, garson biten yemeği alırken "bunu içiyorsunuz herhalde." diye ayranı bıraktı gitti, o da inanamadı. Abimin arkadaşı endonezyalı bir bayanla evli, abimlere misafirliğe gelmişler, yengem söyleniyordu "Kahvaltıda bir sürü şey var kadın sadece biber yedi." diye. Bu da turşu biberinin müptelası oldu ahah.

Şimdi düşündüm de dünya üzerinde tuzlu içecek içen tek millet biziz herhalde. Ayran ve şalgamı başka kim içiyor?



Oradan Beşiktaş'ta bildiğim bir kafeye götüreyim dedim ama neresi olduğunu hatırlamıyorum. Bir de beşiktaş turu yaptırdım kıza. sonra baktım kartalın burnunun dibindeymiş. Hay kafam. Oraya da oturmadık zaten, kız geleneksel tatlılardan denemek istiyorum diyor. Gittik Mado'ya oturduk. Kızla bitmek bilmeyen menüye uzun uzun göz gezdirdikten sonra baklava arası dondurma söyledik. Ama garson abi düz baklava getirmeyi uygun gördü. İtiraz edince "Anca böyle getirebiliyoruz, dondurma istiyorsanız 2 top koydurayım üzerine." dedi. Hey Allah'ım boşuna mı baktım menüye o kadar? İyi tamam böyle yiyelim dedim. Zaten kız baklavayı tatmak istiyorum demişti önceden.

Baklavadan bir ısırık aldım. Ya ben 6 aydır baklava yemediğimden ağız tadım değişti ya da baklava gerçekten berbat ki bence ikincisi. Pişirdikten sonra üzerine ekstra toz şeker ekmişler demek ki, ekmemişler basmışlar. Dedim bunu ben beğenmedim bu kız kesin beğenmez. Öyle de oldu. Sadece 2 tanesini yiyebildi, diğer 2'sini paket yaptırdı :P hesabı başka bir garson getirdi, sonra fişe baktı fişte "dondurmalı baklava" yazıyor. "Pardon arkadaşlar yanlış yazmış." dedi. "Bu tatlı sizde var mı?." dedim "Var efendim." dedi.

Benim ufaktan yaylanmam lazım, çünkü yurda son otobüs 23:50'de ve buna binmek için de önce Sarıyer'e gitmem lazım. Otobüs duraklarına doğru gidiyoruz. Ben acele ediyorum ama kız aheste yürüyor. Planım önce taksime hangi araba gidiyor ona bakmak ki kız oteline gidebilsin sonra veda edip hatıra fotoğrafı çektirip toz olmak. 

Gerçekte olan ise dolmuşun kalkmakta olduğunu görünce kıza "goodbyeeeee" diye bağırıp dolmuşun arkasından koşmaya başlamak. Dolmuşun bir türlü durmaması. O an aklıma Amerikan aksiyon filmlerinin gelmesi. Çok iyi denk getirip dolmuşun içine zıplamam. Dolmuşçunun ani fren yapmasıyla direğe tutunup devrilmekten son anda kurtulmam. Adamın "Noluyor lan" bakışı.

Ne yaptım ben? Kalan son sarj tanelerimle kıza mesaj çektim özür dilerim böyle buharlaştığım için diye. Beşiktaş'tan Taksim'e de gidebilir umarım kendi başına.

Dolmuş düşündüğümden 50 dakika erken vardı sarıyer'e. Aferim çok iyi düşünmüşüm. Ama mobiett app'ine baktım sefer iptal olmuş? Mecbur Koç Üni'ye taksi çekecez ama cüzdan'a baktım 0 liram kalmış. O son baklavayı yemiyecektik. Ziraat bankası buldum kyk kredisini çekeyim dedim. Atm "para çekme ünitemiz bozuk." diye hata verdi. İçimden saydırıyorum artık bu kadar şanssızlık olamaz diye. Şarj da %1 artık. Neyseki hemen yanı başındaki atm çalıştı da 50 lira çektim.Taksi durağına gittim, Koç ne kadar yazar dedim 15-16 yazar dedi. tamam dedim. Sarıyer'den çıkmadan aklıma geldi bozuğum yok 50 lira var dedim "Bir de önce kaç tutar diye soruyon." dedi manalı manalı. Koç ünili arkadaşlar güzel imaj bırakmış adamlara anlaşılan. "Bizim bozukluklar gitmesin bari benzincide bozduralım." dedi.

Benzinciye gittik istasyon patladı. Hastaneye gittik. Böyle bir güne böyle bir son yakışırdı ama sağ salim yurda vardım 1-1.5 saatte odayı toplayıp zıbardım ama yürümekten bacaklarım ağrıyor hemen dalamadım ertesi gün sabah 6'da kalktım ilk dolmuşla metroya gideyim diye o da yarım saat geç geldi bir de eve beraber gideceğim abimden fırça yedim. Son.

*

O "goodbye'ı", o kaçar gibi koşuşu, o atlayışı hiçbir zaman unutmayacağım ama. Hepimizin vardır yapıp da "Ben bunu niye yaptım şimdi?" diyip anlam veremediğimiz hareketleri. Bu da benim bu tip hareketlerimin listesinde ilk onda yerini aldı ehehe.  

Daha burada yazıyı gereksiz şişireceğinden anlatmadığım ama bana ilginç gelen kısımlar da var. Kendi memleketimde bir günün bu kadar enteresan olacağını düşünmemiştim. Elinizin altındaki bu harika gezi şehrinin kıymetini bilmelisiniz :)