Dikkat: Çoook Uzun Yazı! Ara vererek okuyabilirsiniz veya konu başlıklarına bakarak eğlenceli kısımlara atlama yapabilirsiniz.

On gün önce notlar açıklandı ve yarım saat sonra üniversite hesabımda benim için yazan "Devam Eden Öğrenci" ibaresi "Mezun Öğrenci" yazısına evrildi. Ne mutlu bana! Yalnız öğrenci kartım da mezuna çevrildi ve yemekhaneden indirimli menü çekemiyorum, daha ilk mayışı almamıştım halbuki :(


Daha önce ilk iki senemi anlattığım Bilkent CS Serüvenim yazısının devamını yazma zamanı geldi şimdi de.


2. Sınıf Yaz

Slovakya'da staj yaptım. İlgili yazıları burada bulabilirsiniz. (Gezi yazılarını yazmaya üşenmişim :P)

Ondan sonra Bolu Linux Yaz Kampına gittim. İşleniş biraz yavaştı ama en azından web programlama üzerine temel bilgilerim oldu. Bir de orada tanıştığım biri hayatımı kurtardı, bunu sonra anlatacağım.


3. Sınıf 1. Dönem

Dersler

Bu dönem herhalde kendime en hiçbir şey katmadığım dönem oldu. Dönem boyunca bir takım dersler için (Nesneye Dayalı Yazılım Geliştirme ile Bilim Teknoloji ve Toplum dersleri) bir sürü gereksiz yazı okuyup durdum. Yazılar o kadar gereksiz ve sıkıcıydı ki dayanmak için enteresan bir strateji izledim: bilgisayar ekranını ikiye böldüm, sol tarafa okuduğum pdf'i koydum sağ tarafta ise film oynattım. Belli bir süre sonra filmleri anlamanın zor geldiğini fark edince filmlerden çok daha az RAM yiyen Türk dizilerine sardım. Bu dönem tam 16 bölüm Diriliş Ertuğrul izlemişim ki 16 x 2 = 32 saat yapıyor. Gerçekten çok uzun bir dizi Diriliş Ertuğrul. Diriliş Ertuğrul'u bir daha izlemek istemiyorum, o gün yayınlansa bile ben ekran başında olmayacağım :P Şaka bir yana kostümler iyiydi ama çok fazla "milli görüş propagandası" vardı. (Anladınız siz onu) Ortaasya bozkırlarından gelmiş göçebe bir halkı İslam mücahiti yapmışlar, hepsi ermiş hacı olmuş hatim indirmiş sanki. Bir "Karagöz ile Hacivat Neden Öldürüldü?" filmindeki halka bakın bir de buradakilere, hangisi daha gerçekçi? Neyse uzatmayayım. Lineer Cebir diye bir ders vardı ki dersin olayı çıkmış soruları ezberleyip gitmekti resmen. Geçen sene almam gereken fizik dersini bu sene aldım, hız momentum falan işledik, güzel ve gereksiz bir lise nostaljisi oldu. Bir de deney yaptırıyorlar sanki ilkokuldayız, deneyin raporunu yazdırıyorlar bir de poster hazırlayıp (okulun kırtasiyesini zengin edip) asistanlara sunuyoruz, onlar da biz konuşurken kafa sallıyor.  Slovakya'daki stajda dijital sinyal işleriyle uğraşınca bölümümüz için zorunlu elektronik dersini bir an önce alayım da stajda ne yapmışım bir öğreneyim dedim. Dönem boyunca integral çözdük, EE çok teorik diye CS'ye geçen arkadaşım olmuştu adam haklıymış anlaşılan. Yetmedi bir de dördüncü kuru atlayıp Çince'nin beşinci kurunu aldım Singapur'da geliştiririm diye. Çince giderek zorlaşıyordu çünkü kelimeler hep tek hece (veya hecelerin birleşimi) olduğundan birbirine benzemeye başlıyordu. En eğlenceli geçen dersim ise "Rasyonalistler" isimli felsefe dersiydi. Spinoza'nın bir matematik kitabı düsturunda yazdığı (içinde aksiyomlar, teoremler var) Etik kitabı oldukça keyifliydi, öneririm. Özetle kariyerime hiçbir katkı yapmayan ama yedi dersle it gibi çalıştıran bir dönem oldu.

Nesneye Dayalı Yazılım Geliştirme dersi bir tür yazılım yönetimi dersiydi. Amacı grupça planlı programlı bir şekilde yazılım geliştirmeydi dolayısıyla bir grup projesi içeriyordu. Böyle bir proje yapmak durumunda olduğumuz için aslında çok mutlu ve hevesliydim çünkü ikinci sınıfta adamakıllı kod yazmamıştım. Tek yaptığım yazılım projesi hala birinci sınıfta yaptığım quiz oyunuydu. Ama proje grupları rastgele veriliyordu ve maalesef grupta böyle hevesli olan tek kişi bendim. O döneme kadar sadece kendim gibi çalışkan tiplerle takılmış olan ben bu dönem adeta Bilkent CS'nin karanlık yüzünü görmüştüm. Grupla ilk buluşmamızda çeşitli oyunları gösteriyordum bunu yapabiliriz, bunu yapabiliriz diye, grup arkadaşlarımın hepsi olur bana fark etmez modundaydı. (Muhtemelen de içlerinden "Sal artık bizi de kurtulalım." diyorlardı.) En sonunda saçma bir iki boyutlu stealth/adventure oyun fikriyle geldim. Bir adam vardı, evin sakinini uyandırmadan evin içinde anahtar eşyaları falan arıyordu, adamın hikayesi falan olacaktı. Tabii kısa zamanda bunların hiçbir önemi olmadığını anladım çünkü ders aslında rapor yazma dersiydi. Anlaşılan şirketlerin hiç işi yoktu, yazılım geliştirmeden önce bol bol rapor yazıyorlardı. Raporlar da çok uzundu, en son hepsini toplayınca ortaya 60-80 sayfalık bir şey çıkıyordu.


Ben mecburen rapordaki en basit bölümleri millete dağıtıyordum ama nafile, hiç beceremiyorlardı. Onların yaptıklarını atıp kendim bir daha yapıyordum. 1 Kasım 2015 Seçimlerinde oy kullanmaya eve gideceğim, AŞTİ'deyim, otobüslerin önünde laptop kucağımda hala rapor yazmaya çalışıyorum. Komedi bir durum. Üstelik benim saatlerimi harcadığım raporlara asistan bir bakış atıyor, olmuş gibiyse tik koyuyor, eksik bölümler varsa çarpı atıyor. İçeriği haklı olarak tınlamıyor. Bunu önceden bilseydim veya tahmin edecek kadar zeki olsaydım her şey çok daha güzel olacaktı ama olmadı.


Dönem içinde yaptıklarımdan bir kesit:




Kod yazma kısmı en son(a bırakılan) kısımdı. Dersin ismi nesneye dayalı yazılım geliştirme, nesneler  bilgisayar mühendisliğinde birinci sınıf birinci dönem konusudur, tüm bunlara rağmen grupla ilk buluşmamızda dördüncü sınıf olduğunu iddia eden elemanın "Nesne ne biraz anlatır mısın?" diye sorması üzerine anlamıştım ki gruptan bir şey olmayacaktı. Grupta ümit verir gibi gözüken bir kişiye uzun uzun yazdım Unity öğren beraber yazalım dedim her şey bana kalmasın hem de ortaya güzel bir şey çıksın. Söylediği (ve sürekli tekrarladığı) tek şey "Sen en iyi biliyorsun, bizim senin gibi düşünmemiz lazım o da olmuyor, hem biz kendimize o kadar güvenemiyoruz ama elimizden gelenin en iyisini yapmaya hazırız." Bu güzel ve iyi niyetli sözlerin altındaki gizli anlam şuydu: "Biz bildiğimiz kadarını yapabiliriz, bir şey de bilmiyoruz, bize amele işler verebilirsin, fakat daha fazlasını öğrenmeyi hiç mi hiç istemiyoruz." Nitekim öyle de oldu, oyunun %90'unu yazdıktan sonra "Bari Options ekranını falan kodlayın, hoca github'ta bir şeyler yaptığınızı görsün." falan dedim ama kime dedim. Dördüncü sınıf olan elemanın cevabı "Ben kod yazamıyorum ya yapamam." oldu. (Bu eleman aklınıza Bilkent'te baba parasıyla okuyan zengin imajı çizmesin, öyle dandik bir özel liseden değil, Ankara Atatürk Anadolu'dan gelmiş.) Başka da cevap gelmedi. Tabii böyle olunca proje sunumunda hiçbiri hocanın sorularına cevap veremedi. Ben de takım içi değerlendirmede fazla adaletli davranınca hepsinin notu düşük geldi.


Merak eden varsa; oyunu da Minecraft'ın yazıldığı LWJGL kütüphanesinin üzerine inşa edilmiş Slick 2D kütüphanesini kullanarak yazdım. Önermiyorum kullanmayın, yıl oldu 2017, Unity kullanın. En zor kısmı yürüyen adamın ses yapıp ev halkını uyandırıp uyandırmayacağını belirlenmesini kodlamak oldu, gerisi kolaydı. Yine de hepsini bitirdikten sonra alınan haz paha biçilemez. Fakat aynı oyunun daha iyisini ilkokulda yapmıştım (tabii kod kullanmadan) gören olsa geriye gidiş var der.


Hayat 


Bu dönem ilk defa okuyucularımla yüz yüze tanıştım, dönemin başında yazdığım "Üniversiteye Başlayacaklara Tavsiyeler" yazılarımı "Bilkent Duyuru"da yayınlamıştım, benim azimliyazar olduğumu öğrendi herkes, koridorda "Sen Azimliyazar'sın değil mi?" diyip benle tanışan kişiyle aynı dönem içinde iki sınıfta beraber derse girdik. Frizbi tanıtımı yapmıştım, orada görüp antrenmanlara gelen bir birinci sınıf vardı (ki hemşehrimmiş) ki bir dahaki dönem EPFL'ye beraber gidiyoruz (o değişime gidiyor tabii). Zeynep ve Serdar'a buradan selamlar :P


Dersleri iyice çorba edince de farklı dönemlerden ve farklı bölümlerden bir sürü arkadaşım oldu. Çevrem oldukça genişledi.


Kariyerim için bu dönem bir hocanın yanında çalışıp araştırma yapmam lazımdı ki doktoradan kabul alabileyim. Bu konuda felsefe hocamla sık sık konuştum. Uzaktan bakınca tuhaf ama kendisi Boğaziçi EE'yi bırakıp felsefeye geçmişti ve mühendislikle az buz içli dışlıydı hala. Bana bilgisayar derslerim iyiyse bölüm değiştirmememi tavsiye etmişti, direkt doktoraya gitmek yerine burada kariyeri parlak bir hocanın gözetiminde mastır yapmamı önermişti. Böylece hem araştırma deneyimim olacaktı, hem de doktoraya kabul almam kolaylaşacaktı hem de lisansta araştırma yaparak kendimi fazla hırpalamamış olacaktım. Mantıklı gelmişti. Bir dahaki dönem de exchange'e gideceğim için araştırma falan yapmadım, gerekirse orada yaparım dedim.


Frizbi takımının antrenmanlarına yeniden gitmeye başlamıştım. Bilkent'teki ilkokul ve lisede öğretmenliğe yeni başlamış bir Amerikalı karı koca antrenmanlara gelmeye başlamıştı: Kyle ve Grace. Kyle 9 yıldır frizbi oynuyordu ve aşmış gitmişti. Kaptanla anlaşıp takıma koçluk yapmaya başlamıştı. Takımı oldukça ileriye taşımıştı ayrıca acemilere (bana) oldukça yardımcı oluyordu, hatalarımızı büyük bir sabırla açıklıyordu her seferinde:) Tabii antrenmanlar da zorlaşmıştı benim için çünkü adam takıma daha önce görüp duymadığım taktikleri uygulatmaya çalışıyordu. Kendimi Rijkaard'ın sistemine uymaya üşenip "Bana güvenildiği yerde rahatım" diye demeç veren Servet Çetin yeteneksizi gibi hissetmiştim iyice. (Türkiye'nin sporda ve bilimde batık olmasının nedeni bu işte, iş kafalarda bitiyor yine.)


Oryantiring'e de gittim bir kere. Ankara kalesindeydi ve katıldığım en eğlenceli oryantiringlerden biriydi. Galatasaray formasıyla yerel halktan "Saldır Galatasaray!" tezahüratları eşliğinde kalenin etrafında koşturduk. Ankara kalesinde oryantiring olursa mutlaka gitmenizi öneririm.


Birinci sınıfın aksine kulüp aktivitelerine çok nadir gittim, oyun oynadığımı veya film izlediğimi hatırlamıyorum, diziler de malum. Bu dönem anlatacağım pek bir şey yok aslında, buraya kadar sıkıcı bir yazı oldu farkındayım, sonra güzelleşecek söz.




3. Sınıf 2. Dönem

Singapur'da geçirdiğim bu dönemde olanları arzu ederseniz uzun uzun buradan okuyabilirsiniz. Kısa özet: önceki dönemki tembelliğin acısını beş tane bilgisayar dersi alarak çıkarayım dedim, dersler ödevler çorba oldu, araştırma falan yapmadım, Çince bilgimi ise Çinli kızlara şirinlik yapıp sonra projelerimi onlara yaptırmak için kullandım. Herkes sporun dibine vuruyordu ben de vurdum, farklı takımların antrenmanına salça olarak haftada beş frizbiye gittiğim oldu. Şehri aşırı fazla gezmedim ama gezdiğim kadarı da eğlenceliydi. Tanıştığım Çinliler çok kapalı ve muhabbet fakiriydi, Singapurluların ise muhabbetini ya anlamıyordum ya da çok saçma geliyordu, Batı Avrupalı bir grubum vardı her akşam beraber yemek yediğim, adamlar çok akıcı konuştuğundan ne dediklerini anlamakta zorlanıyordum. Takıldığım hiç Türk yoktu, Bilkent'ten sadece ben gelmiştim. Yalnız takılmasam da dönem bittikten sonra da devam edecek arkadaşlıklar yapamadım pek, arkadaşım dediğim ve mesaj atıp muhabbet ettiğim iki kişi falan var şu an. Ha benden önce gelen arkadaşlarım da benzer tecrübeler yaşadıklarından bahsediyorlar. Hayırlısı. 




Okula ve eğitime gelince, bölüm kalabalık dolayısıyla çok fazla ders seçeneği var ayrıca IOS programlama, oyun programlama gibi pratik dersler var ve grup projelerinde Bilkent'tekinden farklı olarak insanlar çalışıyor! Bu inanılmaz! Bizde yıl sonunda sadece bitirme projelerinin sergisi varken burada 8-10 tane dersin projelerinin olduğu bir fuar vardı ve mükemmeldi. Bunun dışında eğitim konusunda öyle burası süperdi Bilkent kakaydı bir durum yok. Aldığım beş dersin ikisinin anlatımı rezaletti, bir tanesinde belli bir süre sonra "Kendim kitaptan okurum daha iyi" diyip gitmeyi bıraktım, biri geyikti. Anlayacağınız sadece bir derse düzenli gittim. Ona da kazakla montla falan gittim arkadaş bu nasıl bir klima fetişidir. 

Yeterince Çin çayı içemedim, Çin mantısı ve suşi yiyemedim. Ama bol baharatlı Hint yemeklerine ve karidese doydum :( Oradaki örnek helal kahvaltı:


3. Sınıf Yazı

Yaz için önce Avusturya'dan IAESTE aracılığıyla okula gönderilen staj teklifi için okul beni aday gösterdi. Maaş bayağı sağlamdı, formda "üç ay kalırım burada" yazdım. Saçma sapan hazırlanmış bir C.V. ve niyet mektubu yüzünden reddedildim. Web programlama bilgim az da olsa vardı, bunları yazsaydım ve Python bilgimin üzerini çizseydim belki bir şansım olurdu ama malesef bunu kaçırdım. Sonra gittim bu işleri Koç'ta bedava yaptım ahah. 




Singapur'dayken ders ve ödevlerden ve bunlardaki performanssızlığımdan bıkıp, bilgisayar mühendisliği için aşırı yetersiz olduğumu düşünmeye başlamıştım. Ufaktan başka bölümlerde mastır ve doktorayı düşünmeye başlamıştım (Ekonomi (oyun teorisi), felsefe, psikoloji, linguistik vs. özellikle Oyun Teorisi iyi bir seçenekti.) Kesin kararı stajdan sonra verecektim. Stajda aşırı süper bir performans göstermesem de en birinci süper doktora öğrencisi olamasam bile en kötü ihtimalle Koç'ta Bilkent'te mastır yapar sonra işe girer çalışırım, asıl para bilgisayar mühendisliğinde hem şu Makine Öğrenmesi de fena gözükmüyor diyerek bölüm değiştirmekten vazgeçtim.

Yalnız bu staj staja sayılmıyordu ve bir tane daha staj yapmam gerekiyordu, ama böyle bir stajı yapacak zamanım yoktu. Gerçekten yoktu. Orijinal planım Koç'tan önce bir tane daha staj yapmaktı. Fakat staj yeri bulamadım. Mail attığım kimse dönmüyordu. Eğer staj yapacaksam stajın sayılması için başlamam gereken belirli bir gün vardı, o günden sonra başlamazsam staj Ramazan bayramıyla çakışıyordu ve sonra da zaten Koç'taki staj başlıyordu. İlginç bir şey oldu ve tam o son günde başlayabilecek şekilde iki üç gün önceden TUBİTAK stajı çıktı bana. Fakat ortada bir sorun vardı o da şuydu ki bir hafta önce Kim Milyoner Olmak İster'e başvurmuştum ve tam da o güne randevu vermişlerdi. Stajı hep yaparız, Kim Milyoner Olmak İster'e bir kere katılırız diyerekten TUBİTAK'ı reddettim.

Aferin bana. Yarışmaya almadılar. Blogumdan falan bahsettim ama nafile. Keşke YGS'de derece yaptım diye sallasaydım. Veya ekşi sözlük yazarıyım deseydim ne bileyim. 

Koç'taki işi bırakıp gidemeyeceğimden ama stajı da 4. sınıf yazına bırakmak da istemediğimden bir şeyler yapmam gerekti. Kafamda ampül yandı. Bolu Linux Yaz Kampı'nda yeni mezun olup da Konya'da kendi startup'ını açmış (açacak çok güzel bir yer bulmuş) bir abi vardı, dedim abi sizin şirkette staj yapayım mı. Olur dedi. Tabii Konya'ya gidip çalışma imkanım yoktu, fakat belki evde yapacak bir şeyler verir diye bekledim, vermedi tabii. Staj raporuna da Koç'ta egzersiz niyetine yaptığım web sitelerini ve geliştirdiğim web tabanlı oyunu yazdım. Bölümün %60'ından daha fazla şey yapmışımdır bunlarla.

4. Sınıf 1. Dönem

Dersler

"Düzenli çalışırsam beş bilgisayar dersinin üstesinden gelirim ya Singapur'da çalışmadığım halde notlarım iyiydi, biraz daha dişimi sıkayım bir dahaki dönemim boş olur." gazıyla programı bilgisayar dersleriyle doldurdum. Fakat zamanımı daha çok yurt dışındaki üniversite sitelerini gezmekle, TOEFL çalışıp GRE için kelime ezberlemeye harcadım. Dersleri uzun uzun anlatmayacağım fakat hepsinin ödevleri ve projeleri vardı ve tabii hepsi son bir aya, daha sonra son üç haftaya, daha sonra son iki haftaya kaldı. Bir gün oturup hesapladım okulun bitmesine kadar her güne bir ders projesi düşüyordu. O dönemden nasıl sağ çıktım hala bilmiyorum. Grup projelerinden birinde projeye hiç yardım etmeyen elemana başka bir dersimin projesini yaptırmak gibi efsanevi taktiklerle yırttım. Paralel programlama diye bir dersim vardı, dersteki amaç yazılan programı bilgisayardaki o meşhur çekirdeklere (çift çekirdek dört çekirdek derler ya o) dağıtarak paralel çalıştırıp normalden kat kat hızlı olmasını sağlamak. Ben çekirdeklere dağıttığım halde hiçbir programım normalinden hızlı çalışmadı, çekirdekler AKP'li çıktı paralel çalışmayız dediler. Şakalar komiklikler. 

Takvimime (genelde okulla alakalı olan) önemli "son günler"i not ederim. Son iki hafta durum şöyleydi: (Büyütmek için tıklayın)


Doktorada çalışmayı düşündüğüm Makine Öğrenmesinin dersini aldım, ders tam bir bölüm sonu canavarı çıktı. Derslerde uykum geldiği için derse gitmiyordum, kitaplarda anlatılan matematiği ise anlamakta zorluk çekiyordum (gerçi sonradan anladım ki o kadar derin matematik anlatmıyorlar & istemiyorlar, Carnegie Mellon'ın derslerinde bile ağır kısımları kısa geçiyor adam.) Proje de son zamana kaldı, zaten gruptaki adamlar düzgün çalışmadı, saçma sapan bir proje çıktı ortaya. Hal böyle olunca doktora başvurularımı "Makine Öğrenmesi İstiyorum Ben!!11!!" diye yapamadım, hep İnsan-Bilgisayar Etkileşimine başvurdum, makine öğrenmesine başvurduğum bir okul vardı para verip TOEFL skoru gördüğüm halde başvuruyu tamamlamadım bile.

Bilmeyenler için not: Makine öğrenmesi demek şu: bir şeyi tahmin etmek istiyorsunuz, o tahmin etmek istediğiniz tipte veriyi/datayı makineye atıyorsunuz, makine öğrenip tahmin yapmaya başlıyor. Örnek: Bir yüz fotoğrafından yüzün bir insana mı yoksa bir ornitorenke mi ait olduğunu tahmin eden bir program yazmak istiyorsunuz. Bu durumda 1000 tane insan yüzü, 1000 tane de ornitorenk yüzü toplayıp makineye atıyorsunuz. Makine de diyor insanların kulakları kocaman, koca kulak görürsem insan diyeyim zırt pırt. Öyle buluyor.


Bu dönem bir de bitirme projesine başlıyorduk. Ona apayrı bir başlık açmam gerek.

Hayat

Yıllar önce, okula yeni başladığımda çömezlere verilen Oryantasyon programına katılmıştım. Zorunlu olan bu program okulu ve çevresini tanımak için "Spor salonuna git bir spor dene, kütüphaneden bir kitap al (sonra hemen geri ver çünkü nasıl olsa okumayacan.) X sınıfına git sıkıcı bir sunum dinle." tipinde görevler içeriyordu. Ben de spor salonuna Eskrim denemeye gitmiştim, kılıç falan var kuul oluyor diye. İki metre boyunda yaşlı ve kel ama dinamik ve yeri göğü inletecek gibi sesi olan Eskrim hocası harbiden tam bir Grandmaster'dı. O dönem eskrime "Beleş değil, önce beleşleri deniyeyim, naber len tenis" gibi süper bir mantıkla başlamamıştım. İkinci dönem başladı oryantiringe başladım. İkinci sınıf geldi frizbi. Birkaç ay sonra fitness + frizbi. Singapur'da seçme sporlar. Eskrime bir türlü sıra gelmedi. Çocukken Harry Potter, Narnia ve Yüzüklerin Efendisi okumamla başlayan ve Game of Thrones ile iyice alevlenen fantastik roman yazma hayalimi eskrime başlamak için bahane olarak seçtim, dedim "Madem kılıçlı bir şeyler yazacağız tecrübe edeyim kılıç oyunu nasıl bir şeymiş." (Aranızda eskrimci varsa eminim gülüyordur.) Gittim spor salonuna başvurumu yaptım, bütün spor kursları bedava olmuş, parayı gözden çıkarmıştım ama o da iyi dedim.


Tehlikenin yaklaştığını buradan anlamalıydım.


Kursa kayıt yaptıran kişi sayısı: 20 

İlk gün gelen kişi sayısı: 10
İlk aydan sonra ikinci ayda gelen maksimum kişi sayısı: 5-6
İlk iki aydan sonra gelen kişi sayısı: 1-3
Son ayda gelen kişi sayısı: 1 (ben)

Eskrim kariyerim bizim milletin zevksizliğine takıldı. Benim hayalimdi lisede spor kurslarına gidebilmek. Dördüncü sınıfım ders bitsin de eskrime gideyim diye kalbim çarpıyor benim. Geç kalmayayım diye quizi erkenden bitirip spor salonuna gittiğim oldu, hoca tek ben geldiğim için beni geri yolladı. Adamlar birinci sınıf, kendilerine bedava kurs hizmeti sunulmuş, gelmiyorlar ya la.

Bu meselenin AKP'yle, fetöyle, illuminatiyle, ikinci orhanla, dördüncü abdülhamitle falan alakası yok arkadaşlar. Problem sizde. Bizde. Kafalarda.

O ilk iki aydan sonra gelen kişilerin biri birinci sınıf öğrencisi ve Azeri. Öbürü ise İtalyan bir Erasmus öğrencisiydi. Yani okul bir senede bu topraklarda yetişmiş tek bir bünyeyi eskrimci yapamadı. Tek ben devam ettim ben de son sınıfım gideceğim bu diyarlardan. Turnuva olsa okul takımına koyacak kimse yok.


"Okul sınavlar finaller felan zor gelmiştir." millete desek, ben son senemdeyim altı dersle bir yandan doktora başvurularıyla uğraşıyorum ve buna rağmen gelebiliyorum, size ne oluyor diye be kardeşim. Ne diyeyim artık iyi tweetler instagramlaşmalar.


Hoca da ben tek geliyorum diye paso beni geri gönderiyordu, kızdım son hafta ben de gelmedim.


Bunun dışında "Hayat" kısmına yazabileceğim pek bir şey olmadı malesef. Normalde iyi bir insan olan fakat odada canavara dönüşen, bağıra bağıra kantır oynayıp, oyuna ve içindeki Ruslara küfürler savuran ve gece fiks 07:30'da yatan (gece değil gündüz) odama arkadaşım da dönemi iyice çekilmez kıldı. O dönem aynı katta olup da bana sürekli hal hatır sorup benimle muhabbet eden, kötü durumu biraz olsun iyileştiren, sonradan okuyucum olduğunu öğrendiğim mühendis kardeşlerime de buradan selamlar.


Bitirme Projesi


Her üniversitelinin son sınıfta uğraşmak zorunda olduğu bitirme projesini bitirme sırası bana gelmişti. Tabii önce bir gruba ihtiyacım vardı. Dönemin başında gurur yaptım, "Ya ben ne uğraşacağım insanlara tek tek mesaj atıp dilenci gibi beni gruba alır mısın / grubuma gelir misin? demeye. Onlar beni alsın hıh." dedim. Sonra da okulun ilk bilmemkaçında olmasa da bir şeyler yapabileceğine inandığım ilk grubun teklifine okey dedim. Sıra proje konusu ve konuya uygun bir danışman hoca bulmaya geldi. Proje konusu ar-ge'ye uygun bir şey olun ki makale falan basalım güzel olur diye yan hedeflerimi belirttim gruba, (hatta sonra danışman hoca adaylarına). Yalnız çok kısa sürede anladım ki proje arkadaşlarım fikir fakiriydi. Hiçbirinden fikir çıkmadığından danışma hocamız olabileceğini düşündüğümüz hocalarla görüşmeye benim tuvalette aklıma gelen dahi fikirlerle gittik. İki tane hocayla benim muhabbetimden ibaret olan fail görüşmeden sonra gruptaki Kırgız eleman "Ya benim şöyle bir fikrim var dönemin başından beri bunun üzerinde çalışıyorum." diye çıka geldi. Dedim "Bunu kabul edersem en azından benden başka bir kişi daha garanti çalışıyor olacak en iyisi hemen evet diyeyim." dedim.


Fikir şuydu: Bir şirkette kıymetli bir eleman işten çıkınca yerine birini koyması epey zaman alıyormuş ve şirket bayağı bir zarar ediyormuş. Bu durumda kimin işten çıkma ihtimali var tahmin edip ona göre önlem almak (çalışanın maaşını arttırmak veya alternatif bir plan oluşturmak) elzemmiş. Buradan bizim payımıza düşen o tahmini yapan ve yayınlayan bir yazılım yapmak.


Kişinin işten çıkma olasılığını tahmin eden bir program. Bitirme projemiz buydu.


Tabii makine öğrenmesi bu tip tahminler için kullanılıyor ama o kadar da değil. Yuh müneccim miyiz biz dedim. Harbi dedim bunu. Ayrıca bu tahminleri yapmak için gereken datayı nereden bulacağız. Arkadaşım torbacı gibi "Bize data sağlayacak biri var merak etme ben görüştürecem." dedi görüştük adamla. Adam diyordu ki "Yazılımı Kırgız eleman yazıyor zaten, data benden, size bu Makine Öğrenmesi kalıyor." Yani proje tam istediğim gibi bir ar-ge projesiydi fakat ortada bir sorun vardı, ya hiç yapamazsak. "Yapamazsanız kişinin maaşının o pozisyonda çalışan diğer kişilere oranını koyarsınız yazılıma. O da yeterli." dedi.


Özetle aslında bu Kırgız arkadaşın da hissedarı olduğu (ama büyük ortak olmadığı) ve işin tamamını kendisi gönüllü olarak yaptığı bir startup projesiydi ve biz de bu projeye gönüllü olarak para almadan ar-ge yapıyorduk. Öte yandan biz de entelektüel açlığımızı dindiriyorduk ve fazladan amele bir işten kurtuluyorduk.


Fail olan buluşmalarımızdan farklı olarak "Bu iyi birine benziyor hem referans verir bana." dediğim kariyerli bir hocayı danışman olarak seçtim ve projeye de JobbCheck diye bir isim salladım (o ara bilmiyordum ama projenin orijinal ismi Paytrends imiş.)


İlk dönem rapor yazmakla geçti. Data verecek adam ve Kırgız'ın ofisinde bir görüşme daha yaptık. Ne tip çözümler bulunulabilir düşündük. İlk olarak şirketin prestiji de önemli dedik, Bim'de çalışıp krallar gibi yaşayan bir insan pekala Google'da paspas yapmayı da seçebilirdi. (?) "Employer Branding" adını verdiğimiz bu prestij meselesi için data toplamaya başladık, çeşitli şirketlerin bilgilerini (facebook likelarını, twitter likelarını vs.) excele giriyoruz. Oldukça gerizekalıyız, datayı elimizle topluyoruz (kutulara yazıyoruz). Datacı şaşırıyor "elinizle mi topladınız?" diye, bön bön evet diyoruz. Ben bu işte bir tuhaflık var ama neyse gruba uyayım diyorum. Biri de çıkıp "Tamam yeter bu kadar sürünmek, ben kod yazıp öyle toplayacağım." demiyor. Data toplandıktan sonra da biri de gerisi için ben şunu yapayım demedi ve dönemi kapattık.


Kapattık kapatmasına da, notlar bir açıklandı, benim karnemde "DI" diye ne idüğü belirsiz bir not var. Arkadaşlarda da aynısı var. Ne olduğu üzerine uzun uzun beyin fırtınası yaptık. Öğrendik ki açılımı "Disciplinary Investigation" imiş yani Disiplin Soruşturması.


Nasıl Disipline Verildim


Acı gerçeği saat akşam on civarı öğrendik. Neden disipline verildik, bunu hak edecek ne yaptık? Şimdi ne olacak? Kafamızda binlerce soru. Sekreterden tek bir mail geldi: "Proje konunuzda intihal şüphesi var. Süreç hakkında bilgilendireceğiz."


O gece uyuyamadım, diyemeyeceğim, uykusuz olduğumdan fosur fosur uyudum. Ertesi gün Kırgız elemanla bölüm başkanının odasına gittim. Hocanın konuşması biraz kibirli gibiydi, "Yakaladım sizi köftehorlar kendinizi çok akıllı sandınız değil mi yemezler bana kül yutturamazsınız." bakışı vardı. "Bundan sonra iş disiplin kuruluna kaldı." falan dedi. Ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum ama uzatmanın bir anlamı olmadığı için "Müsaadenizi isteyelim." diyip kalktım direkt.


Datacı abiyle de konuştuk ve sır perdesi çözüldü. Hoca haklıymış.


Meğerse bu adamlar ofiste çay kahve takılıyorken gerçekten startup olalım alem startup görsün demişler. Bilkent Cyberpark'a (Bilkent'in teknokenti, içinde yazılım şirketleri falan var.) başvuru yapmışlar. Başvuru formundaki "Bilkent öğrencileriyle ne gibi bir iletişim içindesiniz?" metinli tuzak soruya datacı abi "Bilkentli öğrencilere bitirme projesi verdik." diyerek atlamış. Tam notların açıklanacağı gün bu belgeyi gören bölüm başkanı Beşir'den gerçeği öğrenen Adnan Bey misali koşarak kendi odasının kapısını hiddetle çarpıp içeri girmiş, bizim hocanın verdiği notun üzerini karalayıp DI yazmış. Buyrun cenaze namazına.


Dersten kalacaktık. Son anda her şeyi batırmış, yüzmüş yüzmüş kıyıda boğulmuştum. Hayatımın en kötü dönemini yaşıyordum. Depresyondaydım. Sabahları bol yoğurlu balık yiyor, öğlen kampüste gezinip milletin ferrarisini çiziyordum dayak yiyeyim diye, akşam Sincan'da malum oturuşla kova çekiyordum. Şaka şaka, bütün tatil Attila Total War oynamakla geçti, Vikingleri alıp hıncımı İspanya'daki Müslümanlardan çıkardım. İngiltere'den çıkaramadım çünkü adamlar dizidekinin aksine atlara binip baltalı ışidçilerimi rahat rahat kesiyorlardı. Bu da böyle bir anımdır.


Yalnız ne yaparsam yapayım, kıyamet senaryoları kafamdan gitmiyordu hatta bunları düşünmekten mazoşist bir haz alıyordum. Bitirme projesinden kalırsak bitirmeyi tekrar alıp yaz okuluna burada kalıp projeyle uğraşacaktık. Hatta disiplin kurulu zamanında kabul veremezse bitirme projesini yeniden almak bir daha ki seneye sarkacaktı ve akabinde bursum kesilecekti ve ben de kızıp ODTÜ'ye yatay geçiş yapacaktım.


Datacı abi hocayla konuştuğunu ve hocanın duruma olumlu baktığını falan söyledi. Gruptaki arkadaşlarından biri memleketinden geri döndü ve grupça bir görüşme daha yaptık. Olumlu baktığı falan yoktu, o disiplin kurulu toplanacaktı bir kere!! Ama adam haklıydı, datacı reis önce formda mavi ekran vermiş, olaydan sonra formu aceleyle değiştirip üzerine tüy dikmişti. Bölüm başkanı da "Ya bana ya da Cyberpark başkanına yalan söyleniyor." diyordu.


Kırgız eleman konuştu, "Hocam aslında bu benim projem, proje aslında böyleydi ben bunları bunları önerdim proje çok farklı bir hale büründü intihal olmaktan tamamen çıktı." dedi. Buna karşı hocamız öyle bir karşı argümanla geldi ki bu argüman beni hala felsefi düşüncelere sevk etmekte: "Projede kullanacağınız çözüm intihal olmayabilir. Ama problem statementınız (çözeceğiniz problem) şirketten alınma."


Böyle bir intihal nedenini sadece "The Social Network" filminde duymuştum, (bilmiyorsanız özet geçeyim, kahramanımız havuçkafa yazılımcıya iki tane Derya Büyükuncu yaklaşır "Psst, nabıyon lan nerd, bizim bir fikrimiz var bir kız bulma sitesi düşünüyoruz şöyle şöyle özellikleri olsun, kodlayıp bizim elimize teslim eder misin sana para veririz?" Yazılımcı kardeşimiz bu işe ok dese de projeyi sallamaz, arada kendi projesiyle uğraşır, ismini "The Facebook" koyar, sonra yüzücü kardeşler "Fikrimizi çaldın!!" diye bunu dava ederler ve 65 milyon doları cukkalarlar (Mark Zuckerberg'in toplam değeri şu an 65 milyar dolar)) Evet biz de birer Mark Zuckerberg'dik bu mantıkla :d


Fakat bu mantıkla tüm bitirme projeleri çalıntıydı. Özellikle "Şarkı önerme yazılımı" yapan bir grup vardı ki bu mantıkla Spotify bu gruba dava açıp son makarnasına kadar her şeylerini almalıydı.


Hocaya aynen bunu dedim, "Ama sizin belgede böyle yazıyor." felan dedi. "Hocam en azından disiplin kurulu çabuk karar versin de ona göre ders seçimi yapalım." diyince "Çocuklar sizin proje konusunun intihal olması sizin bu dersten kalacağınız anlamına gelmiyor. Sadece bir yerlerden biraz puan kırar notunuzu düşürürüz. Daha önce böyle bir şey başımıza gelmedi o yüzden nereden notunuzu kıracağız onu bilmiyorum." dedi. Hepimize bir rahatlama geldi.


Son olarak Kırgız arkadaş "Hocam diğer bölümler projelerini şirketlerle yapıyor. Bizim de böyle yapmamız iyi bir şey değil mi?" Hoca da "Ama Bilgisayar Mühendisliğinde asıl olay kod yazmak değil kendin hayal edip bir şey üretmektir. Kodlamayı ilkokul çocukları da yapıyor, görüyorsun devlet başkanları ilkokullara kodlama dersi koyma yarışında, çünkü asıl zor kısım bu değil." konu başlıklı ama içinde gizli bir "Hayal et startupı kur parayı götür işte yoksa çulsuz bir teknik eleman olursun veya bizim gibi okullarda sınav kağıdı notlarsın." anlamı içeren biri konuşma yaptı.


Bundan birkaç gün sonra bir sabah, alarmı sekizinci kez erteleyip uykuya dönecekken telefonuma gelen bir mail gözüme çarptı. "Admission to EDIC and fellowship offer" başlıklı bu mail bana Lozan'daki EPFL isimli üniversitede doktoraya burslu olarak kabul edildiğimi yazıyordu. Boş odada bir çığlık attım, sonra ailemle görüntülü arama yaptım.


Neşem yerine gelmişti artık, disiplin kurulunun ne düşündüğü hiç önemli değildi. Ama yine de söyleyeyim, beraat ettik. Yalnız hocamız projemize B vermiş, o kadar proje içinde en düşük notu almış bulduk. Bunun için miydi bu kadar curcuna yafs.


Facebooktaki aile chat grubumuzda hava attım, "Disiplin soruşturmam oldu, üç kardeşin en badassi en godfatherı benim artık." diye. Abim "Ben asistandan sınav sorularını almıştım 100 almayacağıma söz vererek." dedi, sustum.


4. Sınıf 2. Dönem


Dersler


İlk defa bu dönem dersler hakkında uzun uzun anlatabileceğim bir durum yok. Klasik olarak yedi ders aldım ama hepsi osuruktan dersler. Endüstri mühendisliğine giriş dersimiz vardı ama dersin hocası doğduğunda henüz sanayi devrimi gerçekleşmemişti, tek derse bile gitmedim. Üçüncü sınıfta çok önem gösterdiğim fizik deneyini bu sefer kafamdan attım, deney posterini bu sefer bir dakikada robot gibi anlattım sonra sunum bittiği anda çöpe atıp labtan çıktım. Tek bir bilgisayar mühendisliği dersim vardı o da Matematik dersi çıktı. Nasıl olsa kabulümü aldım deyip hepsini salladım, dönem sonunda 2.77 ortalama getirip geçen dönem bitirme projesi yüzünden 3.85'e düşen not ortalamamı iyice kuşa döndürdüm, okulu 3.74'le bitirdim. CV'me "Ama EPFL'ye girmeden önce not ortalamam 3.91'di." diye yazarım artık. Şaka bir yana bu düşüşün bana tek olumsuz etkisi EPFL'yi bırakırsam olur, daha iyi bir yere gitmekte zorlanırım belki, ama zaten EPFL'yi bırakırsam da gidip Amerika'da doktora peşinde koşmam, o yüzden önemsizdi.


Bir de Bilgisayar Biliminde Araştırmaya Giriş dersi aldım, onu en altta anlatacağım.


Hayat


Bu dönem yapmayı planladığım bir çok şey vardı. Söylememe gerek yok sanırım, hiçbirini yapamadım, planladığımdan çok farklı şeyler yaptım.


Dönemi okulu kırıp Aksaray'da Akademik Bilişim'e giderek başlattım, izlenimlerimi buradan okuyabilirsiniz.


Dönemin başında arkadaş "Masa oyunları kulübünün toplantısı varmış, gidip bir iki oyun oynayak mı?" dedi, gittik. Gidiş o gidiş, beni o masadan kaldıramadılar. Her hafta cuma günleri sabaha kadar kart oynamaya başladım. Yetmedi aramızda toplanıp paralel oyun geceleri yapmaya başladık arkadaşlarla (çoğu benim gibi o dönem mezun oluyordu.) Catan diye bir oyun vardı bir adaya şehirler köyler kurduğumuz, o oyunu hiç değilse bi elli kere oynamışımdır. Oyunu satın alan arkadaşla whatsapp mesajlarım özetle +Catan? -Olur iki kişi daha bulalım. şeklindeydi. Oyunda "Koyuna odun verir misin?" tarzı konuşmalar geçiyordu paso, uyuyordum rüyamda Kamboçya'da şeftali verip lama alıyordum. İyice kafayı yemiştim. Arkadaşım benimle dalga geçiyordu kumar batağına düşmüş amcalara döndün diye. Derslerin o kadar düşmesinin sebebi de buydu zaten, ertesi sabah vize var gece dört ben kumar masasındayım. Dört senede içimde biriken işsizliği böylece atmış oldum.


Cuma günkü oyun buluşmalarının ilki (amma çok kişi var la)


Siz siz olun dördüncü sınıftan önce masa oyunları kulübünün etkinliklerine gitmeyin, giderseniz de benim gibi abartmayın.

Bu dönem Çince'yle ilgili herhangi bir şey yapmadım, beraber Çince aldığım arkadaşlarım Çin'e mastıra gitti. Ama son yaz tatilimi ucuzcu bir Doğu Avrupa turuyla geçirmek istediğim için duolingo'dan Rusça öğrenmeye başladım. Bu vesileyle ve bir de gruptaki Kırgız elemana takılarak bir sürü Kırgız arkadaş edindim. Bulduğum Kırgızlara Azerilere Rusça'yı yapıştırmaya başladım. Eğlenceliydi. Anladım ki eğer Exchange/Erasmus için belirli bir yere gitmeyecekseniz en mantıklı yabancı dil Rusça imiş, çünkü Bilkent'te (ve diğer yabancı öğrencilerin uğrak noktası olan okullarda, en bariz örnek ODTÜ) bir sürü Azeri, Kırgız, bir miktar da Kazak ve Tacik öğrenci var ve neredeyse hepsi ana dili gibi Rusça konuşuyor. Ayrıca Ankara'dan Ukrayna'ya çok cüzi fiyatlarda uçuşlar var, gidin yabancılarla da pratik yapın. Dilin kötü yanı ise gramerin çok karışık ve ezber gerektirmesiydi. Gramerin mramerin olmadı her şeyin bambambam olduğu Çince'den sonra Rusça çok uğraştırıcı geldi, hevesimi aldıktan sonra bıraktım. Harışo. 

Spor konusuna gelirsek; eskrime sıfırdan başlamamak için (bir de hocanın öğrenci gelmeyince paso geri göndermesine kıl olduğumdan) bu dönem sadece okçuluğa kaydoldum, eskrime bir ay sonra falan misafir olarak katılırım dedim. Okçuluğun ilk günü fena değildi, ilk atışımda yayı bırakmaya korktum ama sonra alıştım. Sadece bir kere on ikiden vurabildim. İlk günün sonunda anladım ki okçuluk asla eskrim kadar heyecanlı olamayacak. Direkt eskrime kaydolmaya gittim. Sonra gördüm ki hoca bu sefer "Orta seviye" kursu açmış. Gittim. "Okul takımını yazdım, seni de yazayım." dedi. Mayıs'ta Konya'da üniversiteler turnuvası varmış, "Ben de gitmek istiyorum." dedim hemen, "Tamam seni götürelim o kadar gittin geldin." dedi reis. Erkekler takımında üç kişi vardı, elemanlardan biri benim gibi 2013 girişliydi ve bayağı iyiydi, daha önce ortaokulda biraz oynamıştı ama asıl üniversitede geliştirmişti kendini (haftada altı antrenman yapıyordu öküz.) Öbürü de fena değildi. Ama hazırlıkta olduğu için okul onun turnuvaya gitmesine izin vermedi, bizim okulun cinslikleri işte. Hoca onun yerine daha önce beraber İngilizce dersi aldığım ve bu sene mezun olacak bir elemanı soktu. Adam en son ortaokulda oynamış, bayağı unutmuş. Kız takımı yoktu, Erzurum Bilkent'ten gelen ve lisede Türkiye şampiyonu olmuş bir kız girdi bireysel olarak. Bir de bu dönem başlayan bir çocuk vardı ama evrakları sürekli geciktirdiği için hoca kızdı kafileye almadı.


Turnuvaya kadar okulda haftada bir yukarıda saydığım kişilerle oynadım. Bayağı iyiydi dediğim elemanın kulübüne yazıldım, Çankaya Eskrim kulübüne. 12 yaşındaki kıza 31631934. kez yenildikten sonra benden bir halt olmayacağını anladım, bir ay sonra turnuvaya bir hafta kala bıraktım. (O kız Türkiye üçüncüsü oldu gerçi) Bir ayda toplam beş maç falan alabildim anca kulüptekilerden, hatta ilk maçımı aldıktan sonra "First Blood!" diye dalga geçtiler. (gözünüz korkmasın, oradakiler süper değil, ben çok kötüyüm :P)


Hoca sözünü tuttu ve nihayet Konya'ya gittik. Rixos otelde kaldık. Bizimkilere "Konya tatili kazandım." diye hava attım. Açık büfeden nemalanıp sauna havuz yapıp Konya'yı gezdim. Çok gezmeye vakit olmadı gerçi, Mevlana müzesine gittim bi geldiğimiz gün. Mevlana müzesini gezen Çinlilere Nihao dedim. 



İkinci gün erkenden kalkıp maçlarımızı yapmak üzere salona gittik. Maç aralarında diğer sporcularla konuştum, benim gibi bir sürü çömez vardı. Hatta Koç'tan altı kişi gelmişler, hepsi de yeni başlamış. Altı tane grup maçım vardı, iyi hemen elenip gitme yok diye sevindim. En zor iki maç ilk iki maçtı, geri kalan herkes benim gibi çömezdi. İlk iki maçta yenildim ama ezilmedim. Üçüncü maçı oynadığım eleman bir garipti, adam üzerime zıplayarak sayı falan almaya çalışıyordu. Sakin kalarak yendim ve bir oh çektim oh be sıfır çekmeyeceğim diye. Ama havaya girmişim, sonraki iki maçı beleş verdim. En son maç çok heyecanlıydı, karşımdaki çömezdi ama iki maç almıştı boru değil. Önceki maçlardan ders çıkarıp tüm gücümle oynadım. Ama her sayı alışımda karşıdaki de aynı anda sayı alıyordu. 1-1 2-2 3-3 4-4 en sonunda 5-5 oldu, hakem maçı durdurdu "Eskrimde maç berabere bitemez, sen bir adım geri çık." dedi skoru 4-4'e getirdi. Aşırı heyecanlandım. Tek bir sayı ve iş bitecekti. 

Epey bir kılıç tokuşturduktan sonra dedim aha boşluğu buldum dalıyorum. Tam kolumu uzattım, tereddüt edip durdum. Karşıdaki adam anlık tereddütümü gördü ve kılıcını batırdı omzuma. Yenildim. Hoca dedi "Bu maç artık rüyalarına girer." adam haklı :( Maçı alsaydım gruptan çıkıyordum ama muhtemelen sonraki maçta yenilecektim, o yüzden çok da üzülmedim.



İkinci gün ise takım maçları vardı. Takım maçları takımdaki oyuncuların bireysel puanlarına göreymiş, dolayısıyla karşımıza dişli bir rakip geldi. Takım arkadaşlarıma "Ben umutluyum alırız belki." dedim defalarca ama bana güldüler. Elemanlardan sağlam olanı "Sen 12 sayı al ben senin için maçı alacağım." dedi. 

Tek bir sayı alamadım ya la. İlk maçta karşı takımın sağlam elemanı noob olduğumu anlayıp üzerime koşarak gelmeye falan başladı, kılıcıma falan vurdu habire dalga geçmek için. İkinci eleman da ayı gibiydi ve solaktı, geçit vermedi. Üçüncü eleman zayıftı ve temkinli oynadı, ben de temkinli oynadım, sonra hakem "Bir dakika içinde sayı olmazsa beraber sayılır." dedi, mal mal indik pistten. 


Takıma herhangi bir sayı kazandıramadığım gibi bir de maç sırasında anın heyecanıyla (kızgınlığıyla) kılıcın ortasını düzelteyim derken kılıcı büküp kırdım. Hakem elini ağzına götürüp bir tarafa dönüp gülmeye başladı. 

Maç 45-33 bitti, adam doğru hesaplamış, 12 sayı alsam alıyormuşuz :d 33 sayının 27'sini bir kişi aldı.

Turnuvayı da Düzce Üniversite'sindeki beden eğitimi öğretmeni adayları kazandı. 

Turnuvayla ilgili bence komik bir enstantene de şu, ilk gün ödül töreni yaparken karmaşayı önlemek için "Maçı biten sporcular lütfen tribüne geçsin." dediler ama kimse sallamadı. İki gün elimize top verdiler "Bu topları tribüne geçip sepetimize atacaksınız, biz de rastgele çekip hediye verecez." dediler, tabii sonra herkes tribünlere :) Çaktırmadan ödül törenini de aradan çıkardılar çakallar.



Bitirme Projesi Fuarı


Bitirme projesinin arayüz kısmını Kırgız eleman yazdı, bitirdi. Geri kalan kısma yani asıl kısma kimse elini sürmedi. Grubun makine öğrenmecisi ben olarak bellendiğimden bana baskı yapıyorlardı artık bir şey yap diye, ben de mümkün olduğunca erteliyordum (o sıralar kumar oynamakla meşgulüm tabii). Baskılar özellikle bizimiler Proje Fuarında Data Science Award diye bir ödül olduğunu ve bu ödülün 5000 lira olduğunu duyunca arttı.


Buluşmalardan birinde benim sürekli bahane verdiğimi görünce biz bir şeyler deneyelim dediler, dosya (csv) okumakla bir saat uğraştılar. Anlaşıldı bunlar ben çalışmazsam projeyi bitiremez dedim kolları sıvadım ama durum sandığımdan vahimdi. İşin üzerine düşündükçe aklıma çözülmesi gereken ama asla bir haftada çözülemeyecek problemler geliyordu. En başında şu vardı, biz kimin işte çıktığını biliyorduk ve onlara 0 yazıyorduk, fakat şu an işte olanların data toplandıktan hemen bir gün sonra işten çıkıp çıkmadığını bilemiyorduk, belki emekli olana kadar kalacaklardı belki hemen gideceklerdi. Onlara 1 yazmak abesti. Ayrıca kimin en prestijli şirket olduğu hiçbir yerde yazmıyordu, "Employer Branding" olayı yalandı yani tamamen. En büyük sıkıntı ise datacı abinin datasında hiçbir şey yazmamasıydı. Benim hatam şuydu, proje fikrini onaylarken en başında datayı sorup incelemem gerekirdi ama bu anca iş işten geçince aklıma gelmişti.


Dört yılda geliştirdiğim üstün taktiklerimi burada da uyguladım. Bir kere datanın gerçek olmasına gerek yoktu, bir yerden sallama da olabilirdi. Kaggle'da (Veri analizcilerinin sitedeki veri/datasetleri kullanıp çıkarımlar yaptığı ve metodlarını herkesle paylaştığı platform) IBM'in IBM bilim adamlarınca uydurulmuş bir çalışan datası vardı, onu aldım. Tabii onu almışken tekerleği yeniden icat etmeye gerek yoktu, en çok oylanan iki çözümü aldım denedim. (Yine mi intihal yaptın? diyeceklere: makine öğrenmesinde intihalden söz etmek zor biraz, herkes sklearn diye bir kütüphanenin fonksiyonlarını çalıştırıyor, kendileri bir şey yazmıyor. Tüm çözümler 50-100 satır falan. Ben de başkalarıyla aynı fonksiyonları çağırmış oldum, parametrelerin bir kısmını değiştirdim ama. ) Çözümler leşti ama ikisini birleştirince ortaya güzel bir şeyler çıktı. Ayrılanların %75'ini, ayrılmayanların %77'ini doğru tahmin edebiliyordum, fena değildi. Dört tane gerçekten işten ayrılan kişinin kişisel bilgilerini (örneğin evinin işe yakınlığını) mantıklı sallayarak (On senedir aynı şirketteyse yakın eve taşınmıştır bir zahmet) sallayarak programı test ettim, 3/4 yaptı. Tabii sadece dört tane veriyle test etmek yeterli olmadığı için bundan hiç bahsetmedik.


Özetle projeyi hocalara sunmadan önce şunlar yapılamamıştı.

- Şirketlerin prestiji hesaplanmamıştı.
- Gerçek çalışan verisi toplanmamıştı, var olan da kullanılmamıştı.
- Var olan test etmekte kullanılmıştı ama sadece dört tanesi.
- Verilen bir kişinin işten çıkma ihtimali hesaplanabiliyor ama bu arayüzden yapılamıyor. Ben kendi bilgisayarıma yazıp çalıştırıyorum.

Proje demosundan önce dedim Kırgız reise bunları önceden söyleyelim. "Hayır biz güzel güzel anlatalım sorarlarsa söyleyelim." dedi. Girdik sunuma. Projeksiyonlu bir oda, içeride bizim danışman hocayla iki tane jüri üyesi oturuyorlar döner koltuklarda, biz bizeyiz. Sunum İngilizce olmalıymış. Kırgız anlatıyor, hoca makine öğrenmesi ile ilgili sorular soruyor, Kırgız bilmiyor bana paslıyor. Ben tabii neyi ne kadar anlatayım emin olamadığımdan anlatamıyorum saçmalıyorum. Anladınız mı diyorum kafa sallıyorlar ama hiç anlamış gibi değiller. En sonunda danışman hocamız isyan ediyor "Ya çocuklar beynim yandı Türkçe anlatın şunu." diye. Anlatacağımı dürüstçe anlatıyorum "Hocam biz sallama data kullandık, gerçek datayı sadece test için kullandık gerçi onu da salladık." diye. "Tamam bir şey olmaz." diyor adam, derin bir nefes alıyorum. Hocalardan biri trollüyor "Ben CEO olsam bunu neden alayım, bunun burası böyle olsaydı alırdım." vs diye. Hocalar da 23 Nisan'da CEO olmuş gibi takılıyor o gün :P


Sunum bitti. Hoca bizi Data Science ödülüne aday göstereceğini söyledi ama o güne kadar projeyi geliştirmemiz gerektiğini söyledi. Biraz uğraştım yüzdeleri arttırmaya ama açıkçası projeye olan inancımı kaybetmiştim, bence bu proje ödül mödül haketmiyordu. Çok da uğraşmadım o yüzden. Hocaya da fuar günü aynı yüzdeyi söyledim.


*


Fuar günü geldi, takımları üzerimize çekip posterimizi hazırlayıp çıktık.


Fuar diğer mühendislik bölümlerinin aksine ana kampüsün dışında Bilkent Oteldeydi. Masalara geçip posterleri kurduk.




Saat 1:30 gibi bölüm başkanı konuşmasıyla açılışı yaptı. O ara ben de laptopu açtım "Saat 22:00'a felsefe finalimin deadline'ı var onu yazacağım beni rahatsız etmeyin." dedim. Bu arada Kırgız arkadaş gelenlere projeyi anlatmaya başladı. Bölüm başkanı "Jüri üyeleri de gelecek, sizleri dinleyip ödülleri ona göre verecek." demişti, kimse "Merhaba ben jüriyim." demedi tabii ama kimin jüri olduğu çok belli oluyordu. Havelsan'dan bir abla geldi, epey soru sordu zorladı elemanı. En son makine öğrenmesi konusunda soru sormaya başladı dedim aha hapı yuttum. Deep learning yapmıştım ama parametreler hep varsayılandaydı, Türkçesi şu: nasıl bir deep learning yapmam gerektiğini bilmediğimden direkt default ayarlarda kodu çalıştırmıştım. Ama ilginçtir "Deep Learning yaptım." demem yeterli oldu, abla daha fazla soru sormadı. Hatta kartını verdi "Bize bir Deep Learning'ci lazım." diyerekten. Ben de kart israfı olmasın diye "Ha ben doktoraya gidiyorum yurtdışına." dedim. Sonradan öğrendim ki Havelsan yetkilileri bizim Kırgız elemana "Ofisimize gel bize bir sunum yap startupını satın alalım." demiş ama startup çoktan gerçek startup olduğundan Kırgız eleman reddetmiş. Havelsan'ın gözü yaşlı.


Özetle sihirli sözcük Deep Learning arkadaşlar. Bunu kullanınca size her kapı açılacaktır :P


Felsefe yapmaktan canım sıkılınca bıraktım sınavı sonra yaparım dedim, (sınavı 21:59'da teslim etmeyi başardım neyse ki) kendi masamdan kalkıp etrafı ve diğer projeleri gezmeye başladım, bakalım projeleri yapabilmişler mi. Ben etrafı gezerken başkaları da benim kısımdan soru sormuş, bizimkiler cevaplayamamış, dedim ucuz yırttım.


Proje listesi: http://www.cs.bilkent.edu.tr/~csfair/csfair2017/doku.php/projects


Kayda değer projeler:

Bulbul: Spotify tipi müzik önerme programı. Spotify'dan farkı istediğin kategoride müzik önerebiliyormuş.

Plata-o-Tiempo: Bütçe, zaman gibi kriterlere göre rota hazırlayan program. Kendi başına bir işe yaramaz. Ama google falan eklese bunu google mapse epey yararlı olurdu.

Workout Tailor: Vücudunuzun resmini alıp nerenin kasa ihtiyacı var söyleyen ve ona göre antrenman çıkaran proje. (Biraz zor ama yapılabilirse bence süper olabilecek bir proje.)

Tattoo’d: Augmented realityle (pokemon go'da arabanın üzerine pikachu koyuyorlar ya işte o) döğme yapılacak yerin üzerien dövme koyup gösterme projesi. Ben beğendim, bir dövmeci olsam kullanırdım.


Explorator: Facebook, 4square datanızı kullanıp bütçenizi ve zamanını göz önünde bulundurarak ziyaret edeceğiniz bir yerde aktivite planı çıkaran bir app. Bunu tasarlayan gruptaki dört elemanın not ortalamasının 3.97, beşinci elemanın da lisede android appi çıkaran biri olduğunu düşünürsek biraz sönük bir proje olmuş.


Jobbcheck: Bizim proje

DepthCube: Çevrenizi bir oyun alanına çeviren proje. Pokemon go gibi. 


Social Media Analytics: Instagram'dan istatistik çıkaran site. Örneğin Bilkent'te en çok neresi popüler (Antalya'da bir kumsalı bulmuş mesela), Bilkent'te en çok hangi ünlüler popüler (ki konsere getirilsin) vs. Bu projeyi önemli yapan bir olay da Instagram'ın bu projeye verisini (API derler bilgisayarcılar) kullanması için izin vermesiydi ki arkadaşın dediğine göre çok zor bir şeymiş bu, kendisi altı kere başvurmuş altıcıda almış.


Tuhaf Projeler:


Cerebro: Kitabın kapak resminden kitap arama. Kitabın kapak resmi elimdeyse ismi de elimdedir, ismi google'da aratırım bunla ne uğraşacağım diye düz adam yorumumu yapıp gidiyorum.


Pathy: Türkçe tweetlerden duygu analizi yapma (tweet kızgın, mutlu vs diyerek.) Bu aslında çok güzel Makine Öğrenmesi projesiydi ama dönemin ortasında garip bir şey oldu, Google aralarında Türkçe'nin de bulunduğu sekiz dili nöral ağlarla çevirdiğini açıkladı, yani artık Türkçe'den İngilizce'ye bayağı bayağı çeviri yapılıyor. Google duygu analizini de kendi yapabildiği için bu kurnazlar da "Ya biz ne uğraşacağız o zaman, Google'a çevirttirip duygu analizini yaptıralım kendi sitemize basalım." dediler.


Mediseen: Görme engelli kimselerin ilaçlarını tanıması için yapılmış bir app, ilaçlarınızın fotoğrafını çekiyorsunuz ve o size hangi ilacın fotoğrafını çektiğinizi söylüyor. Görme engelli biri nasıl telefonu eline alıp o appi açıp fotoğraf çekecek bu kısım atlanmış sanırım.


CrypDist: Datanın merkezi bir yerde toplandığı değil de sağa sola dağıtıldığı yani farklı yerlerdeki bir sürü bilgisayarda bulunduğu sistemlerde bilgisayarlar arası güvenli haberleşme sağlamak. Bunu anlamayanlara grup kısaca "Abi torrent yaptık." demeyi uygun buldu. Bu proje de zannedersem bir Ar-Ge projesiydi, sanırsam bunu araştırabilirsiniz demişti hocaları. Ama projenin sıkıntısıydı şuydu: ölçülemiyordu. Yani adamların sisteminin özelliği güvenli olmasıydı ama proje alanını gezen jürilerin hiçbiri adamların başarılı olup olmadığını anlayamazdı, yanlarında hacker taşımaları gerekirdi. Ayrıca hiçbir ödül tipine uymuyordu, ödüller daha çok Silicon Valley'de startup olarak başlayıp sonra patlayıp çalışanlarının başka firmalara dağılacağı appler için tasarlanmış gibiydi. Benim yorumum bu yönde.


*



Saat dört gibi rektör konuşmasına başladı, "Bilgisayar mühendisliği çağımızın mesleği" falan dedi (eskiden geleceğin mesleğiydi, o gelecek geldi demek) sonra ödül töreni başladı.


İki tip ödül vardı. Birincisi bireysel ödüller. Öğrencilerin birbirine oy vermesiyle belirlenen, "En iyi Teorisyen, En iyi Hacker" gibi ödüllerin yanı sıra "En Oyuncu, En Müzisyen, En Gezgin" tipi zottirik ödüllerin de bulunduğu bireysel ödüllerde "aday olma" diye bir şey olmadığından Eurovision şarkı yarışması misali herkes arkadaşına verdi. Ben de lobicilik yaptım, yedi arkadaşımdan oy dilendim, kendim de kendime verdim ve "En Gezgin" ödülünün sahibi oldum. Bu dönem bayağı kilo almıştım, en güzel trolleme yüz kiloya çıkıp rektörden "En Sporadamı" ödülünü almak olurdu ama olmadı :(


İkinci ödüller de en iyi projelere verilen gerçekten ödüllü projelerdi. Yirmi tane projeye yedi tane ödül düşüyordu. Ödüllerin isimlerini yazmaya pek gerek yok gibi çünkü ödül verme algoritması şu şekildeydi. 


-Proje ödül almayı hak ediyor mu?

-Evet / Hayır
-Evetse en iyi proje ödülü hariç uyan herhangi bir ödülü ver.

Bizim aday olduğumuz Data Science ödülüne bizden başka tek bir aday vardı. "Data Science" olayına uyacak şekilde Makine Öğrenmesi uygulayan proje sayısı çok kısıtlıydı, biz vardır, Workout Tailor vardı ama pek iyi sonuçlar vermiyordu, bir de Socializent diye birinci sınıf projesi vardı. Uzaktan data science projesine benzeyen iyi projelerin hiçbiri Makine Öğrenmesi yapmamıştı.


O bizden başka tek aday olan Bulbul projesine "Wide Impact" diye sallamasyon bir ödül verdiler. Onların ismi okunduğu anda dedim Oh 5000 cepte. Hemen sonra "Data Science Ödülü: Jobbcheck!" diye anons geldi, çıktık sahneye. Devasa bir çekle fotoğraf çekindik.

Ardından pistten indik ve gitar bulmuş güneş gözlüklü ergenler gibi çekle fotoğraf çekinmeye devam ettik. Ben + çek, Ben + çek + grup, Ben + Kırgız + Çek, Kırgızlar + Çek, Kırgızlar + Çek + Ben bir sürü fotoğrafım oldu. En son bir de çeki alıp Havelsan yetkilileriyle çekindik. Sonra bir de Kırgız arkadaş evine davet etti Beş Parmak yemeye. Orada da çekindik, arka planda yine malum çek :P

Ama 5000 lirayı trink olarak vermediler, gittiler Vatan bilgisayardan çek verdiler. Hoverboard almamak için kendimi zor tutarak gittim ortalama bir fotoğraf makinesi aldım.

En iyi proje ödülünü ise Explorator aldı. Pathy Inovasyon ödülü aldı. DepthCube en iyi mobil aldı. Social Media Analytics Best User Experience aldı. Plata o Tiempo marketability. CrypDist ödül alamadı. 

Araştırma Projesi

Bizim bölümde (aslında tüm bölümlerde) Introduction To Research in Computer Science (Bilgisayar biliminde araştırmaya giriş) diye bir ders var. Doktora simülasyonu olan bir derste bir hoca çalışıp onun verdiği konuyu araştırıp önerdiği makaleleri okuyup testler falan yapıp hocaya haftalık rapor veriyorsunuz. Benim gibi doktoraya gitmek isteyen bünyeler için biçilmiş kaftan. Hocalar tek öğrenciye danışmanlık yaptıkları ve onlarla iyi ilişkiler kurduğu için öğrencileri fazla kastırmayıp onlara yüksek notlar vermekte. Tabii böyle olunca saçma sapan tipler dersi alıp hocanın vaktini çalmasın diye bölüm başkanı çeşitli kurallar getirmiş, birincisi 3.5+ not ortalaması ikincisi ise ilk üç senenin derslerini bitirmiş olmak. 3.5+'yı anladık da öbür kural ne arkadaş? İlk üç senedeki bazı saçma dersleri (örneğin Fizik) son seneye bırakmaya ant içmiş biri olarak dersi almadım, "Hocam exchange'deyim bir tane dersim kalıyor geriye, yine de verir misiniz?" dedim olmaz dedi. 

Disiplin konusunda konuşurken ise bölüm başkanına "Bu projeye evet dedim çünkü bir ar-ge projesiydi." diyince "O zaman araştırma dersi alsaydın? Ama o dersin çeşitli kriterleri var not ortalamanın 3.5 üzeri olması lazım." diyince "Benimki 3.91" diyip thug life'ı yapıştırdım. Exchange'de olduğumdan dersleri tamamlayamadığımı söyledim. "Exchange'dekilere biraz istisna getiriyorum." falan dedi. Yalnız teknik dersleri doldurmuştum yani bu dersi ekstradan alacaktım, almamın bir anlamı yoktu. Hoca "Biz bu dersi alan herkese A veriyoruz." diyince ben de Mart-Nisan gibi başvurduğum okullar mülakat yapmak isteyince yaptıklarımı anlatırım hem beleş A diyip dersi aldım.

1- Hocayla anlaşıp buluşma ayarladım, buluşmadan tam bir gün önce EPFL'den kabul alınca dersi almam bayağı anlamsızlaştı. Hocaya da ben kabulümü aldım çav diyemedim. 

2- Okullar da mülakat falan yapmadan direkt reddetti, sadece bir okul mülakat yaptı onda da hoca çok gündelik sorular sordu. O okula da disiplin olayı yüzünden (daha sonra da EPFL'den kabulü alınca gerek kalmadığı için) transkriptimi göndermediğimden başvurumu dikkate almadılar.

Sonuç olarak proje yapmak için herhangi bir motivasyonum kalmamıştı. Okul açıldıktan 1-2 hafta sonra (henüz başlamamıştım projeye) hocadan mail geldi, böyle böyle de bir iş var, bu işi 1.5 ay içinde bitirebilirsen bir makale yazılacak, adın girer. Bunun dersle bir alakası yok.

İşe baktım, kolay gözüküyordu. Dedim ne güzel lisansı bitirmeden bir makalem çıkmış olur. Zaten boşum yaparım. Kabul ettim.

Hocanın bana anlattığı kadarıyla iş şu:
Hücrenin içindeki biyolojik reaksiyonları görselleştiren bir web uygulaması var. Web uygulaması Amerika'daki bir bilgisayarda.
1- Bu web uygulamasını Bilkent'e taşı. (kur.)
2- Web uygulamasının .xml dosyalarını okuma programını düzenleyip genelleştir. (Sadece belli .xml'ler için yamalı bohça gibi bir program var elde.)
3- Yazdığın programla yeni .xmller oku.

Hocanın bana anlatmadığı kadarıyla iş şu:
Bilkentteki bilgisayara uzaktan bağlan. Sadece Bilkent ağındakiler bunu yapabilir ona göre. Sonra bizim bilgisayarı kullanarak Amerika'daki bilgisayara bağlan, bir sürü dosya taşı. Ardından uzaktan bilgisayarı kullanarak Amerika'daki elemanın Amerika'daki süper bilgisayarlara göre yazdığı ultra yavaş çalışan kodu kullanarak veritabanına bir şeyler ekle. Bu arada her şey çok yavaş ilerlesin, sen de beklerken sabır törpüle. İstersen Diriliş Ertuğrul'a geri başlayabilirsin.

Hocanın bir suçu yoktu tabii, Amerika'da hızlı çalışan kodun burada yavaş olacağını nereden bilsin. Uygulama .NET uygulamasıydı ve C#'ta yazılmıştı, bunlar ne bilmememe rağmen işin sadece bir şeyler taşımaktan ibaret olduğunu sandığımdan kabul etmiştim. Siteyi hızlandırmak için bunlarla haşır neşir oldum bol bol. Hızlandıramadım da bir türlü, öbür kısımlara geçtim. Okuma programı oldukça uzundu ve yeni baştan yazmak olanaksızdı. Ben de eski yamalı bohçayı kullanıp yeni .xmller eklemeye başladım. 

.xml ekledikçe çıkan hataları düzelttim. Başka pek bir şey yapmadım. .xml okumak çok uzun sürüyor ayrıca, sistemde hali hazırda 53 .xml okuluydu, şimdi 140'a çıktı ama hala bitmedi. Haziran oldu hala bunla uğraşıyorum.

Bu arada araştırma dersini çok ihmal ettim ve hocanın dönemin başında ders için verdiği araştırma projesine dokunmadım bile. "İstersen bunu ders için yapmış ol." dedi ama dedim boşver hiç boşuna raporla falan uğraşmayayım zaten proje de araştırma projesinden çok yazılım projesine benzedi dedim, ilk withdrawumu attım. 

Dönemin sonunda tüm sınavlar finaller bittikten sonra dersi alanlar dersin hocalarına sunum yaptılar, ben de izlemeye gittim (tek ben gittim biraz tuhaf oldu) Dersi alan şimdi Brown'a gidecek olan Arnavut bir eleman vardı, "Bu dersten beklediğimi alamadım, hoca haftalık görüşmeleri e-maille halledelim dedi, e-maillerime de en az 10 gün sonra cevap verdi, dönemin sonunda da keşke daha fazla görüşseydik dedi tövbe yarabbim." diye veryansın etti. Bilim adamlarının kanser hücreleri çalışırken nereye odaklandığına bakarak kanser hücrelerinin bulunduğu yeri tespit etmeye çalışan bir program yazmıştı sanıyorum. (Google earth'te ilk defa baktığınız yer geç yüklenir de evinizin çatısı hemen yüklenir ya onun gibi) Başka bir arkadaşım bizim Koç'ta yaptığımız şeye benzer bir şey yapmıştı, biraz teknik olduğundan fazla bahsetmeyeyim (Constrained Clustering yapmış), aldığı sonuçlar çok kötü gözüküyordu. Kendisi de demişti zaten kod yazmam için gereken veriyi asistan son hafta verdi, son gün geldi hala kod yazıyorum diye. Üçüncü arkadaş da oradan buradan bir sürü şey anlattı, big bangten başladı resmen, en sonunda "Sonuç yok kusura bakmayın" diye sunumu bitirdi. Bölüm başkanı da "Senin katkın neydi bunda tek cümleyle özetler misin?" dedi. "X'i y'ye adapte etmeye başladım ama henüz yapamadım." dedi. Danışman hocası araya girdi "Bu benim mastır öğrencim, bu projeyi yazın bitireceğiz ve makale çıkaracağız, mastır tezi için ayrı bir şey yapacağız." diye. 

Bunları görünce düşündüm de benim proje de gayet gidermiş, kimse harikalar yaratamamış. Ayrıca diğerlerinin hocası maillere cevap vermezken veya hamile diye uğraşamazken benim hoca sürekli benden rapor isteyerek gelen kutumu spamliyordu. Buradan çıkacak sonuç: böyle bir işe karşılaşacaksanız genç ve işsiz hocaları tercih edin.

Bu arada dersi alan sadece bir kişi A alabildi, diğer ikisi A- almış. :d


*

17 Haziran itibariyle de Yüksek Şeref olarak yandalımla mezun oldum.

*

Benim Bilkent'te geçirdiğim dört sene bu şekilde. Tabii hepsi bu kadar değil, ama okuyan kişilere yararı olacak kadarını yazmaya çalıştım. Buraya kadar gelmeyi başarabildiyseniz öncelikle teşekkürler, artık dördüncü sınıfa gelince (ve bitirince) teknik dil ağzıma yapıştı, o yüzden net anlaşılamayan kısımları sorabilirsiniz de. 

Beş sene sonra "EPFL Serüvenim" yazısında umarım görüşmek üzere hoşçakalın.