7 Temmuz 2017 Cuma 

Ertesi gün Gdansk'a gideceğiz, dolayısıyla Varşova'daki son günümüz. Patka ve Kuba biz yorgunuz siz ayaklanma müzesine gidin akşam Lazienki parkta buluşalım dediler, tamam dedik, düştük yola.

Ayaklanma müzesi, 1944'te Sovyetler Varşova'ya yaklaşınca ve Almanların daha yavaş yavaş kaybettiği anlaşılınca "La şu Almanları gönderelim de kendi hükümetimizi kuralım Rusların eline düşmeyelim." mantığıyla eyleme Varşova ayaklanmasını anlatıyor.

"Siz önden dalın biz arkadan yetişeceğiz." diyen Sovyetler "Bunlar birbirini yesin de biz rahat rahat girelim." diyip Lehleri ortada bırakıyor. İngilizler de uçakla paket atmak dışında pek bir şey yapmıyor. Sonuç: Almanlar için sıradan bir galibiyet, Polonyalılar için bir yıkım. Varşova'nın neredeyse tamamı yıkılmış. The Pianist filmindeki şu sahne durumun özeti:


Müze bu isyanı anlatıyor. Kurtuluş savaşı gibi aşırı ülkeye özgü ve herkesin bilmeyeceği bir olay, üstelik başarılı da olamamış. Dolayısıyla yabancıların ilgisini çekmez, bizim de çok çekmedi. Yine de 2-3 saat vakit geçirip okuma yaptık. Konsept yapmışlar, karanlık ve çaresizliği andıran bir atmosfer hakim içeriye.

Yine çocuk askerlerle müzeye merhaba diyoruz:





Polonya'yı paylaşma haritası:



Genel bilgilerin yanında çeşitli gazete küpürleri koymuşlar:



İlginç Bilgiler:
- Sırf Varşova'da bu direnişe katılan kişi sayısı 50000. Tabii bunların adamakıllı teçhizatı yok. Alman askerlerinin sayısı 25000, sonradan artmış.
- Direniş sırasında Polonya kaynaklarına göre Varşova'da 200 bin sivil ölmüş.
- Almanlar katolik kilisesini milli direnişin kaynağı olarak gördüklerinden kiliseleri tahrip edip papazları kaçırıp öldürmüşler. Polonya şu an olduğu gibi o zaman da aşırı dindardı demek ki.
- İsyan başlamadan birkaç hafta önce Almanların üzerine bomba yağdıran Rus uçaklarının önemli bir işi çıkmış.
- Komünistler Polonya'ya girince "sizi kurtarıyoruz" diyip Polonya subaylarını Rusya'ya çalışma kamplarına göndermişler. Kiliseleri kapamışlar. Polonya milliyetçiliğini yok etmek için ellerinden geleni yapmışlar. Not: Komünistlerin hepsi Rus değil, Leh komünistleri de var aralarında.
- Leh soyluları da arada kaynamış, alt tabaka onların mallarını gaspetmiş, adamları da sürmüşler.

Polonyalı arkadaşım "Bu isyanı yapmasalardı daha iyiydi." diyor.

*

Buradan Lazienki (Wazienki diye okunuyor) parka geçtik. Singapur'da postdoc yapan Varşovalı ablayla buluştum. "Sizin beyaz peynir domatesle çok iyi gidiyor." diye peynir istemişti, onu verdim. Muhabbet ettik. Singapur'da doktora eğitiminin pek iyi olmadığını, hocaların öğrencilere fazla yardımcı olmadığını orada çalışan (sonra çalışmayı bırakan) Türk asistandan öğrenmiştim. O da doğruladı. "Afrika'da safariye gidersin, fil, çita, aslan, kaplan çekersin. Dönüp gösterirsin, T-Rex nerede der, belgeselde görmüştüm orada olmalı, git çek. Fakat bütçem yok, yüzerek git. der. Öyle bir adam." diye yakındı. "Ben postdoctum, istediğim zaman çeker gidebilirdim ama orada doktora yapanlara acıyordum. Orada fazladan kalmamın tek sebebi oradaki diğer postdoctan çok şey öğrendim. Öğrenecek bir şey kalmayınca da çekip gittim. Doktora yapanlar çekip gidemiyor da." dedi.

Parktan birkaç resim:



Çin bahçesi:



Kenarında oturmalık havuz



Davetsiz misafir:



Parkın içindeki bu bina ne binası bilmiyorum ama güzel gözüküyor:



*

Parkın tamamını gezmedik, zaten çok büyüktü. Bir yerde oturup piknik yaptık. Patka ve Kuba da bize kapıldı, Patka ekmek arası tavuk getirdi. Patka "Patrişkubab" yapmış diye makara yaptık. Muhabbet ettik, hepsinin ortak noktası ben olduğumdan sohbetin bir kısmı da benimle olan maceralarını anlatmakla geçti :d Postdoc abla "Beraber Singapur'dan Malezya'ya geçmiştik. Bana garip garip bakıyorlardı, hayatımda ilk defa o zaman korkmuştum." dedi. "Neden korktun ki?" dedim. "Neden korkmayayım, Müslüman onlar?" dedi. Şaşırdım. Artık oldukça samimi olduğumuzdan alınmayacağımı düşündüğü için rahat rahat söylüyor. Bunu söyleyen kişi tahsilli hatta doktoralı biri. O öyle düşünüyorsa diğer Polonyalıları düşünün. O beni tanıyor ama karşılaştığım diğer Polonyalıların hiçbiri beni tanımıyor, bir çoğu hayatında Türk görmemiş, dolayısıyla muhtemelen kafasında bu tipte bir imge var.

Ürkütücü.

*

Irmak kenarına doğru gitmeye başladık.

Güzel bir manzara:



Bugün Arka Gdynia ile Legia Warszawa'nın maçı varmış, Arka Gydnia yenmiş. Mavi kot üzerine sarı tişört giymiştim, Kuba bana "Arka Gydnia renklerini taşıyorsun, kapşonunun fermuarını çek de olay olmasın." dedi. O an biraz tırstım. Etrafta holiganlar falan var.

Köprünün ışıkları sarı lacivertti. Kuba "Bunlar rasgele seçiliyor, bugün böyle denk gelmiş, hiç hoş değil." dedi gülerek.

Köprü altında Legia Warszawa'nın logosunun graffitisi vardı:



Kapşonu açıp, önünde fotoğraf çekinip "Arka Gydnia 2-1 Legia Warszawa" diye yazıp instagrama attım, Gydnia'lıların beğenilerini kaptım :d

Geçen gittiğimiz ırmak kenarındaki bara oturduk. Cuma günü olduğundan bu sefer tıkış tıkıştı, oturduğum yerden sağ tarafa dönerek başka masanın muhabbetine karışabiliyordum. Kuba ile postdoc abla uzun uzun muhabbet ettiler, "Ne konuşuyorsunuz?" dedim, "Hangi ülkeye taşınsak onu tartışıyoruz." dediler. Sonra Krakow'da clubta konuştuğum bir kızdan da tasdiklediğimü üzere Polonyalılar Polonya'dan pek memnun değil ve bunu da rahat rahat söyleyebiliyorlar. Bana sorsalar "Türkiye'yi seviyor musun?" diye "Kesinlikle evet" diyemem ama "Hayır" da diyemem kesinlikle. Milliyetçi duygularım işin içine girer illa. Dürüst cevabı anca bilinçaltım bilebilir. (diyerek cevaptan kaçarım)

*

Vedalaştık. Aslında postdoc ablayla vedalaşmadık, Polonya'nın kuzeyinde, sahilde tura çıkıp dondurma makinesi satmaya çalışacakmış kocasıyla. Vedalaşmayalım dedik. Buluşamadık da gerçi. Makine de satamamış. Hava bozmuş onlar oradayken.

Eve döndük. Ev bu sefer kalabalıktı, herkes evdeydi. Muhabbet gırla.

Ben ismimi kısaltıp "Tj" diyordum, bunu sevdiler, "All we have to do, was follow the damn train Tj." diye dalga geçip durdular. Patka Tarkan söyleyerek karaoke yaptı ama öyle bir söylüyor ki "Kucağıma düştüm yavrum." derken sesi gerçekten kucağına düşmüş de yardım istiyormuş gibi çıkıyor. Lehçe öğrettiler bize biraz, öğrettikleri de "Ne?"ye cevap olarak "B*k!" demek :d

Buraya gelip onlarla takıldığım günler gezinin açık ara en eğlenceli zamanlarıydı. 2015 yılında yaptığım yaz stajında da fark ettiğim bir şeyi burada tasdiklemiş oldum: doğu Avrupa insanıyla iletişim kurmak gerçekten kolay. İnsanlar birbirine güveniyor ve samimi arkadaşlarından gereksiz yere utanmıyor. Birbirlerine insan içinde komik cinsel şakalar yapabiliyorlar mesela, atışır gibi olduklarında "No sex!" diye espiri yapıyorlar (bu Türkiye'de olsa bizi kıskandırıyorlar derdim ama onlar diyince sanki öyle olmuyor), aralarında Grajina diye kısa boylu hafif toplu bir kız var, onunla "Big boobs on the way" diye dalga geçiyorlar. İki sap evlerine geldik ama ne Kuba ne de evdeki başka biri "Ağır ol o benim kız arkadaşım." imalarında da bulunmadı. Tabii bu konularda aralarında nasıllar bilemeyeceğim. Yabancılara karşı hoşsohbetler. O gece aralarında sadece Lehçe konuşarak takılabilirlerdi ama yapmadılar, az buz muhabbet etmeye çalıştılar bizle. Patka "Türkler çok sıcak kanlı, biz barda muhabbet ederken bize gelip biz değişim öğrencisiyiz sizinle oturup sohbet edebilir miyiz? diye soruyorlar. Polonyalılar bunu yapmaz." diyor. Asıl problem Polonyalıların buna evet diyebilirken diğer toplumlardan insanların bunu garip karşılayacağı. Türklerin fiks Erasmus mekanı Polonya ve neden böyle çok iyi anlıyorum.

*

Ertesi gün vedalaşıp tren garına gitmek için metroya bindik. Burada da ilginç bir şey oldu. Metroda telefonumla oynuyordum, sonra geldik mi diye durağa bakmak için kafamı çevirince yaşlı bir amcayla gözgöze geldim. Kalktım amcayla yer verdim.

Amca etrafındaki birilerine beni göstererek bir şeyler dedi. Lehçe "Anlamıyorum." dedim, hemen çok güzel bir aksanla İngilizce'ye dönüp. "Öyle mi? Sen neredensin?" dedi. "Türkiye" dedim. Ben Türkiye'de 40 yıl önce tercümanlık yaptım diye anlatmaya başladı. "Medeniyet seviyesi düşük ikinci sınıf ülkelerde gençler yaşlılara yer vermezler. Yandaki kız görüyor benim ayakta olduğumu ve oldukça yaşlı olduğumu ama sallamıyor bile görüyorsun." Kaderde Polonyalılara medeniyet dersi vermek de varmış :)  "Yalnız mı geziyorsun?" diye sordu ileride ayakta duran Hak'ı gösterdim, "Eeee erkek bu?" dedi. Ayaküstü rezil de etti reis :)

Tren istasyonuna vardık.