Merhaba arkadaşlar!

Kimseyi merakta bırakmamak için burada ne oluyor ne bitiyor biraz yazayım dedim. Daha sonra ayrıntılı bir yazı dizisiyle devam edeceğim.

Neden şimdi yazıyorum ve iki aydır neredeyim? Burada garip bir sistem var (şimdi anlatacağım) bu sistem gereği kafama göre istediğim zaman ders alabiliyorum ve tüm doktora hayatımı 3-4 dersle geçiştirebiliyorum. Fakat derslerden biri uzmanlık alanım olmak zorunda ve yüksek notla geçmem gerekiyor. Dolayısıyla son 1-1.5 aydır yeme-içme-ders şeklinde bir hayatım var. Tabii aynı sistemin gereği olarak da labta çalışıyorum ve maaş alıyorum. Yumurta kapıya gelmeye başladığında da çalışma yoğunluğum arttı. Bu yüzden ortalarda yokum epeydir.

Bugün dönem projesi sunumumu yaptım ve üstümden büyük bir yük kalktı. Bir hafta sonra da raporu teslim edeceğim. Sonra ver elini Türkiye.

Ben kimim, ne yapıyorum, amacım ne?

Blogu daha önce takip etmemiş olanlar için özet: 2013'te YGS/LYS öğrencilerine rehberlik için bu siteyi açtım. Bilkent bilgisayar mühendisliğini kazandım. Sonra blogu kişisel bloga çevirip diğer tecrübelerimi (staj, araştırma programı, öğrenci değişim programı, üniversite tecrübelerim vs.) aktardım.

En sonunda da hayalim olan doktora programına girdim (diğer birçok yerden red alsam da) ve şimdi İsviçre Lozan'da doktora yapmaktayım. Bir yandan okulda derslere giriyorum ama asıl işim araştırma yapıp makaleler yayınlayıp hocama (patrona) ve üniversiteye (büyük patrona) ve tabii İsviçre devletine (en büyük patrona :D) prestij kazandırmak. Tabii kafama göre araştırma yapamıyorum (yapabilirim de ama yan proje olur), hoca bir proje konusunda bir şirketle vs. anlaşıyor ve bütçe alıyor, sonra öğrencilerine/çalışanlarına bunu sen yap diyor. Dolayısıyla maaş da oradan geliyor. Ama yaptığın şey ve bunu nasıl yaptığın konusunda özgürsün. (Zaten araştırmanın olayı da bu.) Ve özgür olduğun yerde yaratıcı olman da gerekir. İnanın bu daha zor bir iş, çünkü kişinin kendisine çok iş düşüyor :)

EPFL'de doktora yapmanın avantajı ne? Neden İsviçre / EPFL?

Yok öyle İsviçre medeniyetin beşiği, en güzel çikolatalar burada bilmmne gevelemelerine girmeden burada doktoranın en önemli avantajlarını hemen söyleyeyim:

1- Para! (Para! Para!)
2- Lisanstan mezun olduğun gibi yüksek lisansı atlayıp doktoraya başlayabilmek. (Daha erken para!)

Peki neden bu avantajlar var? Gerçek olamayacak kadar iyi değil mi?

İsviçre çuvalla parası olan ama bilgisayar mühendisliği konusunda üniversitelerinin marka değerinin bir "Stanford, MIT, Caltech" seviyesinde olmadığı bir ülke. Tabii marka en önemli şey değil ama yine de kim bu seviyeye gelmek istemez ki? Para var mı? Var. Ortam var mı? Burası Singapur, Çin, Suudi Arabistan gibi batının ilmini almış (daha doğrusu kopyala yapıştır yapmış) bir yer değil, Avrupa'nın ortasında bir ülke. (İkisinin farkı hoca-öğrenci ilişkilerinde çok iyi anlaşılıyor ama daha sonra özetleyeceğim.) E ne duruyorsun? Helv- pardon bilim yapsana!.. (çok üst düzey bir espiri)

Fakat para öğrencileri çekmek için tek parametre değil. Parayı basıp iyi hocaları getirebilirsin, ben sizin araştırma yapmanız için tüm olanakları sağlayacağım dersin. Kendini kanıtlamış bir hocanın canına minnet, neden "Olmaz Stanford'da çalışacağım ben!.." diye inat etsin ki, Stanford bu adama daha fazla bir şey katamayacakken. Eto'o'nun Antalyaspor'a gitmesi gibi düşünün.

Hocalara yardım edecek ve aynı zamanda okulun "mezunlarımız" diye gurur duyabileceği parlak öğrenciler lazım. Ama sen bu öğrencileri kapamıyorsun çünkü hepsinin kafasında bir "Amerika, macera, herkeste kot pantelon" imajı var. Objektif düşünseler bile biliyorlar ki okulun prestiji -hocaların aksine- öğrencilere çok şey katıyor. Ayrıca ülkedeki insanlarının anadilinin İngilizce olmaması da önemli bir dezavantaj. Dolayısıyla öğrencilerin akıllarını çelmek lazım.

İsviçre gibi zengin bir memleket için çözüm belli, öğrencileri paraya boğmak! Amerika'daki okullar bölgedeki "cost of living" yani yaşayabilmek için minimum masrafı hesaplar, tam da onu verir. Örneğin diğer kabul aldığım Northeastern University Boston'daydı, numbeoya göre Boston'da yaşama masrafı (kira içinde değil) 1000$. Kiralar 800-900$. Northeastern 2600$ ödüyordu ama vergilerden sonra 1800-2000$'e düşüyormuş (ne kadar düşüyor emin değilim) Dolayısıyla her kapı yaşama masrafına çıkıyor. Bu neredeyse her iyi Amerikan üniversitesi için böyle. Neden? Çünkü zaten aday çok, adamlar niye fazla para ödeyerek doktoraya para için gelecek kişileri de çeksinler ki?

Öte yandan İsviçre Manchester City'nin Araplar tarafından satın alındığındaki hali gibi. Dünyanın en süper ligindesin ama prestijden kaybedip futbolcu çekemiyorsun. Tabii parayı basıp getireceksin artık ne yapacaksın?

Fakat malesef bu yeterli değil, çünkü dediğim gibi öğrenciler için prestij gerek. Bu konuda güzel bir taktik geliştirmişler.

Şimdi şöyle bir şey var:

Amerikan üniversiteleri sistemleri gereği lisanstan gelen henüz yüksek lisans yapmamış öğrencileri doktoraya kabul edebiliyor. Doktora yapmak istiyor çocuk, yüksek lisansla iki senesini niye kaybetsin ki? Fakat böyle bir imkan var diye üniversiteler bu prensipi uyguluyor diye bir şey yok, aynı benim durumumda olduğu gibi mütemadiyen avucumuz yalıyoruz. Neden? E ben alımlardan sorumlu kişiysem kendini kanıtlayıp bir şeyler yapmış adamları alırım. İyi mastır tezi yazmış adamları alırım. Lisans öğrencisinin tezi bile yok, çocuk bir makale falan basmadıysa sadece not ortalamasına bakarak niye alayım onu?

En önemli nokta da, üniversiteler yüksek lisansız direkt doktoraya alınan öğrencilere (niye bilmiyorum) önce yüksek lisans aldırıyor sonra doktoraya başlatıyor. Doktora düşük maaşlı iş, bir nevi kölelik, ama her zaman tam burslu. Yüksek lisans ise okulun - ücreti karşılığında - verdiği bir hizmet. Ücretler genelde epey yüksek. Dolayısıyla doktora demek bazı yeni mezun lisans öğrencileri için bedava mastır demek. E sen profesörsün, 2 yıl öğrenciyi eğitiyorsun bir yandan para verip yatırım yapıyorsun ki sonra 3-4 sene yanında çalış meyvesini versin. Bıdık bacak kadar boyuyla iki sene sonra mastırı alıp hadi bana eyvallah diyor? Niye alasın bunu?

Bu çarpık sistemi EPFL kendi lehine çevirmeyi çok güzel bilmiş. Yüksek lisansı ortalama başarıyla geçmiş adamlar yerine lisansta bildiği üniversitelerden (Bilkent) iyi not ortalamasıyla mezun olmuş ama kendini kanıtlamaya henüz imkanı olmamış, muhtemelen mastır yaptıktan sonra Amerika'sına gitmeyi hedefleyen öğrencileri yakalayıp alımı basıyor.

Peki okulu sömürüp iki yıl sonra mastırı alıp kaçacakları ne yapacağız? EPFL bunu da düşünmüş. Yüksek lisans vermiyor adamlar, yüksek lisanstaki gibi sıkı bir müfredat da yok. Buraya geldin, doktorayı alacaksın arkadaş bitti.

"Niye azimliyazar University of California San Diego gibi orta sıralarda gözüken bir üniversiteden red yedi de EPFL'den kolayca "fellowship" aldı sorusunun cevabı budur. EPFL hem parayı basarken hem de beni kabul eden diğer okullar nispeten düşük prestijli okullarken buraya gelmemek olmazdı. Ve buraya gelip öğrencileri tanıyınca anladım ki böyle çok fazla öğrenci var.

Ya bu azimliyazar buraya para için gelmiş patlak öğrencinin tekiyse? Ya not ortalaması onun potansiyelinin iyi olduğunun göstergesi değilse. Onun da çözümü var.

Sistem budur...

Beni son iki aydır strese sokan ve bloga yazmayı bıraktıran o gudubet sistem şu:

EPFL Bilgisayar mühendisliğine (diğer bölümler için geçerli değil) girmenin iki yolu var.
1- Fellowship yani okuldan burs almak
2- Hocalardan iş dilenmek.

Siz başvurduktan sonra gelen kabul mailinde ya "Tebrikler fellowship aldınız!" diyor ya da "Alındınız ama burs murs yok, hocalarla görüşün belki biri sizi iş alır." İkincisiyle okula girmek zor, hocanın elinde iş olması ve bu iş için acilen adam bulması gerek ve tabii sizin de işe yarar olmanız gerek, çünkü maaşınızı direkt hoca ödeyecek. Birincisiyle okula garanti giriyorsunuz ve maaşınızı /bursunuzu beraber çalıştığınız hoca değil okul ödüyor ama devam edebileceğinizin garantisi yok çünkü bu burs sadece ilk sene geçerli.

Neden Okuldan Atıldım?

EPFL'de ağır bir müfredat yok, sadece 18 kredilik ders almanız gerekiyor bunu da 3-4 ders alarak tamamlayabiliyorsunuz. 4-5 yıl içinde istediğiniz zaman alabilirsiniz dersleri.

Yalnız uzmanı olacağınız alanın ana (ve okkalı) dersini alıp 5/6 ile geçmeniz gerekir. 6/6 almak imkansız diyorlar. 5/6 da Amerikan sisteminde A-'ye tekabul ediyor. yani epey zor. O yüzden 1.5 aydır aynı finale çalışıyorum ya.

EPFL'de asıl olay labda çalışıp araştırma yapmak. Derslerle uğraşmıyorsunuz pek. Fakat buraya lisanstan direkt geldiyseniz siz derslerle uğraşmaktan başka bir şey bilmeyen birisiniz muhtemelen ve acilen gerçek hayata adapte olmanız gerek.

EPFL'de ilk sene her dönem / yarıyılda bir tane "dönem projesi" dersi almanız gerekiyor. Bu dönem projesi dersi aslında labın / profesörün sizi denemesinden ibaret. Dönem sonu hocanın sabrı taşmışsa isterse size "hadi biraz da başka profesörler seni denesin" diyebilir. Veya siz ikinci dönem "bu hocayı sevmedim başkası beni denesin" diyebilirsiniz. Önemli olan şey yıl sonunda okulun bursu bitince bir hocanın "bende böyle bir proje var sen becerebilir misin?" diyip sizi işe alması. Tabii bunu da sizi deneyecek olan profesöre "Sen şimdi beni deniyorsun ama seneye de başkasını mı deneyeceksin hacı birader?" diye sorarak öğreniyorsunuz.

Bu sene maaşınızı okul ödediği için hocanın canına minnet, adamın öyle sizin çok üzerinize düşmesine gerek yok. İsterseniz bütün sene labta kantır atın, adama ne? Para okulun parası. Fakat sonra demeyin ki "Neden okuldan atıldım?"

Yok la ben daha atılmadım, hocamın sabrı daha o kadar taşmadı :))

İkinci yazıda görüşmek üzere!