Doktora yeterlilik sınavını ilk seferde geçememek hiç hoş olmadı. Bu tırışka sınavı geçemeyen sınırlı sayıdaki insanlardan biri olarak adım çıktı okulda. "La benim sınavı geçemedim." "Bilmiyorum, X söyledi." "?? X nereden öğrenmiş la?" veya "Hey Corc, X'e sen mi yetiştirdin la?" "Yok galiba o da Y'den öğrenmiş." "?? Y kim lan?" tarzı diyaloglar geçti. Ne dedikoducu okulmuş ya.

Yeterliliği bildiğim kadarıyla benden başka geçemeyen iki kişi var. Öğrenci kulübünün yeterlilik sınavı rehberinde "İkinci kere alan herkes geçiyor." yazıyor. Sınavdan kalıp tarih yazmak bana yakışır diye dalga geçiyorum kendimle :3

*

Bir sabah birinci sınıf doktoralardan sorumlu sekreterden "Goodbye!" başlıklı bir mail aldım. Dedim buraya kadarmış, köyüme dönme vaktim geldi... Açtım maili, meğer kadın emekli oluyormuş. Yüreğimi ağzıma getirdin abla hadi git torun sev. :d

*

Yazın kendimi dağlara vurup hiking yapmak, kitap okuyup kültürlenmek, İtalya hakkında yazılar okuyup İtalya gezimi planlamak gibi hayallerim vardı yeterlilik sınavından dolayı hepsi hayal oldu. Okuduğum iki kitap var biri "Statistics for Dummies" (çünkü makalelerde istatistiksel hesaplamalar vardı ve sorarlarsa iki kelime edebilmem lazımdı.) öbürü de "The Dynamics of Political Communication" isimli Amerika'da politikayı, propagandayı, gazeteciği, skandalları vs. her şey özetleyen koca bir kitap. İzlediğim tek dizi var o da "House of Cards" İyice kafayı bozdum politikayla.

İki hafta kadar falan tekrar makale okuyup sınava hazırlanmaya başladım. Fark ettim de aslında sınavı biraz da geç verseymişim (dönem projesinden sonra zamanım olsaymış) aslında çok da iyi hazırlanmış olurmuşum zira iki hafta yeni makaleler seçip yeni bir rapor yazıp sunum hazırlamaya yetti de arttı bile.

Yalnız bu sefer cingözlük yaptım. Önceden seçtiğim iki makaleyi yenileriyle değiştirdim. Yeni makalelerden birinin yazarı bizim okulda postdoc pozisyonunda çalışıyordu ve aynı şeyleri çalıştığımızdan sık sık konuşuyordum adamla. Gittiğim makalelerdeki anlamadığım yerleri sordum, ikna edici cevaplar aldım. Diğer yeni makaleyi ise derslerden birinde sunmuştum. Gerçi bunun dezavantajı dersin hocasının aynı zamanda jürimin başkanı olmasıydı. Zarlar atıldı bakalım ne olacak.

Hocayla kısa bir görüşme yaptık falan, kusura bakmayın ya önceki sınav kötü zamana denk geldi vs. dedim. Konuşmayı "Bana söylemek istediğiniz bir şey var mı?" diye bitirince beraber yazmaya çabaladığımız makaleden söz açtı. Dedim hayallah giderayak iş kitledi adam.

Tatile çıkana kadar da bir yandan sınavla bir yandan makaleyle uğraştım. Yeni teknikler falan denedim. Sonuçları yazdığım bir taslak yayınlayıp hocaya attım. Dedim "Bir haftamız var onaylarsanız canla başla çalışacağım bir haftada bitirmek için.". Onayı bırakın cevap bile vermedi reis. Bir yandan da iyi oldu çünkü makaleyi bırak tekrar sınava çalışmaya başladım.

Lozan'ı kışın çok övmüştüm de yazın övecek bir şey kalmadı. Çok sıcak, yurtta kimse kalmadığından atlet don kombinasyonuyla mutfakta oturuyorum, mutfakta iki cam var, ikisini de açıp cereyan yaptırıyorum çünkü mühendisim ben. Ama o da kesmedi, okul zamanı ofise gitmezken şimdi sık sık ofise gitmeye başladım vantilatör var diye :))

Özetle bir an önce yaz bitse de normal hayatıma devam etsem demeye başladım. Yav okul başlayınca da asistanlık var hatta onu geç kendi derslerim var. Yerim çok dar.

*

Yeni kontrat çıkarıp seneye de burada çalışabilmek için çalışma izni çıkarmak lazım ama ortada bana kontrat verecek biri yok. İnsan kaynaklarına gidiyorum "Bize bir bilgi gelmedi." diyor. Gidiyorum sekretere, tatilde. O tatilden dönüyor "Bana senin sınavı geçmenle ilgili bilgi gelmedi." diyor, boynu bükük "Geçemedim ya la." diyorum. Yeni sınav 1 eylülden sonra olduğu için yine de kontrata ihtiyacım var. Sekretere bilgi gelene kadar insan kaynakları tatile çıkıyor, onlar dönüyor sekreter tatile çıkıyor, sekreter tatilden kavruk bir şekilde dönüyor. En sonda başlarım böyle bir işe diyip ben tatile çıkıyorum. Kontrat konusunda mail atıyorum, "Hala kontratım yok, yeni çalışma izni çıkartmak için zamanım az. İşimi çok seviyorum :'( :'(" Sekreter "Ehehehe tamam tamam hallettim senin işi." diye bol gülücüklü bir cevap atıyor.

16 Ağustosta çıkıp geçen yıl Doğu Avrupa turnesine çıktığım arkadaşımla 15 gün dolandım İtalya'yı. Doğu Avrupa kadar eğlenceli değildi, hatta sonlara doğru biricik Lozan'ıma dönsem keşke demeye başladım. Yine de değdi, bir şeyler öğrendim.

Normalde 2 eylülde döneceğim tatilden çalışma izni çıkarmak için 30'u akşamında dönüyorum, zafer bayramını Lozan gibi anlamlı bir yerde kutluyorum. Ertesi gün doğum günüm. İlk işim Lozan kaymakamlığına gidip oradaki göçmenlere bir s.a. diyip çalışma izni çıkartmak. Görevli kız pasaporta bakıyor "Aaa bugün doğum gününüzmüş, iyi ki doğdunuz." diyor içimden ah canım benim ya diyip seviniyorum falan.

*

Sınav için tekrar yapmam lazım, 3 günüm falan var. Ama acayip yorgunum. Normalde insanlar tatile dinlenmek için çıkar, dönüp taze bir başlangıç yaparlar. Ben çıkıyorum, otobüse binmeye üşenip günde 20km yürüyüp geberip dönüyorum. Allah akıl fikir versin.

Oldukça yavaş bir tekrar ve çalışma olsa da bu üç fazlasıyla yetti. Sınavdan bir gün önce sunumu iyice ezberleyip ezberden konuşabiliyordum.

Sunum günü alarmsız sabah erkenden kalktım (geçenkinde uyuyamamıştım) scooterıma atlayıp okula gittim. İtalya'dan Lozan'a geçince hava değişimi inanılmaz, donuyorum sürerken.

Sınıfa geçip bir saat bakmayı unuttuğum şeylere göz gezdirdim. Sunumdaki makalelerin referans gösterdiği iki tane makaleyi unutmuştum, onlara göz gezdirdim (hayatımı kurtardı) Adamın biri geldi, "Kutuplaşma sunumu bu mu?" dedi evet dedim hoşgeldin. Erasmus'a gelen bir mastır öğrencisiymiş, sunumu merak etmiş gelmiş. İki tane de computer graphics çalışan eleman geldi, siz ne ayaksınız dedim, dediler "Kendi yeterlilik sınavımızı yeni verdik, boş vaktimiz var seninkini dinleyek dedik." İyi bakalım. "Biz de geçen tam kutuplaşmayla alakalı bir sunum dinlemiştik. Ama ışığın kutuplaşması puahahahaha" diye de espiri patlattılar.

Sunuma başladım. Ellerimi nereye koyacağım, başımı nereye çevireceğim hiçbir fikrim yok, aşırı hiperaktif, kafam her yere dönüyor ellerim kafasına göre takılıyor. Tonlamaları provalardaki gibi güzel yapamıyor. Resmen bir yerden okuyormuşum gibi konuşuyorum. Hiç güzel olmadı.

Ama çok hızlı sundum, normalde 30-35 dakka sürecekken bir baktım 26 dakkada bitmiş. Bravo bana.

Jüri başkanı "Seyircilerin sorusu var mı?" dedi. Arkadaşlardan biri sordu. Aynı soruyu daha önce de ben düşündüğümden o konuda ne öğrendiysem cevaplamaya başladım. Ağzıma geleni söylüyorum resmen. İnsan bir düşünüp öyle cevap verir. Uzun bir nutuk attıktan sonra "Eee bunun soruyla ne alakası var?" diye sordu jüri başkanı. Aklımdaki son cevabı da verdim ve sanırım soruyu yanıtlamış oldum. Öğrenciler çıktılar, jüriyle başbaşa kaldık.

Jürimizi tanıyalım: jüri başkanı ("Topics in Computational Social Science" isimli dersi veren, kafayı sosyal bilimlerle ve wikipediayla bozmuş hoca.), danışman hocam, eğitimle alakalı çalışan hoca. Bu son hocaya geçen yazıda sıfatsız hoca demiştim ama değiştiriyorum, artık reis diyeceğim çünkü iki sınavında baş kötüsü oldu adam resmen. Adam bir soru soruyor cevaplamak imkansız. Nedense hep de onla başlıyorlar soru sorma merasimine. Sanki aralarında konuşmuşlar "Sen önden gir, adamı bitir, biz K.O. yapalım." dercesine.

Adam başladı sormaya ama soru değil hikaye. "Sen şimdi Twitter'daki kullanıcı ağındaki grupları buluyorsun ve sonra bu grupların hangi politik görüşe bağlı olduğuna bakıp adamlara kutuplaşmış, sadece aynı politik görüşteki insanlarla takılıyorlar diyorsun. İyi de sen bu grupları zaten adamların arkadaşlarına bakıp da buldun. (Yani kullandığın algoritma grupları yakın arkadaşlara bakıp buluyor) Senin yaptığın arkadaş gruplarını bulup, o gruplara politik görüş atayıp sonra adamlara kutuplaşmış diye hakaret etmek değil mi?" doğru anladıysam bu minvalde bir şeydi. Olmayabilir de. Öyle bir soruyor ki soruyu anlamak mümkün değil. "Tekrarlayayım istersen" diyip tekrarladığı halde neyi sorduğunu tam olarak anlamadım. Anladığım şeklini buraya yazdım. "Politik görüşleri atarken algoritmayı kullanmıyorsun, farklı bir yöntem kullanıyorsun, bu yöntemin de kullanıcı ağıyla, yakın arkadaşlarla falan alakası yok, kişinin kendi Twitter profili ve attığı tweetler ile alakası var. Diye cevapladım. Doğru olduğunu düşünüyorum ama adamlar ne düşünüyor bilmiyorum.

Çünkü doğru da cevaplasan yanlış da cevaplasan, herhangi bir geri-bildirim vermeden, öbür soruya geçiyorlar. Doğru cevabı alana kadar beklemiyorlar. Adamların acelesi var.

Reis ikinci soruya geçti. Bu sefer acayip yardırıyor. Soru mu soruyor, eleştiri mi yapıyor, anama küfür mü ediyor belli değil.

"Ya tamam kutuplaşma falan iyi güzel de ya bu çalışmalar Amerikan sisteminde geçerli. Burada İsviçre'de çoklu parti sistemimiz var, her partinin kendi değerleri falan var. Bunları analiz etmek daha ilginç değil mi Amerikayla uğraşmak yerine? Amerika'nın sistemi çok salak. Burada koalisyon falan var. Bak sizin ülkede hem çok parti var hem diktatör var çok süper ilginç..." Bayağı nutuk attı. Konuşması bitince "Bu soru muydu eleştiri miydi anlamadım?" dedim mecburen. "Beyin fırtınası yapıyoruz burada." falan dedi.

Okuduğum bir çok makale "Amerika'daki sistem çift parti sistemi ama bu çalışma çok partiye uyarlanabilir." diye ucundan bahsediyordu ama somut yöntemlerle karşılaşmamıştım hiç. Makaledeki yöntem çok partiye nasıl uygulanabilir biraz bahsettim, kendim de daha önce düşündüğüm bir çözümü önerdim.

Pek tatmin olmamış gibi gözüküyorlardı.

Bir tane teknik soru sordular kolaydı. Ama ikinci bir soruda - ki bunu makalenin yazarına bizzat sormuştum ve verdiği cevabı ikna edici bulmuştum - adamları bir türlü ikna edemedim. Şöyle ki; makalelerden birindeki çalışma önceki iki çalışmayı "kesin doğru" olarak kabul ediyordu. Yani şöyle; makaledeki adamlar kişiler ve gazeleteler için ideoloji skoru hesaplıyor, ee nereden bileceğiz bunlar doğru mu yanlış mı? Bunun için de daha önce başka tekniklerle hesaplanmış skorlara bakıyorlar. E bu saçma. Bu mantıkla bu makale önceki skorlardan daha iyi skorlar buldu mu bilemezsin. Ben bunu yazara sorduğumda "Amaç kullanıcı ve gazetelerin skorlarını aynı anda hesaplamak ki birbiriyle ilişkilendirebil." mantıklıydı. İzah ettim, bir türlü ikna edemedim ya la. Adama bunu diyorum, aynı soruyu farklı bir şekilde dile getiriyor, ben de aynı şeyi tekrarlıyorum resmen. Bir türlü anlaşamadık. En sonunda "Bu önceki çalışmalar 42,000 kişinin seçmen kayıtlarını kullanmış o seçmenleri Twitter kullanıcılarıyla eşleştirerek." diyince "Haa iyi o zaman aslı astarı varmış." diyip biraz ikna oldular. Bunu da sabah tekrar etmiştim.

Çoklu parti sistemiyle ilgili biraz daha tartışma oldu. İsviçre'de olsaydı napacaksın falan. Epey tartışma döndü. Her ağızdan bir laf çıkıyor. Çok yorucuydu. Arkadaş zaten çoklu parti sistemini analiz etmek benim araştırma hedeflerim arasında değil. Niye goygoyunu yaptınız bu kadar bunun.

Son olarak jüri başkanı "Ya iyi de ideoloji skoru 0.5 olan ve ortada olan bir adama da sen solcu sağcı diyorsun ki ideoloji skorları 0 ile 1 arasındaysa bu çok saçma. Bu durumda ne yapacaksın? Ne kadar kutuplaşma çok kutuplaşma?" Çok önemli ve kendi araştırmamda da sıkıntısını yaşayıp çözümü bulamadığım bir soruydu. "Bu yüzden insanları sağcı solcu diye ayırarak yöntemin başarısını test etmek yerine 0-1 arasındaki skorları kullanarak test etmek daha iyi dedim. Yani adama sağcı solcu deme 0.5'çu de. (Bunu bu blogta üstünkörü açıklamak zor malesef) Ayrıca ben araştırma planımda kutuplaşma hangi durumda kötü onu da bulmaya çalışıyorum."

"Eee hangi durumda kötü?" diye zart diye sordu. La ne bileyim ben önümde 3 yıl var bulmak için.

O an buna bir cevabım yoktu, sıkmaya başladım. "Ya örneğin ben kutuplaşmışsam ve bu kutuplaşma benim daha fazla hate speech üretmeme neden oluyorsa bu kötüdür ve düzeltilmelidir." "Eee peki ya hiç konuşmuyorsan." (Tövbe yarabbim) "Konuşmuyorsam "Yaşasın Trump" sayfalarını beğeniyorumdur, ya da saçma sapan capsler paylaşıyorumdur ne bileyim." diye girdim. Tatmin oldu mu bilmiyorum.

Beni dışarı postaladılar. 15 dakika sonra geri çağırdılar.

*

Jüri başkanı gülümsüyordu ama bir garip gülümsüyordu. Sanki "Geçirmedik." diye şaka yapacakmış gibi.

"Biz seni geçirmeye karar verdik."
OLEEEY diye kollarımı kaldırarak sevindim.
"Ama kolay bir karar olmadı."
Haydaaaa....
"Danışman hocan senin başarılı olacağını düşündüğü için seni geçirdik. Detayları o sana anlatır." dedi.
Reis hoca "Bak böyle yapmaaa." dedi ve kaynak yapıp cıvata sıkan adam taklidi yaptı. "Kriptografi değil bu." dedi.

Gittiler.

*

Kaldık danışman hocamla baş başa.

Hocanın yüzüne baktım. Nur yüzlü bir adam. Rüyama girse sayısal loto sonuçlarını isterim. Öyle güzel ve ulvi bir adam. Gözleri de maviş maviş. :D

"Öbür hocalar senin çalışmanın çok fazla diğer makaleleri alıp değiştirip monte etmeye dayalı olduklarını, yeni bir şey üretmediğini düşündüler." dedi. Anlaşılan yanlış bir izlenim vermiştim.

"Bir kere makaleleri sen yazmışsın gibi savunmana gerek yok. Bu senin görevin değil. Makaleler iğrenç diyip geçebilirsin."

Burada çok şaşırdım çünkü internete yüklenen "Doktora Yeterlilik Sınavı Hazırlık Rehberi"nde "Makaleler kendinizmiş gibi canla başla savunun." yazıyordu.

"Ben bunu yapacağımı sanıyordum." dedim "Hayır". dedi.

Tatilden önce yazmaya çabaladığım paper hakkında konuştuk ve gitti.

*

Sınavı bu sefer geçtim ama keyifli bir geçiş olmadı. Adamların sorduğu çok kompleks soruları ya anlayamıyorum ya cevaplayamıyorum. Önceki sınavdan sorduklarının cevapları kapıdan çıktığım anda aklıma gelmişti ama bu sefer her şey koca bir soru işareti. Adamlar benden iyi bir araştırmacı olmadığını düşündüklerini belirttiler basbayağı. Onur kırıcı bir durum.

Öte yandan muhtemelen danışman hocam "Ya çocuk elinden geleni yapıyor işte düzeni bozulmasın." diyip geçireyim gitsin dedi. Helal olsun ne diyelim.

Benim doktora serüveni de iyice Galatasaray'ın Avrupa serüvenine benzedi. Sürekli ucu ucuna geçiyoruz. Lisans sonu onca yere başvurduk, bala buraya kabul aldık, sonra gidip disipline kalıp onu da tehlikeye attık. Geldik, bu sefer yeterliliği ikinci deneme de ucundan geçtik. Bu işin sonu UEFA kupası mı olacak yoksa 2-0'dan 3-2 kaybettiğimiz Hamburg maçı gibi mi olacak merak içindeyim.

Uzaktan bakınca Avrupa fatihiyim, yersen.