Bu satırları lisede iki sene Almanca almış, üniversitede Çince'nin beşinci kurunu bitirmiş, Doğu Avrupa gezisinden önce Rusça'ya başlamış ama hemen bırakmış, A2 düzeyde Fransızca bilen ve öğrenmeye devam eden, şu anda İngilizce'yi Türkçe'den daha fazla kullanan biri olarak yazıyorum.

Bir sürü dili aynı anda konuşabiliyor olmak. Kim istemez ki? Aşkın romantizmin dili Fransızca'yı konuşabilmek, Çince'nin o karışık harflerine bakıp anlayabiliyor olmak, Nietzsche'yi orijinal dilinden okuyup gaza gelmek, İtalya'ya gidip opera izlemek veya Akdeniz'de Rusça konuşup Rus turistlere yazmak :))) Kısaca İlber Ortaylı gibi bir insan olmak. Çok dil bilen adam = çok kültürlü, entel, tapılası bir adam imajı çiziyor hemen kafada.

Kazın ayağı öyle değil malesef.

Bu yazıda ikinci yabancı dil öğrenmek için sihirli bir formül vermeyeceğim, hatta herhangi bir formül vermeyeceğim. Tersine sizi vazgeçirmeye çalışacağım. :) Kanalı değiştirmeden önce kulak verin bir hele.

Ben İngilizce'yi çok kolay ve hızlı öğrendim. Bunun yetenekle bir alakası var mı bilmiyorum, varsa bu yeteneği hiç diğer dilleri öğrenirken göremedim, uçtu gitti ibiş. Yetenek vardıysa bile sadece fitili ateşleyen bir kıvılcımdı sadece, çünkü ben günün büyük çoğunluğunda İngilizce'ye maruz kalıyordum, oyun oynayarak. Japonların ürettiği "Rol yapma oyunları" (en bilineni Final Fantasy), football manager, Yu-Gi-Oh! vs. Bu oyunlarda ileriye gidebilmek için İngilizce yazıları okuyup anlamak zorundasınız. Bu yazılar tabii fazla karmaşık cümleler içermediğinden okuması zor değildir ve kendini çokça tekrar eder, dolayısıyla kelimeler ve örnek cümleler aklınızda kalır. Örneğin Yu-Gi-Oh! kartlarındaki değişik kelimeleri saysanız herhalde 1000 falan çıkar. Ayrıca birbirleriyle çelişen cümleler oyunu bozmasın diye kartlardaki cümleler önceden hazırlanmış ve sınırlandırılmıştır. Örneğin bir kartın üzerinde "Destroy one card on the field." yazar, "Kill one card in front of you." yazmaz asla mesela. Bu şekilde benzer cümlelere sahip kartları okuya okuya cümle yapıları akılda kalır hale gelir. Örneğin emir kipi kullanacağım zaman yüklemi başa almam gerektiğini buradan öğrendim. (Destroy yüklem burada.)
(Bu arada Yu-Gi-Oh! oynamayı kesinlikle önermiyorum, eskiden güzeldi ama yapımcılar para hırsına batırdı oyunu.)

Bu şekilde ortaokulda İngilizce'yi çok rahat okur yazar hale geldim. Lisede ise çok fazla dizi film izleyince dinleme kabiliyetim de arttı diyebilirim.

Almanca'yı lisede zorunlu öğrendik, üniversiteye gelince devam etmeyi düşünüyordum ama bir yakınım tavsiyesi üzerine Çince'ye başladım. Giriş derslerine de bakmıştım biraz, çok zevkliydi. Sonra ne oldu? İlk iki kuru alıp, cicim aylarını geçip arkadaşlarla geyiği yaptıktan sonra iş ciddi bir hale geldi ve önceden zevkli olduğu için artık ders değil hobi olarak gelen Çince öğrenme işi zaman ve emek istemeye başladı. (Çince gerçekten de dalga geçildiği gibi çan çin çon şeklinde konuşulduğu için kelime dağarcığınız arttıkça birbirine benzeyen bir sürü kelimeyi ayırt etmekte zorlanmaya başlarsınız.) Ve malesef "Onca dersin arasında bununla mı uğraşacağım ya? Bir ara Çin'e gider sıfırdan taş gibi öğrenirim." demeye başladım. Procrastination yapıyordum yani, erteliyordum. Singapur'a gittim. Az buçuk konuşabiliyordum, Çinli bir arkadaşım "Neredeyse diyalog seviyesine gelmişsin." diye iltifat etmişti. Singapur'da da ders almak istemiştim ama akıldan yazma seviyem, konuşma ve anlama seviyemden çok geride olduğu için ve Singapur'daki kısıtlı zamanımı da Çince karakter yazmayı öğrenmekle çarçur etmek istemediğim için ders almadım. Ardından Türkiye'de bir dönemlik zor bir ders ve doktora başvurusu süreci, ardından kalan dandik ve işe yaramaz dersleri düşük notlarla verdiğim geyik bir son dönem. Bu iki dönemde de dil öğrenmekle uğraşmadım. Son dönemde iki ay falan Rusça baktım Doğu Avrupa'ya gideceğim diye. Fark ettim ki aslında bütün dört sene Rusça öğrenmeye kassaymışım çevremde pratik yapacak çok kişi varmış, bütün Azeriler, Kırgızlar Rusça konuşuyor. Çince konuşan eleman yoktu piyasada.

EPFL'ye geldim. Herkes Fransızca konuşuyor. Almanca olaydı iyiydi. Fransızca kulağa hoş geliyordu, öğrenmeye hevesleniyordum (tıpki diğer bir çok şey gibi) ama dil öğrenmede "pratik faydayı" kendime önşart olarak koştuğumdan daha önce başlamamıştım. Önşart sağlandı, o zaman dans!

Fransızca gramerini bir senede söktüm, az buçuk konuşabiliyorum ve okuyabiliyorum. Fakat sorun şu ki söylenilenleri anlamıyorum! Aynı İngilizce'deki gibi bir dolu Fransızca'ya maruz kalmam gerek ki kulak dolgunluğu oluşsun. Ama bir sorun var, benim ortaokuldaki gibi oyun oynayacak, dizi film izleyecek vaktim yok! Kendime kalan kısıtlı süreyi de zevkli şeylere harcıyorum ki deşarj olayım. Oyunları İngilizce oynamak varken neden Fransızca oynayıp kendime eziyet edeyim ki?

E peki sen Fransızca konuşulan ortamlara girmiyor musun? Ben öyle ortamlara girdiğimde ya herkes çok hızlı konuştuğu için konuşulanlardan bir şey anlamıyorum ya da insanlar benimle İngilizce konuşuyor. İngilizce bilmeyen sınırlı durumlarda da öyle pek felsefik şeyler konuşmuyorum. Dönerci acı sos olsun mu diyo ben de hepsinden olsun diyorum yani böyle nasıl geliştireyim Fransızca'yı...

Bir yandan en az bir üç sene buradayım ve çevrede ne olup bitiyor öğrenmek istiyorum. Yaşadığım hayatı kaçırmak istemiyorum. O yüzden devam ediyorum Fransızca'ya. Ayrıca benim içinde bulunduğum çevre gerçekten poligotların cirit attığı bir çevre ve insan özenmeden edemiyor. Almanyalı daire arkadaşım Fransızcayı aynı benim Almanca öğrendiğim gibi iki sene lisede öğrenmiş (ondan önce Latince görmüş) üniversitede bırakmış, sonra EPFL'ye gelmeden önce az bakmış ve tadaa. Kız bütün exchange'i Fransızca konuşarak geçirdi resmen. Ben hala guten tag.. Keza diğer daire arkadaşım İtalyan (müzik okulunda okuyor) ve o da lisede 2 sene Fransızca görmüş, adam buraya geldiğinde lise sondaydı, İngilizce ve Fransızca'yı sular seller gibi konuşuyor. Faslı var, Arapça, Fransızca, İngilizce ve İspanyolca konuşuyor. İtalyan arkadaş diğer arkadaşlarını çağırıyor, Ukraynalı bir kız var Rusça ve Fransızca konuşuyor İngilizce konuşamıyor, mal mal bakıyoruz birbirimize. Ben İngilizce konuşuyorum ona, o da anlarsa bana Fransızca cevap veriyor.

Çince sınıfımdaki birçok arkadaşım dersten sonra Çince'yi kullanmamıştır bile muhtemelen. Onların büyük çoğunluğu "Uluslararası İlişkiler" bölümündendi, dolayısıyla dil dersini doldurmak için almışlardı biraz da. Kullanan bildiğim bir EE'ci arkadaşım var Çince'ye benleyen başlayan, o devlet bursuyla Çin'e gitti İngilizce işletme okumaya. Çince'yi epey ilerletti. Ama "Sürekli deyimleri kullanarak konuşuyorlar anlayamıyorum." diye şikayet ediyor. Ama Çin'de işe girmeyi düşündüğü için el mahkum devam ediyor.

Şimdi bu laf salatasından yapmanızı beklediğim çıkarımları yazıp sizi zahmetten kurtarayım.

1- Dil bilen adam = çok kültürlü, entelektüel, ulu aydın adam.
Kısmen doğru, eğer bir kişi birden fazla dile aynı anda hakimse o dilin konuşulduğu kültürlere de az buçuk hakimdir. İtalyanca bilip de opera nedir bilmeyen adam, herhalde yoktur. Kültürü sanat birikiminden ayrı tutarsak, atıyorum Fransızca bilen kişi de Fransızların peynir kültürünü ve bunun Türkiye'den nasıl farklı olduğunu, adamların aralarında peynir muhabbeti yapacak kadar kafayı yediklerini ("Bu peynir şu köyden gelmiş sevgili Fransua..") kokudan peyniri tanıdıklarını bilir, belki o peynirlerden birkaçını tatmıştır da. Böyle bir insanın dünyası, en azından peynir bakımından, sadece süzme, tulum ve ezineyi bilen birinden biraz daha geniştir, bu kişiye kültürlü diyebiliriz pekala.

Amaaaaaaaaaa

Opera dinlemek için İtalyanca bilmek şart mı? Değil.

Peynir tatmak için Fransızca şart mı? Tabii ki değil :)

Dil öğrenmek kültürlenmenin tek yolu değil.

Ayrıca en dolambaçlı yol. 

Bu bakımdan dil öğrenmek bir kaçıştır da, zor olandan, farklı kültürleri ve sanatı öğrenmekten, kitap okumaktan bir kaçıştır. Zira her dil başlangıçta kolaydır, gereken şey derse gidip hocayı dinlemek, kelimeleri ve dilbilgisi yapılarını ezberlemektedir. Ezberlemektir. Şöyle diyeyim, ben Çince dersi alırken aynı zamanda felsefe yan dalı yapıyordum. Felsefede makaleleri okuyup analizlere bakmak, daha fazlasını öğrenmeye çalışmaya harcayacağım zamanı görece kolay olan Çince öğrenmeye harcadım. Çünkü felsefe yandalının amacı derse gidip kasmadan rahatça öğrenmekti, felsefe profesörü olmak değildi hiçbir zaman, ama sonuç olarak daha fazla öğrenmekten yani zor işten kaçtım mı? Evet.

Bu ilk maddeyi özellikle üniversiteye yeni başlayanlar için yazdım. Eğer kültürlü olmaya özeniyorsanız dil öğrenmek yerine yapılacak bir dolu şey var. Belçika'da mastır yaptıktan sonra ING bankta genel müdür olan yengem "Fransızca öğrenmeye başlamıştım. Ama sonra bununla uğraşacağıma iki kitap fazla okurum diyip bıraktım." demişti. Şu an Çin'de kendisi. Fransızca muhtemelen bir işine yaramıyor. :))

Tabii dil öğrenmek sadece kültürlenmek için yapılan bir şey değil. Bu yüzden diğer maddelere geçiyoruz.

2- Bir dile mağruz kalabilmek...

"Satranç" diye bir kitap var duymuşsunuzdur. Bu kitapta özetle adamın biri hapise düşüyor, sahip olduğu tek şey bir satranç kitabı. Adam da napsın, sıkıntıdan kitabı ezberleyip satranç ustası oluyor. (Tabii ki kitabın asıl anlattığı bu değil, ben fikrimi desteklemek için düz adam modunda anlatıyorum.) Peki bizim için durum ne? Hepimizin evlerinde kütüphane var, kütüphane yoksa krizde dahi olsak da kitap almak oldukça ucuz ve zahmetsiz bir olay. Kitabı boşver, elimizin altındaki internet meraklısına her şeyi sunuyor zaten. Youtube aç gitar öğren, origami öğren bilmemne öğren. Öğrenmek istemiyorsan aç bol kumar reklamlı dizi sitesini zaman geçsin. Böyle fırsatların bulunduğu hatta üzerimize dolu olup yağdığı bir zamanda bütün boş vaktinizi heves ettiğiniz için adamakıllı öğrenene kadar bir dile adayabileceğinizi sanıyor musunuz?

Ben neden Japon rol yapma oyunları oynadım? Çünkü başka oyunum yoktu!! Yaşıtlarım internet bağlı bilgisayarlarında Knight online falan oynardı. Olmayanlar para biriktir internet cafeye giderdi. Benim bilgisayarım yoktu ama playstation 1'im vardı, oyunlar da benden 14 yaş büyük olup sular seller gibi İngilizce bilen dolayısıyla derin hikayeli rol yapma oyunlarını seven abimin zevkine göre seçilmişti. Nihayet bilgisayarım olduğunda yine adamakıllı bir şey kaldırmadığı için aynı oyunlara devam ettim, ayrıca football manager ve Yu-Gi-Oh! oynadım. İnternetim olunca da bilgisayarımın interneti habire gidip durduğundan online oyun falan oynamadım. Bu bilgiler ışığında diyebilirim ki şu an bilgisayar + internet ile doğan çocuklara göre dil bakımından oldukça şanslıyım.

Malesef sahip olduğumuz tek şeyin İngilizce olmadığı çağımızda sadece dil öğrenmeyle sınırlı bir ekosistem yaratamıyoruz kendimize. Gerek de yok.

Fırsatlardan bahsettik. Ekşi sözlükte "kişinin 17 yaşındaki haline vereceği öğüt." var. İçinde şöyle garip bir entry var, en çok oyu almış ekşi şeylere girmiş falan. Yok dört tane dil bil, yok müzik aleti çal, yok dans et, yok içki kültürün olsun yok bilmemne. Zıpkından anlasan iyi ben anlamıyorum içimde kaldı diye de eklemiş asdas. Ya arkadaş yoldan geçen adam da 17 maddelik liste yapıp elinize tutuşturabilir, zor iş değil. Müzik aletiydi, danstı toplum nezdinde entel görülen şeyleri yapıştır gitsin? Zaman bulmayı geçtim, kafa bu kafa... Öyle her saniye bir şey öğrenmeye çalışırsan kafa mafa kalmaz adamda. Bu listedeki her maddedeki bir kelime bile uzun süreli emek ve özveri ister. Bu listedeki şeyleri 17 yaşımda (bu listeden habersiz) yapmaya başlamış ve 23 yaşında biri olarak bir çoğunu tam olarak başaramamış biri olarak yazıyorum bunları. Teoride mümkün gözüken şeyler pratikte imkansız arkadaşlar.

Neyse, ben en iyisi buna başka bir zaman ayrı bir yazı yazayım.

3- Hobi olarak dil öğrenmek

Daha önce de yazdığım gibi, dil öğrenmek başta çok zevklidir. Eğer çok hevesliyseniz ve hevesinizi bastıramıyorsanız duolingo.com gibi sitelerde iki üç bölüm bitirip merakınızı giderebilirsiniz. Ama şu var ki belirli bir seviyeden sonra iş zorlaştığı için hobi özelliğini yitiriyor ve siz bir gün elbet bırakıp hiç kullanmayacağınız bir şeyi öğrenmek için gereksiz bir çaba içine giriyorsunuz. Gurur yapıp kolay kolay bırakamıyorsunuz da. Bıraktığınız da da aynı yengem gibi "İki kitap fazla okusaydım." diyorsunuz.

Singapur'da Amerikalı bir çocuk vardı, Çin'de dil okuluna gitmiş, yurt arkadaşı Çinliymiş falan. Ama üzerinden iki sene mi ne geçmiş. Adam benle iki cümle konuşamamıştı ya. Adamın "Hiç hatırlamıyorum." derken ki yüz ifadesini gördüğümde dehşete düşmüştüm.

Öte yandan belki de siz benden farklısınız (hiç sanmıyorum) ve dil öğrenmek gerçekten, seviye ne olursa olsun, sizin için bir hobidir. Bu durumda tabii öğrenmeyin demem, ki siz de zaten beni takmazsınız. Fakat yine de bu durumun çok nadir olduğunu belirteyim. Üniversite arkadaşlarım arasında hobi olarak dil öğrenip de istikrara ulaşan birini pek görmedim. (bir-iki animeci arkadaş hariç, ki biri bahsettiğim Çin'deki EE'ci arkadaş.) Bir çok arkadaş Çince'nin beşinci kurunu bitirdiğimi söylediğimde vaaay çekiyor. Ama sonuç ortada.

Hobi olarak dil öğrenip de bundan zevk aldığını söyleyip devam eden, gözümün önünde bir dili baştan öğrenip çok kısa zamanda konuşmaya başlayan bir tanıdığım var. O da burada tanıştığım İsviçreli bir kız. Ana dili Almanca, İsviçre'de uzun süre Fransızca öğrenmiş. İngilizce de biliyor tabii. Dolayısıyla Hint-Avrupa dilinin iki kolundan bir dili ve ikisinin kırmasını (İngilizce) bir dili biliyor. Sıfırdan öğrendiği dil de İtalyanca... Yani bu benim Türkçe ve Özbekçe bilip Kırgızca öğrenmem gibi bir şey. Ana dili Türkçe olan bizler bu kız kadar şanslı değiliz malesef. Eğer internette poliglot olmakla övünen birini görürseniz bunların konuştuğu dillerin bir çoğunun "İngilizce, Fransızca, Almanya, İtalyanca, İspanyolca, Portekizce" falan olduğunu göreceksiniz. Bunlardan biri anadil olunca öbürü de ilk yabancı dil olunca öbürlerini öğrenmek iş değil yemin ediyorum...

4- İş için dil öğrenmek

Tabii ki bir yere çalışmaya gidecek olan kişi kullanacaksa oranın yabancı dilini öğrenmeli, muhakkak öğrenir zaten, bu kişi de muhtemelen bu yazıyı okumuyordur. Benim üzerine parmak basacağım nokta şu; bu öğrenme işi çoook ilerideki uçuk kaçık ve ertesi sene değişecek hedefler yüzünden olmamalı. Ben Çince sektörde işime yarar, Çinlilerle iş yapan bir firmada çalışırım diye başladım şimdi İsviçre'nin Fransızca konuşulan bölgesinde araştırma yapıyorum -.-

*

İşte size altın tavsiye:

"İkinci yabancı dilim ne olsun?" diye defalarca mail aldım. Hepsine de "İngilizce'yi iyi öğrenmeye bak." diye cevap verdim. Kaçı tınladı bilmiyorum. Facebookta alt dönemlerden biri sordu, neden dil dersi almaması gerektiğini uzun uzun anlattım, "Sağol aydınlattın." dedi, "Ben aydınlattım da sen aydınlanabilecek misin onu bilmiyorum." diye cevap verdim küstahca. Bir hafta sonra facebookta "İspanyolca dersleri almaya başladı." diye life event girdi. Benim de mesaj yazmaya harcadığım zamanı hiç etti sağolsun.

Benim argümanım belli "İkinci dil öğrenmek yerine İngilizce'ni geliştirmeye bak." Bunun nedenleri üzerinde uzun uzun durmayacağım, zira yazının ilk bölümünde hala ikna olmadıysanız muhtemelen bahsettiğim arkadaşta yaşadığım gibi asla ikna edemeyeceğim sizi.

Kısaca yazayım: bugün benim bilgiye erişimim tamamen İngilizce.. Birinci nedeni İngilizce bilince seçeneklerin oldukça fazla artması ve tabii seçenekler artınca daha iyisini seçme şansımın olması. Atıyorum java öğrenmek istiyorsun, sadece Türkçe biliyorsan youtubetaki ve udemydeki kıytırık videolara muhtaçsın, ama İngilizce bilirsen dünyanın en iyi üniversiteleri sana bilimum MOOC sitesinde (coursera, edX, udacity en bilindikleri) ders vermek için sıraya giriyorlar. Lükse bak. Türkçe çevirisi bulunmayan bir çok teknik kitabı okuyabiliyorum. Ki zaten bu kitapları okuyacak kişiler çeviri ihtiyaç duymayacakları için çeviri talebi yok, dolayısıyla çeviri de yok. En son okuduğum kitap "The Dynamics of Political Communication: Media and Politics in a Digital Age", işim gereği okudum. İngilizce bilmeseydim böyle bir kitaptan haberim bile olmazdı (bir işim de olmazdı)

İkinci nedeni de teknik kitapların çevirisi olsa bile benim yine İngilizce okuyacağım. Neden? Bu benim şahsi fikrim, (belki alışkanlıktandır ama başkası için de değişeceğini) ama şu var ki teknik bilgileri ikinci bir dilden öğrenmek daha kolay ve sistematik bir ilerleme sağlıyor, özellikle bilgisayar mühendisliğinde. Teknik terimlerin (özellikle bilgisayar biliminde) birçoğu zaten İngilizce çıkışlı, değilse bile çevirileri kitaptan kitaba fark yaratmaz. Biz ise yeni terim yaratmıyoruz, çeviriyoruz. Dolayısıyla teknik kitapların çevirisini okurken terimlerin çevirisini de öğreniyoruz. Ama sonrasında İngilizce bir teknik kitap okumamız gerekecek, o zaman terimin orijinalini de öğrenmemiz gerek. E o zaman çeviriyi niye öğrenip boşuna hafızamda tutayım ben?

Aynı sebepten felsefe kitaplarını da (genelde) İngilizce okuyorum, fakat Türkçe tercümesini de referans olarak yanımda bulunduruyorum ki çok karışık cümlelerle karşılaştığımda adam ne diyor anlayabileyim. Teknik kitaplarda yazarlar lafı dolandırmadığı için böyle bir referansa ihtiyaç duymuyorum. Romanları ise hız kazanabilmek için sadece Türkçe okuyorum.

Velhasıl kelam İngilizce önemli. Bu noktada şunu diyebilirsiniz. "Benim İngilizce'm zaten iyi. O zaman niye ikinci dile geçmeyeyim." İngilizce öğrenmek öyle öğrenip bitirecek bir şey değil. Ben hala çalışıyorum. Eğer İngilizce anadiliniz gibi değilse, siz de benim gibi İngilizce'ye ilkokul sıralarında başladıysanız muhtemelen öğrenilecek şeyler vardır.

Kısaca öneriler:

1- Türkiye eğitim sisteminde doğru İngilizce telaffuz öğretilmez. Hocalar doğru telaffuz eder ama doğru telaffuz etmeyi nedense öğretmez. Neyi kastediyorum? Tabii ki kelimelerdeki vurguları. Örneğin demokrasi kelimesi. Sesli okuyun. Şimdi bir de İngilizcesini dinleyin. "dıMOKrısi" diyor değil mi? Nedeni İngilizce ritmik bir dil ve her kelimede vurgu bir veya iki seste. Bu örnekte vurgu sadece MOK'ta,geri kalan seslerin ı ve i'ye indirgeniyor. Ne ilköğretimde ne lisede bahsettiler bundan, gittim üniversite dörtte kendi kendime öğrenmeye başladım, şaka gibi. (Hazırlıkta bahsetmişlerdir ama ben hazırlığı atladım.) Telaffuzla ilgili nice öğrenecek şey, "word stress", "sentence stress". Thank you "tenk you" okunmaz, Türkçe'de olmayan özel bir "th" sesi vardır, araştırın.

2- Şarkı sözlerini anlamaya çalışabilirsiniz:

https://lyricstraining.com/

3- Açıkçası ben İngilizler (bazen de Amerikalılar) aralarında muhabbet ederken takip etmekte zorlanıyorum. Ha onların muhabbetini takip etmenin bana pek bir getirisi olmadığından kendimi bu konuda eğitmiyorum. Yine de İngilizce'yi yaladım yuttum diyorsunuz bunları anlamakla uğraşabilirsiniz. Film ve dizilerde insanların diksiyonları genelde iyidir. İzlerken zevk alacağınız televizyon programlarını bulmaya çalışın.

Bunu EPFL'de İngilizce öğretmeni derste izletmişti, benim çok ilgimi çekmedi ama seveni çıkar belki:
https://www.bbc.co.uk/programmes/b006vq92
Bir takım girişimciler icatlarını tanıtıyor, yatırımcılar mülakat yapıyor vs.

Bunların da parodiler fena değil:
https://www.youtube.com/results?search_query=saturday+night+live+parodies

İşi daha da ileri götürüp rap battles falan da izleyebilirsiniz:
https://www.youtube.com/watch?v=D9Mv6gXqADM

4- Yazma konusunda çalışma yapmayı üniversite birde bıraktım. Çok sıkıcı. Fakat yazı yazarken hangi kelimeyi kullanacağıma karar veremediğim zaman googlelarım hep. Karşıma da hep bu site çıkar. Meraklısı varsa takılabilir.

Bunları fikir olsun diye yazdım, şu an İngilizcemi geliştirmeye yönelik bir çalışma yapmadığım için çok malzeme yok elimde. Malzeme bulmak biraz size düşüyor.

5- Bilgisayarınıza wordweb isimli eklentiye kullanarak sadece tek tıkla sözlüğe erişebilirsiniz.

*

Umarım yararlı bir yazı olmuştur...