Selamlar. Geçen haftasonu Zürih kaçamağı yaptım. Zürih Google'da çalışan arkadaşlarımı ziyaret ettikten sonraki gün GlamHack isimli hackathon'a katıldım.

Hackathon demek katılımcıların 24 saatte bir şey üretip sunduğu programlama yarışması demek. İsviçre Ulusal Müzesinde gerçekleşen bu hackathon "Swiss Open Cultural Data Hackathon" diye geçiyor, GLAM'in açılımı da "Gallery Library Archive Museum" yani bu hackathonu kültür bakanlığına bağlı gruplar düzenliyor. Hackathonun bu yılki teması "Ziyaretçilerle iletişimde olacak bir ürün."

Gittim, grubumu kurdum, beyin fırtınası yapıp fikir yürüttük. "Ask The Artist" isimli projede karar kıldık. Bu projenin amacı İsviçre sanatıyla ilgili bilgileri artistle konuşarak almak. Artiste ne zaman doğduğunu, hangi sene hangi resmi çizdiğini, bir resminin şu an nerede sergilendiğini sormak. 

İki gün harıl harıl çalıştık ve en sonunda bu işten alnımızın akıyla çıktık. Güzel bir de sunum hazırlayıp görsellerle ürünümüzün tanıtımını destekledik. Sunum için hazırladığımız video:


Sunumumuzu ve appimizi jüri çok beğendi ve bize en prestijli ödül olan "Perfectly Made" ödülünü takdim etti. Ardından seyirciden de en çok oyu aldığımız için "Biggest Applause" ödülüne de hak kazanıp çifte ödül aldık. Yarışmada 15 takımın yarıştığını ve sadece 4 ödülün verildiğini hatırlatayım.

*

Eğer siz de hackathonu son gün proje sunumlarında ziyaret eden biriyseniz kafanızda şekillenecek hikaye buydu ama tabii ben bu blogu ne kadar süperim lan diye cümlaleme duyurmak için yazmıyorum. Yarışmanın ortasında gruptan ayrıldığım için ödül falan da almadım. Videodaki de ben değilim, pilav yiye yiye Çinliye benzemeye başlamadım yani hayır. 

Aslında bu konuyu doktora günlüğümde detaylıca anlatacaktım, grupları projeleri tanıtacaktım. Ama şahit olduğum olay gerçek hayatta sık sık karşıma çıkan, mesleğiniz ne olursa olsun sizin de karşınıza çıkacak bir fenomenin en ekstrem hali olduğu için hikayeyi teknik ayrıntılardan arındırıp ayrıca anlatmak istedim. 

Evet başlıyorum.

*

Olay örgüsü şöyle gelişti:

Doktora günlüğümde geçen sene Lauzhack'e katıldığımı, 24 saat boyunca uykusuz kalarak programlama yaptığımı, hem önceki gece arkadaşlarla eğlenip gece uykumu alamayıp yarışmaya yorgun gittiğimden hem de bana verilen kısım zor geldiğinden düşük performans sergilediğimi (daha doğrusu hiçbir şey yapamayıp takımımı batırdığımı) yazmıştım. Doğrusu hem o hackathonun intikamını almak, hem de genel olarak hackathonların çok şey öğrettiğini düşündüğüm için yeni bir hackathon'a katılmayı dört gözle bekliyordum. Bu hackathon da "Open Data" hackathonu olduğundan, hackathon'da Zürih'te gerçekleştiğinden ve adamlar barınma masraflarını karşıladıkları için, fırsat bu fırsat diyip atladım trene gittim. Bir hafta sonra makale göndermem gerekiyordu, ama şeytana uyup idealistliği bırakıp serüveni seçtim. (İyi halt ettim.)

Hackathon'un yapılacağı müze geceleri kapatıldığı için uykusuz kalmak gibi bir imkan yoktu (aslında bu iyi bir şey) O yüzden yarışma cuma günü başlıyordu. Perşembe günü vardım Zürih'e ben de. NUS'tan tanıdığım (Bana sakın Singapur'da doktora yapma diyen) ve doktorayı bırakıp Google'da çalışmaya başlayan arkadaşımı ziyaret ettim. Sonra hostele geçtim. Hostel odamdaki Çinli çocuğa Nihao dedim.

Çinli çocuk Çin'de bilgisayar mühendisliği okumuş, şimdi Münih'de "User Experience Design" mastırı yapıyormuş. İyi valla. Oda dört kişilikti ama diğer iki kişi gelmemişti. Ertesi gün beraber müzeye geçtik.




İlk şoku hackathonun bomboş olduğunu gördüğümde yaşadım. Öyle ki etkinliğin başında "Data Provider" denilen müzelerin verilerinden sorumlu kişiler verilerinin sunumunu yaptı. Fakat ben data provider sayısı kadar programcı var mı hackathonda şüpheliyim.

Datası olmayan ama proje fikri olan kişiler de sunum yaptılar. En ilginci ve benim de konumla alakalı olan proje Lozan UNIL'den gelen bir abinin arama motoru projesiydi. Özetle bu abi "Yazarı roman yazmış şiirler" sorgusunu yapabileceği bir websayfası yapmaya çalışıyordu ama yapamıyordu. Ne var bunda? demeyin. Dediğim gibi bu yazıda teknik ayrıntılara girmeyeceğim, ama bunu bir sahibinden.com'da detaylı arama yaparmış gibi tasarlamayı düşünürseniz imkansız olduğunu göreceksiniz. (Ya da şunu düşünün, sahibinden.com'da "Satıcısı xbox da satan playstation ilanları" diye arama yapabiliyor musunuz? Tabii ki hayır.)



Birkaç enteresan projeyi ve datayı not ettim, sonra bahsettiğim abiyle gidip konuştum. Üzerinde biraz kafa patlattıktan sonra projenin kallavi bir araştırma projesi olduğunu ve hackathonda çözülecek gibi olmadığını fark edince kaçmak için bahane aramaya başladım. Tam o anda bizim şopar Çinli "Hey Teajay gel burada çalış len." dedi (Evet ismim Teajay benim.) Ben de ok dedim. Zaten yanına çağırdığı elemanların verdiği datayı da beğenmiştim.

Büyük bir kalabalıkla merhabalaşıp sohbet ettikten sonra ikinci şokumu yaşadım. Nereden baksan bir 8 kişi falandık ama grupta kodlama yapmayı sadece ben biliyorum... Allah'ım sen bana mukayet ol.

8 kişi beyin fırtınası yaptık ama orijinal bir şey de çıkaramıyoruz. Uzun uzun konuştuktan sonra (benim aklıma hiçbir şey gelmiyor bu arada) 10 tane kültür sanat içerikli proje listeledik. Projeleri tam hatırlamıyorum ama en sonunda benim beyinden bir damla yaratıcılık aktı ve "Datadan hikayeler oluşturup Twitter'da bot aracılığıyla anlatalım." dedim. Onu da listeledik.

Proje önerileri malesef her şeyin bir günde kodlanacağını öngörmeden yapılmıştı ve işin daha kötüsü kodlayacak tek kişi bendim. Neyse ki en çok oyu "Ask The Artist" denen proje aldı. Dedim "Ben iki hafta önce Alexa (Amazon'un ses tanıma kütüphanesi, yani sesi Alexa tanıyıp yazıya çeviriyor, gerisi kodlama) dersine girdim, biraz biliyorum, yapabilirim bu işi." Tamam dediler.

Yapabilirim dedim de, her şeyi kendim yaptığım için çok ağır ilerliyorum. Çinli arkadaşa iş veriyorum, "Şu şu nasıl yapılırmış bi araştırıver yol alalım." diyorum, "Bakayım ama bana güvenme." diyip Facebook'ta fink atmaya başlıyor. Hasbinallah. Öte yandan data provider ablalarla aynısı masada çalışıyoruz ama ablalara ben ne iş verebilirim hiç bilmiyorum çünkü ablaların normalde yaptığı iş veri girmek, elle düzeltmek vs. Dolayısıyla bana yardımcı olarak bir iş gelmiyor ellerinden, en azından şu an. "Biz ne yapalım?" diyorlar. "... Takılın." diyorum mecburen ne diyeyim. "Üç gün boyunca ne yapacağız burada :D :D" diyorlar. Hayda, üç gün boyunca başımdalar. "Artiste sorulacak soruları ve cevapları hazırlayın. Ama bugün Alexa'yı kullanarak bir prototip hazırlayamazsam ben Twitter projesine döneceğim ona göre ha." diyorum.

İlk gün bitmeden önce akşam prototipi çalıştırmayı başardım. Alexa'ya "Hey" diyip "Bugün 3 saat resim çizdim." (???) cevabını alabiliyordum. Fakat fark ettim ki aklımdaki her şeyi koda geçirene kadar yarışma bitecek ve ortaya güzel bir şey çıkmayacak. Sonucunda öğrendiğim şeyler de bir işime yaramayacak, Alexa öğrenip ne yapacağım ben? Öte yandan Twitter projesi yaparak en azından Twitter botu yazmayı öğrenebilirdim (böyle bir hevesim vardı zaten) ve datadan ilginç hikayeler çıkartabilirdim. Hackathonun asıl amacını gerçekleştirebilirdim yani, bir şeyler öğrenmek. Böyle diyip "Ben Twitter projesine geçiyorum ya, üzgünüm." dedim. Çinli de "Sıkıntı yok ya, bence bir takım iki proje şeklinde yürüyebiliriz." dedi. Tamam dedim.

*

Ertesi gün ara sunum gibi bir şey vardı. Elimle birkaç örnek tweet hazırlayıp "Benim projem Swiss Art Stories in Twitter. Bir Twitter botu tasarladım, bu bot datayı kullanarak hikayeler oluşturacak. Örneğin şu iki ressam, aynı sene içinde iki adam resmi çizmiş, bunların karşılaştırmasını yaptı bot otomatik olarak (Peşin satan veresiye satan resmine benzer iki tane resim koydum, bir yandan da göndermeyi salondaki kimsenin anlamamasına üzüldüm. Bahsettiğim tweet için bkz) "Fikirleriniz olursa bekliyorum." diye noktaladım.

Sunumdan sonra Amerikalı bir kadın bana geldi. "Aslında sanat eserlerinin eski sahipleri şu an önemli bir araştırma konusu, onunla ilgili hikayeler anlatsana." dedi. Takımımızdaki data provider ablalar da onayladı. "Biz bunu sitemizde listeledik kullanabilirsin." dedi. Madem önemli bir araştırma konusu, araştırma benden sorulur diyip atladım hemen.

Malesef sanat eserlerinin eski sahiplerinin verisi halka açık değildi. Botum Data provider ablanın gösterdiği siteden veriyi çalıyordu. Fakat bu çalma işlemini başarabilmem uzun sürdü çünkü siteyi yapan adam biraz garip dizayn etmişti. O yüzden botu insan hareketlerini taklit edecek gibi programlamam gerekti. Zor değildi ama bu problemi anlayıp çözümü bulup kodlayıp çalışır bir bot elde etmek bir günümü yedi. İkinci gece proje bitti, ortaya bir şey çıktı ama öyle harikulade bir şey değildi.

*

Paralel evrende ise şöyle bir şey oldu: Çinli kardeşimiz ben Alexa'yla cebelleşirken Facebook'tan bıkıp "Bakayım iphone'daki Siri'yi düzenleyebiliyor muyum." diye araştırdı, Siri Shortcuts diye bir app buldu. Data provider ablaların yazdığı soruları Iphone'un not defterine yapıştırıp Siri'ye okuttu. Birkaç basit Siri aksiyonu ekledi (videoda gördüğünüz google araması gibi.) Aslında herif projeyi ilk günden bitirdi. Bana "Sen Alexa'yı yapamazsan bunu kullanırız." diyordu. Ben de içimden "Yav open data hackathonuna geldik, adam elle yazılan soru cevap appini sunduracak bana, koskoca doktora öğrencisine, bak hele." diyordum.

İkinci gün sunumunu yaptı, appi konuşturdu. Kimse arkaplanda ne olduğunu anlamadı ama herkes adamın sunumunu çok beğenip gülüp alkışladı. İşte o gün tehlikeyi sezdim. Günün geri kalanında Çinli kardeşimiz Zürih'teki henüz gezmediği müzeleri gezdi, data provider ablalarla muhabbet etti, kendini sevdirdi, onlarla video çekti, videoyu düzenledi, bir de sunuma koyarım diye Flowchart falan yaptı. Takıldı etrafta, diğer yarışmacılarla falan sohbet etti, networking yaptı. (Akademide sağlam arkadaşlar edinmeye networking denir. Arkadaş arasında konuşuyor olsam sağlamı t ile başlayan başka bir kelimeyle değiştirirdim ama yapamıyorum.)

Sonuç olarak adam eğlendi beyler. On numara bir Zürih tatili oldu adama. Bir kız arkadaş yapmadığı kaldı. Onu bile yapmış olabilir hatta beklenir.

*

Üçüncü gün. Aklımda yapacak birkaç bir şey daha var ama botu test etmekten onlara sıra gelmeyecek belli. Zürih Üniversitesi'nde Phd 2. sınıf olan ve muhtemelen jürideki en (ve tek) teknik adam olan çocuk (benim dengim) insanlara naptığını ve yaptıklarının teknik ayrıntılarını sordu. Dedim böyle böyle yaptım, ama şu olay zaman kaybetti benden kaynaklı değil ama en azından başardık vs. Çinli'ye geldi, teknik bir şey öğrenemeden gitti.

Sunum falan hazırlamam gerekiyordu ama kim uğraşacak? Müzedeyiz, çıktım gizlice müzeye girdim. Backdoor attım müzeye. Gezdim. Fena değildi. Bütün sakinlerinin kameraya poz verdiği şu tablo enteresan:



Döndüm. Işıklar kapanmış, bir sürü resmi kıyafetli seyirci toplanmış.

Çinli kardeş sunumu yaptı. Dün olduğu gibi herkes koptu ve alkışladı. Sunucu "Jürinin sorusu var mı?" dedi ve bana şükür çektiren o soru geldi: "Bu appteki data nereden geliyor?". Arkadaş "Data şu an preset (elle yazdım demiyor da) app daha geliştirilirse o kısım eklenebilir." gibi bir cevap verdi.

Benim sunuma geçtik. Öyle afili işlerle uğraşmadığımdan (zaten projenin dünkü gibi ilgi çekmeyeceğini biliyordum) kısa bir konuşma yaptım. Slayt falan yoktu, Twitter'ı açıp gösterdim her şeyi. "S.a. herkese, ben Tj. Benim projem İsviçre sanatıyla ilgili hikayeler anlatan bir Twitter botu. Bu hackathon için sadece sanat eserlerinin geçmişi üzerine odaklandım, bu önemli araştırma konusu olduğu için. Olay şu: bir müzeye yeni bir sanat eseri geldiğinde bu bota haber gelecek bir şekilde.. inşallah.. (Seyirciler gülerler) Bu botu interactive yaptım. Yapmanız gereken bu bota bir mesaj atmak. Sonra bot gidiyor bu siteden datayı okuyor. Bu data halka açık değil. O yüzden bu bot datayı çalıyor da diyebiliriz ama kimseye söylemeyin. (Seyirciler gülerler.) Sonra eserin hikayesini Twitter floodu şeklinde yayınlıyor. Demo yapmayacağım ama kendi demonuzu kendiniz yapabilirsiniz, bu Tweette nasıl yapacağınızı yazdım. Ama çok spamlemeyin, Twitter botu banlayabilir ve bunu istemiyorum. (Seyirciler gülerler.)"... Teşekkürler dedim, kimse bir şey sormadı, oturdum.

Bir de VR projesi sunan bir grup vardı, adamlar demoyu yaparken program bozuldu "Welcome To Matrix" sözleri salonda uzun bir süre yankılandı, hepimiz kahkalarla güldük. Onların yerinde olmak istemezdim.

Bütün sunumu trompet çalarak yapan abi vardı. O da çok iyiydi. Sunumları çektiler ama henüz yüklemediler. Yükleyince buraya atarım.



*

Sunumlar bittikten sonra botun başına geçtim. Abinin biri demo yapmaya çalışmış, ama bota vikipedi linki atmış. Karşılık olarak bottan "Naber len." cevabı almış ahaha. Bir amcamasama geldi, projeni çok beğendim ama demo yapmayı beceremedim dedi. Beraber denedik. Ben de beceremedim. Kodu editledim bir şeyler yaptım olmadı. Ter içinde "Yaa sunumdan önce çalışıyodu :S :S" dedim. "Tamam tamam neyse ben sana verdim oyumu çok güzel proje." dedi amca. "Çalıştırınca göstereyim mi buralarda mısınız?" dedim "Yok gidicem." dedi. Yok yere rezil olduk amcaya. Biraz uğraştım, fark ettim ki verisini çaldığım site bir şekilde olayı çakozlamış, botu anasayfaya geri gönderiyor. Başlarım böyle işe diyip keklere pastalara hücum ettim. Wikimedia'da çalışan bir abla kartını verdi, aslen ressam ve yoga öğretmeniymiş. "İletişimde kalalım." dedi. Artık kalıp napacaksak. Yaşlı bir teyze de websitemi sordu. Websitemin adını unuttuğum için veremedim, "azimliyazar blogspotuna bakın YGS yazıları var." da diyemedim. Glamhack'in sitesinin adresine yönlendirdim ablayı.

Aslında şuraya takım elbiseyle gidip, bir şeyler başarmış gibi bir sunum yapıp, özenle hazırlanmış C.V.'mi websiteme yükleyip kartımı millete dağıtsaydım güzel bir deneyim (ve ego tatmini) olurdu. :P

*

Jüri ödülleri açıklamaya başladı. Perfectly Made ödülünü Çinli kardeşimiz kapmıştı. Açıklayan Phd öğrencisiydi ve birkaç blabladan sonra "Aynı zamanda applerinin zayıf noktalarını çok iyi ve kurnazca sakladıkları için onları bu ödüle laik gördük." diye bitirdim. Puhahaha.

(Not: Dikkat ederseniz videoda çocuğun konuşmasıyla artistin cevap vermesi arasında kesinti var. Orada Siri Shortcuts "Your shortcut says." diyor. Adam orayı kesmiş.)

Stunningly Beautiful ödülünü "Zurich Historical Photograph Tours" isimli proje aldı. Bu projede Zürih fotoğrafları çekmiş bir fotoğrafçının fotoğraflarından fotoğraf turu çıkarmışlar ve bir web aplikasyonunda yayınlamışlar. Bence tam bir 3-4 kişilik grup tarafından bir günde çıkarılacak tam bir hackathon projesi. (Gerçi bunda da 8 kişi çalışmış.) Ödül kazanmayı hak eden tek proje olduğunu itiraf etmeliyim.

Brand New ödülünü "Walking Aroung The Globe" diye bir gruba verdiler. Bir çağırdılar sahneye 10-15 kişi çıktı. Sunucu "Harbiden de globu dolduracak bir grup." diye dalga geçti. Arkadaş şu gruplara bir sınır koyaydınız tek başıma onbeş kişiye saldırdım resmen. Ayrıca VR projesinin neresi Brand New, kaç senelik teknoloji allasen.

Meraklısına projeler şurada: http://make.opendata.ch/wiki/event:2018-10

Ve seyircilerden en çok oy olan "Biggest Applause" ödülü. Bunu da Çinli kardeşimiz aldı. İki ödül birden verdiler adama.

*

Ödül seromonisi sonunda yine gelip benle muhabbet edenler falan oldu. ETH Zürih'in kütüphanesinin müdürü, klasik bir "İngilizlerden güzel İngilizce konuşan Alman beyenfidisi" bir amca ve onun kadar iyi İngilizce konuşamayan ama "Biz neler gördük" tadında bir yaşlılığı olan müze müdürü amca yaklaştı. "Projen güzelmiş, fikir nereden aklına geldi?" diye sordu ben de "Amerikalı abla söyledi." dedim dürüstçe. Sonra tanıştık işte. EPFL'den geliyorum dedim. Bunu duyunca adam Fransızca'ya geçti. Bozuntuya vermedim çünkü adam tam da benim seviyemde konuşuyor asdas. Birkaç evet, aa süpermişten sonra iş cümle kurmaya gelince takke düştü kel göründü, adam "Tamam İngilizce devam edelim." dedi ben de "Yok yok iyi böyle pratik oluyo." diyince koca koca adamları keyfim için Fransızca konuşturdum asdas.

Neyse sadede geleyim. Kütüphaneci abiye açık açık söyledim. "Bakın bu OpenData hackathonu, deli data var ama kullanan yok. Bizim EPFL'de Applied Data Analysis" diye bir ders var. Bu derste de veri odaklı projeler yapıyoruz ama app yapmak yerine veriyle hikaye anlatıyoruz. Bakın böyle böyle bir proje yapılmıştı İsviçre'deki politik sistem ile ilgili. Bence siz de böyle bir şeye odaklanın." Adam teşekkür etti, o projeyi de kendisine atmamı istedi. (Meraklısına)

*


Güzel Lozan'ıma dönüş vakti geldi, vedalaştık, bindim trene. Açtım laptopu bunları yazmaya başladım. Yanımda bir tane yaşlı çift oturuyor, bana bakıp bakıp klavyede hızlı yazışımı taklit ediyorlar, gülüyorlar. Ben de onlara bakıp güldüm. Almanca bişiler dediler, “pağdu?” dedim tüm Fransız İsviçreliliğimle (??) “Almanca bilmiyor musun?” dediler no dedim, Fransızca'ya döndüler. “Sana hayranız çünkü hızlı yazıyorsun.” dediler. “Teşekkür ederim. Bilgisayarcıyım da ondan.” dedim. Bu diyalog hackathonun özetiydi resmen.

*

Bu yazının olay kısmını bu kadar uzun tutmayı planlamıyordum ama ups ay did it agen. Neyse toparlıyorum.

On altı yıllık bir sunum kariyerim oldu, ilkokul birde karatahtaya geçip miniklere "Yorgan gitti kavga bitti." fıkrasını anlatışımdan üniversite sonda bitirme projesini sunumuna kadar. İlkokul birde iyi sunum demek sınıfa orijinal bir fikra anlatıp tüm sınıfı kahkahalara boğmak demekti. Üniversite sonda ise amaç hocaya ne yaptığını anlatmayı başarıp not alabilmek. Sunum kavramı benim için ilkokuldaki anlamından yavaş yavaş kopup üniversitedeki konsepte bürünmeye başladı yavaş yavaş.

Gerçek hayatta ise ilkokul birinci sınıftaki anlamı aynen geri geldi! Bir şeyleri 6 yaşına anlatır gibi anlattığımız sunumlar o güzel atlara binip defolmuşlardı, geri geldiler. Of.

Sunum demek artık ilkokul birle üniversite son skalasında bir değişken. Seyirciye göre değer atamanız gerekiyor. Doğru atayabilirseniz Çinli kardeşimiz gibi ödülleri götürürsünüz.

Bu hackathonda bunun en ekstrem örneğini gördük, yani ilkokul birinci sınıf versiyonunu. Çinli arkadaşımız app yaptım dedi ama appin aslında Siri Shortcuts olduğunu söylemedi. Hiçbir teknik bilgi vermedi. Seyirciler "Herhalde bu adam nöralağlar falan bastı bir şeyleri bir şeyleri programladı, zaten Çinlidir zekidir bu." diyip durumu hemen kanıksadılar. Halbuki aynı appi kendileri de bir saat içinde yapabilirdiler ama tabii bunu bilmiyorlardı. Sunum sırasında adam "Ben bunu Siri Shortcuts'la yaptım. Siz de kendi appinizi yapabilirsiniz, Ask The Azimliyazar falan yapabilirsiniz mesela." dese büyü bozulurdu.

"Sunum önemlidir." aslında hepimizin bildiği ve katıldığı bir önerme. Var mı burada "Hayır sunum önemsizdir." diyecek olan? Ama iddia ediyorum ki, okuyanların çoğu bunu gerçekten bilmiyor, yalnızca kanıksamış vaziyette. Biraz da o yüzden başlığı "Sunumun Önemi" şeklinde değil de "Makyajın Faydaları" şeklinde attım, çünkü öbür türlü yazı "Tamam ya sunum yapmanın öneminden bahsediyo işte bildiğimiz şeyler geçiniz." şeklinde bir düşünce uyandıracaktı aklınızda.

Doktoraya başlayana kadar durumu ben de kanıksamıştım. Doktora yazılarımda (ki okuduysanız hatırlarsınız) sık sık hocamla buluşur, bulgularımı anlatır, anlatamaz, ayarı yer dönerdim. Sunum yapmayı öğrendim, ama yavaş yavaş ve malesef hala öğreneceklerim var. "Karşımdaki profesör, her şeyi yalamış yutmuştur, grüy derim İsviçre anlar zaten." diye düşünüyordum, hiç öyle değilmiş. Öyle ki bazen konuşurken adam beni durdurup kelimelerin anlamını sorar. "Classification değil label dedin, neyi kastediyorsun." gibi.

Benim doktorayı boş verin, günlük hayat böyle işliyor. Günümüzdeki en bilindik örneği (biz Türkler için) tabii ki Nusret. Bu adam belki başlangıçta harbiden öbür restoranlardan daha iyi etler pişiriyordu insanların damağı çatlıyordu bilmiyorum. Ama Instagram'da yaptığı sansasyonel paylaşımlar, ekşi sözlükte hakkında sürekli açılan eleştiri içerikli başlıklar (reklamın iyisi kötüsü olmaz) ve bu başlıkların yavaştan övgüye dönmesi ve en sonunda gelen "Salt Bae" meme'i bu adamı dünyaca ünlü yaptı, şubeler açtırdı. New York şubesine bir gurme gitti, işten anlayan bir adam gitti yani, "Etler lastik gibi, az pişmiş olsun diyorsun çok pişmiş geliyor, ayrıca çok pahalı, civarda daha ucuz ve daha kaliteli restoranlar var buraya niye gelelim." diye yazı yazdı. Sonuna da Nusretle fotosunu atmayı ihmal etmedi.


Bu yazının Nusret'in işlerine darbe vurması mümkün mü? Ben söyleyeyim: İM-KAN-SIZ. Hemen ardından gelen bir gazete yazısında  başka bir gazetecinin "Her şey çok pahalı ne gelecem lan bir da- Ufff adam geldi şovunu yaptı flaşlar patladı herkes Instagram'a hikayesini girdi havasını attı. En sevdiğin filmi canlı izlemek gibiydi." özetli yazısını görüyoruz. Bu adam artık fiyakasını anca Amerikalıların hoşlanmayacağı bir skandala imza atarsa (Ne bileyim adamın birine fakin nigır falan derse.) bozabilir.

Instagram dedik. Instagram aslında sunum dünyasının Yazılım alanındaki yıldızıdır. Valla. Şu an bütün büyük yazılımlar ortaya daha önceki benzer yazılımların (rakiplerinin) veremediği bir hizmeti vererek (ve daha sonra da gördüğü yoğun ilgiyi eline yüzüne bulaştırmadan paraya dönüştürerek) bugünkü haline gelmiştir. Örneklerle inceleyelim:

Google - Pagerank sayesinde siteleri otomatik olarak kategorize edip onlara önem sırası atayabilmek. - Yahoo'nun yapamadığı şey. (İlgili okuma)

Facebook - Yalnızca iki kişinin karşılıklı onayıyla iletişim kurabilme. Gruplar, gruplardaki forumlar, sayfalar, fotoğraf, video yükleme, bunu dating için değil, daha genel amaçlı yapabilme ve tabii içeri milyonları sığdırabilme. Benzer siteler tabii vardı ama bütün özellikler böyle tek bir sitede toplanmamıştı.

Twitter - Facebook'taki iletişimi tek taraflı yapabilme. O sırada Facebook'ta olmayan bir özellik. Ünlüler için daha iyi bir çözüm.

Snapchat - Hikayeler. Ama facebook'a savaş açmayacaklardı.

Whatsapp - Sadece telefon numarası bilgisi vererek bedava mesajlaşabilme. Gerçi facebook tarafından satın alınınca bu özellik kalktı. Dolayısıyla insanlar niye hem facebook hem whatsapp kullanıyor ben anlam veremiyorum. Telegram kullanın.

Instagram - ?

Hangi hizmeti verdi öncekiler gibi devrim oldu Instagram? Fotolara filtre atma özelliği geldi ama bu facebook'a anket yapma özelliği eklemekle aynı şey. Kaçınız kullandı/kullanıyor ki filtreleri?

Instagram'ın olayı sunumdu. Ortalama bir sosyal medya kullanıcısına hitap ediyordu. Hatta burnu büyüklüğü bir kenara bırakayım, benim de ortalama bir sosyal medya kullanıcısı olduğum anlarıma hitap ediyor. Çok işten bunaldığımda alıyorum telefonu 2 dakika bakıyorum millet napıyor, çıkıyorum. Niye facebook'a girip bilgi bombardımanına tutayım ki kendi mi? Kullanması da kolay. Facebookta insan kaybolur, Instagram'da ise babannem kullansa bir şekilde fotoğraf paylaşmayı başarır, zaten yapacak kaç şey var ki? Birinin fotoğraflarına bakmak (stalklamak) çok kolay, facebooktaki gibi kişiyi bul, fotoğraflarıma bas, albüme gir vs. bin tane engel atlamak yok. Kebap.
Tabii burada yazının önceki kısmındaki gibi sesli powerpointli sunumlardan bahsetmiyorum. Ama yine aynı kapıya çıkıyor.

*

Kesme vakti. Bu yazıda "Şunu yapın." tarzı bir şeyler yazamadım. Ben de yeni öğreniyorum. Tabii bunu okuyanlar üniversite öğrencisi kitlesinin de şu an için yapabileceği pek bir şey yok (İyi İngilizce konuşabilmeye çabalamak dışında.) Hocaları Siri Shortcuts ile kandıramıyorsunuz. Endüstri mühendisliğinin bitirme projelerinin sunumlarına katılmıştım. Sunumda "Programın çalışması için kullanıcıdan MATLAB'ı açmaları beklenmektedir." demişti bir grup da "Bu nasıl iş? Bunu sunumda niye söylüyorlar?" diye sormuştum. "Hocalarımız bu tip detaylara dikkat ediyorlar, sunumu dürüst bir şekilde yapmak gerekiyor." gibi bir cevap almıştım. Fakat işte gerçek hayatta hep bu şekilde işlemiyor olaylar. Ben de gelecekte olanları söyleyerek görevi yaptım :P

Kapanışı Barney Stinson'ın C.V. klibiyle yapayım.