"21. Yüzyılda Rönesans Monşerlerine Hasret" isimli yazıyı okuduysanız bu yazıyı da mutlaka okumanızı öneririm. 

Önceki yazımda anafikir özetle "Benim gibi toplum baskısıyla (veya bir okuyucumun yorumundaki gibi "takdir edilme arzusuyla) hobi seçmeyin, her şeyi yapacağım derken stres yapmayın, (gerek edebiyata, gerek felsefeye) merakınızı mükemmeliyetçiliğinizi yenip interneti kullanarak giderin, her şeyi başaran üstün insan olduğunuzu hayal ettiğiniz kariyer planları yapmayın." idi.

Ardından bana şöyle bir mail geldi:

Selamlar, benim ‘ufacık’ bir sorunum var. Csgo oynuyorum ben. Hem oynamaktan hem de izlemekten oldukça çok zevk alıyorum. Ama aynı zamanda daha faydalı şeylerle de uğraşmak için içimde bir istek var ve uzun zamandan beri var. Ama oyun oynamaktan bu kadar zevk aldığım ve oyun oynamanın da bu kadar basit ve ulaşılabilir bir şey olduğu sürece nasıl diğer şeylere vakit ayırabileceğimi çözemiyorum. Bu benim ‘willpower’ımın düşük olmasından mı kaynaklanıyor yoksa sizin önerebileceğiniz bir çözüm yöntemi var mıdır? Şimdiden teşekkürler.

Bu çok önemli bir soruydu ve önceki yazımda buna tam olarak değinmemiştim. "Okuyun ve spor yapın." demiştim özetle.

23 yaşında doktora ikinci sınıf öğrencisiyim, size verdiğim öneriyi uyguluyorum, merak ettiğim şeyleri internetten okuyorum (roman okurken aşırı seçici davranıyorum, anlatılan hikayeyi merak etmiyorsam okumuyorum asla) ve Bilkent'te ve EPFL'de başladığım sporlara aynen devam ediyorum, Ultimate Frisbee, eskrim ve Rock&Roll'a yani. Yavaştan Fransızca da öğrenmeye çabalıyorum. Bunlar varken başka bir şeye zaman kalmadığı için doğal olarak başka bir şey yapamıyorum, bulaştığım diğer her şey yalan olmuş vaziyette. Tabii makale gönderme tarihleri yaklaşınca bunlar da geçici olarak yalan olacak.

Peki ben neden oyun oynamak gibi çok zevkli bir eylem varken bunca cefaya katlanıyorum? Frizbi diye tencere kapağı peşinden koşup eskrimde oramı buramı şişletiyorum? Neden Dan Brown'ın bir solukta okunan kitapları varken tuğla gibi Tüfek Mikrop ve Çelik'i okuyup size de okumanızı salık veriyorum, sonuçta hiçbirimiz tarihçi olmayacağız değil mi? 

Psikoloğun bana "Seni deşarj edecek şeylerle uğraş." diye öneri verdiğini, kendimin de bizzat bu öneriyi uygulayıp hobilerimi zevkime göre seçtiğimi yazmıştım. Peki şimdi bana bu maili atan arkadaşa "Kantır oynama faydalı işlerle uğraş." desem kendimle çelişmez miyim?

Bu yazıda bunları kendimce açıklamaya çalışacağım.

*

Yine bir filmle girişi yapalım.

Life of Pi filminde kahramanımız evcil kaplanıyla bir tekne turuna çıkar. Ama bir türlü karaya varamazlar, ayrıca karınları da açtır. Issız bir ada bulurlar. Adada yemek vardır, su vardır, sevecek çok tatlı hayvanlar vardır. Dolayısıyla kahramanımızın okyanusa geri açılıp memleketine dönmeye çabalamasının pek bir anlamı yoktur. Ekmek elden su gölden, ne gerek var değil mi?

Sonra şu efsane sahnede kahramanımız bomba çıkarımlar yapar. İzliyoruz efendim:


İzlemeye üşenenler (çok ayıp ediyorlar) ve anlamayanlar için özet: kahramanımız gece çişe kalkar. Bakar adadaki içme suyu eti yutuyor. "Noluyo lan" der. Sonra durup dururken bir yaprak alır, içini açar, içinden diş çıkar. Akabinde biz "Noluyo lan" deriz. Yıllar sonra kahramanımız anılarında bu durumdan şöyle bahseder:

"Ada etoburdu. Gün içinde o havuzlarda taze su bulunurdu ama geceleri bazı kimyasal reaksiyonlarla o su aside dönüşürdü. (O yüzden kaplan tekneye geri kaçmış.) Yıllar önce benim gibi zavallı bir yoldaş bu karaya vurmuş olmalı. Ve yine benim gibi bu adada sonsuza kadar kalacağını düşünmüş olmalı. Ama ada gün içerisinde ona verdiklerini gece geri almıştır. Sadece mirketlerin arkadaşlığıyla ne kadar zaman geçirdiğini düşünürsek yalnızlık ondan neler götürmüştür. Tüm bildiğim eninde sonunda ölmüştür. Ve ada arkada sadece dişlerini bırakarak onu sindirmiştir. Eğer o adada kalsaydım hayatımın nasıl sona ereceğini gördüm. Yalnız ve unutulmuş olarak. Dünyaya geri dönmek zorundaydım ya da denerken ölmek."

Life of Pi kesinlikle izlemeye değer bir film. Sembolik bir film, enteresan bir hikaye anlatıp parçaları sizin birleştirmenizi bekliyor. Filmin geneli birazdan anlatacaklarımdan farklı bir şey anlatmaya çabalıyor (ya da insanlar farklı anlatıyor) ama bu ada sahnesi o kadar efsane bir sahne ki her insanın kendi hayatına ilişkin bir şeyler bulması mümkün. İnternette bu sahneyle ilgili yorumların çeşitliliğinden yola çıkarak söylüyorum bunu.


Önceki yazımda çok fazla bilgisayar oyunu oynadığım bahsetmiştim. Delicesine, hiçbir oyunu ayırt etmeden oynuyordum. Şrek'in Recep İvedik misali ortada gezip tüm masal kahramanlarını dövdüğü iğrenç oyununu bile oynayıp bitirdim. Böyle bir zevksizlik yok. Ardından arayışa girip bir sürü hobiye başladığımdan bahsetmiştim. Bir senelik bir süreçte bu hobileri az biraz kendi düzenime kattıktan sonra kendime bir Xbox 360 alıp yeniden oyun oynamaya başlamıştım. Ama fark etmiştim ki eskisi gibi zevk alamıyorum oyun oynamaktan. Bir şeyler değişmişti. Büyümüştüm sanki. Bir senede büyüdüğüme de inanamıyordum tabii.

Sonra lise üçte sınıf arkadaşımın önerisiyle League of Legends'a başladım. Adam öneri vermedi, hastalık bulaştırdı resmen. Duramıyordum. Paso oynuyordum. Çocuklar gibi şendim.

Aynı kahramanımız Pi gibi adaya düşmüştüm. Hayatımı idare edecek kadar yemek ve suyum vardı, yani o zamana kadar ki deneyimimle zaten iyi bir üniversite kazanıp hayatımı idare edecek iyi bir meslek sahibi olup boş zamanlarımda da bu oyunla stres atabilirdim. Oyun da zaten bunu garantiye almak için kendini devamlı yeniliyordu. Ne gerek vardı ki bateri çalacağım diye çabalamaya...

Ama League of Legends gün içinde verdiklerini gece alıyordu. Tamam ekran kara deliğe dönüşüp beni yutmuyordu ama, o arayış döneminde uğraştığım şeyler ve dahası çocukluk hayallerimin hepsi her geçen gün benden daha da uzaklaşıyordu. Şimdiki zamandan istediğimi alıyordum, peki ya gelecekten istediklerim?

Benim gibi bu adaya vuran yoldaşlardan dolu vardı çevremde. İlkokulda zeki ve yetenekli olup da zamanını online oyunlarla çürüten bir sürü arkadaşım var. Yıl 2018, hala Knight online oynayan arkadaşlarım var. Ayıptır günahdır bari gidip Elder Scrolls falan oynayın. Eheh.

Sürekli League of Legends oynayarak hayatımın nasıl sona ereceğini gördüm... Tamam yalnız ve unutulmuş olarak değil, o kadar da abartmayayım. Bu kadar dramatize ettiğime de bakmayın. Hepi topu 4 ay falan oynadım asdas. Ama özetle önümde YGS/LYS vardı, hadi onu hallettik, bir yığın kişisel projem vardı gerçekleştirmek istediğim. Düzenli olarak League of Legends oynamaya devam edemeyeceğim açıktı. Dünyaya geri dönmeliydim. İyi o zaman, neden şimdi oynamaya devam edeyim ki? Ne faydası vardı bana, projelerime veya kişisel gelişimime? Diyip sildim oyunu.

Bundan sonra birkaç kere kurup, tüm günümü feda etmeden birkaç oyun atıp hevesimi alıp sildiğim çok oldu. YGS/LYS bitince 2013 yazında kurdum, bir yandan oynarken bir yandan bu blogu kurdum. :) Şükür ki bir daha bende böyle sigara etkisi yaratan bir oyun olmadı. Olursa da yapacak şey belli, silmek.

*

Evet, lisede aniden bir sürü şeye bulaşmanın, amansızın film izlemenin, bateri çalmanın, kitap okumanın sebebi kültürlü ve çok yönlü biri olmaya özenmekti ama şu anda amansızın bir şeyler okumanın ve eskrim yapmanın altında yatan sebep bu özentilik değil. Birincisi geçen yazımda vurguladığım zevk almak. Ama ikincisi de geçen yazımda bahsetmeyi malesef unuttuğum pratik fayda.

Çocukken düşünemiyorduk, amaç sadece zevk almaktı. Dolayısıyla okuldan gelip öğle yemeğini yiyip saat 13:00'dan akşam 22:00'a kadar oyun oynamaya eğilimliydik.

Lise başladı ergen olduk, bu sefer kendimizi dahi sanıp her şeyi o gelecekte dönüşeceğimiz üst insana göre ayarlamaya başladık. Her şey faydaydı, faydasızsa değersizdi. Arada League of Legends ayağımı tökezletti ama yılmadık.

Aynı lisede çocukken yaşadığım zevk odaklı hayatın bana imkansız ve sürdürülemez gelmesi gibi, üniversitede de lisede kendime yakıştırdığım idealist hayat bana imkansız gelmeye başlamıştı. Eskisi gibi şrekte pinokyo dövmekten de zevk alamıyorum? League of legends'ı kuramıyorum, projelerim var bir kere onlarla uğraşıcam, önemli adamım!!11!! Bilkent'te psikolojik danışmanlık varmış, bir selam vereyim şunlara.

Gerisi önceki yazımdaki hikaye. Hobilerimi o hayalimdeki çok yönlü üst insan için değil, zevkime göre seçiyorum. Vücut geliştirmeye başlamıştım ama hayalimdeki vücut diye bu kadar uğraşa değmez, zevkli de değil zaten boşuna cefa çekiyoruz diye bıraktım. Bilkent'te Ultimate Frisbee zevkliydi gittim, EPFL'de Ultimate Frisbee kursu vardı zevkliydi gittim, sonra ana takımla antrenmana çıkmaya başladım, baktım hepsi bir Roberto Carlos, "Ben kursta mutluydum ya." diyip geri adım attım.

Ama işte önce önceki yazımda unuttuğum şey şuydu, hobi seçimlerim hayal&özentilik karışımı, Çukur'daki Yamaç modeline göre göre değildi ama, hepsinin faydasına inanıyordum. Ultimate Frisbee bahanesiyle haftanın üç günü antrenmana gittim ki bir antrenman 2-3 saat, delicesine koşuyorsun. (Meraklısına) Bir yıldan az bir sürede 15-20 kilo verdim. Keza eskrim de zevkli olduğu için ve fit kalmama görece yardım ettiği için devam ediyorum. Rock and roll da aynı şekilde, ayrıca insanlarla tanışmaya yardım ediyor ve partilerde malak gibi durmamı engelliyor.

İkinci yabancı dil için "İşinize faydası yoksa hiç bulaşmayın, kültürlü olmak için öğreniyorsanız daha direkt ama zor yollar var, kolaya kaçıyorsanız. Zevk için yapıyorsanız belli bir süre iş gibi gelecek, bırakacaksınız." demiştim. Böyle düşünmeme rağmen burada geçirdiğim zamanlarda sıkça Fransızca'ya mağruz kaldığım için hem fırsat boşa gitmesin hem de topluma entegre olayım diye öğreniyorum. Bu kadar küçük bir fayda için verilen emeğin fazla olduğunu düşünüp Fransızca'ya hiç başlamayanlar var. Onlara da hak veriyorum.

Üniversite yazılarımdan birinde Bilkent'te son dönemimde adamakıllı dersim olmadığından sık sık kutu oyunları oynadığımdan, arkadaşlarımın benimle "Kumar batağına düşmüş amcalara döndün." diye dalga geçtiğini yazmıştım. Oyunlardan aldığım zevk bir kenarda dursun, kutu oyunları sayesinde bir çok insanla tanışıp onlarla güzel anılar biriktirip kalıcı arkadaşlıklar edindim. Bana böyle enteresan bir faydası oldu. Lozan'da geçen sene bir kez bir kutu oyunu kafesine gittim. Aynı zevki alamadım. "Ya kutu oyunları kendi arkadaşlarımla gülüp şakalaşırken, Türkçe geyik çevirip sevdiğim insanlarla güzel anılar biriktirirken eğlenceliydi. Benzer duyguları şimdi yaşama ihtimalim çok düşük. Bir işe yaramıyor." diyip bıraktım. Arkadaşlarımın Telegramda kurduğu kutu oyunları grubundaki muhabbetlere bakıp iç geçirip Türkiye'ye gidip oynamak için gün saymaktan başka bir şey yapmıyorum artık.

*



Sokrates'e göre üç tip eylem vardır: 1- Haz için yapılanlar, 2- Pratik fayda için yapılanlar, 3- Hem haz hem fayda için yapılanlar. (Tabii bu kadar basit değil de, neyse yazıyı felsefe kompozisyonuna çevirmeyelim.) Çocukken birinci önemliydi, ergenken ikinci. Şimdi ise üçüncü. Hobilerim bir kenarda dursun kariyerimi dahi bunun üzerine inşa etmiş durumdayım şu anda.

Tabii bu benim kişisel tercihim. Önceki yazımda "Toplumun sizi özendirttiği şeylere göre hobi seçmeyin, bilmeden çok yönlü kariyer adımları atmayın." dedim, arkasındayım, gayet de bir çok durum için genel geçer şeyler yazdığımı düşünüyorum. "Hala hobi sahibi olamadıysanız ve arayıştaysanız okuyun ve spor yapın, yeter." diyip kestirip attım, bunun da arkasındayım. Bütün bu yazıda da nedenini açıkladım. Okumanın ve spor yapmanın bu üçüncü gruba kesin olarak girdiğini düşünüyorum ben.

Fakat bu yazıda kantırcı arkadaşa kendimden emin bir şekilde "Kantırı bırak." diyemiyorum.

(...desem toplumun sizi özendirttiği şeylere göre hobi seçmeyin da ki toplum ben olacağım...)

Bilkent'ten tanıdığım, şu anda da EPFL'de doktora yapan bir arkadaşım var. Adamla üç ayda bir falan beleş yemeğin olduğu etkinliklerde karşılaşırız. "Napıyorsun yoksun ortalarda." deriz birbirimize. Ben "Phdden tanıdığımı tanıdım, artık uğraşmama gerek yok zaman kaybı." diyerek kayıplardayım. Adama direkt sosyalleşmek zaman kaybı. Zevk almıyor. Kız arkadaşı var Türkiye'de, kızlarla tanışmaya çalışmıyor. Boş muhabbetler sıkıyor. (Beni de sıkıyor gerçi.) Toplumun "Sosyalleş" baskısına boyun eğmiyor. "Ne yapıyorsun boş vaktinde?" diyince "Çalışıyorum, kantır oynuyorum. Yatıyorum. Türkiye'ye gidiyorum." falan diyor. Fransızca dersi falan da almıyor. Bu adam Bilkent'te ilk beşteydi. Şu anda okulun en sağlam hocalarından biriyle çalışan çok başarılı bir araştırmacı. Seni beni katlar.

(Ayrıca aklınıza iki kelimeyi bir araya getiremeyen bir tip de gelmesin, bilgili ve diksiyonu kuvvetli biri.)

Söyleyin ben bu adamı neyime güvenip eleştireyim? Neyi gerekçe göstereyim?

Ben başta anlattığım adalı kaplanlı hikayeden ders alıp "Kişisel projelerim var." diyip League of Legends'ı bıraktım. Ama bu arkadaşın böyle bir projesi yok (bildiğim kadarıyla). Üniversitedeyken lisansı bitirince ne yapacağını düşündü, bilgisayar bilimi alanlarına baktı, bir alanı sevdi, o alanı ders dışı kendi imkanlarıyla çalıştı onu bir bakıma kişisel projesi haline getirdi. Şimdi de o alanda çalışıyor.

Kariyeri dışında bir projesinin olması onu boş adam yapmıyor. Lisedeki kafam olsa böyle düşünürdüm ama şimdi anladım ki malmışım...

Dolayısıyla karşımda böyle bir örnek varken (ki çoğaltabilirim de) "Benim gibi yapın, abi tavsiyesi, yapmazsan darılırım ha." demeyeceğim. Kişisel tercihleriniz benimkine yakınsa benim stratejimi izleyin. 

Değilse hala söyleyeceklerim var, durun daha lafım bitmedi!

Açıkçası bu arkadaşım kantır oynuyor ama adam önceliklerini iyi biliyor. Sabah işe gidiyor, akşam çıkıyor. Öyle oynuyor.

Dolayısıyla faydasına inanmadığınız, sırf zevk için yaptığınız şeylerde de dikkatli olmanız, kendinizi kontrol edebilmeniz gerekli. Bu arkadaş edebiliyor bir şekilde. Ben League of Legends oynarken edemedim, sigara tiryakisi gibi oyunu aramaya başladım. Bir oyundan sonra ikincisini istiyordum. Sildim.

Kantırcı arkadaşın sorusunda da bahsettiği gibi "Oyun oynamak basit ve ulaşılabilir bir şey." Psikolojide buna "Instant Gratification" diyorlar. Araştırın. Özetle "Anında tatmin" demek. Kişinin kısa vadede duyacağı hazı uzun vadededeki haza / uzun vadedeki daha büyük haza / uzun vadede mükemmel olmaya tercih etmesi. En bariz ve korkunç örneği kişinin uzun vadede akciğer kanserinden öleceğini bildiği halde sigaraya devam etmesi. Başka güzel bir örnek de "X hobisine başlayacağım ben!11!!" diyip hemen bir o hobinin malzemesini almak, kutuyu açmak, biraz takılmak, hevesi giderip kutuyu rafa kaldırmak.

Instant gratification'a göre size anlık zevk veren şeyler, gelecek için yaptığınız eylemlerden daha caziptir. Dolayısıyla sizi önceliklerinizden alıkoyma riski taşır. "Bu maçı da atayım, sonra bilgisayar kapayıp ders çalışacağım." sözünü "Neyse geç oldu yarın çalışırım." diyene kadar tekrarlamak örneğin.

Belki kendimden emin bir şekilde kantırı bırakın silin bilgisayarınızı camdan atın diyemem ama, eğer zevk için yaptığınız eylemler (ya da herhangi bir alışkanlığınız) sigara tiryakiliği düzeyine çıkmışsa ve artık önceliklerinizin önüne geçiyorsa bir oturup düşünün, hayatınızı gözden geçirin. Azaltmaya, kendini kontrol etmeye çalışmak bir çözüm, ve bence en zor çözüm, ben beceremiyorum hiç, becerene saygım sonsuz. Tamamen silmek güzel bir çözüm. En azından soğuyana kadar. Hiç başlamamak en güzel çözüm.

*

Yazıyla alakasız ama küçük bir parantez açayım. Hobilerimi hem haz hem faydaya göre seçtim hatta kariyerimi buna göre yapıyorum dedim. Buradaki fayda tabii para, haz da işimin diğer bazı mesleklere göre bence görece zevkli olması. Götürüleri dolu var, örneğin yurt dışında çalışan bilgisayar mühendislerine göre görece düşük maaş ve de işten çıkınca işin bitmemesi. Ama örneğin abim Türkiye'ye göre iyi bir maaş alıyor denilebilir (fakat lüks yaşam için yeterli değil. Zevkli bir iş yaptığını iddia etmiyor. Bir şey başarmıyor. Öğrendiği şeyi tekrarlıyor. Fakat dört gün çalışıp dört gün tatil yapıyor ve işten çıktığı an kimse ona şunu yap diye mail atmıyor. O da bundan memnun. Özetle "Hem zevkli hem faydalı/para getiren iş" en iyi iş değil. O kısmı özendirmek için yazmadım. Ha ama benim istediğim buydu, şükür ki oldu.

*

Bir uzun yazının daha sonuna geldik. Bir dahaki yazımda neden sürekli roman okumayı kötülediğimi açıklayacağım. Sonra umarım mutlu mesut işime döneceğim, en azından bir müddet. Eğer bu yazıda net olmayan veya katılmadığınız kısımlar varsa paylaşmaktan, hunharca eleştirmekten çekinmeyin.

Hadi görüşürüz.