Merhaba ben koronalıyazar. Eylülden itibaren akademinin ömürümü yemesini üzerine koronanın kombo yapmasını anlatacağım şimdi. Malum başka bir şey yapacak halim kalmadı. 

*

Yeni Eve Yerleşmek (Yerleşememek)

İki Türk, bir de Makedonyalı olarak büyük bir ev tuttuğumuzdan bahsetmiştim. İki ev arkadaşım da bilgisayar mühendisliği doktora öğrencisi birinci sınıf, Türk olana buddy olarak atanmıştım, Makedon olan ise burada mastır öğrencisiydi oradan tanıyorum. B1 derecede Türkçe konuşuyor.

Kendi odamı başkanı olduğum İsviçre Türk Öğrenci Derneği'nden tanıdığım UNIL'de mastır yapan bir arkadaşıma bıraktım. Odamdan 31 ağustosta çıkıp yeni eve yerleşecektim. 

Ama yerleşemedim. :d

Kira kontratımız eylülde başlıyordu ve üzerinde Makedonyalı çocukla benim adım vardı. Makedonyalı Kuzey Makedonya'dan geldiği için on gün zorunlu karantinaya girdi. Emlakçıya gittim dediler kontratta ıslak imza lazım. Durumu belirttim. Dediler bizene. El mahkum Makedonya'nın ayağına gidip imza attırdım. Tekrar gittim. Dediler depozito için banka hesabı açtırmanız lazım. Önceden direkt elden verip sonra geri aldığım için bundan haberdar değildim. Bankaya gittim. "Arkadaşınızın da gelmesi lazım." dediler. Makedonyalı'ya dedim gel. "Olmaz gelirsem 10,000 frank ceza yerim." Emlakçıya dedim böyle böyle. Dediler yoksa sana anahtar falan vermeyiz. Hayda... 

Türkiye'de işler konuşarak makul bir şekilde çözülebildiği kolay ve pratik hayatı özledim yine. 

Makedonyalı gelene kadar arkadaşıma bıraktığım odadan çıkamadım. Eşyalarım mutfakta ben arkadaşın odada üç gece mülteci gibi yattım, ama eski yatağımda :ddd Odadan çıkmam gereken gün doğumgünümdü. Arkadaşın güllacından otlanarak kulladım. Hayalim göl kenarında büyük bir mangal partisi vermekti ama olmadı. Çünkü yarasa yediler. :d

Üç gün fıçı kadar odayı biriyle paylaşıp Bilkent günlerimi yaadettikten sonra nihayet Makedonyalı kardeşimiz karantinadan teşrif ettiler ve bankaya gidip depozito hesabı açtırabildik. Ardından anahtarlarımı aldım ve eve yerleştim. Türk olan arkadaş eylül sonu geliyordu çünkü koronayı bahane ederek EPFL AB dışı doktoraların kontratını ekimde başlatma kararı almıştı. Zararını karşılamak için odasını bir ay kiraya verdi. Letonyalı bir kız kiraladı, benle aynı gün taşındı. Makedonyalı çocuk  taşınmadı, üşendi, bir hafta daha arkadaşında takıldı. 

Letonyalı kız Lozan'da ev arıyordu, akıllılık edip geçici bir yere yerleşip ev bulma işini burada yapmayı tercih etmişti. Ev bulduğu anda arkadaşımı sattı "Ev buldum ben kaldığım kadar ödeyeyim gideyim." dedi. Yalvar yakar en azından yerini birini bulana kadar olan zararımızı karşıla diyerek 2 gün fazladan iptal bedelini alıp kızı gönderdik. Mallık bizde, kız geldiğinde parayı peşin almalıydık. :)) Olan Türkiye'de her gün bankadaki birikmişleri eriyen arkadaşa oldu:ddd

Kız gitti ve Makedonyalı geldi. Ama çok enteresan bir giriş yaptı. Ben direkt girdiğim gibi çakallık edip evdeki en büyük, dış kapıya ve salona en uzak odaya yerleşmiştim çünkü zaten evden çalıştığım için geniş bir oda istiyordum ve ayrıca gürültüden kaçtığım için en ücra köşedeki odayı tercih etmiştim. Türk arkadaş da evin fotoğraflarına bakıp ortanca oda benim olsa olur mu demişti. Makedonyalı'ya kapıya en yakın, mutfağa bitişik olan oda kalmıştı. 

Çocuk geldi, tüm odaları mezuro ile ölçtü. "Senin yerleştiğin oda 14 metrekare, diğerleri 10.5 metrekare senin daha fazla ödemen lazım." Uzaktan bakınca o kadar fark olacağını düşünmüyor insan, bir de büyük odada yatak (normal evlerdeki yatak odaları gibi) ortada olduğundan alanın çoğu boşa gidiyor zaten. Dedim tamam makul, yurtta da büyük odaya daha fazla ödüyorduk. 

"Ama daha bitmedi. Birinci oda dandik, çünkü cam direkt duvarın ortasına gelmiş, dolayısıyla camın kapladığı yeri kullanamıyorsun. Ayrıca gardırop küçük. Ortanca cam güzel hizalanmış ve gardırobun konumu iyi. Senin odada ise iki cam var senin oda daha çok ışık alıyor. Senin bunun için de daha fazla ödemen lazım". Dedim hayda. Adam iyi sempatik biriyken aynı eve çıkınca bir canavara dönüştü. Onun hesabına göre ben 100 frank fazla metrekare için 100 frank da ışık için, toplam 1200 frank kira ödeyecektim, onlardan 200-250 daha fazla. E 1200 ödeyene kadar stüdyoya çıkardım ben. Tabii çocuğun böylesine ince hesap yapıyor olması ilerideki daha büyük sıkıntıların habercisiydi, bunun önünü alamazsak olay "Sen ishal oldun daha fazla sifona bastın sen daha fazla su faturası ver."e kadar gidebilirdi.  :d

Makedonya'dan çocukluk arkadaşıyla beraber gelmişti. Müslüman Arnavutmuş o da. Din kardeşi olduğumuzdan sempati mi yaptı nedir, Makedon civarda yokken Arnavut eleman çaktırmadan bana "Şimdi evet deme biraz düşünebilirsin. Ayrıca 1200 frank çok fazla." dedi. Bildiğin benim arkadaş sana kazık atıyora getirdi olayı :)) Dedim Makedonyalı'ya ben düşünecem. Tamam ama yarın taşınacağım yarına kadar karar ver dedi. 

Bir gün düşündüm, ayrıca bunları beraber eve çıkmadan ayarlamadığım için kendime kızdım amma safmışım. Hayat standartlarımı yükseltmek için yeni eve çıkmıştım, azıcık fazla verip büyük odaya yerleşmeye tamamdım ama kazıklanmak da hoşuma gitmiyordu. En sonunda dedim metrekare farkını öderim fazlasını ödemem. Türk arkadaşla da konuştum, dedi sıkıntı yok. O zaten o Türkiye'deyken ben her şeyi hallettiğim için minnet duygusuyla hareket ediyordu, çünkü Türkiye'deyken İsviçre'de ev kiralamak imkansız bir olay. Sonuç olarak Makedonyalı'nın burun kırdığı dandik odaya razı oldu, 1100 1000 1000 şeklinde kirayı böldük.

Türk arkadaş gelene kadar Makedonyalıyla beraber kaldık. Ben bütün gün evde tek başıma takılıyordum, premium üye gibi kullanıyordum evi. Makedonyalı akşam gelip yemek yapıyordu o ara laflıyorduk. Sonra erkenden yatıyordu, onun yattığını anlayınca ben de yatıyordum. Beraber erkenden kalkıyorduk. Yurttan millet yatma kalkma saatleri belli değil diye ayrılmıştım. Makedonyalı'nın disiplinli olması işime gelmişti. Türk arkadaş geldi düzen bozuldu, adam kafasına takılıyordu. Makedonyalı sabah erkenden kalkıp ikimizi de uyandırdığından her gece mesaj çekiyordum ona "Aga artık yat sabah hazırola kalkçaz." Ev toplama kampına döndü daha ilk aydan .dddd

Bir yandan Türk eleman sürekli evde olduğundan sürekli muhabbet halindeyiz. Makedonyalı ise sadece yatmaya geliyor. Ayrıca hiçbir konuda uzlaşmadığı için devamlı evde beraber onun hakkında yakınıp duruyoruz. Ben küçük hesaplar peşinde koşmaktan nefret ediyorum zamanımı çalıyor diye. Fikrim şu: evin ihtiyacını saptayan kişi alışverişe çıkınca gitsin alsın. Bir franklı sabun için hesap kitap yapmaya gerek yok. Makedonyalı ise alıp alıp splitwise'a yazıyor bölüşeceğiz diye :)) Bir şey aldığı da yok zaten, anca kendini etkileyen bir şeyse. Çöpleri atma konusunda Türk çocukla makul bir çözüme vardık "Çöpü kapının önüne bırakalım çıkan kişi acelesi yoksa atsın." Makedon çocuk "E o zaman herkes acelem var diye bahane verir. Hayır efendim herkes her hafta sırası gelince atsın." He işim gücüm yok onun çetelesini tutacağım ben. Bir yandan onu da anlıyorum, ben ve Türk eleman evde çalıştığımız için ondan daha az sık çıkıyoruz evden ama bu tavırlarla da kurulamıyor koalisyon. Çetele fikrini ortaya attı ama kendi de bu konuda bir şey yapmadı. Dolayısıyla iki Türk onun çöpçülüğünü yaptık bir kaç ay, en sonunda kızıp "Bu iki ay biz attık hadi bu ay sen at." dedim, "Tamam ya kusura bakma." dedi. 

İnternet de almadık lol. Makedonyalı benim telefonumda sınırsız 4G var zaten lazım değil ev interneti dedi. Sonra ben ve Türk arkadaş da gittik ayda 20 franka sınırsız mobil internet aldık. Bu internet yavaş olduğu için (yavaş dediğim 100-150 megabit) ben ayda kişi başı 15 frank verelim fiber internetimiz de olsun dedim, kabul etmedi cimri tayfa. Hotspot açıyor herkes kendine. Ya sabır... 

Bu arada burada böyle dedikodu yapıyorum arkalarından gömüyorum sanmayın. Yazdıklarımı yüzlerine de söylüyorum, zaten Türk olan arkadaş bunları okuyordur (kendisine selamlar). Benim kafam "Küçük işlerle uğraşmayalım huzur ve rahatlık maksimum olsun gerisi teferruat" onların kafa "Bir şey yapılacaksa adaletli olsun ve mümkünse cebimden fazla para çıkmasın :)" Tabii bu düşünce farklılıklarındaki ana etken de benim doktora dördüncü sınıfa gelip artık kendimi kurtarmış olmam onların ise geleceklerinin belirsiz olması. Ve tabii herkesin birbirine o kadar çabuk güvenememesi. Olay özetle bakış açısındaki farklılıklardan dolayı işleri halledememiz. 

İş ev işlerine gelmediği zaman gayet iyi anlaşıyoruz. Ev küçük bir Rumeli, sabah kahvaltısında herkes zeytin peynir ekmek yiyor çay içiyor, kruvasan yiyen yok! :) Geçen Makedonya'nın köylüsü geldi, yaşlı bir amca. Adam Makedonya Türk'ü çıktı Türkçe lafladık bol bol eğlenceliydi. 

*

Evde kalmanın ilk birkaç haftası çok zordu çünkü sürekli bir şeyler yapmak gerekiyordu. Parkeler bizden önce çizilmiş, parke restore edilecek, ama önce parkenin üstündeki mobilyaların taşınması gerek. Duş perdesi eksik, hadii onu alana kadar perdesiz duş al her yeri ıslat. Biz gelmeden önce temizlik yapılmış ama ne temizlik, adamlar gelmiş, kirleri mobilyaların altlarına itmiş gitmiş. Emlakçı soruyor temizlik yapılmış mı, aşağıdaki fotoğrafı atıp yazıyorum "Sizce yapılmış mı?" "Mobilyalar varken %100 temizlik yapılamaz." diye cevap alıyorum. Yav tamam anladık mobilyaları çekip temizlik yapmanız sorumluluğunuz değil, ama insan aklıyla alay etmeyin bari bildiğin tüm pisliği itip kaçmışsın sen. 


(Bu arada fotoğraftaki iğrenç koltuğu biz almak istemedik, evin eski kiracısı tüm eşyaları ucuzdan verdi ama toptan almamızı şart koştu.)

Evin sıkıntısı oldukça emlakçıya telefon açıyoruz (emlakçının görevleri genişletilmiş burada. Her işi onlar hallediyor.) Tabii bu da sıkıntılı bir durum çünkü Fransızca konuşmak gerekiyor. Hepimiz acayip üşeniyoruz bunu yapmaya. Makedonyalı "Senin Fransızcan daha iyi." diye bahane verip o işi de bana paslıyor :) (İkimiz aynı anda geldik Lozan'a, ikimiz de A2-B1'iz ama benim daha fazla pratiğim var bu doğru.) Hebele hübele tarzanca konuşup karşıdakine bol bol "Yavaş konuş anlamıyorum" diye uyarıda bulunarak derdimi anlatıyorum. 

Eve ilk geldiğimde bir tane dışkı böceği görmüştüm. (Doğrusunu yazamıyordum burada.) Hayvan kafasına göre takılıyordu. Dedim takılsın bir zararı yok. Hamza koydum adını. Yemek yerken falan bakışıyorduk.

Sonra evdeki Hamzaların sayısı artmaya başladı. Her taraf Hamza kaynıyordu. Ev ikinci katta olduğundan ve bağ bahçeye baktığından doğadan Hamza ithal edip duruyorduk. Bir süre sonra Hamzalara Uğurlar eklenmeye falan baştı. Bu konuyu hala çözemedik, Hamzaları ahirete yolcu ederek vicdan azabıyla yaşıyoruz. 

Doğayla iç içe yaşıyor olmanın güzel tarafı balkon gibi bir şeyimiz var, balkonun camlısı diyebiliriz. Kahvaltıları burada yapıyorum. İnsanın içi huzur doluyor gerçekten. Dışarıda çocuklar falan oynuyor bisikletliler geçiyor felan. Halbuki şehrin 100 metre ötesindeyiz metro kırk saniye. Gerçekten müthiş bir ev tutmuşum tebrik ediyorum kendimi. Bir de kazık yemiyor olaydım iyiydi :)

Balkon manzarası:


Evin kusursuzluğuna nazar değdi. Yine bisiklet odasından scooterım çalındı :) (dördüncü kez!) çünkü ne apartmanın ne de bisiklet odasının kapısı kilitlenebiliyor. Ama çok enteresan, kimse bisiklet çalmazken (bisikletler kilitli ama bir yere bağlı değil) benim 25 franklık scooter üç haftada vınnn. Ve scooterımın çalınması dertlerimin en küçüğü oldu şu son iki ayda.

*

Yeni Normal (?)

İsviçre'de korona vakası epey azalmıştı ve hayat yeni haline dönmüştü. Artık temelli karantina uygulaması olmazdı, maske mesafe hijyen şeklinde hayatımıza devam ederdik, ediyorduk. Etkinlikler yapıyorduk ama hepimizin ağzı tıkalı bir şekilde. Komik görünüyorduk. 

Her sene olduğu gibi bu sene de yeni gelen öğrencilere badilik için başvurmuştum ve bu yüzden bölümün düzenlediği yeni gelenler mangal partisine katılmaya hak kazandım. Yine yemekler süperdi. Epey bir de yeni gelen phd ile tanıştım. Whatsapp grubu kurdular girdim, beraber hiking planı yaptık. 

Whatsapp grubundaki tek senyör phd ben olmadığım halde hikinge sadece çaylaklar gelmiş, senyörler satmış :)) Tahmin edeceğiniz üzere, muhabbetler pek sarmadı. Klasik çaylak muhabbetleri var İsviçre şöyle doktora hazırlık sınavı böyle Fransızca şöyle sigorta şirketleri öyle. Kimse soru falan da sormuyor bana. Çoğunu da bir daha görmedim :d Gerçi kimseyi görmeye fırsat olmuyor bu aralar.

Manzara:


Eylül ayı İsviçre'nin en güzel ayı. Ekimde havalar bozmadan elimden geldiğince gezmeye çalışıyordum. Çaylak doktoralarla hike'ı yaptım ertesi gün öğlen vakti evde dinlenirken facebook'ta bir mesaj gördüm "Şu an Lozan'daysanız ve yarım saat içinde hazır olabilirseniz hiking için arabada bir boş yerimiz var." Bir saat sonra hikingteydim. 

Bu hikingte de bir kaç yerli İsviçreli ve Erasmusçu vardı. Erasmusçulardan biri hikinge pek alışık değildi, sürekli geride kaldı ona eşlik edeyim derken ben de geride kaldım İsviçreliler aldı başını gitti :) İki sene önce lisanstan bir arkadaşım Erasmus'a buraya gelip hikingte böyle zor anlar yaşamıştı nostalji oldu :P Maalesef bu arkadaşlarla da bir daha görüşemedik.. Ama dağlar güzeldi:


Makedon arkadaşım mastırdan mezun oldu o da parti verdi, gittik. Muhtemelen hayatımda gittiğim son Erasmus-stili parti oldu, bir sürü genç insan saçma sapan muhabbetler oyunlar vs. özlemişim. Detayları burada anlatmak saçma olacak. Anafikri yazayım: eğer 20'li yaşların başındaysanız o yaşların kıymetini bilin. Diyeceğim ama yarasa yediler.

İşte o partiden görüntüler:... Şaka len

Bir de doktora grubu hiking etkinliği yaptı, buna sadece yedi kişi gelmişti dördü Türk. Dedim "Zahmet etmeseydiniz hikingle bence gidip merkezde nargile çekeydik." ahaha. Lavaux isimli şarap bağlarının olduğu yeri gezdik. Manzara:






Civardaki bir köye gittik, köyde Tesla vardı ya ahaha:


*

İsviçre Türk öğrenci derneğine başkan olduğumu söylemiştim. Eylül ayında bir piknik yaptık. Fazla kişi gelmesin de korona partisi olmasın diye geç duyurdum ve kimseyi özel olarak çağırmadım. 8 kişi geldi, tam ayarında oldu. Yalnız piknik alanı (dediğim yer de gölün kenarı, benim eve beş dakka) acayip kalabalıktı, hatta gecesinde millet canlı müzik ortamında dans etmeye falan başladı ortalık açık hava diskosuna döndü. Bu piknikten sonra aklımda şöyle bir fikir belirdi: derneğin önceki yönetim kurulları arkadaştı, beraber öğle yemeklerine falan gidiyorlardı, kayak yapıyorlardı. Şimdi koronadan dolayı zaten kalabalık etkinlikler yapamıyordu. İyisi ben de böyle bir kemik arkadaş grubu kurayım, küçük ekipler halinde beraber öğlen yemeklerine gidelim, kaynaşalım. Zaten geçen sene tanışma yemeği geldik, herkes arkadaşlarıyla geldi ve arkadaşlarıyla takıldı, kimse kimseyle tanışmadı bir işe yaramadı. En azından bu vesileyle birbirimizi daha iyi tanırız. Bu şekilde ilk Lozan buluşmasını yapmaya yeltendim, bir arkadaş dedi bizim evde yapalım şehirde yapıp risk almak yerine, tamam dedim onda toplandık. Sonra ikincisi, üçüncüsü derken her hafta 6-7 kişilik arkadaş grubuyla dernekle alakasız ev partileri vermeye başladık. 

Bu partiler vesilesiyle hayatım work hard play harda döndü. Martta başlayıp haziran ayında aktroller banlanınca yarım bıraktığım projenin üzerinde hardcore çalışıyordum eylülden itibaren. Sabah kalktığım andan akşama kadar çalışıyordum, akşam yemeğini yiyordum sonra "Yav ne yapacağım şimdi ben.. En iyisi çalışayım boş işlerle uğraşacağıma." diyip işin başına geri oturuyordum. Haftaiçi bu şekilde, haftasonu bir gün ev partisine gidip kıtlıktan çıkmış gibi tıkınıp (bütün arkadaşlarım bu çocuk zayıf ama sağlam yiyor metabolizması sağlam herhalde diye bana gıptayla bakıyordu ki alakası yok) sonra ertesi gün çalışmaya tam gaz devam ediyordum. Böyle böyle 4 aylık işi 1.5 ayda bitirmeyi başardım (izin verin övüneyim azıcık :P) ve makaleyi gönderdim.

Bu arada Türkçe Twitter'daki fake trendlerle ilgili makalemin ilk sonuçları geldi. Konferans sistemi şöyle: siz makaleyi gönderiyorsunuz, makalenize atanan hakemler de 5 üzerinden puanlıyorlar ve tabii eleştirilerini yazıyorlar. Sonra siz cevap veriyonuz ve ondan sonra onlar cevabı okuyup son kararlarını veriyorlar. Bir makale 3/5 veya 4/5 alırsa düzenlemeye koyulup kısa zaman içinde bir daha gönderilir, sonra bir kere daha son karar verilir. 5/5 kabul, 2/5 zayıf red, 1/5 kesin red.

İlk olarak üç hakem atanmış, onlar da sırayla 4/5, 1/5, 5/5 vermişler. 1 veren neyin kafasını yaşamış? Ardından iki kişi daha gelmiş ve onlar da 2/5 ve 3/5 vermişler. 2/5 ve 1/5 verenlerin "kendine güven" (confidence) skoru 4/5 olduğu için sıkıntı var. Eleştirileri okuduk. 1/5 veren projeyi övdüğü ve projenin "yazı kalitesi"ni 4/5 diye planladığı halde 1 vermiş. Yazıda da saçmalamış, ne Twitter'dan haberi var ne makaleyi anlamış. 2/5 veren ise makaledeki Türkçe referansları anlamış ve İngilizcesi bariz hatalarla kaynıyor "Ben" olan I'ı küçük i olarak yazmak, artikelleri (the, a) unutmak gibi. Anladım ki 2/5 veren Türk. Ve doğrusu çok saçma bir tipmiş, çok kolay düzenlemelerle hallolacak metodolojik kısımları bahane etmiş, makalenin gerisine yorum bile yapmamış. Benim elime Türkiye'de Twitter manipülasyonunu araştıran bir makale gelseydi ben "Vay be sonunda ülkemizde bilim gelişiyor." der makaleyi ilgiyle okurdum. Sonuç olarak makale 1,2,3,4,5 ne alabiliyorsa almış ki vahim bir durum. Neden vahim bir durum olduğunu açıklayayım: bu sanat değil bilim. Kendine uzman diyen 5 kişinin bir makaleyi okuyup hepsinin farklı bir sonuca varması akademinin objektiflikten uzaklaşmış lotoya dönmüş olduğunu gösterir. Ayrıca dikkatinizi çekerim, makaleyi gönderdiğim dünyanın en iyi üç-dört sibergüvenlik konferansından biri. Ne kadar kokuşmuş bir sistem olduğunu siz düşünün. 

Hakemlere cevabımızı yazıp (ağızlarının payını verip) işimize döndük.

Ben iş güçle uğraşırken bizim derneğin yönetim kurulunda olup Zürih'te ikamet edenler orada mangal etkinliği yaptı. Parti grubu olarak ona da beraber arabayla gittik. Road trip yaptık, çok keyifliydi.

O mangala da 60 kişi geldi. Oha.. Herkesle tanışana kadar etkinlik bitti. Gelenler genelde ETH Zürihli mühendislik öğrencileri. Bir çoğu Avusturya Lisesi ve İstanbul Erkek Lisesi çıkışlı, yönetim kurulundaki elemanlar kendi liselerinden adam çağırmışlar :))  Ertesi hafta da Zürih grubu networking etkinliği yaptılar sunum + apero şeklinde, çalışanlar ve öğrenciler buluşup tanıştı. Adamları durduramıyoruz. Benim de etkinlik yapmam gerekiyor ama makale göndericem diye bahane veriyorum. Zaten Lozan'da etkinlik hazırlayacak sadece iki kişiyiz ben insiyatif almazsam etkinlik falan olmuyor. 

Bir de yaz tatili yapmadım ve evde fıttırmak üzereydim, ihtiyacım vardı. Ona bir gideyim, dönünce de dernek için büyük bir tanışma etkinliği düzenlerim diyordum.

Ama tatile gidemedim. Portekiz'e bilet aldım, hemen sonra İsviçre Portekiz'e karantina uygulamaya başladı, 10 gün eve kapanmak istemediğimden bileti Napoli'ye çevirdim. İsviçre komşu ülkelere toptan karantina uygulamıyordu, sadece belirli bölgelere uyguluyordu. Ertesi hafta İsviçre Napoli'ye karantina koydu, şaka gibi :) Tatili Güneydoğu Anadolu turuna çevirecektim, Gaziantep'te bombalı araç bulununca ondan da vazgeçtim. 

Sonra bir şeyler oldu, İsviçre'de korona vakaları bir anda katlanarak artmaya başladı. 500 vaka, 1000 vaka, 1500 vaka, 3100, 6000, 10000! Aman Allah'ım noluyor. Her şeyin kapanması lazım ama devlet önlem de almıyor. Lozan'da düzenlemek istediğimiz tanışma etkinliği için mekanları aradık, tabii hiçbir yer kabul etmedi :) Hem etkinlik hem tatil yalan oldu. Evinde parti yaptığımız arkadaş "Ben tatildeyim istersen benim arabayla kuzey İtalya yapıp gelelim sen de tatil yapmış olursun." dedi. Dedim süper fikir gidelim. Torino'yu gezmemiştim hiç (Lozan'a üç buçuk saat arabayla) "Ne zaman gidelim?" "Hemen bu çarşamba çıkalım".

Sordum soruşturdum, çarşamba durup dururken İtalya'ya gelecek kimseyi bulamadım. Benim de gözüm korktu 5 gün arabayla gezmeye açıkçası. Bir de tembelleşmişim, iç sesim sürekli gitme dinlen evinde rahat rahat diyor. Dinlemedim onu çünkü malım. Dedim cuma çıkalım belki gelen olur hem daha kısa sürer. Ev arkadaşımı kafaladım. Perşembe günü üç yolcu kişi Çin restoranında açık büfe yemek yedik (öğlen açık büfe 22 frank, suşi ana yemek tatlı her şey var, hamburgerin 20 frank olduğu Lozan'da bu Çinliler nasıl kâr yapıyorlar bilmiyorum) hem muhabbet ettik. Cuma günü geldi. Maalesef hala üç kişiyiz, dedik neyse yine gideriz. Çantaları hazırladık.  Ev arkadaşımla arabayı sürecek arkadaştan haber bekliyoruz. Ama gitmek için aşırı tembeliz. Hava da yağmurlu, tam evde kitap okumalık. Arkadaş aradı dedik biz hazırız. O da mırın kırın ediyor gibi. "Abi istersen haftasonu günü birlik İsviçre içi gezelim." diyip planı bozdum. "Ya aslında ben öksürüyorum bu aralar da alerjiden, yine de sıkıntı çıkmasın diye korona testi oldum, o testin sonucunu bekliyorum, hani İtalya'ya giderken test sorarlar falan diye." dedi. "Tamam abi haberleşiriz", dedim. kapattım. Akşama doğru "Negatif çıktı, gidek mi?" dedi. Gitmeyelim diyemedim. Torino'da hava haftasonu çok güzeldi. Dedim hadi gidelim. Çıktık İtalya'ya gittik.

Torino'da uzun zamandır (2019 Kasım'da Mısır'dan döndüğümden beri) yediğim en güzel yemekleri yedim. O kadar açmışım güzel yemeğe. Şehir fena değildi. Öğrencilerden oluşan tur grubuyla bir kaç orta yaşlı / yaşlı turistin katıldığı bir yürüme turuyla gezdik şehri. Herkeste maske vardı (Lozan'da açık havada maske zorunlu değil) ama tur rehberi maskeyi çenesine çekmişti ona kıl oldum. Bir de gruptaki teyzelerden biri ne zaman ona yaklaşsam eliyle git git yapıyordu ahah. Torino'dan sonra Milano'ya geçtik. Milano:

Ama malesef sadece iki saat gezebildik. 3 sene önce Lozan'a gitmek için Milano'ya uçup bir gün gezmiştim, o gezide ne gezdiysem aynılarını gezdim. Kalenin önündeki zencilerden beleş bileklik aldım. :dd Bir de arkadaşın arkadaşı ondan pizza istemiş (adam taa Milan'dan pizza istiyor olaya bak) gittik pizzalarını almaya. Kendimiz de aynı yerden pizza aldık dedik herhalde buranın pizzaları iyi. Hayatımda yediğim en kötü yağlı ekmek / aman pizzaydı. Ekmeğini güvercinlere attım. Hayal kırıklığıyla döndük Lozan'a. Biz döndüğümüz gece hem Milano hem Torino tamamen karantina uygulamasına geçti, sonra protestolar başladı, anarşikler piyasaya çıktı, molotof kokteylleri atıldı, bazı şeyler kahroldu.

Torino'ya geldiğim gece Twitter'daki trend botları ile ilgili yazdığım makaleye red geldi. Verdiğim cevabı okudukları bile belli değil, saçma sapan bir bahane verip yolvermişler. Bu akademi ömrümü yedi.

*

Pazartesi günü sabah kalkıp pizzaları çıkardım. Motoru bozmuşum afedersiniz. Arabayı süren arkadaşım aradı iyi misin nasılsın dedi iyiyim dedim? Sonra hoca ve postdocumla red alan makale üzerinden konuştuk. Hoca dedi "Aptal hakemler her yerde, sistem böyle. Nasıl olsa makale artık hazır, devamlı gönderin elbet şansa bir yerden kabul alır." puha...

Sinir olmamı Twitter'dan paylaştım. Bilkent'ten, şimdi ABD'de doktora yapan bir arkadaşım "Ben de aynı yere gönderdim bana da 1,3,5 geldi daha ön elemede gittim." dedi. Bir hafta sonra dünyanın en iyi sibergüvenlik konferanslarının bir dandiği bir konferansın teslim günü varmış, ona göndereceğim dedi. Ben de baktım, fena gözükmüyor, ben de oraya göndermeye karar verdim.

Ertesi gün ev arkadaşımla şehre ikinci elciye gittik. Canım çekti gittim kendime sandık şeklinde darbuka aldım. Sanduka :P Cajon diyorlar:

Ev partisi yaparsak çalarım dedim. Zaten bateri çalmayı bilince buna alışmak çok zor olmadı. O gece boğazımda bir gıcıklık hissetmeye başladım. Ev arkadaşım bana seslendi "Benim boğazım ağrıyor" diye. Dedim hmm. İtalya'ya gittiğimiz arkadaşı aradım nasılsın diye.

"Çok ağır hastayım yatıyorum." dedi.

Eyvah.

Korona Güncesi

Pazartesi ishal gittiğim gün muhtemelen hastalığın birinci günüydü. İkinci gün gece boğazda semptom göstermeye başlamıştım. Üçüncü gün geldi.

Sabah kalktım. Boğazım ağrımıyor ama hala gıcık. Ekstra bir şeyim yok gibi. Arkadaşıma baktım. Yüzü pembeleşmiş. Senin de pembeleşmiş dedi. Ateşimiz çıkmış biraz.

Ev arkadaşım öğlene doğru aşırı derece öksürmeye başladı. Yatıyor öksürüyor, sesi de kısılmış. Üzüldüm, onun hastalanmasına da ben neden olmuştum. Bende öksürük yok. Halsiz de değilim. Ama hasta gibiyim. Bir terslik var gibi yani.

Akşama doğru arkadaşım daha iyi oldu. "Alışverişe gidelim daha ağırlaşırsak yapamayız." "Ama koronayız?" "Daha belli değil." Yaptığımız doğru değildi ama gerçekten de daha ağırlaşırsak hiçbir şey yapamazdık. Maske ve eldiven takıp markete gidip bi haftalık yiyecek içecek mandalina portakal havuç (?) stokladık. Bir sürü vitamin mineral omega 3 aldık. Etrafa bakındık, daha hala markette maskeyi çeneye indirmiş yaşlı tipler var. Fesuphanallah. Bol ilaçlı alışveriş sepetini koydum kasiyerin bandına, kadın kesin işkillenmiştir :P Açıkçası yaptığımız çok yanlıştı, şimdi pişmanım gittiğime. 

Bir de eczaneden bağışıklık ilacı aldım arkadaşımın önerdiği. (Aspirin de alaymışım iyiymiş.) 

Arabayı süren arkadaş doktora gitmiş. Doktor "Büyük ihtimalle koronasın sen semptomlar öyle gözüküyor" demiş. Test yaptırmaya gitmiş tekrar. Ertesi gün arkadaşa pozitif olduğu mesajı geldi. Öyle olunca biz de test yaptırmak için randevu aldık.

4. gündeydik, fakat görünürde pek bir sıkıntı yok gibiydi. Belki biz sadece soğuk algınlığı geçiriyorduk. Bugün bir de sunum yaptım laba reddedilen makaleyle ilgili geri bildirim almak için, gereksiz yere kendimi yordum. 

5. gün hafif ateşim çıktı. Unutkanlık başladı, mesaj atarken, Twitter'da boş yaparken falan kafamdaki şey parmaklarıma varmıyordu, sürekli kelimeleri yazmayı unutuyordum, bu yüzden sürekli yazdığım şeyi kontrol ediyordum doğru yazmışım mı diye. Bir şeylere odaklanmakta zorlanıyordum, zorla iş yapıyordum. 

Ev arkadaşımın aşırı derecede boğazı ağrıyordu, gece kalkıp çay falan içiyordu. Sürekli midesi bulanıyordu, yemediği şeyleri bana veriyordu ben de çiğköfte ve şalgamla beraber gömüyordum. 

Geceye doğru ise nefes almam bir garipleşti, sanki heyecanlıyım gibiydi. Sonra düzeldi yattım. Hastalık ikimizde farklı ilerliyordu.

6. gün nefes darlığı çekiyordum ama nefes alabiliyordum. Akşam başım ağrımaya başladı. Test yaptırmaya gittik. Test yaptırmaya randevuyla gidiliyordu, ikimiz aynı saate randevu aldık. Daha doğrusu ben aldığımı sanmıştım, ama doktorun karşısına geçince randevum olmadığı anlaşıldı. Randevu sitesine üye olduktan sonra randevu almayı unutmuşum. Hastalık beni iyice salaklaştırmıştı. 

7. gün baş ağrısı hafif hafif devam ediyordu. öksürük, ateş boğaz ağrısı falan yoktu. Koku alma duyum aniden gitti. İtalya'dan bir sürü tatlı almıştım, tat alma duyusu gitmeden yemeye başladım. Test sonucumuz geldi, pozitiftik.

8. gün hala nefes darlığı çekiyordum ama boğazım normale dönmüştü. Baş ağrısı gidip geliyordu. Ev arkadaşım "Ölsek fark etmeyecekler la" diyip aile hekimini aradı, napalım dedi. "Bir şey yapmayın, parasetamol bazlı ilaçlar için." dedi doktor da. "Arkadaşım nefes almakta güçlük çekiyor." dedi. "Acile gitsin." diye cevapladı o da. Konuşma bitti. 

9. gün kalbim çarpmaya başladı. Sanki ilk buluşmaya çıkacaktım. Hafif nefes darlığı da var, o da heyecanlanmışım gibi. Üstelik akciğer nefesi almak yetmediği için diyafram nefesi alıyorum diksiyoncular gibi. O yüzden mekik çekmişim gibi karnım ağrıyor. Vücut geliştirme günlerimi yad ettim bedavadan :) 

10. gün nefes darlığı dışında bir şey kalmadı ama nefes darlığı kafamı kurcalıyor. Yaşlı veya sigara içen biri gibi nefes alıyorum. Nefes aldığımın farkındayım hep. Bazen derin bir nefes alıp yorulmuş gibi ufff yaparak atıyorum. Fakat hala nefes alabildiğim için acile gitmiyorum, gidip de ne diycem uff yapıyorum mu diyecem?

Aile hekimimi aradım bari danışayım diye. Sekreteri açtı, şu anda hasta bakıyor sonra arayın dedi. Ne zaman arayayım dedim, emin olamadı on onbeş dakka falan dedi. Ben de siz arar mısınız lütfen dedim tamam dedi. Bir saat geçti arayan soran yok, geri aradım "Pazartesiye kadar yokuz, bir sıkıntınız varsa şu hattı arayın". diye telesekreter mesajı geldi. Ben aramayı çarşamba yapıyorum yani kadın 6 gün yok neredeyse. YUH! Söyledikleri numarayı aradım, o da sürekli meşgul. Sisteme bak. Bir sağlık sigortası diye her ay 200 frank veriyoruz. Haram zıkkım olsun bu ne. 

Doktor bir arkadaşıma danıştım, "Muhtemelen senin hastalık geçti ama virüs hasar bıraktı." dedi. Artık hep böyle mi yaşayacağım? Ya virüs gitmemişse ve şu anda akciğerlerimde tam gaz bastırıyorsa? İlk defa o gün düşündüm "Belki yolun sonuna geldik. Ölsem ne kaybederim? Bir şey kaybetmem herhalde hayallerimi gerçekleştiremeden gitmiş olurum ne bileyim." diye ciddi ciddi düşündüm. Uyudum.

11. gün ciğerlerimin düzeldiğini hissetmeye başladım. Nefes aldığının farkında olmamak güzel bir şeymiş. Bugün sahte trend botlarıyla ilgili makaleyi tekrar gönderdim, onla uğraşayım derken biraz uykusuz kaldım.

12. gün uykusuz kaldığım için yarı baygın takıldım. Akşama doğru tekrar ateşim çıktı ve başım ağrımaya başladı.

13. gün iki gün önce geçmiş olan hastalık geri geldi. İkinci dalga yaptı. Hatta birinci dalgada öksürük yoktu, artık (acı vermese de) bol bol öksürüyordum. Boğaz ağrısı da geldi. Karantinam bitmişti, başlarım böyle işe diyip eczaneye gidip aspirin aldım. Eczane niçin alıyorsunuz diye sordu koronayım diyemedim başım ağrıyor diye yalan attım. Yalnız sonradan öğrendim, korona için günlük aspirin denilen 100g aspirin veriyorlarmış sadece kan sulansın diye. Eczane ben başım ağrıyor diyince 500g vermiş. 

14. gün hala aynı ama biraz daha şiddetli. Aile hekimini arıyorum açmıyor. Randevu almak istiyorum alamıyorum. Öbür hat da meşgul.

15. gün ateşim ve boğazım ağrım kesildi. Ama nefes alırken göğüs kafesimde baskı var ve öksürüyorum.

16. gündeyim. Hastalık kabak tadı verdi. 16 gün süren korona mı olur yahu? Aile hekimi hala cevap vermiyor. Mail attım kanton doktorluğuna, sorular sordum. Gece telefon açtılar, iyi misiniz nasıl hissediyorsunuz diye. Hah dedim tam zamanında aradınız bugün mail atmıştım böyle böyle on dakika anlattım. Karşıdaki de "Ben doktor değilim, sadece kim karantinadan çıkabilir kim çıkamaz onu öğrenmek için telefon açıyorum." dedi. Hayda. Hasta halimle derdimi anlatmak için efor sarf ettim o kadar. "Sizin durum anormal, siz bence bir doktora görünün ve dört gün daha karantinada kalın." dedi ve kapattı. Teşekkürler yardım için. Maile de dönem olmadı.

17. gün nefes alırken göğsümde bir baskı vardı, o da kayboldu, nefes almam %90 normal, sesimin boğuk çıkması ve koku dışında bir mesele kalmadı gibi. 

19. gün sokağa çıkıp spor da yaptım. 21. gün koku geri geldi. 27. gündeyim. Sanki hala eskisi gibi değilim. Ehe ehe diye hafif öksürebiliyorum. Bazen burnumdan nefes alırken sanki sigara dumanı koklamışım gibi hissediyorum. Ama atlattığım söylenebilir. 

Aslında 11. gün geçmişti bu hastalık, fakat sonra makale için uykusuz kalınca bağışıklık sistemim zayıf düştü. Az daha bilim şehidi oluyorduk :) Bilim dediğimiz de troll tespiti :ddd 

Bu ikinci dalga olayı bir arkadaşıma da olmuş, çocuk bıktım yatmaktan diyip bir gün ful kitap okumuş, sonra yine ateş yine öksürük. 

Bu kadar uzun sürmesinde başka bir sebep de odamın çok soğuk olması. Bir ay önce emlakçıyı aradım bizim ev soğuk diye, biri geldi baktı, merkezde sorun var herhalde diyip gittiler. İki gün sonra ev ısındı ama benim oda soğuk kaldı. Korona olunca iki hafta çağıramadım adamları, sonra çağırdım ama bir hafta "geliyoz" diyip gelmeyip oyaladılar. En sonunda yine aradım "Emlakçıdan sipariş almamız gerekiyor." dediler. Adamlar daha önce böyle bir iş aldıklarını unutmuşlar. "Birader bir aydır peşinizden koşuyorum gelcez gelcez diyorsunuz gelmiyorsunuz yeter artık dalga mı geçiyorsunuz." diye trip attım. Geldiler (onda bile iki gün oyaladılar...) İnsan kendini aciz hissediyor burada, parayı bassan bile hizmet alman şansa bağlı gibi.

Benle aynı anda olan dört arkadaşımın koronası bu kadar uzun sürmedi, onlara bir anda çarptı ama sonra eski hallerine çabuk döndüler. En hafif ev arkadaşım geçirdi, 10 gün sonra tamamen iyileşmişti. Beraber İtalya'ya gittiğimiz arkadaşım aşırı kötü durumdaydı, günde 12 saat falan uyuyordu. Ama o da iki hafta sonra korona bitti diyip partiledi. Benle aynı yaşlarda iki arkadaşım hem tat hem kokuyu kaybettiler ve halsizlik yaşadılar. Ama onlar da atlattı. Birkaç gün hayattan pek zevk alamadılar.

Makedon olan ev arkadaşıma korona bulaşmadı. Bizim korona olduğumuzu görünce sabah 7'de çıkıp gece 11'de uyumaya dönmeye başladı. Karantinaya girmedi hatta gecelere aktı :dd Evde maske taktı, kendi kullandığı banyoyu kitledi biz girmeyelim diye (ahaha) koronadan yırttı. (Veya asemptomatik geçirdi bilmiyoruz, ama öyle olsaydı epey bir kişiye korona bulaştırmış olurdu.)

Geçen dönem Türkiye'den buraya Erasmus'a gelen bir arkadaşım karantina gelince tahliye uçağıyla Türkiye'ye döndü. Paniklemişti "Ya burada solunum cihazı falan bulamazsak." diyordu. Aslında çocuk haklıymış, solunum cihazını bırak doktorlara ulaşamıyoruz.

İsviçre çok batık durumda. Cenevre'nin 100,000 nüfusu ve günde 1000-1300 vakasıyla dünyanın en büyük korona cenneti. Böyle giderse aşı gelmeden tüm Cenevre korona olacak zaten. Masraftan kurtulacaklar.

İsviçre'nin içler acısı durumu bütün "disiplinli ülke" karizmasını yıktı. Bakanlar her gün basın toplantısı yapıyor. Toplantılarda da hiçbir şey açıklamayıp boş atıyorlar. "Federal hükümet olarak sadece tavsiye veririz kantonlar kendi önlemlerini uygulasın." diyip duruyorlar. 

Açık alanda maske zorunluluğu hepi topu iki hafta önce falan geldi, o da bazı kalabalık yerlerde geçerli. Açığı bırak kapalı alanda bile maske takmayanlar oluyor. Basın toplantısında sormuşlar cezası ne, bakan demiş "Polis belki bir şeyler yapabilir." Buna da bir ay sonra açık getirip 300 frank ceza koydular. Hele şükür. Bir hafta kadar önce de bir çok yer kapandı ama tamamiyle karantinaya girmedik. Sokağa çıkma yasağı da yok. Dün çıktım şehri turladım, müthiş bir insan kalabalığı, Black Friday indirimi olan mağazaların önünde kuyruk, maskeler çenede.  800 küsür yoğun bakım ünitesi varmış İsviçre'de, hepsi doldu. "Kötü günler için sakladığımız 200 tane de sertifikasız yatak var." Kış bitmeden onlar da dolar. Sonra napacaklar bilmiyorum. 🤷‍♂️ 

Sürekli ülkeleri karantina listesine alıyorlardı, o yüzden tatili iptal edip duruyordum. Binmediğim uçağa bir yığın para ödedim. En sonunda İsviçre öyle bir duruma geldi ki artık İsviçre'den çıkmak İsviçre'de kalmaktan daha güvenliydi. Dolayısıyla İsviçre beş ülke hariç herkesi karantinadan çıkardı. Tatilleri boşa iptal etmiştim. İşin komik yanı tatile gitmek istememin nedeni dönünce karantinaya girmek istememdi. Gittim, korona olup karantinaya girdim :d 

Güzel haber ise İsviçre Moderna'dan - adamlar aşıyı bulmadıkları halde - aşı önssiparişi vermişti. Moderna birkaç gün önce aşıyı bulduklarını açıkladı. Muhtemelen baharda tüm İsviçre'yi aşılarlar. Fakat bu kışı nasıl çıkaracaklar onu bilmiyorum. 

*

Makaleyi teslim edip bir hafta da verimsiz çalıştıktan sonra işlerin başına tekrar geçtim. Ama eskisi gibi günde 16 saat çalışmıyorum, en azından şu an. Projeksiyon aldım odama. Akşam yemeğini yedikten sonra dizi film keyfi yapıyorum. Eve televizyon alacaktık güya ama bizim cimri tayfa yanaşmadı. Fikri ortaya atan Makedon da insiyatif almadı. Salonumuz var, salonda TV platformu var üzeri boş lol. Ben de gittim projeksiyonu direkt yatak odama koydum zırnık koklatmadım :ddd

Hava güneşli olunca çıkıp evin bahçesinde spor yapıyorum, salıncağa falan biniyorum. Ama havanın pek güneşli olduğu söylenemez. O yüzden daha çok evden salıncağa binen çocukları gözetleyim, ilk hangisi salıncaktan düşecek diye bekliyorum.

Capoeira'ya devam ediyorum, gerçi hastalıktan dolayı ara verdim bu aralar. Bateri çalıyorum Youtube'da videolar falan izliyorum ne bileyim.. Hayatım çok boş galiba yazmayı mı bıraksam?

Bateriye tekrar başlamamı sağlayan ve beraber düet yaptığımız baterist / gitarist abi bir ay önce doktorasını alıp mezun oldu ve Türkiye'ye döndü. Adam doktoranın iki senesini Belçika'da bir senesini Lozan'da pardon yani evde geçirdi. Doktora savunmasını zoomdan yaptı. Savunmadan sonra benle tek kişilik parti verdi çünkü adamın başka biriyle tanışmaya fırsatı olmadı. Gerçekten üzücü bir durumdu. 

Beraber Lozan merkezdeki afili Türk restoranında kutladık savunmasını. İskender ve ayran söyledim, bu geldi:

Ayrana limon atmışlar (hava 5 derece) vodka da koyaydınız. Buradaki iskenderin Türkiye'deki iskenderle farkı fotoğraftaki közlenmiş biberin kafanızdaki közlenmiş biberle farkıyla aynı derecede. O şekilde hayal edin. 

Kaliteli Türk yemeklerini çok özledim. Geçen sorguladım "Yahu parasını basıp adam gibi döner yiyemiyorsun burada hep Almanya'dan donmuş dönerleri servis ediyorlar hepsi iğrenç. Koca şehirde bir tane mi düzgün dönerci olmaz?" (İki sene önce vardı adam apar topar gitti niye bilmiyoruz.) Buradaki bakkal abiye sordum "Eleman bulmak zor kimse çalışmıyor, çalışmaya başlayan kısa zamanda bırakıyor. Bize çalışanlar iki ay sonra işsiz maaşı zaten burada aldığımın %80'i diyip bırakıyor, işsizlik maaşı + kaçak işle geçiniyor." dedi. Bu arada bu abinin ayrı bir döner dükkanı da var, adam "Benim dönerim kaliteli" diye çıkış da yapmadı, inkar etmedi adam donmuş döner kullandığını haha :) 

Akademi

Geçen dönem aldığım ders hayatımda aldığın en son dersti. Ve dersten kaldım ahaha, ilk kaldığım ders oldu. Bu dönem ders almıştım, ilk hafta attım çok işim var diye. Dört tane mastır öğrencim var. Fazla çalışkan çıktı adamlar, her hafta mail atıp görüşek hadi yeni şeyler buldum diyorlar yetişemiyorum. 

Türk trend botları ile ilgili medium makalesi yazdım Türkiye'de trenlerin yarısı fake Twitter hiçbi şey yapmıyor diye. Twitter'ımda paylaştım. İki sene önce EPFL'de başka bir labte postdocluk yapan bi abi paylaştı, o paylaşınca başka paylaşıp görenler oldu vs. çok iyi görünürlük geldi. Nijeryalı bir kadın bana mesaj attı "Bizim ülkede de Coca Cola gibi büyük şirketler influensırlarla anlaşıp trend manipülasyonu yapıyorlar." dedi. Enteresan. Suriyeli biri mesaj attı bana "SuriyelilerSuriyeye" diye bir trend vardı nefret içerikli, bunda bot gördün mü diye sordu. Sonra Amerikalı bir kıza refer etmiş beni bana danışsın Kız Berkeley mezunu ve Türkiye'yi çalışıyor. DFRLab isimli sosyal medya manipülasyonu lab / blogunda yazıyor. Şu ana kadar iki blog yazdı, ilki SuriyelilerSuriyeyeyle alakalıydı o iyiydi. Sonraki blogunda Semih Mahcupadis için (Twitter'da Ermeniyim  dükkanımız ülke ocaklarının üstünde bir sorun yaşamadık diyip milleti trolleyip komiklik yapan hesap) "Bunlar operasyon hesabı" diye açıp kendi kendini trollemesi enteresan oldu. Yine de kızın yazdıklarının Türkiye'de sosyal medya manipülasyonu ile ilgili 3-5 makaleden biri olması iyi ve bir o kadar da düşündürücü.

Aktrolllerin banlandığı gün uzun bir tweet atıp takipçi kasarak krizi fırsata çevirdiğim iyi olmuş. Küçük bir influencer gibiyim, işimle alakalı kişilere takip gönderiyorum onlar da bu önemli biri herhalde diyip geri takip ediyorlar. Bu yolla epey biriyle de tanıştım işbirliği için çağrı yaptım. 

Artık tek dileğim "Şu makalemiz dünyaca ünlü X konferansı tarafından kabul gördü. İşte bulduklarımız." diyip uzun uzun anons yapabilmek. Bakalım şans yüzümüze gülecek mi :)