İsviçre Silahlı Kuvvetleri Siber Güvenlik Kampüsü bursuyla Zürih Üniversitesi'ne yaptığım postdoc başvurusunun detaylarını, projeyi, mülakatları vs. anlattığım oldukça uzun bir yazıya hoşgeldiniz. Allah sabır versin şimdiden. İyi okumalar. 

*


Fazla Başvuru Göz Çıkarmaz

1 Şubatta sosyal medya trendlerinin etkileri üzerine bir proje yazıp İsviçre Bilim Kuruluna gönderdim. Son kararı haziran ortası vereceklerini söylüyorlardı. Başvuruların kabul edilme oranı 47% (uğurlu sayım) ama buna rağmen ben hazirana kadar bekleyip sonra ortada kalma riskini alamam. Dolayısıyla hemen alternatif planlara göz gezdirmeye başladım. Göz gezdirmek dediğim gecelerimi rasgele lab sayfalarına bakıp hayaller kurarak geçirdim. Bilkent'te doktora yeri bakındığım son yılıma geri dönmüştüm bir nevi. Güzel nostalji oldu.

Ama ilham yine beklemediğim yerden geldi. Ocakta EPFL'den mail geldi "İsviçre Silahlı Kuvvetleri Siber Güvenlik Kampüsü 2 yıllık postdoc bursu veriyor." Baktım neymiş diye. Silahlı kuvvetler siber güvenlikteki gelişmelerden geri kalmamak için 2019'da siber güvenlik kampüsü kurmuş, zeki insanları toplamış araştırma yapıyor. Yine İsviçre yine kral hareket. 

Burs ilanına baktım. "Şu konulara öncelik vereceğiz." diye konuları sıralamışlar. İçinde benim konuya yakın konular da var. Hatta verdikleri mastır tezlerine baktım direkt "troll tespiti" var. Sevdim bu kampüsü :) 

Bursa başvurmak için yine bir proje yazmanız gerekiyor. Proje İsviçre siber güvenliğini ilgilendirecek işe yarar bir şey olmalı. Sonra kampüsten bir araştırmacının o projeye mentörlük yapmayı kabul etmesi gerek. Ardından İsviçre'deki bir üniversiteden hocanın da danışmanlık yapmayı kabul etmesi gerek. Sonra mentörünüzle tanışıyorsunuz, o sizle bir mülakat yapıp işbirliğini onaylıyor, projenin son halini gönderiyorsunuz. Son olarak kampüsle alakalı bir komite projeye bakıp ok veriyor ve geleceğiniz iki seneliğine kurtuluyor.

Proje yazmak için sadece iki haftam vardı. Bu kadar kısa zamanda yeni bir proje yazabilmem mümkün değildi. Önceki projeyi yazacaktım. Birinci problem, sayfa sayısı çok kısıtlıydı, projeyi kısaltmalıydım. İkinci ve daha önemli problem ise projemin İsviçre siber güvenliğiyle pek bir alakası olmamasıydı. İsviçre'de sosyal medya kullanımı böylesine düşükken trendlerden kime ne? Youtube trendlerine bakıyorsun zaten Arnavutça pop klipleri falan var? 

Geçtim bilgisayarın başına, bir yandan projeyi kısaltıp bir yandan İsviçre bağlamına nasıl yamayacağımı düşünüyorum. İş arkadaşım önceki projenin konusunun biraz dar olduğunu düşünüyordu, Trendleri nasıl daha genişletebilirim ki?. O an aklıma bir fikir geldi. Ben niye "Trendlerin etkileri" diye sınırlıyordum ki projeyi? Trend bir popülarite ölçüsüydü. İsviçreliler trendlerle pek haşır neşir olmasa bile diğer popülarite ölçülerinden (beğeni sayısı, takipçi sayısı vs.) pek tabii etkilenebilirdi. Dolayısıyla projeyi "Popülarite ölçülerinin etkileri" şeklinde pivotlayarak ve "Botlar popülarite ölçülerini manipüle ederek insanları kandırıyor. Tabii bu insanların içinde İsviçreliler de var yani bu genel bir problem." diyerek servis edebilirdim. Yahu bu daha önce neden aklıma gelmedi ki? 

Yeni araştırma sorum "Sosyal medya platformu bir içeriği popüler olarak işaretledi diye insanlar bu içeriğin popüler, ilginç veya doğru olduğuna inanmaya daha eğilimli mi olur?" Bunu da önceki proje tasarısındaki ampirik analiz ve lab deneyiyle yapacaktım. 

*

Yeniden Lab Bul(ama)mak

Beraber çalışacağım hocayı bulmak için bir nisana kadar sürem vardı ama yılan hikayesine dönen Oxford macerasından sonra bu işi erken halletmenin mantıklığını olduğunu gördüm. EPFL'de hali hazırda çalıştığım yerde çalışmaya devam etmem yasaktı. EPFL'de başka hocalara başvurabilirdim ama hem bu kariyerim için iyi olmazdı hem de zaten sıkılmıştım aynı okuldan. Bir değişiklik iyi gelecekti. O yüzden rotayı ETH Zürih'e çevirdim. Bütün labları hocaları gözden geçirdim. 

Ama yok. Benim alanımda çalışan hoca yok. Yakın gibi gözüken bir sibergüvenlikçi bir de sosyal ağcı hocaya yazdım "Benim böyle projem var, böyle de bursa başvuracağım, projem esnek, sizin araştırma alanınıza katkıda bulunacak şekle de sokabilirim." diye (tabii kimse daha başlanmamış projeyi şekle sokmakla uğraşmaz da,,,, işte..) İkisinden de hiçbir cevap gelmedi. 

Anlaşıldı dedim yine hocalara random yazarak olacak iş değil. Hocam ETH Zürih'teki bir hocadan bahsetmişti. Bilgisayar bilimleri departmanında değil ve akıllı şehirler konusunda çalışıyor. Belki bir şansım olur. Danışman hocama yazdım beni tanıştırır mısınız diye. Yazmış adama, "Bilgi için teşekkürler." diye cevap almış. "Hocam +rep de gelmiş mi?" diye sordum, anlamadı. Ertesi gün ETH'daki hocanın labından mail geldi "Azimli bizim şöyle bir postdoc ilanımız var istersen buna başvur." diye. O postdoc ilanı da tamamen akıllı şehirlerle alakalı. İyi de benim akıllı şehirlerle alakalı hiçbir deneyimim yok ki? Hocama sordum "Akıllı şehirler üzerinde çalışacak senin gibi akıllı bir adam arıyorlar işte başvur sen." dedi. Başvurmak için niyet mektubu hazırladım. Mektuba "Akıllı şehir çalışacaksınız madem size akıllı biri lazım." diye yazmadığım için mektup çok boş oldu. En sonunda dedim "Bunu çalışana kadar gider bir firmada veri bilimi yaparım." başvurmaktan vazgeçtim.

Yine hocasız kaldık. Beni UCL'ye bağlayan EPFL'deki mentörüme yazdım var mı tanıdığınız biri diye. Hoca henüz İsviçre'de yeni olduğu için pek bir umudum yoktu. Ama yine ters köşe yaptı reis, üç tane hocanın ismini verdi. Biri UNIL'de siber güvenlikçiydi ama ağır güvenlikçiydi, bana gelmezdi, öbürü ise fazla sosyal bilimciydi. Ama önerdiği, Zürih Üniversitesi UZH'ta çalışan hoca hem benim konumla çok alakalı işlerle ilgileniyordu, hem oldukça deneyimli gözüküyordu hem de hali hazırda postdoc pozisyonu açmıştı. Yani diğerleri gibi tok değildi, çalışacak birilerini arıyordu. Bir de çok enteresan ama, adamın labının ismi bizim labın ismiyle aynıydı.

Yazdım adama böyle böyle bursla geleceğim vs. Ertesi gün yazdı bi ara konuşalım mı vs. Tamam dedim ne zaman uygun? Cevap gelmedi. Dört gün sonra bir daha yazdım "Mailim spame düştü herhalde." Cevapladı dedi şu gün konuşalım bir de bana proje taslağını at ne yapacağını anlayayım. Bu arada ben başvuruyu yapıp proje tasarısını çoktan yollamıştım, bu aşamada hoca belirlemek şart değildi ama falancayla çalışacağım diye yazabilseydim başvuru daha güçlü gözükürdü, maalesef bunu kaçırdım. 

Hocayla zoomdan görüştük. Bu da son yıllarda yaptığım en epikfeyil görüşmelerden biri oldu. Doktoranın ilk senesinde doktora güncesine yazardım ya "Hocamla görüştük, hocayı anlamadım, yine anlaşamadım, bir şeyler anlatmaya çalıştım anlamadı." Aynı o günlerin nostaljisini yaptım.

Önce selamlaştık. "Merhaba ben azimli." "Merhaba ben hoca." şeklinde. Sonra adam hiçbir şey demeden kafa salladı. Tek bir mimikle "Hadi anlat sadede gel." dedi resmen :D Başladım anlatmaya vakit ayırdığınız için teşekkür ederim, böyle böyle bir burs buldum sonra sizin labınıza denk geldim çok benzer şeyler yapıyoruz lablarımızın isimleri de aynı hem postdoc da arıyormuşsunuz ona da başvuracağım vs. 

Bundan sonra görüşmenin yarısı “Sen Siber Güvenlik kampüsünde çalışacaksan ben ne yapacağım? Parayı onlar verecek araştırmayı sen ne yapacaksın peki benden istenen ne?" diye sorgulamasıyla geçti. “Siz danışman olacaksınız. Beraber makale yazabiliriz, hazırlamanız gereken finansal raporlar var, işte ikimizin diyalogu ikimize bağlı.” falan diyorum ama yemiyor. Hoca tutturdu "Bunun benden de bir götürüsü olmalı. Neyi imzaladığımı bilmeden buna evet diyemem." Ben de detayları bilmiyorum, burs ilanındaki .pdfte ne yazıyorsa onu tekrarlıyorum. En sonunda adam baktı ben de olaydan çakmıyorum "Sen bana konuşacak yetkili birini versene.” dedi geçti. 

Konuşmanın devamı daha fena. Adam bana projemi soruyor. Çok malca gelecek ama ben projeyi henüz yeni yazdığım için ve proje konusunda sorguya çekilmeyi beklemediğimden projeyi ezbere anlatmaya hazır değilim. Zoom görüşmesinin muhabbet şeklinde geçmesini bekliyordum, mülakat gibi değil. Diyorum "Ben botların ne yaptığını araştırdım ama şimdi etkilerini araştırmak istiyorum. Botlar bir içeriği popüler yapıyor fakat popüler yapınca o popülerlik etki olarak dönüyor mu?" (Yani insanlar bir şey sırf popüler diye aksiyon alıyor mu)

Adam soruyor. "Hipotezin ne?" Hipotezim olmadığı için o an saçmalıyorum. "Botlar insanları yanıltıyor bilmemne." "Eee nasıl yanıltıyorlarmış?" "Bence böyle böyle." "Hala hipotezini anlayamadım." "Yani bir içerik düşünün botlar o içeriğin popülaritesini arttırıp insanlara o içeriğin popüler olduğu izlenimini vererek etki yapıyor ben bu etkiyi araştıracağım." "Nasıl araştıracaksın ama? Bunun sosyal ağ etkisi var algoritması bilmemnesi püsürü var." "Kontrol edeceğim onları." diyorum. Bir yandan da konuşma kontrolümden çıkıyor. Kafamdakileri anlatamıyorum. "Peki kontrol edemediğin değişken ne yani bağımsız değişken ne?" Düşünmeye başlıyorum bağımsız değişken ne bağımlı değişken ne bağımlı değişkeni tedavi edip kötü alışkanlıklarından kurtarabilir miyiz. O ara içimde şeytani bir ses uyanıp var gücüyle bana yükleniyor, bir imposter olduğumu söylüyor, "Sen buralara kadar hep şansınla geldin YGS'de Türkçe'yi ful çekmeseydin bunlar olmazdı seni üç kağıtçı aslında hiçbir şey bilmiyorsun." kafam bu tip düşüncelerle dolup taşıyor. 

Kâbus gibi geçen beş saniye sonra soruyu cevapladım. Popülarite bağımsız dedim, doğru cevaptı ama duraklamam ve kendime güvensiz söylemem sıkıntı yarattı. Neyse artık. 

Hoca yardırıyor. Biraz daha konuşursa proje hepten çökecek. "Popüler olan insanlara daha popüler gözükür ve daha fazla etki yapar, dolayısıyla daha da popüler olur, totoloji yok mu burada?" diyor. Haklı, projenin en zayıf yanı. Ben hep sahte trendleri düşündüğümden ve önceki projeyi ona göre yazdığımda sıkıntı yoktu, çünkü sahte trendler normalde popüler değil. Şimdi diğer popülarite metriklerini olaya dahil edince proje zayıfladı. Sıvışmak için "Popüler olan insanlara sadece daha popüler gözükmez, daha inandırıcı da gözükebilir ben bunu da araştıracağım." dedim. 

"Peki inanılabilirliği nasıl ölçeceksin?" Dedim "Ampirik analiz fazla sınırlı, o yüzden bi lab deneyi yapacağım."  “Peki lab deneyi daha önce yaptın mı?” O kadar konuşmanın içinde hocanın sorduğu en gereksiz soruydu. Hayır yani lab deneyi yapmayı öğrenmek için postdoca başvuruyoruz. Hayır diyip cıkladım, bir şey demedi. "İnanılabilirliğin etkisini nasıl kanıtlayacaksın?" Başladım aklımdaki lab deneyini anlatmaya: "Bir deney grubum bir de kontrol grubum olacak. İkisi aynı yalan haberi görecek, ama deney grubu yalan haberi popülermiş gibi görecek. Sonra da habere inanıp inanmadıklarını soracağım. Eğer deney grubundakiler habere daha çok inanıyorlarsa bunu popülariteye bağlayacağım." "Hala hipotezini anlayamadım." "Popülarite inanılabilirliği arttırıyor işte bu." dedim.

Konuşmanın bu kısma kadar olan kısmı fiyaskoydu ama anlaşılan önerdiğim deney şeması mantıklıydı ki hoca kapanışı şunları diyerek yaptı: “Tamam pekala ben şimdi bu siber güvenlik kampüse mail atıp sorumluluğum ne onu öğreneceğim. Bu işi üstlenmeyi kabul edersem sana labımdaki herhangi bir postdoc gibi davranacağım, bir iki hafta sonra labıma gelip bir sunum yapacaksın. Bu sunumda daha önce ne yaptığını ve şimdi ne yapmak istediğini sunacaksın biz de sana sorular yönelteceğiz.”

Oxford'daki, Carnegie Mellon'daki, UCL'deki hocalar direkt kabul mektubunu postalarken bu hoca "Olmaz öyle gel mülakata." diyor. İsviçre disiplinine çattık :) 

Tamam dedim. Ama bir yandan da hoca bende çok iyi bir izlenim bırakmadı, rahat olması gereken bir görüşme gereksiz yere gergin geçmişti. 

*


Bu görüşmeden sonra EPFL'ye hocalık başvurusu yapan Stanford'lu bir doktora öğrencisinin "iş sunumu" vardı. Yani benim Zürih'e gidip yapacağım şey. Katılayım iş sunumu neymiş öğreneyim biraz da başkasının terlemesini görelim dedim. Çocuk 45 dakikada doktora sırasında yaptığı şeyleri ve ileride yapacağı şeyleri herhangi bir alandan bilgisayar mühendisliği araştırmacısının anlayabileceği şekilde anlattı. Mest oldum. Harikulade bir sunumdu. Sıra soru sormaya geldi. EPFL bir hoca sözü aldı "Slayt 67'te error barlar (hata payı) niye o kadar geniş?" diye sordu. Yüz küsür slayt arasından onu nasıl fark ettin de soruyorsun diye hayret ettim, bunu fark edemediğim için kendime kızdım. (Sonra sunumu bir daha izledim, gerçekten de fazla göze çarpan bir şeymiş) Çocuk zaman kazanmak için "Çok güzel bir soru." dedi ve kendi kendine soruyu tekrarlayarak düşünmeye başladı, hatırladı, error barlarının nasıl hesaplandığını anlattı. Anlaşılan makalenin o kısmını kendi yazmamış ki düşünmesi gerekti. Sonra EPFL'den bir PhD öğrencisi söz istedi "EPFL'ye gelirseniz ne dersi vereceksiniz?" dedi. Her şey güzel de soran eleman bu sene mezun oluyo dersi napacakmış :) Ama çocuğu gafil avladı "Standart makine öğrenmesi dersi veririm herhalde." diye salladı, sonra aklına geldi "Şu şu makine öğrenmesi konularında ders verebilirim." felan dedi. Sunum bitti. Postdocuma sordum ne düşünüyorsun diye "Ders sorusuna hazır bir cevabı olması gerekirdi." dedi. Üniversiteler sadece araştırmacı aramıyor, aynı zamanda öğretmenlik yapabilecek kişiler arıyor. Fakültelere başvururken iki tane niyet mektubu dolduruyorsunuz, birisi Araştırma niyeti (Research statement) öbürü de Öğretme niyeti (Teaching statement). Öğretme niyeti yazıp da mülakat aşamasına gelen birinin hangi dersi vereceğini düşünmemiş olması abes olmuş cidden. 

*

Birkaç gün sonra hocaya yazdım ne oldu bizim iş öğrendiniz mi. "Evet, ziyaretini ayarlayalım hemen." dedi ve dört gün sonraya tarih verdi şaka gibi. Dedim "Hocam verdiğiniz tarihte lab toplantımız var, ben o toplantıda da bir sunum yapıp hazırlık yapmayı planlıyordum." Tamam dedi öbür hafta yapalım. 

Dört günde apar topar bir sunum hazırlayıp laba sundum. Klasik olarak çoğu dinlemedi sdfsdf Hoca "Ya bu proje fazla sosyal bilim olmamış mı? Bilgisayar bilimi problemi yok?" dedi. Benimle aynı zamanda mezun olacak PhD'lerden biri de aynı şeyi söyledi "Sen Twitter trendleri çalışıyordun? Orada önemli bir kazanım elde etmiştin. Trend tespiti üzerine çalışabilirdin, büyük skalada trend tespiti yapmak zor olmalı." dedi. Trend tespiti gibi bir problem bulup mühendislik yapmak hoş olurdu evet ama böyle bir problemi çalışmak için nereden başlayacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Doktoranın başındaki birkaç probleme takılıp kalmıştım, onlara klasik makine öğrenmesi projesi gibi yaklaşıyordum: veri bul, veriyi elle sınıflara ayır, feature çıkar, makine öğrenmesi algoritmalarını dene, sonuçları incele. 

Bu sunumdan sonra eldeki projeyi daha nasıl bilgisayar bilimi çerçevesine sokarım onu düşündüm. Proje şu aşama / sorulardan oluşuyordu:

1- Sosyal medya platformları tarafından popüler ilan edilen içerikler, ilan edildikten sonra daha fazla etkileşim alıyor mu? (Platformların bir şeyi popüler ilan etmesinin etkisini ölçmek için.)

2- Popüler olan içerik daha inandırıcı ve/veya ilginç mi geliyor (deney / anket ile yapılacak). Cevap evetse yalan haberleri botlarla popüler ederek daha inandırıcı hale getirebiliriz. 

3- Popülerliğin negatif etkisini kırmak için "endorsement" adı verilen merkezi olmayan doğrulama sistemi. Şu an Twitter doğrulamayı kendi yapıyor, Trump'ın tweetlerine "Bu adam yalancı, inanmayın." diye uyarı koyuyordu mesela. Benim fikrim ise şu: doğrulama hakkını birden fazla uzmana verelim.

Şimdi atıyorum önünüze viral bir tweet düştü, araştırmacı biri iddiada bulunuyor, korona yalan gel biraz da sen oyalan diyor. Bu tweetin sahibi tanıdığınız kimse tarafından takip edilmiyorsa sallamazsınız di mi, veya sadece Facebook'tan Twitter'a henüz yeni transfer olmuş Lozan'ın gizli maddelerine inanan Fatma teyzeniz tarafından takip ediliyorsa. Ama bu kişi Hacettepe Üniversitesi tarafından takip ediliyorsa en azından "bir dakika.." dersiniz değil mi? Bazı uzmanlara güveniyoruz ve dolayısıyla o uzmanların güvendiği uzmanlara da güveniyoruz. Şu an Twitter'da bu sistem kısmen var,  "Tanıdığın takipçiler" var. Hangi hesap gerçekten ünlü hangisi troll bunu anlamamda yardımcı oluyor. Benim amacım ise bunu hem aktif bir doğrulama sistemine çevirelim hem de kimin kimi doğruladığını bilmek için milleti takip etmek zorunda kalmayalım. 

Yani bir doktorun hesabına bakıyorsunuz kimmiş bu diye, Hacettepe üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp vs. tıp fakülteleri tarafından doğrulanmış ha bu güvenilir kaynak diyorsunuz.  

Projenin üçüncü aşaması bu sistem çalışıyor mu anket veya lab deneyi yapıp bunu tespit etmekti ama benim hocadan "Çok sosyal bilim olmuş." yorumu üzerine bunu bir sosyal ağ problemine çevireyim dedim. Yani bir sosyal ağ var, sosyal ağda kullanıcılar var hepsinin birbirine güven değeri var, bu değer popülariteye göre artabiliyor. Bilgi kaynağı olan (potansiyel olarak zararlı) bir kullanıcı var, yaymak istediği bilgiyi sosyal ağda komşu olduğu diğer kullanıcılara yayması için komşularının ona güven duyması gerek. Bu güveni arttırmak için popülariteyle oynuyor (bot basarak popülaritesini arttırıyor ve dolayısıyla ona olan güveni de arttırıyor). İlk soru: popülariteyle ne kadar oynamalı ki bu bilgi tüm ağda yayılabilsin. İkinci soru: ağdaki hangi kullanıcılara "endorsement" yeteneği vermeliyiz ki bu endorsementlarla diğer (komşu) kullanıcılara olan güveni arttırıp azaltabilsinler ve dolayısıyla sosyal ağda (yanlış) bilginin yayılmasını engelleyebilsin. Yani atıyorum A kullanıcısı yalan haber yayacak, B kullanıcısı A'yı tanımıyor ve güvenmiyor, ama A'nın popüler olduğunu görünce "doğrudur herhalde" diyip yalan bilgiye güveniyor hatta kendi de yayıyor. B kullanıcısı aynı zamanda uzman olan C kullanıcısını tanıyor. Normal şartlar altında C kullanıcısı ile A'nın arasında köprü yok. Elon Musk geliyor diyor ki C kullanıcısına endorsement yetkisi verelim baksın A yalancı mı değil mi. C A'ya bakıyor ve güvensiz buluyor. B kullanıcısı C'ye güveniyor, C kullanıcısı A'ya güvenmiyor ve endorse etmiyor böylece C aracılığıyla B kullanıcısı A'ya güvenmemiş oluyor. 

Anlattıklarımın paint terk bir özeti:

Özetle yeni problem sentetik ve gerçek ağlarda bu ara noktaları bulmak olacak.

Sosyal ağlar üzerine fazla çalışma yapmadım, sadece beş yıllık doktora tecrübesinden sonra bu dediğimin yapılabilir bir şey olduğunu biliyorum. "Kervan yolda düzülür, postdoc sırasında bunlarla uğraşırken öğreniriz." diyerek ekledim bu kısmı da projeye. 

*

Sunumun üzerinde epey oynadım. Laba sunduğum versiyon "Ben sahte gündemler ve retweet botları üzerinde çalışmıştım, şimdi canım şunu yapmayı çekti." gibi bir şeydi. Onu bir hikayeye oturttum "Ben doktoramda bot tespiti üzerine çalışmalar yaptım, bot tespiti araştırmalarındaki zayıf noktaları gördüm ve kendi kendime dedim ki belki sadece botların zararlı etkilerine odaklanıp zararlı etkileri olan botları tespit etmeliyiz." hikayesini yazdım. Sonra kendi kendime sundum durdum. Odamda projeksiyon var her gecem sinema gecesi söylemesi ayıp. Projeksiyonla sunumu yansıtıp odamdaki yastıklara sunum yaptım, bot neymiş troll neymiş öğrendiler hep.

Bu arada hipotezdir, bağımlı bağımsız değişkendir nedir vs. hepsini detaylıca araştırdım. Zürih'teki hocanın hipotez yazma üzerine makalesi vardı, onu hatim ettim. Adam böyle şeylere önceden çok kafa yorduğundan epey titiz. Dersime iyi çalıştım.

İş sunumu vakti geldi. Erkenden kalkıp Zürih trenine bindim. Ama nasıl heyecanlıyım. 2.5 saatlik tren yolculuğu hemen akıp geçti. 

Hoca "Lozan'dan Zürih Örlikon'a (Zürih'in taşrası) direkt trenin var, postdoclarımın ofisine gel, oradan erken bi öğlen yemeği yiyelim labla, sonra ben toplantıya gideceğim." demişti. Heyecanla ofislerine gittim ve selam ben azimli diye girişi yaptım.

İki postdocla tanışıp el sıkıştım, birbirimize koronavirüs hediye ettik. Sonra hoca ofislerden phd öğrencilerine seslendi biz erken öğlen yemeği yiyeceğiz diye. Öğrencilerin ofisleri yanyana, bizim labta bunu yapmanın imkanı yok. Bu arada doktorada beşinci yılımı tamamlıyorum daha bir kere hocayla topluca lab yemeği yemedik hatta hocasız da yemedik. Neyse. Bütün öğrenciler geldi emir büyük yerden malum. Fakülteden çıktı. Herkes dağıldı. Ben hoca ve postdocları takip ettim.

Hoca yemek konusunda bir tercihin var mı? diye sordu ben de "Her şeyi yerim ben." dedim. Hoca da “Burada da çimenler uzamış.” dedi. Ben de "Bu kadar kötü espirilerin yapıldığı bir lab'ta çalışamam Lozan'a dönüyorum." diyip vedalaşıp ayrıldım. 

Okuduğunuz için teşekkürler, önümüzdeki yazıda görüşmek üzere.

*

Bu rezalet espiriye hazır cevap biri olmadığım için bir şey diyemedim. Hazır cevap biri olsam ne diyecem zaten? "Ah yeah" dedim geçtim. 

Devamı daha da kötü. Adam bi espri daha yaptı. "Botlar gibi azınlık çoğunluğu ikna edecek bizim durumda da." dedi. Hocanın "Hadi şu restorana gidelim." diyip diğer kimsenin fikir belirtmemesi üzerine hocanın tek başına fikir birliği oluşturmasına refer ediyordu. Ama bunun botlarla ne alakası olduğunu anlayamadım. Alakaya maydonoz diyemediğim için anlamamış gibi davrandım, ya da kendimden şüphelenip "herhalde anlamadım hocanın dediğini" diyip adama tekrar eder misiniz? dedim. (Bunu çok yaşıyorum ya, karşıdakini anlıyorum ama herhalde bunu demiş olamaz diyip tekrar ettiriyorum emin olmak için.) 

Bir daha tekrarladı. Düşündüm, yine anlamadım. Yine tekrarlattım. Bir yandan da malum düşünceler Ghost filmindeki kara öcüler misali üzerime üzerime gelmeye başladı. “Sen pratik zekadan yoksun birisin, İngilizce’yi de zaten bilmiyorsun, adam bir şey söylüyor anlamıyorsun, buraya da hep impostırlık yaparak geldin zaten.” En sonunda adama “Hocam anlamadım anlatır mısınız.” demek zorunda kaldım. Adam açıkladı işte sosyal medyada botlar var minoriteler ama majorityi ikna ediyorlar. Bunun konumuzla ne alakası var yine anlamadım ama he dedim gerçi bugün daha çok bot araştırmalarından konuşacağım falan dedim geçtim. 

(Hocanın neyden bahsettiğini iki hafta sonra proje tasarını yazarken literatür taraması yaparken anladım. Meğer botların, aslında azınlık tarafından savunulan bir düşünceyi çoğunluk savunuyormuş gibi göstererek çoğunluğu susturduğu spiral of silence isimli teoriye atıf yapan bir makale varmış hoca onu okumuş da ona gönderme yapıyormuş inceden. Güncel (ve aşırı alakalı) bir örnek vermek gerekirse: şu anda Twitter ve Ekşi sözlük'te gündem Ümit Özdağ ve Zafer Partisiyle ile çalkalanıyor. Siz adamın düşüncelerine katılmıyorsanız veya mülteciler konusunda katıldığınız halde Zafer Partisi'ni desteklemiyorsanız bile "Eee herkes Zaferci olmuş." diyip internette fikrinizi söylemekten çekiniyorsunuz. Gerçekte ise Zafer partisi taraftarları taş çatlasın 2% falandır herhalde (olmaya da bilir, belki gerçekten dip dalga geliyordur.). Eğer gerçekten 2% ise internetteki azınlık, çoğunluğu susturmuş ve gündemi istila etmiş demektir buna da spiral of silence denir. Türkiye gibi yankı odaları cenneti bir ülkede örnekler çeşitlendirilebilir ama şimdi uğraşamayacağım şu blogu bitirmem lazım kaç gündür bitmedi.)

Hoca Örlikon’u tanıttı. Zürih’in dışında endüstriyel alanmış. Tabii artık pek endüstriyelliği kalmamış, fabrikalar kapanmış, kim niye Zürih’te üretim yapsın ki işçi maaşı 6000 euro (yuh!). Sadece uyduların dışı için bir ekipman bir de implant üreten yer kalmış. Gereksiz bilgilerde bugün. 

Öğlen yemeği alacağımız mekana geldik, "salata kutusu" söyledik. Türkiye'de ancak yarım porsiyon iskender edecek olan "Malezya usulü" ince kıyılmış et ve salataya 22 frank ödeyip kazığı yedikten sonra   kutularımızla laba döndük. 

Lab yemeği için insanlar lab toplantısının olduğu yere U şeklinde oturup dizildiler. Birbirine bakarak bir yandan yiyip bir yandan boş yaptılar. Yalnız bir sorun var. Ben hem insanları dinleyip hem boş yapıp hem salata yiyemiyorum çünkü çok gürültülü çiğniyorum. Bütün muhabbet hatır hutur sesleri arasında kaynıyor. Elimden geldiğince muhabbete katılmaya çalıştım. Çok konuşup saçmalamadan normal biri gibi araya kaynamaya çalıştım. Ama durumun öznesi ben olduğum için bu biraz zor oldu.

Hoca gitti. Bir sessizlik bulup (zor olmadı) “Btw Hay Aym Azimli” dedim. As dediler. Sizin isimler neydi sağ baştan sayabilir misiniz dedim. Saydılar. Bazılarını zaten önceden stalklamıştım, bazıları ise enteresan olduğu için hemen ezberledim. Onlar bir tur döndükten sonra en sona kalan Hintliler hariç tüm isimleri hızlıca sayınca bir vay çektiler ve tabii içlerinden “Vay stalker ezberleyip gelmiş” diye düşündüler.

Sonra kendimi tanıttım. İsmimim trolle benzediğini, yüzümün de trolle benzediğini, doktorada da troll analizi yaptığımı, bana kim beddua ettiğini bulursam ona dünyayı dar edeceğimi anlattım. Komiklikler şakalar yaptım. Güldüler, "Trollük kariyer yolu olmuş." dediler.

Biraz nerd talk yaptık. Akademideki peer-review sisteminin berbatlığından, otored veren konferanstan, MIT paper generator tarafından generate edilip konferansa kabul edilen makaleden falan bahsettim.Farkettim ki bu tip mülakatları optimize etmek için birkaç nerd konuyu ezberleyip gelmek çok mantıklı. Şu makale jeneratörü bilkentteyken bir arkadaşım söylemişti geçen gün nostalji yapmak için açtım o yüzden aklıma geldi. Başka konular da öğrenip hazırlanabilirmişim.

Sonra genel bir soru attım ortaya saçma sapan, hepiniz İsviçre’de mastır yapıp mı geldiniz yoksa ayrı yerlerden misiniz dedim. Biri “bir sağ baştan say daha yapalım mı?" dedi. Yaptılar, herkes hangi okuldan geldiğini anlattı. Çok saçma oldu :d

Hoca yok biz öyle boş boş oturuyoruz. Konuşmaya bir saat var. “Arkadaşlar bir saat beni beklemenize gerek yok odanıza dönüp işe devam edebilirsiniz.” dedim. Hepsi içlerinden bi oh çekmiş halde kalkıp odalarına çekildiler. Ben birinci sınıf PhD öğrencilerinden birinin odasına gittim çünkü orada kanepe ve kahve makinesi vardı. Öğrenciyle lafladım az. Ofis boştu herkes mezun olmuş. Biraz bekledim oturdum hiçbir şey yapmadım. Bir saat geçti, konuşma için odaya geçtim. İnsanlar yerleşti. Dedim botlar hakkında bilginiz var mı. Yokmuş kimsenin. İstediğiniz yerde durdurup soru sorabilirsiniz dedim. Tamam dediler. Hoca geldi. Beni bi cümleyle tanıttı, buradan devam et dedi. Başladım sunmaya.

Fena gitmiyordu, sadece heyecandan kelimeleri karıştırdığım oluyordu, süt içiyorum diyeceğim, iç sütüyorum falan diyorum saçma sapan. Labtakilerin yarısı ilk beş dakikaya kulak verdiler sonra içleri geçti. Bizim labta da aynısı oluyor problem değil. Postdoclardan biri sunumu sallayıp laptopta çalışıp bir şeyler yazmaya başladı. Öbürü ise dinledi ya da dinlermiş gibi yapıp içinden felsefe yaptı bilmiyorum. Hoca ise yüzünü laptoptan kaldırmadı. Koç'ta labında staj yaptığım hoca da aynısını yapıyordu, nostalji oldu. Spoiler: Bu Koç'taki hocaya tekrar geleceğiz. 

Ben yaptıklarımı anlatırken vs. insanların yüzüne bakıp dikkat çekmek için uğraştım, slaytlara çok bakmadım zaten ezberlemişim artık. Birkaç yerde çok karmaşık cümleler kurmaya çalışıp beceremeyip saçmaladığım oldu. Oralarda da baktım cümlenin içinden çıkamıyorum, “yaniiii" diyip tekrar anlattım. 

Ama asıl sıkıntı sunumun sonlarına doğru sürekli karnımın guruldaması oldu çünkü yediğim salata beni hiç tutmamıştı. Kilolu bir insan değilim ama doymuyorum bir türlü, midem aşırı geniş :( Ağzımı tuta tuta sunumu bitirmeye çabaladım.

*

Son kısım olan önerdiğim projeye geçtim, ilk iki deneyi anlattım. Çözüm kısmına gelmeden önce “bir düşünce deneyi yapmak istiyorum” dedim. Bu adam kim biliyor musunuz? 


Cevaplarını bekledim. İnsanlar uyanmaya başladı. Sonra “Bu adama güveniyor musunuz?” dedim. Hayır falan dediler.

Peki şimdi güvenebilir misiniz diyim aşağıdaki resmi gösterdim:


Ne değişti? dediler anlattım hesabı University of Zurich ve ETH Zurich takip ediyor. “ETHZ takip ediyorsa güvenmeyiz.” dediler. Hehe. Hoca “Allah allah University of Zurich hesabı başkalarını mı takip ediyormuş?” dedi evet dedim ICRC’yi (Kızılhaç-Kızılay) takip ediyordu mesela. Baktı “harbiden ediyormuş, kim karar veriyor ki buna?” dedi. Neredeyse çıkıp "Benden habersiz nasıl olur?" diyecek reis.

Ama bu düşünce deneyini yapmam iyi oldu çünkü millet uyandı. 

(Bu arada yukarıdaki eleman ne alaka derseniz, kendisini sosyal medya uzmanı olarak tanımlıyor ama 2 milyon takipçisinin olmasının tek nedeni 4 milyon kişiyi takip etmesi. Twitter takip etme rekoru kendisinde. Yani adamın uzmanlığı falan yok, fıska tamamen. Tanıdığım hiç kimse de takip etmediği için güvenilir gözükmüyor.)

*

Sonra projenin sonunu anlattım ve bitirdim. Garip bi alkış gibi bişi yaptılar, masaya falan vurdular elleriyle. Cülus isteyen yeniçeriler gibilerdi. Hoca sorusu olan var mı dedi tabii kimse sormadı. Tamam ben başlayayım dedi. Dedim eyvah hadi başlıyoruz.

İlk sorusunu sordu: "Senin önerdiğin endorsement metodunda çeşitli uzmanlar var, onlar diğer bilgi kaynaklarını onaylıyor sen de o uzmanların onayını görüyorsun. Buradaki problem şu: "Güven geçişken (transitive) mi? Yani ben güvendiğim kişinin güvendiği kişilere güvenebilir miyim. Örneğin ben Ahmet'e güvenirim ama onun arkadaşının film önerilerine güvenmeyebilirim." (Bu arada Ahmet söz aldı ve ben de benim arkadaşın film önerilerine güvenmem diye espiri yaptı.) 

Dedim “Zaten bunu herkese uygularsak sıkıntı olur yine herkesin dilediğine inandığı bir sistem elde ederiz. Ben üzerinde anlaşılmış ve güven konusunda uzman bir üye listesine bu yetkiyi vermeyi savunuyorum.” falan dedim. 

Bu güven geçişkenliği üzerine biraz felsefe yaptık. Artık ayrıntıları hatırlamıyorum. “Buna benzer şeyler mutlaka sosyal bilimlerde yapılmıştır” dedi hoca, "Ekonomide bu tip olaylara çok kafa patlatıyorlar çünkü borsa duyumlardan hareketle ilerliyor." 

Ben yine savunma moduna geçtim “Evet ama biz kullanıcıları ve problemi sosyal medyaya uygulayarak sınırlıyoruz dolayısıyla yeni problem inşa ediyoruz" dedim. Neyse zaten yapılmış olmasının çok önemi yok, hatta daha iyi, olan metodolojiyi direkt yeni problemde kullanırız. 

Postdoclardan biri (sunumu dinleyen) müthiş felsefik soru sordu ve kendimi bir an epistemoloji dersinde gibi hissettim. "Güvenilir kullanıcılar üzerinde nasıl anlaşabiliriz? Sonuç olarak burası sosyal medya, özgür düşünce var, ben bunu yazar şunu güvenilir bulurum başkası şu şekil giyinir şu şu şekil giyinir." vs. dedi. Dedim "Doğru da göreceli olabilir kimine göre, düz dünyacılar var mesela bunları kimseye inandıramazsın bizim yapabileceğimiz tek şey bazı güvenilir kaynaklar üzerinde anlaşıp bunları güvenilir ilan ederek eldekinden daha iyi, suboptimal bir sonuca ulaşmak. Çünkü şu an eldeki çözümde tek otorite Twitter, Twitter labellemeler yapıyor. Önerdiğim çözümde Twitter’ın üzerine daha fazla otorite önerip güvenilirliği arttırıp suboptimal sonuca ulaşıyoruz. Evet düz dünyacılar hala gelip sosyal medyada takılabilir ama biz daha güvenilir bir sistem istiyorsak güvenilir bilim adamlarının endorse edilip onaylandığı bir sistem kullanmalıyız." Çok kısayoldan cevaplayıp tartışmadan kaçınıyordum çünkü adam cevabı olmayan açık uçlu soru soruyor yani ben nasıl herkesi memnun edecek sistemi bulayım, hadi buldum diyelim, bunu niye gelip Zürih Üniversite'sinde sunayım, gider Elon Musk'a sunarım? 

Başkası bir soru sordu ama öncekinin sorusunu düşünürken zaten bunun da cevabını bulmuştum. “Bunu Twitter’a nasıl satarsın?” dedi. Önceki soruya olan cevabımı paraphrase edip tekrarladım. “Şu an bütün banlamaları label koymaları twitter yapıyor. Bu sistem Twitter’ın üzerinden yükü alıyor olayı crowdsourcinge (işi insanların iş yaptığı sistem) getiriyor."

Aynı arkadaş ikinci bir soru daha sordu. Bu seferki pek hoş olmadı. “Sen sisteminin halkın yararına olduğunu savunuyorsun. Ama İsviçre’nin durumunda halkın sadece 10%’u sosyal medyada.” dedi. Hayda. İsviçre'de halk sosyal medya kullanmıyorsa bu onların sorunu. Ben napayım? Biraz durakladım. Eeee yaptım tüm sınıfın ortasında, sunuma baktım. Buna nasıl cevap veririm düşündüm. Bu çözümü gerçek hayatta uygulayabilir miyim? Bunu şimdi düşünüp bulmama imkan yok. O yüzden yine çözüm önermeden sıvışmama yarayacak bir cevapla geldim: “Geleneksel medyada editöryel işlem var ve yalan sosyal medyadaki kadar hızlı yayılmıyor. (Bazı ülkelerde editöryel işlem iyi işlemiyor evet ama bu başka problem.) Bizim burada amacımız sosyal medyaya da editöryel işlem kadar gibi iyi bir çözüm getirmek, durumu dengelemek.” dedim. Bence fena bi cevap değil.

Arkadaşa sonradan “Bu soruyu sen nasıl cevaplardın” dediğimde “Halk kelimesi yerine sosyal medya kullanıcıları kullanırdım” dedi ve olay bitti. Aslında soru çok basitmiş. Ve aynısı doktora yeterlilik sınavımda da gelmişti. İkinci kez tuzağa düşmüştüm. Ayıp bana .

En son birinci sınıf doktoralardan biri günün en gereksiz sorusunu sordu. “Ya kullanıcılar hacklenip random doğrulama yaparsa.” “Ben bu sistemi önemli kullanıcılar için öneriyorum, doğrulama ciddi iş öyle pardon hacklenmişim yanlışlıkla doğrulama ettim.” olamaz falan dedim. Hoca öğrencisine destek çıktı ben hacker olsam herkesi gizlice hackler hesapları elde tutar en kritik zamanda kullanırım falan dedi. “Tamam da bu olaylar security problemi yani belki hackleniriz diye hiçbişi yapamayız o zaman. Böyle accountlar hacklenmesi ciddi bi iş.” falan dedim. Hoca da “tamam ya zaten ben çözüme laf atmıyorum öyle beyin fırtınası yapıyorum” dedi. 

Son kısımdaki düşünce deneyinde insanların dikkatini çektiğim için sorular hep son kısımdan geldi. Buradan anlıyoruz ki seyirciyi manipüle ederek soruların gelmesini istediğiniz kısımları daha ilgi çekici ve akılda kalıcı yapmalısınız. Sonra da hazırlığınızı ona odaklayın, hep oradan soru gelecekmiş gibi cevap hazırlayın.

*


Sonra birebir görüşmelere geçtik. Birebir görüşme ne ola ki? Galiba hoca öğrencilere "Azimliyle tek tek birebir görüşün bana izlenimlerinizi söyleyin." demiş. O yüzden sunumdan sonra lab toplantısına kadar kapı kapı gezip dilenci gibi "Nolur hocanıza beni almasını söyleyin." der gibi öğrencilerle tek tek boş yapmam gerekti. Okuması sıkıcı geleceği için bunları uzun uzun yazmamaya karar verdim. Özetlemek gerekirse: birinci sınıf doktora öğrencileri henüz toy oldukları için konu üzerine boş yapamıyorlar, kendi konularını anlatıyorlar veya ne ettin Lozan'da havalar nasıl falan diyebiliyorlar anca. Daha senyör öğrenciler sosyal medya üzerine boş yapıp güzel sorular sorabiliyor ama bunlar da aynı sunumdaki gibi felsefik sorular. Soruları cevaplayıp tartışmalara katılmak eğlenceli çünkü dışarıdan biri nasıl düşünüyor onu öğreniyorsunuz. 

Öğrencilerden iki tanesi görüşmeye beraber katıldı. Biri "Twitter müdahale edip düşünce özgürlüğünü baltalamalı mı?" onu sordu. “O başka bir problem, ben yaparsa ne tip bir çözüm bulabilir onu düşünüyorum.” diye kestirip attım. Yoksa iş big bange kadar gidecek, Allah var mı onu tartışacağız. Soran kişi news diversity (haber çeşitliliği??) üzerine çalışıyormuş. Yani sürekli Cumhuriyet okuyan birine Yeni Akit okutup farklı haber kaynaklarına maruz kalmasını sağlama. News diversity'nin ana problemi çeşitliliği sağlayacağız diye yalan haber yaymalı mıyız. Bu EPFL’e konuşma yapmaya gelen bir hocaya sorulmuştu ve hoca cevaplayamamıştı ! (oha) Felaket bir durum. Ben de hemen acımasızca fırlattım soruyu. Çocuk “Haberler güvenilik kaynaklardan (İsviçre’den) geldiği için doğrulukları üzerinde durmadık hepsini doğru saydık.” İyi cevap, tabii bunun üzerine de gidilebilir ama kanım akar kırmızı beyaz bir insan olarak İsviçre’deki haber kanallarına güvendiğim için bir şey demedim. Buna ilişkin bir de şunu dedi “Komplo teorilerinde sorun çıkıyor, hem daha çok okunuyorlar hem de etkileşim getiriyorlar aslında onları kullanıcılara önermek optimal çözüm” Güldüm. 

Görüşmenin geri kalanı iki öğrencinin kendi aralarında tartışması ve benim araya girmeye çalışıp girmeyi başaramamla geçti. E siz aranızda tartışaydınız ben ne yapıyordum burada.

Postdoclardan biriyle olan görüşmemde ilginç bir şey oldu. "Senin C.V.'ne baktın, Koç'ta staj yapmışsın." dedi.

Previously on azimliyazar... (Beş sezon geriye sarıyorum) 2016 yazında Koç'ta staj yapıp bir web uygulaması üzerinde çalıştım diye. Altı stajerdik, iki ay zorlu bir çalışmanın uygulamaya yeni eklemeler yaptık ve güzel bir sunumla taçlandırıp stajı bitirdik. 

Postdoc dedi ki "Senin üzerinde çalıştığın uygulamayı ben doktora yaparken yazdım. Sizin hoca geldi dedi bu uygulama üzerinde beraber çalışalım. Ama çalışacak doktora öğrencisi bulamadı bir sürü stajer aldı onlar da n'aptı hiç bişi anlamadım. Öyle kaldı." 

:D :D :D :D :D 

Biz konuşurken hoca odaya damladı. Projemi övdü, problemi ilginç buldu. “Bunu İsviçre sibergüvenliğine adapte yapabiliriz ve dış güçler (örn. Rus trolleri) İsviçre'deki demokratik sürece etki edebilir mi bakabiliriz. Örneğin bir sosyal ağ var, bu sosyal ağa ne kadar bot gücü uygulamalıyız ki sosyal ağdaki insanların görüşü zıttına dönsün. Veya sosyal ağda tüm görüşü çevirecek savunmasız noktalar neler ve bunlara ne kadar bot gücü uygulayalım?" Yani şunu demek istiyor, atıyorum lisenize (lisede olup okuyan var mı? varsa bi el kaldırsın. selam herkese) biri bir kampanya için imza toplamak istiyor. Tek tek herkesten imza almak uzun iş, sınıfları rasgele gezip rasgele öğrencilerden imza alıp "Arkadaşlarına da imzalatır mısın?" demek mümkün ama etkili değil. En etkilisi muhtemelen her sınıfın başkanını bulup onları tüm sınıfı imzaya çağırmaya ikna etmek. Yani savunmasız noktalar sınıf başkanları çünkü tüm sınıfla diyalogu var. (Bizim okulda biri Ayasofya cami olsun diye imza kampanyası yürütüyordu bu örnek oradan aklıma geldi. Eleman muradına erdi.) Özellikle halkın grup grup olup grupların birbirinden kopuk olduğu ülkelerde bu tip savunmasız noktalar olabilir. İsviçre'de politik gruplar olmasa bile dil grupları var dört resmi dil olduğu için. 

Postdoclardan biri "Ama ya İsviçre’de sosyal medya kullanan yok ki” dedi haklı olarak. Onun geyiği döndü “Bizim başkan sosyal medya ne biliyor mu birahane falan sanıyordur” diye makara yaptılar. “İsterseniz sosyal medya dışında da deney yapmaya çabalayabiliriz.” falan dedim. “Yok ya kalsın sosyal medya” dedi hoca. 

(Ama o günden beri düşünüyorum gerçekten İsviçre'deki sosyal medya kullanımının az olması buradaki araştırma potansiyelimi aşırı derecede bağlıyor. Burada gelecek yok yani bana.)

Topluca lab toplantısına gidiyorduk, gitmeden hemen hocaya ayaküstü sordum "Şimdi ne yapacağız?" diye. "Benim 'Bu öğrenciyi labımaa postdoc olarak kabul ediyorum.' diye mektup yazmam lazım. Önce bir öğrencilerle konuşacağım ama şu an buna herhangi bir engel göremiyorum. Mektuptan sonra sen silahlı kuvvetlerdeki mentörünle konuşursun sonra beraber projenin üzerinden bir geçeriz." dedi. Sevindim. Imposter değilmişim anlaşılan :D

Lab toplantısına girdim. Postdoclardan diğeri halkın veri görselleştirmesi üzerine bilgisini ölçen bir lab deneyi üzerine araştırma tasarısını sundu. Bu enteresan, çünkü postdoc bilgisayar bilimi çıkışlı ve zaten burası bilgisayar bilimi labı, ama postdoc düz sosyal bilim projesi sunuyor. Ve proje tasarısını anlatması yarım saat sürüyor, yani lab deneyi kim bilir ne kadar sürecek. İnsanlar bu deneyde sıkılmayacak mı? Ben bunları düşünürken hoca çıktı pat diye aynen bunu söyledi. Patron olmak süper ya. 

Üç öğrenciyle daha görüşüp boş yapıp Zürih'e döndüm. Zürih'teki arkadaşlarımdan biriyle bir akşam yemeği yedim. Sonra Lozan.

*

Sürecin ikinci ayağını geçmiş gözüküyordum. Lab ve hocayı bulmuştum. Şimdi mentörle görüşüp bir mülakat yapacaktık. Bu mülakatta 20 dakikalık bir sunum yapacaktım öncekinin yine aynısı yani, sonra o bana sorular soracaktı ve en son ben ona soracaktım ve kapanış. 

Bu mülakatın daha çok sohbet havasında geçeceğini düşünüyordum çünkü mentörüm prof. değildi, PhD alalı fazla zaman olmamış, benden 5-10 yaş büyük bir bilim insanıydı. (Tam da düşündüğüm gibi relaks bir konuşma oldu.) Adamın profiline biraz bakmıştım. Biyomedikal mühendislik bitirmiş, kanser hücreleri üzerine falan çalışmıştı. E ne alaka botlar troller? "Botlar bir devletin kanseridir." diye tartışma programlarında söylenecek bir özlü söz bekliyordum adamdan ehehe.

Sunumdan bir önceki gün konferansa gönderdiğim makalenin kabul olup olmayacağı belli olacaktı ve belli olursa en azından makaleyi sunarken "Bu da şu konferansa kabul aldı çok büyük başarı ehehe" falan diye bilirdim. Ama adamlar bir türlü kabulu göndermediler. Nerede kaldınız alo? Yattım kalktım kabul yine yok. Mülakattan otuz dakika önce mail geldi "Kabul edildiniz!" diye. Obaley! Gelsin Amerika'da konferans keyfffff

Mentörümle buluştum.  Kendini tanıttı. Biyomedikal mühendislik yapıyormuş sonra görsel yalan haber alanına geçmiş. Çünkü biyomedikalde pek araştıracak bir şey bulamıyormuş, yeni bir şey de öğrenemiyormuş. Silahlı kuvvetlerde hükümete ve devlet birimlerine projeler yapıyormuş. "Bilgi operasyonlarına da bakıyoruz." dedi (Rus trollerin Trump'ı başkan seçtirmesi gibi eylemlere bilgi operasyonu deniyor.) Dedim "İsviçre'ye yönelik bilgi operasyonu mu varmış?" "Yok İsviçre özelinde bakmıyoruz, genel bakıyoruz." dedi. Şaşırtmadı. Daha fazla şey yazamayacağım çünkü malum silahlı kuvvetler. Kimvurduya gitmeyelim. 

Sunuma geçtim ama zoom yerine microsoft teams kullandırdığı için ekran paylaşamıyorum. 5-10 dakka bunla uğraşıp zaman kaybettikten sonra adama pdf gönderip sayfaları değiştirmesini söyleyerek sundum. Tek bir işim vardı onu da beceremedim, resmen rezillik "-_-

Sunumu artık ezberlediğim için sunması zor olmadı. Sorulara geçti. Türkiye'deki sahte gündemler olayıyla ilgilendi. Sordu bu trendler niçin kullanılıyordu. Anlattım, sahte gündemler daha büyük karalama kampanyalarının bir parçasıydı dedim. İkinci sorusu "Halkın bilmeden sahte gündemleri körüklediği örnekler yakaladın mı?" Evet dedim anlattım. Sonra proje tasarısından anlayamadığı bir şeyi sordum. Son olarak da “CV’nde çok fazla öğrenci aldığın gözüküyor kendini lider olarak mı görüyorsun nasıl tanımlarsın?”. Bu soruyu beklemiyordum (beklemem lazımdı, gerçekten de rekor derecede fazla öğrenci almıştım.) Bir şeyler salladım. “Onlara arkadaş gibiydim, konum da güzeldi seviyorlardı, onlara şunu şunu yap demek yerine doğru yönlere itiyordum bence bunlar iyi liderlik özellikleri" dedim. Bu soruya hazırlanacağım bir dahakine. Benden bu kadardı sürenin sonuna geliyoruz dedi. Son bir şeyler soracağım dedim. "Ben nerede çalışacağım." Silahlı kuvvetler kampüsü Thun diye alakasız köy bir şehirdeydi ve ben köyde yaşamanın nasıl olacağı üzerine kendi kendime fanteziler yapıyordum.  EPFL veya ETH dedi. EPFL’de çalışabiliyo muyduk ya? İyiymiş. Bir de mezun olduktan sonra ne yapabilirim diye sordum. Silahlı kuvvetlerde İsviçre vatandaşı olmayan çalışabiliyor mu dedim. Geçmiş sorgulaması yapılıyor dedi. Bu İsviçre vatandaşları için daha kolay ama yabancı üyelerimiz de var dedi. Ok dedim ama açıkçası silahlı kuvvetlerin beni işe alacağına pek inanmıyorum. 

*

Ertesi gün mail geldi. Silahlı kuvvetlerdeki mentörüm de mülakatı olumlu bulup benim adaylığıma onay vermiş. Geriye sadece proje tasarısını yazıp göndermek kalmıştı. Proje hazır olduğundan bu zor olmadı. Zürih'teki hocanın verdiği "Sosyal ağa bot gücü uygulayıp fikirleri değiştirme." fikrini de ekledim. O fikri de "Bunu uygulayarak İsviçre'nin dış güçler tarafından uygulanabilecek potansiyel bir bilgi operasyonuna ne kadar hazırlıklı olduğunu görebiliriz." diye yedirdim silahlı kuvvetlerdekiler sevsin diye. 

Bu arada Zürih'teki hoca proje tasarısını birlikte yazarız silahlı kuvvetlere sevdiririz diye söylemişti ama tasarıya herhangi bir katkı yapmadı. Maillere çok geç cevap veriyordu. "Benim labta postdoc yapacak." mektubunu bile mail başlığına [ACİL] yazarak aldım. "Hocam siz tasarıyı boşverin onay mektubunu gönderin yeter." dedim. İşleri hızlandırmak için Zürih üniversitesinin sitesine girip maaş aralığını bile kendim bulup başvuruya yazdım. Bu arada dudağım uçukladı. Yıllık 98,000 frank (= euro) postdoc maaşı nedir? Vergilerden sonra ele ayda 6000 frank falan geçiyor. Ya bu ülke bu paraları nereden buluyor? Dünya üzerinde böyle postdoc maaşı yok. 

*

Olayların üzerinden iki ay geçti. Geçen hafta postdoc başvurusunun sonucunu öğrendim. Maalesef silahlı kuvvetler bana bursu vermemiş. Buna oldukça şaşırdım çünkü bursu alacağıma çok emindim, hocayı bulmuşum, mentörü bulmuşum, CV'm de bu projeyi yapabilecek yetkin kişi izlenimi veriyor. Hayatımda ilk defa bir şeyi başaracağımı sanıp başaramayıp ters köşe oluyorum. Genelde tam tersi olur. Çünkü azimliyazar balı bunu gerektirir. Bu sefer bal tutmadı.

Mentörüme yazdım "Bu ne iş? Siz biliyor musunuz neden kabul edilmedim." 
"Kusura bakma ben de hayal kırıklığına uğradım. Maillini ilettim ama bir şey öğrenebilir miyim bilmiyorum, proje tasarısı üzerine değerlendirmelerini açıklamakla yükümlü değiller." dedi ve tabii sonra herhangi bir yorum gelmedi. Fakat içeriden birinden yalvar yakar aldığım duyuma göre projeyi fazla siber güvenlikle alakalı bulmamışlar. E madem alakalı değildi niye projeyi baştan kabul edip mentör atayıp zamanımı çaldınız? Hey Allah'ım ya.. 

Bundan sonra ilk yaptığım şey tabii ki Zürih'teki hocaya gidip "Hocam sizdeki postdoc pozisyonu için beni düşünür müsünüz?" diye sormak oldu ama hiç sanmıyorum.. İki hafta sonra cevap geldi "Allah Allah niye kabul etmemişler öğrenebildin mi ne zorları varmış? Kusura bakmaya şu an önceliği doktora almaya verdim, postdoc ilanım artık geçerli değil." Baktım internet sitesine adam cidden postdoc ilanını silmiş. Beni almamak için postdoc almaktan vazgeçti adam ahaha. 

Bu projenin kabul edilmemesi beni endişeye soktu çünkü Oxford'a gitmek için gönderdiğim proje tasarısı bundakinden çok çok daha kötüydü ve bu kabul edilmiyorsa o da kabul edilmezdi. Hocam da EPFL'deki mentörüm de tabii ki "İkisinin alakası yok ümidini kaybetme." dediler. Ama tabii ben çoktan alternatif planlar evreninde fantezi yapmaya başladım. 

University College London ile bir mülakat yaptım. Bunu da önümüzdeki yazıda anlatacağım. O yazıda görüşmek üzere.

Bundan sonraki yazılardan haberdar olmak için şuradaki formu doldurabilirsiniz:

Veya sosyal medya: