İngiltere'nin en iyi üniversitelerinden biri olan University College London yani UCL'e postdoc başvuru sürecini ve mülakatlarını anlattığım yeni yazıya hoşgeldiniz...........................

*

İsviçre Bilim Kurulunun bursu için kabul mektubu gönderen UCL'deki hoca bir iş ilanı paylaşmış. Yine UCL'de ama siyaset bilimi bölümünde çalışan bir felsefe hocası vermiş ilanı (?). "İçerik yönetimiyle ilgili kendi bağımsız araştırmanızı yapacağınız bu projede.." yani projeyi yine ben kendim bulacağım dolayısıyla kendi işimi yapacağım. İstenen tek şey projenin içerik yönetimiyle alakalı olması. İçerik yönetimi şu: sosyal medya platformları kullanıcıları banlamak, sansürlemek, Trump'ın tweetlerine uyarı koymak vs. Bu tip çözümlerin değerlendirilmesi ve yeni çözüm önerileri. Tam benlik gözüküyor. Yine fazla başvuru göz çıkarmaz diyip başvurdum. Londra'da olması (büyük ve pahalı bir şehir) ve maaş skalasının bir tık düşük olması ve tabii takımda bilgisayar mühendisi olmaması sorun yaratıyor. Ama bence iyi bir C planı.

Başvuru için gerekenler C.V., tavsiye mektubu gibi standart şeylerin yanında niyet mektubu yani yine kendimizi öveceğiz. O zaman kamon.

Kim olduğumu, EPFL ve ondan önce de Bilkent'ten geldiğimi, hatta bir de felsefe yandalım olduğunu yazdım çünkü hoca felsefeci. Felsefeci felsefeciye kıyak geçermiş. Sonra Türk trendleriyle ilgili çalışmamı ve bu çalışmanın ne kadar çok ses getirdiğini yazdım. Sonra UNIL'deki siyaset bilimi araştırmacılarıyla işbirliğimi yazıp "Bak ben disiplinlerarası da çalışabiliyorum." yazdım. Sonra ben bu postdoc pozisyonuna üç nedenden beri başvuruyorum: birincisi proje uzmanlığım ve ilgilerimle örtüşüyor, ikincisi disiplinlerarası çalışmak isterim üçüncüsü postdoc olup bağımsız çalışmak istiyorum. Daha önce size bahsettiğim altın kuralı uyguladım: "Veri bilimindeki yeteneklerim ve bağımsız çalışma becerilerim sizin de işinize yarayabilir." Sonra da UCL böyle süper yer böyle kaliteli diye övüp sizden en kısa zamanda yanıt bekliyorum deyip bitirdim.

(Altın kural şuydu: "Eğer bir yere başvuruyorsan ve o yere başvurunu gerekçelendirmek için o yerin sana ve kariyerine nasıl katkı yapacağını yazıyorsan, aynı anda o yerin senden nasıl faydalanacağını da yaz.")

Gerçekten de en kısa zamanda yanıt aldım, iş ilanının kapanmasından sadece bir hafta sonra "Gel senle bi konuşçaz." diye mail geldi. Bu arada ben çoktan İsviçre Silahlı Kuvvetleri bursunda ilk aşamayı geçmiş, hoca ve mentörden övgüyü kapmış, Zürih'e gitmeye kesin gözüyle bakıyordum. O yüzden bu benim en rahat ve beklentisiz girdiğim mülakat olacaktı. Hatta katılacağım bir konferanstan hemen sonra ve silahlı kuvvetler proje tasarısının teslim günüyle aynı gündü. Bayağı güle oynaya rahat rahat girecektim. Bu çok güzel bir his. 

*

Mülakattan iki gün öncesi için hoca "Gayriresmi bir görüşme yapalım, muhabbet edelim hem sen de sorularını sor." dedi. Tamam dedim. İyi ama ne soracağım? Gerçekten merak ettiğim 1-2 soruyu ve vakit doldurmak için yazdığım 8-10 soruyu hazırladım. Bir de .pdf atmış burada da proje detayları örnek projeler falan var.  

Görüşmeye başladık. Adamı çok sevdim ya la. Felsefeci olduğu için tuhaf tuhaf konuşacağını bir şey anlayamayacağımı düşündüm. Tam tersine fikirlerini oldukça yalın bir dille ifade ediyordu adam. Böyle bir hocam olsaydı Bilkent'te hiçbir dersini kaçırmazdım. Gerçi böyle bir hocam vardı. Ve kaçırdığım dersleri oldu :(

Önce havadan sudan muhabbet ederek ikimizin de robot olmadığı, muhabbet edebilen makul derecede IQ sahibi yaratıklar olduğu konusunda birbirimize güvence verdik. Sonra hoca benim zoom arkaplanıma (uzay) iltifat etti. Tüm galaksiyi almışın arkana dedi. Teşekkür ettim.

En önemli soru sosyal medya platformlarıyla kolaborasyon yapabilip yapamayacağızdı çünkü içerik yönetimini değerlendirmek için veriye ihtiyaç vardı ve bu tip bir veriyi dışarıdan çekemezsiniz, içeriden birinin vermesi gerekir. Hoca "Yapabiliriz." dedi. Yani yapamayacağız. 

Onun dışında proje muhtemelen 2 yıl sonrasına uzatılmayacak (yani ben çufçuf). Bilgisayar bilimleri makaleleri yazabilirim (öteki türlü hiçbir bilgisayar bilimcisi bu pozisyonu kabul etmez zaten), hocalık yapmayacağım (%100 araştırmaya odaklanmak iyi ama daha sonra profesör olmak için de öğretmenlik tecrübesi gerekiyor) vs. 15-20 dakkada tüm sorularım bitti, bana sorularınız var mı dedim yarın soracağım dedi. Vedalaştık ayrıldık. 

Hoca özetle Birleşik Krallık hükümetinden para almış "Ben platformlara içerik yönetimiyle ilgili önerilerde bulunuyorum felsefik tecrübelerimi kullanarak ama bunu ampirik, gerçekçi analizlerle destekleyemiyorum. Bu tip analizleri yapacak birilerine ihtiyacım var." Böyle bir proje yazıp para almak bence oldukça radikal ve cesaret gerektiren bir iş. Benim "Ben çalışmalarımı felsefeyle destekleyemiyorum." diyip para alıp geleceğin Sokrateslerini arıyorum dememle aynı şey bir noktada.

*

İki gün sonra mülakat günüydü. Mülakata iki tane siyaset bilimi hocası da katılacakmış. Profillerine baktım. İkisinin de kariyerlerinin görece başında olduğu dikkatimi çekti. Hatta bir tanesi eski aktördü ? 

Mülakat öncesinde birkaç fikrimi not alıp slayt hazırladım. Hocanın gönderdiği pdf'i tekrar tekrar gözden geçirdim. Microsoft Teams davetiyesi yollamışlar. Microsoft teamste nasıl ekran göstereceğim diye anlamak için test araması yaptım. Yine beceremedim gerçi. 

Mülakata girdim. Patron olan hoca ve iki tane daha sosyal bilimler bölümlerinden hoca soru sormak için karşımdaydı. Bilgisayar mühendisliğinden herhangi bir hoca yok, bu onlar adına talihsiz olmuş bence. Kendilerini tanıttılar kısaca.

Sonra acı gerçeği fark ettim. Önceki mülakatların hiçbiri mülakat değildi, hepsi geyikti. Sohbet havasında ben araştırmamı anlatıyordum. Bu sefer hocalar direkt soru hazırlayıp gelmişti. Ve ben potansiyel sorulara hiç hazırlanmamıştım. Aman Yarabbi.

Bütün mülakatı aklıma ilk gelen cevaplarla doğaçladım. Her soruya hızlı hızlı cevap verdim çünkü bir bilim insanı iyice düşünerek cevap vermez, Emrah Safa Gürkan gibi arkasından timsah kovalayarak cevap verir. Of ya. Hızlı konuştuğum için çok hata yaptım, İngilizce'yi katlettim. Youtube videolarını 1.5x hızda izlemenin yan etkisi hep.

Bu olumsuzluğa rağmen söylemem gerekir ki bu muhtemelen hayatımda geçirdiğim en keyifli mülakattı. Blogu düzenli okuyorsanız bilirsiniz ki birçok yazıda "Hocam bir şey söyledi, anlamadım, tekrar etmesini istedim" veya "bozuntuya vermedim anlamış gibi yaptım" gibi şeyler söyler, İngilizce'min kötü olmasından veya jetonumun kareli olmasından dert yanarım. Bu mülakatta asla böyle şeyler olmadı. Hocaların hepsi o kadar güzel ve anlaşılır İngilizce konuşuyordu ki. Ana dili İngilizce olan dolayısıyla ana görevlerinden biri İngilizce konuşmak olan bir İngiliz'i çok iyi İngilizce konuşmasıyla övmek garip gelebilir ama bu noktaya gelene kadar o kadar çok farklı kaynaktan gelen İngilizce duydum ki gerçekten anlaşılan, sanki Türkçe duyuyormuş gibi hissettiren İngilizce duyunca aşırı derece mest oluyorum.

Ayrıca soru sorma ve cevaplara verdikleri cevaplar da o kadar güzeldi ki. Bir kere her soruyu bağlamıyla beraber soruyorlar. "Gerçek hayatta şu şu şu oluyor, bu bu bundan dolayı, sen o bu şunun hakkında ne düşünüyorsun?" şeklinde. Sorulara şaşıramıyorsunuz, zaten bağlamdan nasıl bir soru geleceğini ve bu sorunun neden geldiğini anlıyorsunuz ve cevabınızı ona göre şekillendirebiliyorsunuz. Cevaplarınıza tepkileri hep motive edici oluyor. Asla iğnelemiyorlar. Karşı çıkmıyorlar, karşı çıkacakları varsa bile "şu kısmı birazcık açar mısın" şeklinde soruyu tekrar sorarak asıl hislerini gizliyorlar. Sorguya çekiliyorsunuz ama sorguya çekildiğinizi hissetmiyorsunuz bile. Gerçekten çok güzel insanlar. Mülakatı İngiliz milliyetçisi olarak bitirdim gördüğünüz gibi. 

*

Mülakatı uzunca özetleyeyim.

Önce patron olan hoca giriş yaptı: "Eğer bir yerde soruyu yeterince cevapladığını ve iyi bir cevap aldığımızı düşünürsek "Bu çok iyi, hadi diğer soruya geçelim." deriz. Lütfen alınma." Yani kibarca diyor ki "Zamanımız kısıtlı bir soruda takılıp kalıp lafı geveleyip durursan öbür soruya geçmemiz gerekecek." Ama bunu mümkün olan en kibar haliyle söylüyor. 

Sorular gelmeye başladı. Daha önce söylediğim gibi hepsi önce bağlam sonra soru şeklinde ama ben kısaltıyorum.

"İlk soru çok bariz ama o kadar kolay olmayabilir: Neden bu pozisyonu istiyorsun?"

"İstiyorum çünkü benim şu an ki uzmanlığım ve gelecek araştırma hedeflerimle örtüşüyor. Sosyal medya moderasyonu, sosyal medya manipülasyonlarına karşı olan önlemler. Ayrıca bu bağımsız bir pozisyon, böylece kendi projelerimi yapıp aynı zamanda bu projeler için kolaborasyon yapabileceğim."

Akademisyen olacağım ben o yüzden postdoc yapmak istiyorum demeyi unuttum. Londra'da yaşayıp köri tavuk yemeyi çok isterim diye zırvalamadığım için çok şanslıyım.

"Bu rol bağımsız çalışma gerektiriyor evet, peki biraz bu konuda yetenekli olduğunu gösterecek deneyimlerden bahseder misin?"

C.V.'de 30 tane öğrenci projesine danışmanlık yapıp EPFL rekoru kırdığımdan bu soruyu cevaplamak çok zor olmadı. 

"Tezim sosyal medya manipülasyonlarını analiz etmekti. Bu bağlamdaki hedefler hep benim insiyatifimdi. Önce biraz gözlem yaptım. Araştırma sorularını çıkardım. Datayı buldum. Sonra buradaki iş arkadaşımla kolaborasyon yaptım. Bir metodoloji uygulayıp sonuçları uyguladık. (Ya napacaktık?) Ayrıca EPFL'de şöyle bir sistem var: mastır öğrencilerine proje veriyorsun bir dönemliğine, yapıyorlar kredi alıyorlar. Ben de kendi projelerimi onlara yaptırdım. (Daha doğrusu tam böyle anlaşılmasın diye bir sürü kıvırdık, birbirimizle mütüel bir ilişki içindeydik falan dedim.) Öğrenci danışmanlığından epey bir deneyim kazandım."

Burada önemli olan insiyatif alan ama takım da kurabilen yani liderlik edebilen biri olduğumu, projeleri kendi başlatıp bitiren kendi kendine gelin güvey olan biri olduğum hissini yaratmamalıydım. Bilmiyorum hangisini düşündüler ama veriler ilk argümanı destekliyor: EPFL'li öğrencilerle hali hazırda makalelerim var.  

"Eğer işi alırsan yazmak istediğin spesifik makaleler neler?"

Burada bütün gün beyin fırtınası yaptığım projeleri sunmam gerekiyordu. Slayt açmaya vakit yoktu. Sunuma çalışmaya kasamamıştım nasıl olsa bir şekilde anlatırım diye. Bana verdikleri .pdfte en ilginç bulduğum soruları onlara okudum. Soruları birleştirirsek özetle "Platformların alması gereken önlemler neler ve bu önlemleri ne zaman almalılar?" "Bu sorular üzerinde düşünüp bir araştırma yolu çizdim. 1- Sosyal medya manipülasyonu ve dezenformasyona karşı alınan şu anki önlemler neler? 2- Bu önlemler etkili mi? 3- Alternatif çözüm ne? 4- Bu çözümü büyük ölçekte nasıl uygularız? (Tek tek bütün yalan haberlere bakıp bu yalanmış demek de bir çözüm, ama milyonların kullandığı sosyal medya uygulamalarında bu çözüm yemiyor takdir edeceğiniz üzere.) 5- Çözüm etkili olacak mı?

Açıkçası planım silahlı kuvvetlere gönderdiğim "endorsement" fikrini popülarite üzerinden değil de içerik yönetimi üzerinden satmaktı. Yani "popülaritenin kötü etkileri var onu düzeltmek için endorsement" değil de "Twitter'ın içerik yönetimi uygulamaları etkili değil onun için endorsement". O endorsement araştırılacak arkadaş!

"Hali hazırda var olan önlemlerin etkili olup olmadığını nasıl değerlendireceksin?"

Eyvaaaaah!.....

Ben popülaritenin kötü etkilerini nasıl araştıracağımı düşünmüştüm de Twitter'ın içerik yönetimi uygulamaları etkili mi onu nasıl araştıracağımı düşünmemiştim. Birader bu başlı başına proje zaten. 

"Somut bir örnek vereyim." diyip aklımda projeyi anlattım. "Twitter tweetleri tartışmalı diye işaretliyor veya uzmanlara yönlendiriyor. Bu çözüm etkili mi diye bir anket tabanlı deney yapabiliriz. Benim çözümüm de uzmanlara endorsement hakkı verip otoriteyi Twitter'dan alıp dağıtmak (decentralize etmek). Sonra bu uzmanları nasıl seçeriz, sosyal ağda maksimum etkiyi yaratmak için gereken minimum uzman kümesi nedir? Enteresan bir sosyal ağ / network problemi olabilir." Sosyal ağları karıştırmasaydım iyiydi. Anladılar mı bilmiyorum ama anlamışlarsa bile ilgilendiklerini pek sanmıyorum. 

"Çözümü sevdim. Ama çözümlerin etkinliğini değerlendirme kısmına geri dönmem lazım." Yakaladı açığı vuruyor şimdi ehehehe. "Bir anket tabanlı deneyden bahsettin. Bundan beklentin nedir? Bu anket neyi keşfedecek?"

"Güzel soru." dedim. Tabii güzel soru olacak ehehe. Popülarite için olan metodolojiyi tekrarladım. "Tedavi ve kontrol grubumuz olur, tedavi grubuna içeriği Twitter yaptığı gibi uyarılarla veririz, diğerine vermeyiz. Sonra sorarız insanlara bu içeriğe inanıyorlar mı bu içeriği ilginç buluyorlar mı vs." Kulağa oldukça zayıf geliyor malesef.

"Bir de sadece deneyle limitli değiliz. Empirik bir analiz de yapabiliriz. Örneğin Twitter uyarı koyarak bir tedavide bulundu. Tedavide bulunmasıyla tedavide bulunmasaydı olacak durumu karşılaştırabiliriz. Böyle ampirik bi çalışma yapabililiriz." Bunu bir iki cümlede özetlemek zordu. Üzerine biraz gitselerdi soru sorsalardı daha iyi açıklardım ama sormadılar. Beğenmemiş olabilirler.

"Peki bu durumda etkinlik ne demek?" Yani etkinlik birimi ne demek nasıl ölçeriz diyor. Aklıma yeni bir şey gelmedi. Önceki dediklerimi değiştirip tekrarladım. "Eğer çözüm etkin olursa insanlar teyitlenmemiş iddialara karşı daha septik olur ve onları paylaşmaya daha az eğilimli olur."

Eğer işi alamazsam tamamen içerik moderasyonu değerlendirme analizinde patladığım için alamayacağım muhtemelen. Neyse kısmet. Olur öyle. Hayırlısı. 

"Peki eski ve şuanki işinin pratik sonuçları neler oldu?"

Bu soruyu beklemiyordum. Elbette her araştırma projesinin çeşitli çıkarımları olur ama çok azının pratik sonuçları var. Yurdumun trendcileri sağolsun benim araştırmamın pratik sonuçları vardı. Başladım sahte trendler muhabbetini anlatmaya. "Böyle güvenlik açığı yakaladım, bot araştırmalarıyla ilgili böyle sonuçlar elde ettik, bot hesapların hacklenmiş insanlar olduğunu bulduk böylece platformların botlara karşı direkt olarak banlamayla önlem alamayacağını görmüş olduk, ayrıca bazı veri bilimi ve sosyal bilimi makalelerin silinen tweetleri yakalamayacağı için yanlış sonuçlara vardığını gördük. Ayrıca trendçiler trend hizmetini iş modeli haline gelmişti yani tek müşteri hükümet değildi. Fakat Twitter sadece devlet bağlantılı bilgi operasyonunu raporluyor halbuki devletler bu operasyonları outsource ediyor yani özel şirketlere yaptırıyor."

"Senin bu sahte trend makalenin sonunda karşı önlemler bölümü var." Enaaa adam makaleyi okumuş ya la. "Twitter'a bu önlemlerden bahsettin mi ve platformlarla diyalog üzerine fikirlerin neler?" 

"Twitter'a iki kez söyledik sallamadılar." diye hikayeyi anlattım peşin peşin. "Beraber çalışmak istedik ama fail olduk." dedim. Fail olduk değil de onlar bizi kaybetti deseydim keşke de neyse. "Ama Twitter sadece bir platform, başka platformlarla da diyalog içinde olabiliriz proje boyunca." dedim. 

"Bu proje disiplinlerarası işbirliği gerektiriyor. Diğer akademik disiplinlerden insanlarla işbirliği yaptın mı?" Cevabı biliyorlardı muhtemelen ama bir de benden duymak istediler. UNIL'deki siyaset bilimcilerle olan projeyi anlattım. Proje pek bir işe yaramamıştı, makale falan çıkmamıştı. O projeden öğrendiklerimi anlattım. "Onlar bize sosyal teoriyi öğrettiler biz de teknolojide yardım ettik." diye kısaca özetledim. 

"Peki Azimli kardeş, bu projenin halka inmesi gerekebilir, websitesidir, podcasttir vs. Bu konuda kendin, nasıl görüyorsun? Spesifik olarak organize etmek istediğin bir şey var mı?" Başladım işte röportajlar verdim, öğrenci derneği başkanıyken röportajlar yaptım, blogum var okuyucularım var vs. Böyle görevlere hazırım dedim. Yalnız hep aynı hataya düşüyorum, sorunun geri kalanını unutup cevaplamıyorum, adamlar da hatırlatmıyorlar. Nasıl katkı yapabilirim onu anlatmadım. Bu arada çok hızlı konuşup İngilizceyi katlediyorum, böyle kötü İngilizce konuşan birinin podcast yapmasına imkan yok. Bunu belirtme ihtiyacı hissettim "Normalde İngilizce'm iyidir ama şimdi heyecanlıyım o yüzden böyle ağır bir aksanla konuşuyorum." İki gün önce hocayla konuşurken daha iyi konuşuyordum o bana şahitlik yapar nasolsa. "Çok iyi konuşuyorsun onla ilgili bir problem yok." dediler, tabii ki. "Katlettin asshole" diyecek halleri yok ya?

Son olarak ne zaman başlarsın diye sordular ve başka sorun var mı veya eklemek istediğin bir şey var mı? Trollerle ilgili olan bir fikrimi anlattım. Orada epey not aldılar. Sanırım fikri beğendiler. 

Soracağım önemli bir soru vardı aslında, evden mi çalışacağım, hep ofiste mi hibrit mi. Aklıma gelmedi. Neyse işi alınca sorarım. 

Bir de sosyal medya platformlarında sansürle ilgili halihazırda başladığım ama çok işim var diyip geçici olarak bıraktığım proje vardı, bu projeyle %100 örtüşüyordu. Ondan bahsetmek hiç aklıma gelmedi ya la. Şimdi geliyor. Hey Allah'ım. Facepalm.

Başvuru için harcadağım zaman ve enerji için teşekkür ettiler veya haftaya benimle irtibat kuracaklarını söylediler. 

Sanırım bu mülakatta beni patlatan kısım fikirlerimi önceden çalışmamam ve tabii içerik moderasyonlarını değerlendirme konusuna fazla çalışmadan gelmem. Ama tabii sonuç diğer adayların ne yaptığına bağlı. İçerik moderasyonu konusu oldukça sınırlı ve yeni bir konu. Çalışan kişi sayısı az. Aday bile bulamamış olabilirler.

Bir de fark ettim de bu pozisyona başvurmak için fazla kalifiye olmuş da olabilirim. PhD'si benden iyi olup yardıranlar ya büyük şirketlerin araştırma takımlarına giriyor ya da profesörlüğe başvuruyor. Benim gibi veya benimkinden de kötü olanlar ise endüstriye. Benim profesörlük için yeterince makalem yok, büyük şirketlerin araştırma takımları için de yeterli deneyimim yok. Postdoc'a başvuran yok. Yarış yok veya az. Kendi klasmanımda oldukça iyiyim. Bir nevi, postdoc yarışının Kenan Sofuoğlu'suyum. (Referansı bilmeyenler için: Kenan Sofuoğlu şampiyon motosikletçidir ama şampiyonlukları hep alt liglerdedir.)

Mülakattan ve bu yazıyı yazmamdan sadece bir hafta sonra hocadan telefon geldi tebrikler işi aldın diye. Öncelikle tabii ki çok sevindim. Ama sonra da üzüldüm çünkü başka işlere de başvurdum ve onlardan alacağım cevabı hala bilmiyorum. Size ne zamana kadar döneyim dedim, "Kesin bir tarih yok ama iki hafta içinde bişi desen fena olmaz." dedi hoca. Remote mu ofis mi diye sordum, tam düşündüğüm gibi "sana kalmış" dedi. Maaşı da öğrendim. Maalesef Zürih'te alacağımın yarısından bile az :/ Başlangıç araştırmacı maaşı veriyorlar (henüz yeni mezun olduğum için), o da vergileri çıkarınca şu anki doktora maaşımdan bile az geliyor. 

Uzun bir süre Zürih vs Londra diye düşündüm. Londra'da iki sene Erasmus gibi takılmak eğlenceli olacaktı. Zürih'te yaşamak yine aynı hayatın devamı. Tabii bir de haziranda Oxford belli olacak. O çıkarsa ne olacak? Hocaya sordum ben size gelsem sonra Oxford çıkarsa, 9 ay sizde takılıp Oxford'a gitsem. Okey dedi, Oxford çıkarsa istifa eder gidersin beraber çalışmaya devam ederiz. Çıkmazsa bi planım yok ama, UCL'de kalacağım.

EPFL'deki mentörüme yazdım böyle böyle. EPFL'deki mentörüm okulun bana atadığı, dert ortağım olması gereken hoca. İlk sene mentör adaylarını listelemiştim, başa Türk bir hocayı yazdım ikinciye de "Ya bu hoca da EPFL'ye yeni geldi genç bir hoca öğrencinin halinden anlar." diye şu anki mentörümü yazmıştım. Bu da farkında olmadan verdiğim en doğru karar. Bu postdoc başvuruları yazı dizisini hep kendisi sayesinde okuyorsunuz :) 

Dedi ki "Postdoctan sonra bilgisayar mühendisliğinde profesör olmak istiyorsan iyi bir referansa ihtiyacın var, o referansı verecek sosyal bilimler hocası da dünya starı değilse referans konusunda iyi bir katkısı olmayabillir. Bence UCL o kadar iyi bir fırsat değil." Hoca haklıydı, UCL'deki hocalar öyle star gibi gözükmüyor. Zaten ortada lab yok bişi yok, gideceğim, her şeyi kendim yapmaya çalışacağım, şanslıysam oradaki bilgisayar hocalarıyla beraber çalışmaya çalışacağım. Zürih'te ise lab var, sunucu var, yazılım var, altyapı var özetle. Tamamdır Zürih o halde. Peki sonra Oxford çıkarsa ne olacak? Mentörüm "Onu Oxfod çıkınca düşünürsün, öyle çok uzun vadeli planlar yapmaya çalışma." dedi. 

Dedim ama iki hafta sonra beni Zürih'e götürecek olan silahlı kuvvetlerden red yedim. Hayda. Mentörüm "Bence hala UCL iyi bir fırsat değil, doktorayı uzatmayı da düşünebilirsin." Hocama sordum "Doktorayı uzatma, bu yaz sun tezi de ver." dedi. Hayda. "Ama kontratını uzatabilirsin bi altı ay. Hatta altıncı yıla kadar uzatabilirsin." Ha tamam o zaman. Meğer doktorayı erken bitirip sonra burada çalışmaya devam edebiliyormuşum.

Bu onayı da aldıktan sonra UCL'deki hocaya "Kusura bakmayın ben gelemiyorum, kendimi bu kadar erken tek bir seçenekle sınırlamak istememem :/" dedim. Yalan da değil. Sonra diğer postdoc ilanlarına tam gaz başvurmaya devam ettim eheh.

Bu arada fark ettim de postdoc yazıları sıkıcı olmaya başladı (aksini düşünen belirtsin lütfen). Yenilerini bir ara topluca özetlerim. Yeni yazıda görüşmek üzere.

Bundan sonraki yazılardan haberdar olmak için şuradaki formu doldurabilirsiniz:


Veya sosyal medya: