Karmel dağının eteklerine kurulmuş, İsrail'in üçüncü en büyük kenti ve Doğu Akdeniz'in önemli limanlarından (kime göre neye göre?) Haifa beni büyüledi! Hala büyüsünü üzerimden atamıyorum.

*

1.5 saatlik bir yolculuktan sonra Haifa'ya vardım. Bu arada tren istasyonunda güvenlik önlemleri had safhada, çantamızı ve kendimizi okutup girmek gerekiyor içeri ve girişte üç tane polis bekliyor.

Zaten polisleri salla, her taraf makineli tüfekli gençlerle dolu. Bir tane bastıbacak, 1.60 boyu var, kafada Yahudi şapkası, gözlük, sıska, tişört şortla geziyor ama makineli tüfek taşıyor. Sanki bilgisayar başında counter strike oynuyormuş da "al biraz gerçeğini oyna" diyip tutuşturmuşlar eline tüfeği. Askere gidecek üniformalı kız arkadaşına veda ediyor sarılarak, sarılırlarken tüfek patlamaz da birbirlerini yaralamazlar inşallah diye ben streFs oluyorum. Bu sahneye yolculuk boyunca epey bir tanık oldum.

Çıktım tren istasyonundan. Büyük bir otopark karşıladı beni. Yaya geçidi yok. Arabaların arasından otoparkı geçtim, vızır vızır bir cadde. Ankara'daki eskişehir yoluna benziyor. Kaldırımlar dar ve azıcık ileride bitiyor. Karşıdaki sokağa geçtim. Zaten hostel bu sokaktaydı yani gitmek kolay olacaktı.

Gözlerime inanamıyorum! Karşıma şöyle bir yer çıktı:



Bu ne fakirlik! Bakımsız evler, Türkiye ortalamasının altında arabalar, dar kaldırımlar. 4 Haziran 2019 Haifa rezaleti!

İsrail Orta Doğu'nun en gelişmiş ülkesi diye hayallerle gelirken kendimi Kamboçya ve Arnavutluk ekolünden bir yer de bulmuştum.
Avrupa'da şehrin merkezindeki tren istasyonundan hostele yürürken genelde şehirdeki önemli turistik merkezleri görür, mest olarak gidersiniz hostelinize (Şehir çok büyük veya yeni değilse tabii.) Burada  ise kenar mahalleden geçiyordum bildiğin. Şehir yeni olduğundan tren istasyonunu şehrin dışına kurmuşlardır belki dedim ama şehir merkezi de buralarda gözüküyor. Hatta aynı sokakta "City Center Outlet" diye alışveriş merkezi var, alışveriş merkezi demeye bin şahit ister :)

(Fotoğraf alıntıdır, buranın ne zaman önünden geçsem çantalarla canım burnumdaydı)


Kum toz içinden gömlek ve bej pantalonla, kafamda şapkayla çantamı sürerek yürüdüm bir süre yolunu şaşırmış iş adamı gibi.

Hacılık binası (?) Ben artık hacı oldum, hacı azimliyazar (hacimli yazar?) diyeceksiniz:



Gelinlikçi Tarık Ediz ?



Burası da (anlaşılan) şehirdeki yegane turistik aktivite. Bu caddede konuşlanmış birkaç tane bar, araba manzarasında içiyor adamlar ahaha.



Hostele vardım, eşyaları bıraktım. Resepsiyon biraz bilgi versin diye bekledim ama pek verecekmiş gibi birine benzemiyordu. (Profesyonel hostellerde resepsiyonistlerin önünde bir harita olur ve şunu yapabilirsiniz şurada şunu yiyebilirsiniz diye bilgi verirler.) Sordum burada sim kart alabileceğim bir yer var mı? "Bilmem, alışveriş merkezine bak." (O avmde pek sim kart satabilecek bir yere benzemiyor.) "Peki yemek falan?" El cevap: "Şu köşede dönerciler olacak." Otantik İsrail mutfağı buraya kadar. Bu garip cevaplar karşısında anladım ki bu eleman yabancı, şehre de yabancı, sordum nerelisin "Belarus" dedi.

Hostelin önündeki bankta oturup biraz dinleneyim dedim. Bankta oturan kızla muhabbet açtım. Kanadalıymış, İsrail'e arkadaşını ziyarete gelmiş, gelmişken nedense Haifa'ya da uğramış. Manyakmış. Fazla muhabbet edecek birine benzemiyordu. Ben ilgiyi önümdeki bayramlaşan Türk abilere çevirince kalktı gitti zaten.

Dört tane Türk abi vardı hostelde kalan. Bir tanesi telefonla konuşurken kulak misafiri oldum "40 derece burası" dedi, ama hava bildiğin esiyor tatlı tatlı. "Şaka mı yapıyordun?" dedim "Yoo sen güneşin altında çalışınca bir gör." dedi. Haifa limanında usta başılarmış. Bir aydır falan buradalarmış ve anlaşılan ucuz olduğu için hostelde kalıyorlar. (Hostel turist hosteli değil yani.) "Sen niye geldin buraya? Burada bir şey yok ki." "Kudüs var abi yetmez mi." "Ne kadar kalacan?" "Bir hafta." "Tüh be daha uzun kalsaydın dil konusunda yardımcı olurdun."

Adamlar meğerse hiç dil bilmeden gelmişler.

Aralarında Rusça konuşan resepsiyonistleri göstererek "Burasının adı İsrail sadece. Küçük Rusya burası." Adam haklı gibi.

Çıktım hostelden yemek aramaya. Falafel yazdım, ilk çıkan yere gittim, bol arabalı cadde manzaralı restoranda oturdum. Pide arası kebab yedim, boyutu küçüktü ama et döner olduğu için lezzetliydi. (İsviçre et döner ya yok ya da lezzetsiz oluyor.) Dönerin içine tahin koydular? Bir de nedense bir çemen tadı alıyorum. Yanına da iki enteresan sos verdiler, biri beyaz ama mayonez mi yoğurt mu başka bir şey mi belli değil, öteki de cıvık sarı ve yemeği ekşiltiyor. Bir de artık dönerin içine nasıl bir baharat koydularsa, çemen tadı alıyorum. Yanında da karnabahar turşusu ikram ettiler? İlginç bir coğrafyaya düştük hakikaten.



10$ ödedim buna, İsviçre standartlarına göre bile pahalıydı. İnanılmaz.

Restoranın duvarında Arapça yazılar vardı ve kocaman da bir Galata kulesi fotoğrafı. Herhalde Arap buradakiler. Neden astınız bunu diye sormak istedim (belki sahibi Türk falandır) ama adamlar adamakıllı İngilizce bilmiyordu cevap alamadım.

Caddede karşılaştığım "Paris meydanı" (Paris görmesek yutturacak) (görmedim gerçi) ve benim çaresizce sanatsal fotoğraf çekip andan zevk almaya çalışım:



Bar yoğunluğunun arttığı sokağa girdim (ki o da ilk geldiğim fakir sokağın hemen bir üstünde). Canlı müzik var. Güzel bir teyze ile yakın gözlüğünü boynuna asmış memur kılıklı bir amca Rusça İbranice karışık şarkılar söylüyor. Masalara beyaz çarşaflar çekilmiş, insanlar iftarını açıyor. Berisinde gençler nargile içiyor. Bursa'daki Arap şükrü atmosferi var. Fena değil.



Ama abi canlı müziğin arkasından otobüs geçmesin ya! Ahahaha.

Ömrümde böyle tırt bir şehir görmedim :) Döndüm hostele. Abilere dedim "Haklıymışınız harbiden hiçbir şey yokmuş." Abi "Biz Afrika'ya da gitmiştik çalışmaya. Afrika buradan daha iyi." dedi. Çok iyi yaaa.

Yattım zıbardım, erken kalktığım için çok uykum vardı.

Bu ilk günden belgelediğim çok az şey var, tüm bunları hatırlamak zor oldu. Ama şimdi geriye baktığım zaman bugün benim hayatımdaki (geziyle ilgili) en büyük hayalkırıklığıydı. Daha kötüsü henüz olmadı. Keşke daha fazla belgeleseydim yüzümdeki şaşkın ifadeye bakıp bakıp gülebilseydim.

*

Sabah oldu. Saat 11'de Free Walking Tour var, artık böyle bir şehirde nereyi turlayacaksak. Kahvaltı da yapmam lazım. Turun başlayacağı yere doğru yürümeye başladım, ama yine her yer cadde veya kenar mahalle, yine vızır vızır arabalar. Benim ortada yürümem, yürüyen biri olmam, çok eğreti duruyor şehirde. Ayrıca çok sıcak, aklı olan yürümez zaten. Karşıma çıkan ilk falafelciye oturdum, Türkiye'de 3 liraya tavuk döner yiyip doyduğunuz yerel lezzetler olur ya, öyle bir yer. Yahudi bir dedecik ama İngilizce biliyor. Bu sefer aynı ebata 5$ ödedim, iyi fazla kazık yemedik. Toplu taşıma bakayım dedim. İnternet yok ama bu şehirde metro var ve son durak turun başladığı yere epey yakın.

Yürüdüm metroya. Şöyle bir sürrealist görüntüyle karşılaştım:



Apartmanlar çok egzotik:



Metroya girdim. Yine etrafta kimse yok. Zenci bir güvenlikçi abla çantama falan baktı. (Kalabalık olunca napıyor herkes kuyruğa mı giriyor diyeceğim, ama kalabalık olmaz bura.)
Sonra bilet almama yardım etti. Bilet 6 Şekel (1.5 €)

(Dolar ve eurodan hangisi yuvarlaksa onu yazıyorum. Başlarda 36 şekel 10 frank diye sürrealist bir şekilde çeviriyordum kafamdan. Sonra 4'e bölüp euroya çevirmenin daha kolay olduğunu fark ettim.)

Metro bir acayip, bir tane vagon aşağı iniyor, sonra geri çıkıyor. Ahaha. Sonradan öğrendiğime göre bu 2 km ile dünyanın en kısa metrosu ve aynı zamanda İsrail'in en büyük metrosuymuş. Çünkü başka metro yok.



Çıktık yukarı. Carmel center diye bir yere geldik. Bu arada durak isimleri üç dilde (İbranice, Arapça ve İngilizce) yazılı. Kuran kursundan kalma Arapçayla "El Karmel" yazısını okuyabildiğim için kendimle gurur duydum anlamsızca. Bu arada merkez kelimesi hem Arapçada hem İbranice'de ortak.

Karmel merkezdeyiz ama buranın da pek merkeze benzer bir hali yok. Yine cadde, yine vızır vızır arabalar. Karmel merkez sürüyor herkes. Kaldırımlar azıcık daha geniş ve sağda solda birkaç dükkan var.

Tur başlayana kadar yarım saatim var. Girdim bir büfeye. Nordin Amrabat'a benzeyen, muhtemelen Arap olan bir abiyle karşılaştım, sa dedim. "Sim kart var mı?" dedim. Eliyle yan tarafı gösterdi. "What?" Ihh ıhh (yan tarafı gösteriyor) Tamam anladık da işaret ettiğin yer nere? Yüzümle anlamamış gibi yaptım. Bana tiptip baktı birkaç saniye. "Ovırder ovırder" diye haykırdı sonra. Sinirli bir abi.

Ovırder dediği yerde de alışveriş kompleksi gibi bir şey var ama sim kart satacakmış gibi biryer yok. Köpek maması satan bir yere girdim, o da ovırderci abiye yönlendirdi. Süpermarkete girdim, orada sordum, sim kart diye iki kelimeden oluşan bir cümle kurdum görevli ablaya, anlamadı Rus bir teyzeyi çağırdı yardıma, o da sim kart dedi özel bir şey yapmadı. Ama çekici tonladı. :d

Birkaç yere daha sordum ve sonunda sim kart satan bir büfe buldum. Ama datayla birlikte 22.5 € ve 35 gb data geliyor. Yuh! 35 gb'ı napayım ben? Büfeci İngilizce bilmediğinden çevirmenlik yapmak zorunda kalan müşteri abi "İsrail'de böyle ya, aldı mı topluca alıyoruz." dedi. Daha fazla sim kart aramak istemediğimden el mahkum aldım ben de. Bir tavuk döner 10 € zaten memlekette kesin daha ucuzunu bulamam...

Simkartı alıp turun yolunu tuttum.

*

Tur grubu hatırladığım kadarıyla Amerikalılar, İngilizler, Avustralyalılar ve benden oluşuyor. Sonradan bir abla geldi, ismim Seda dedi, turcu reis nerelisiniz dedi, abla "Almanya" dedi. Hemen dönüp selam diyip foyasını ortaya çıkardım eheh. Kocasıyla İsrail turuna çıkmışlar. Almanya'da çalışıyorlarmış. Üniversite Türkiye'de okumuşlar ama. Orada yaşıya yaşıya vatandaşlık almışlar. Girişte Alman pasaportunu göstermişler, polis bunlara "Anneniz babanız nereli?" diye sormuş, "Türkiye" diyince hemen bunları kenara çekip bir saat sorguya çekmişler. :d

Turcu abinin sarı lame bir şapkası vardı. Çantasını açtı herkese saçma sapan şapkalar dağıttı. Ben de zaten olduğu için bana vermedi :d Şapkalarla beraber topluca bir fotoğraf çekindik.

Başlangıçta Haifa'nın tarihinden bahsetti. Önemli (aklımda kalan) kısımlar:

- Haifa Hicaz demiryolu hattının üzerinde olduğu için Osmanlı'nın son dönemlerinde önem kazanmaya başlamış. İngilizler zamanında geliştirilmiş. (Dünkü gördüklerime bakılırsa pek becerememişler.)  Amaç burada büyük bir liman kurup Iraktaki petrolleri buradan dolaşıma sokmakmış. (çalıp Londra'ya götürmek eheh.)

(Bu lise tarih dersi efsanesi demiryolu hattının akıbetini sizin için googleladım: Ürdün tarafı işliyormuş yani Suriye sınırından Saudi sınırına kadar gitmek mümkün. İki ucu şeyli bir demiryolu hattı yani. Kumlu. Neyse. Aratınca şöyle bir turizm ajansı tadında bir siteyle karşılaştım.

- İsrail'in ilk üniversitesi İsrail'in kurulmasından 36 sene önce burada kurulmuş (yani Osmanlı zamanında) ismi Technion - Israel Institute of Technology (çevirisi: İsrail Teknik Üniversite yani İTÜ. İçinde 1 erkeğe 3 erkek düşmekte. :D) Einstein da destekleyenlerden biriymiş, hatta gelmiş buraya palmiye dikmiş, gidip Einstein'ın palmiyesini kucaklayabilirmişiz.


- 1902'de Theodor Herzl "Altneuland" isimli (çevirisi Oldnewland yani eski yeni topraklar / devlet) , tur rehberinin deyimiyle "Fantazi" kitabını yazmış. Bu tarihte gerçeğe dönüşen ilk fantazi kitabıymış. Haifa'dan "Şimdi develer otluyor, ileride Doğu Akdeniz'in büyük limanı olacak." diye bahsetmiş. Tur rehberi "İşin komiği bu adam kitabı yazdığı zaman henüz Filistin topraklarına (İsrail ve Filistin devletlerinin bulunduğu bölgenin ismi Filistindir.) gitmemiş." diyor. Bu  adam (ve kitap) siyonizmin fikir babasıymış. Biraz baktım kitaba da hakkında harbiden edebi yayın deniyor hakkında ve Arap ve Yahudiler kardeşçe yaşadığından da bahsediyor. Vakit bulunca biraz daha bakacağım.
- Oldnewland'ın İbranice'si Tel Aviv imiş.

Biraz hayat hikayesinden bahsetti. Babası Sovyetler vatandaşıymış. Annesinin İsrail vatandaşlığı da varmış. (Sovyetler de mi tanışmışlar tam hatırlamıyorum.) Bir gün babası çok enteresan bir işe kalkışmış. Ne yaptığını göstermek için Amerikalı çocuklardan birini çağırdı, kız geldi, bir anda çöküp kızın elini tutup "Benimle evlenir misiniz?" dedi. Kız "Hayııııırrrrr" diyerek kaçmaya çalışıyor, bizimki çocuğun elini sımsıkı tutarak çömelmiş halde yanıt bekliyor, herkes yerlerde. Kız sonunda adamdan kurtuldu annesinin yanına kaçtı.

Babası biraz da pasaport almak için bunu yapmış sanırım. Sonra o da İsrail'e mektup gönderip vatandaşlığa başvurmuş. "Sovyetler içinde bulunup başka ülkenin vatandaşlığına başvurmak demek aynı zamanda 'Ben Sovyetlerin düşmanıyım.' demektir." diyor. "Ama babamın başka çaresi yoktu, falanca olimpiyatlarda madalya almasına rağmen 13 üniversitede filanca pozisyonuna giremedi sırf Yahudi olduğu için. Bu ayrımcılıktan bıktı. Halbuki babam da Theodor Herzl gibi laik insanlardı, yani yobaz değillerdi. Yahudiler aslında ayrımcılıktan bıkıp buraya geldi." Tur rehberi bunu söyleyene kadar düşünüyordum "Yahu insan sırf vaadedilmiş toprak bilmemne diye Avrupa'yı taşınıp buraya gelir mi, bunlar manyak mı?" Ama anlaşılan buradaki Yahudiler Sovyetler gibi dandik ülkelerden geliyor. Amerikadakiler ise havaalanında gördüklerim gibi turist olarak goygoya geliyor.

Ailesi İsrail'e vardıklarında yiyecek ekmek bulamamışlar. Çünkü vardıklarında "passover" günüymüş, ekmek yasakmış böhöyt. Çok iyi espiri reis. Neyse.

- Son olarak, Haifa liman olup gelişmeden önce burada harbiden develer vardı. Bir de ne alakaysa 200 tane Alman gelmişti takılmaya. Hatta Alman Kayzeri bunları ziyarete geldi. Bu Trump'ın Okyanusya'daki alakasız bir adadaki Amerikalı hippileri ziyaret etmesi gibi. Orada Kayzer Theodor Herzl ile görüşmüş ve anı fotoğrafla ölümsüzleştirmişler. Fakat bu fotoğrafta Herzl çıkmamış. Fotoğrafçılar demiş eyvah naptık biz. Sonra Herzl'i ayrı bir zamanda tekrar çekmişler, Kayzer'i yandaki ata kaydırmışlar ve Herzl'i de fotoğrafa monte etmişler -> ilk fotoşop.







Bu arada görüşme şöyle bir şeymiş:
Herzl: Kayzer hazretleri, lütfen Osmanlı Sultanına söyleyin Yahudilere bir devlet versin.
Kayzer: Nein.

"Bu gelen Almanların bize yararı endüstriyi getirmek oldu." diye ekledi.

*

Haifa şehri ve limanının görüntüsü:



Limanın önündeki uzun, geniş olan ve bütün manzarayı berbat eden bina malların yüklendiği depoymuş.

Haifa'nın hikayesini dinledikten sonra Bahai bahçelerine doğru gitmeye başladık.

Karşımıza şöyle bir yer çıktı:



Binanın üzerinde Haifa Masonic Temple yazıyor. Tur rehberi "Yabancılar bu binada deli adamlar dünyayı yok etme planları yapıyor sanıyor. Ama aslında birkaç yaşlı adam viski içiyor." Aklıma bizim mahallede yaşlı amcaların çay içip okey oynadığı Bayburtlular derneği geldi. Masonların illüminatinin yeni dünya düzeninin vs. karizması gözümde söndü bir anda :)

*

Bahai bahçelerine geçmeden önce bahailiğin kısa bir özeti:

Bahailik İran'da çıkmış, İslam'dan türemiş diyebiliriz. Önce Bab (kapı) lakaplı İranlı kendini 12. imamın kapısı olarak müjdelemiş. İran'da böyle bir müjdeyi verince çok yaşayamamış tabii, adamı idam etmişler. Müritlerini de. İdamdan kurtuan müritleri babın cesedini 60 yıl saklamış (nasıl saklamışlar anlamadım, hiç kokmamış mı?) ve oradan oraya buradan buraya derken Haifa'ya Karmel dağına getirip gömmüşler yani buraya.

Bab'ın müjdelediği Bahaullah (Allah'ın Görkemi) da benzer bir yola başkoymuş. Kendini peygamber ilan etmiş. Fakat bu seferki İran'da bakanın oğlu falanmış, o yüzden direkt kelleyi alamamışlar, Osmanlı'ya sürgüne göndermişler. Bize itelemişler adamı. Osmanlı'da da orada burada hapsedilmiş, en sonunda Acre'ye hapse yollanmış. Ölünce de oraya gömülmüş.

Dolayısıyla bahailiğin iki tane hac noktası var şu an, biri Bab'ın gömülü olduğu Haifa yani burası, öbürü de Bahaullah'ın gömülü olduğu Acre / Akka. Hacılar burayı daha fazla tercih ediyormuş çünkü burası eğimli, buraya çıkarken bir stairway to heaven tadı yakalıyorlarmış, daha ulvi oluyormuş hac yolculuğu.

Bahailik döneminin çok ilerisinde olduğu için tutmuş. Bazı ilkeleri: bütün insanların eşitliği, kadın ve erkeklerin tamamıyla eşit olması, dünyaca kabul görmüş bir ortak dil.

Bahaullah'ın dini bir komünite olarak tanınmadığı tek yer İsrailmiş. Çünkü Bahaullah "Bu Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar kutsal topraklarda yeterince didişiyorlar. Ben de bir durayım Allah'ımı seversem zaten ortalık karışık." demiş. (ciddiyim) Dolayısıyla burada Bahailik misyonerliği falan yasakmış. Yapılabilecek en büyük misyonerlik bir Yahudinin turistlere Bahailik hakkında bilgi vermesiymiş.

Bahailer ölümü ve ölümden sonraki yaşamı fetüs analojisi ile açıklıyormuş. Nasıl bir fetüs için gerçek dünya anne karnıysa ve doğmak da yeni hayata yelken açmaksa, bizim için de öyleymiş. (Bu kadar basit değil de Bahai öğretilerini hatim edip buraya yazmakla uğraşamayacağım.)

Bahai bahçeleri de işte hacılar hacca geldiğinde canları sıkılmasın instagramda takılsınlar diye Bahailer tarafından yapılmış. Ama Bahai olmayanların bahçelere para harcaması yasakmış.

Bu arada Bahailikte zekat da varmış. Bütün temel ihtiyaçlarını karşılayıp ev felan da aldıktan sonra geriye kalan paranın 1/19'u. 19 sayısıyla ilgili bayağı bir kafa ütüledi, bahçe 19 katlı, her merdivende 19 basamak, bahçedeki çimler geceleri 19 19 diye bağırıyor. Anlaşılan Kur'andaki 19 mucizesi o dönem İran'da popülermiş.

Bahailer dünyanın dört bir yanına dağınık vaziyetteymiş. Turcu abi diğer birkaç Bahai bahçesini gösterdi. Hindistan'daki güzeldi:



Bu arada içki Bahailikte yasakmış, sebebi sarhoş birinin iyilik ve kötülüğü ayırdedememesiymiş. Aha kaçtı bütün müritler :))

*

Bahai bahçeleri Çarşamba günleri kapalıymış, reis de turu tam o güne koymuş :) Hatta bir kısmı turistlere tamamen kapalıymış da biz ayrıcalıklı olarak girebilmişiz. Böyle olunca Çinliler parmaklıklar arasından mal mal selfi çekmeye çalışırken biz elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdik bomboş bahçelere. Ne güzel.

Bahai bahçelerinin resimlerini olabilecek her açıdan çektim sanıyorum ama buraya hepsini atmama gerek yok. Birkaç tane paylaşıyorum. Google'da daha güzellerini bulabilirsiniz.

Bu üstten:



Bu da alttan:




Resim pek o etkiyi yapmıyor ama ben o kadar merdiven indikten sonra tur rehberinin "Bir arkana bak bakalım." demesi üzerine arkama döndüğünde bi ooovvvv çekmiştim. Gerçekten de inanıp da buraya gelen hacı bu merdivenleri çıkarken değişik duygular hisseder.

Bahai arşivi binası. Önünde selfi çekip Yunanistan'a gittim ben diyebilirsiniz.




Bab'ın mezarı:



Alt tarafı İslamik mimariye göre (pencerelere dikkat ederseniz) üst tarafı Hristiyan mimariye göre (yine pencerelere dikkat ederseniz) düzenlenmiş.

Bu arada bahçeye hep bir simetri hakim, eşitliği vurgulamak için. Ama burada bozulmuş eheh.

İçeriye girmedik, tur rehberi "İçeride bir şey yok, otuz saniye bakarsın çıkarsın." dedi. Bahailikte bina içinde dua edilmediği için içi kutsal değilmiş zaten. (Oh iyi o zaman)

Aşağı indikçe araba sesleri artıyor. Yine vızır vızır bir sokak. :) Tur rehberi "Napalım bu sokak bu bahçeler yapılmadan önce de vardı. Bu sokağın ismi bilmemne sokağı, ama Birleşmiş Milletler Siyonizm Irkçılıktır kararını alınca tepki olarak kısa bir süreliğine ismi Siyonizm sokağı yapıldı." diye gereksiz bilgi veriyor.

Tur bitti. Abi kartını verdi, bahşişleri topladı, nolur tripadvisorda yorum yazın dedi. Bu arada abi bilgisayar mühendisiymiş de Erasmustakilerle takılırken turist rehberliğini sevmeye başlamış.

Türklerden birkaç öneri alıp tren istasyonunun yolunu tuttum, sıradaki hedef Haifa'ya 20 dakika uzaklıkta olan Acre / Akka!