Tel Aviv trenindeyim. Adamın biri yolculara bir kart dağıttı. İbranice ve bol gülücüklü. O an bakmaya üşenmiştim ama şimdi baktım kartın üzerinde Google translate'e göre "Sağır ve aptalım (?) gönlünüzden ne koparsa Musa rızası için." minvalinde bir şeyler yazıyor.

Geldik, gardan çıktım. Hostel yakın, yürünebilir. Ama yine vızır vızır cadde ve yine yürümek sıkıntılı. :)

Hostel otobüsle üç durak ama. Yürümekle karşıya geçip otobüse binmek arasında kaldım. Bu arada etrafta lamba veya üst geçit falan da yok anlaşılan gara geri girmem ve yine güvenlikten geçmem gerek. Ciddi ciddi bunu düşündüm uzun bir süre. Sonra kaldırımdaki scooterlar gözüme çarptı.



Bu scooterlar bir apple kiralanıyor. Sabit bir park yeri yok, istediğin yere bırakabiliyorsun. İsviçre Basel'de de var. Çantayla sürmek biraz eziyet olabilir dedim ama scotterla bavul taşıyan adamı gördükten sonra kendime güvenim geldi ve yazıldım scooter servisine. Yalnız kontörle çalışıyor, kullanmak için 50 şekellik (12.5€) yükleme yapmam gerekti. Dedim neyse Tel Aviv'de kaldığım süre boyunca kullanırım.

Hostele vardım. Çarşaflarımı verdiler al yerleştir dediler. Çarşaf ve çantayla odaya doğru yol aldım. Odaya gitmek için ortak alandan geçmek gerekiyor. Karşıma böyle bir ortam çıktı:



Ohh be boşboş konuşan bir sürü turist. Özlediğim ortam. Masalar arasında gezinmeye başladım. Enteresan bir konsept yapmışlar, her masada bir dilde merhaba yazıyor. Aynı dili konuşanlar beraber takılıyor. Türkçe yok tabii. :D İngilizce masasında İspanyolca masasından daha az insan vardı çok enteresan. Arapça masasında sadece iki kişi vardı, sa diyip giresim geldi. Ama çok açım. Hostelin barmeni çatıya çık Hint yemeği günü var dedi.

Çatıdaki manzara:



Hint yemeği kalmamış. Resepsiyona indim. Bir tane eleman resepsiyondaki kıza "Şöyle otantik bir yemek öneriniz var mı bu saatte yiyebileceğim. Turist şeylerinden bıktım artık!" diye şikayet ediyordu. "Hah ben de bunu sormaya geldim diyip dinlemeye başladım.

Sonra aralarında bir muhabbet geçti, Portekizce konuşmaya başladılar. Uzun uzun konuştular. Kimse beni sallamadı. Anlaşıldı yemek önerisi bahanesiyle resepsiyon tavlamaya gelmiş şerefsiz dedim, ayrıldım. Bayağı da kıl oldum.

Ekşi sözlükte önerilen "salaş pideci"ye doğru scooterımı sürmeye başladım.

Harbiden de salaş pideciymiş burası. İçerisi bara benziyor (içki satışı var zaten) bangır bangır ama eğlenceli şarkılar çalıyor. Baktım menüye, enteresan sebzeli pideler. Patlıcanlı istedim (musakka en sevdiğim yemeklerden biri.). İsmin ne? dediler. Starbucksa özenmişler. Yurtdışında kullandım fiks ismi söyledim, TJ. "Neyy? TJ ha!?" Bir anda pidecinin süperstarı oldum ahaha.

Pideci abi başladı önümde pideyi hazırlamaya. Adamlar eğleniyor bildiğin. Fotoğraf çekebilir miyim dedim. Tabii dediler, hatta toplaşıp poz verdiler ahahaha.


Arkadaki elemana dikkat :)

Pidenin tadı güzeldi ama çok pahalıydı :( (7.5€) Patlıcanları güzel yapmışlar, tam bizim Türkler gibi kızartmışlar. Başka yerlerde güzel yapamıyorlar.

Hostele döndüm. Azıcık etrafı gezdim. Böyle garip bir sergiyle karşılaştım:



Odaya gittim. Odada Hong Konglular. Pek muhabbet edecek tiplere benzemiyorlar. Uyudum.

Kalkıp kahvaltıya indim. Kahvaltıda ilk sürpriz, helva!



Ekmeğe sürülecek şeyler bildiğin kumpir malzemesi çıktı. Bu ne yav :)



Tel Aviv daha önce de söylediğim gibi, Siyonizm fikrinin temeli olan "Altneuland" yani Eski Yeni Devlet'in İbranicesi. 1909'da Osmanlı şehri olan Yafa yakınlarında Yahudiler tarafından kurulmuş ve bolca göç almış. BM Filistin'i bölme planında Yafa Araplara Tel Aviv Yahudiler'e verilmiş ama savaştan sonra Yahudiler ikisini de zaptedip birleştirmiş. Yani Tel Aviv yapay bir şehir, Yafa ise nispeten eski ve köklü.

Tel Aviv'i Yahudiler kurmuş dedik ama aynı Haifa'da olduğu gibi bence pek becerememişler. Yafa'ya gitmek için yine scooterla yaptığım Tel Aviv turundan pek memnun olduğum söylenemez. Yine leş bir trafik, dar ve zaman zaman bozuk kaldırımlar. Scooterla kaldırımda insanlara çarpmamak için mücadele veriyorum, bazıları ise karayolunda kasksız biniyor. Binalar sıkıcı gözüküyor.



Yafa'da saat kulesinde beleş (!) yürüme turu var. Hostelden saat kulesi 2.3km. Scooterla 23 dakikada gittim. Yürüseydim yarım saat sürerdi zaten, bir de üzerine 4€ scooter ücreti. Ne adamım ya iki sene önce böyle değildim kafam endüstri mühendisi gibi çalışırdı. Neyse.

Saat kulesi:


İnsan bekliyor şöyle Avrupa işi romantik bir eski şehir görelim, insanlar sokaklarında yürüsün, sokak müziği çalsın, birileri köpükten balonlar yapıp çocukların dikkatini dağıtsın, Hintli göçmenler sihirli değnekle havada dursun, çingeneler güvercin yemi satsın, dolandırıcılar maymunlarını üzerinize salarak parayla fotoğraf çekmeye çalışsın.

Ama neredeeeeee. Burası da vızır vızır maşallah. İsrail belediyesi her tarafa yol yapmış bu ne ya. Şu eski şehirleri rahat bırakın be kardeşim.

Erken gelmişim, biraz etrafı gezeyim dedim. Camiye girdim. Camiden kareler:









Camiye yardım:



Tur grubu bayağı kalabalıktı. İkiye böldüler. Bize ismi Şılomit olan kızıl saçlı bir teyze denk geldi. Kendini tanıttı İsrail'de doğdum Amerika'da yaşadım sonra geri geldim bilmemne.

Yalnız teyze tam bir Türk düşmanı çıktı. Demediğini bırakmadı bizimkilere ahaha. "Türkler buraları işgal etti ve hiçbir şey yapmadılar. Burada hiçbir şey yoktu. Sonra Napolyon geldi. Düşmanı yenemedi. Ama her yeri yaktı yıktı. Napolyon buraya gelince burası popi oldu Avrupalıların böyle bir yer olduğunu hatırladı. 'Aaa İsa falan burada doğmuş.' dediler."

"Bu otel eskiden Türk hapishanesiydi. Türk hapishanesinde tutsak olmak istemezdiniz. İnsanların çığlıkları şehirde yankılanıyordu."



Teyzenin aksan bir yerden tanıdık geliyor ama çıkaramıyorum bir türlü. Soyadı da Bursaspor'daki Latovlevici'ye benziyor. O nereliydi? Ben çok fazla soru sorunca teyze merak etti sordu nerelisin. Türkiye dedim gülerek :D :D :D Aa Türklerin Sofya'da yaptığı güzel tarihi eserler var görmek istiyorum dedi. Sofya ne alaka? Fırsat bu fırsat sordum siz aslında nerelisiniz diye? Ama yine hikaye, İsrail'de doğdum Amerika'da yaşadım geri döndüm bilmemne. Bu arada yaşım da belli oldu, neyse sizi uğraştıramayım 63 yaşındayım. Şaşırdım, teyze hiç göstermiyor gerçekten. Helal olsun.

Ama Latovlevici'nin nereli olduğuna internetten bakınca çaktım köfteyi. Romanyalıymış adam. Teyzenin aksan da Bulgaristanlı aloculara benziyor ahaha. Çok enteresan bir etnik sentezden geliyor teyze anlaşılan.

Birisi camiiyle ilgili soru sordu, benim girmeme izin yok ama içeride halılar falan varmış mühim bir şey yokmuş dedi. (Çok da haksız sayılmaz.) Bu arada bugün Müslümanların bayramı, o yüzden bazı yerler kapalı. Söylemeliyim ki buradaki Müslümanlar bizi seviyor mu nefret mi ediyorlar bilmiyorum ama onlarla hiç problemimiz olmuyor. Asıl problem Filistinlilerle dedi.



Yafa yumurtası:



Bir sanat eseriymiş. (Söylemeseydim ağaç yumurtladı sanacaksınız :d) Portakal ağacıymış. Turcu teyze "Günümüzde bilgisayarlara falan kendimizi nasıl verdiğimizi, nasıl kendimizi bir balona kapattığımızı anlatıyor." dedi. Ama ben politik olarak yorumladım. Şöyle düşündüm: Ağaç yaşlıdır, yavaş yavaş büyüyüp bu hale gelir, kök salmıştır. Yumurtadan ise bir şey bir anda çıkar ve çıkan şey de gençtir. Yani Ağaç köklü İsrail medeniyetini temsil ediyor ama bu medeniyet aslında çölde bir anda peydah olmuş. Tabii bunu İsrail'i eleştiriye de yorumlayabiliriz, köklüyüz diyorlar ama bir anda mantar gibi türediler vs.

İnternetten okudum, yapan adam da insan ve doğanın çatışması demiş. Ama - aynı benim gibi - politik yorumlayanlar da "İsrail çölün ortasında endüstriyel bir ülke olarak yeniden doğdu." diyenler de varmış.

Bu arada portakal ağacı ne alaka? Yafa'da Osmanlı zamanında portakal yetiştirilirmiş. Yafa portakalı özel bir türmüş hatta, tatlı ve çekirdeksiz, bu yüzden de dışarıya bolca ihraç edilirmiş. Bu portakal İsrail amblemi haline gelmiş. Ama İsrail ekonomisinde tarımın önemi azalınca (bu azalmış hali) ve göçmen işçilere bağımlılık artınca, bir de üzerine kuraklık deyince portakal üretimi de bir hayli azalmış. Ama İsrail su geridönüşümünde devrim yapınca (afedersiniz sidiğin %70'ini geri dönüştürmeyi başarınca) portakal üretimine tekrar başlanmış. Bu da böyle gereksiz bir bilgidir.

Burası tabakhane, şu bir şeyler yetiştirilen. Tabakçı hayvan derilerini yüzen kişiymiş (ben de burada öğrendim) ve çok pis koktuğu için evi böyle köhne bir yerdeymiş. Normalde kadınların kocasını boşaması yasakmış (hangi dine göre?) ama tabakçının karısına serbestmiş çok koktuğu için ahaha.


Yafa'nın bu tarafına kimse gelmiyormuş, evlerin de pek bir alıcısı yokmuş, o yüzden devlet sanatçılara yarı fiyatına vermiş. Şimdi milyonlar ediyormuş bu evler. Sanatçılık kârlı işmiş burada.



Çeşme. Bi özelliği yok.




Sıra Napolyon'a giydirme zamanı. Napolyon burayı almış askerleri de kesmiş. Sonra kendi askerleri arasında veba yayılmış. Askerleri manastıra doldurup yakmış. Sonra pek bir şey becerememiş, Fransa'ya geri dönmüş. Bu şehrin asıl kahramanlarıyla değil de zamane Hitleriyle hatırlanması hiç hoş değil doğrusu.

Mısırlılara ait bir kapı. Birkaç tane de arkeoloji hikayesi dinledik. Pek ilgi çekici bulmadığım için paylaşmıyorum. (Hatırlamıyorum da)



Instagramlamalık yer:



Kilise filan:



Güvercin. Adaptasyon geçirmiş asdas :D



Ev ve Osmanlı mimarisinde sıkça görülen cumbası. Zaten Ermeni kilisesiymiş, tepesinde Ermeni bayrağı falan var.



Tur bitti. Teyzeye Allahaısmarladık diyip ayrıldım. Sahil yolundaydık, yürüye yürüye Tel Aviv'e döneyim bir yandan da plajdakileri dikizleyeyim dedim.



Yine her taraf Arap dolu, tatilin tadını çıkara çıkara bitiremediler eheh. Sahiller hep tıklım tıklım Arap. Yol kenarında selfi çeken Araplar.

Yüzme yasaktır deniyor (neden bilmiyorum, bazı yerlerde ise "Yüzmek yasaktır sadece su sporları deniyor belki alakalıdır.) ama Araplar sallamıyor.



Sahil manzarasından çıkıp Tel Aviv'e yani Yahudiler'in sabah akşam eve humus götürmek için çalıştığı gökdelenli iş merkezi manzarasına döndüm.



Bina

Scootera atladım, not aldığım bir tane sokak vardı belki burada bir şeyler vardır diye gittim, birkaç kafe vardı ama pek güzel değildi.



Kedi heykeli (?)



Pazara denk geldim, girip bir gezineyim dedim. Scooterı güvercinlerin yanına bıraktım :d



Teyzenin biri geldi İbranice bir şeyler söyledi, veryansın etti. Anlamadım. İngilizce'ye döndü: "Ya bu güvercinlere ekmekleri çok büyük atmışlar biraz küçük atın ayol demiştim sadece." dedi. Vay siyonist Gökhan Zanlar vay.

Pazarda hediyelik eşya, meyve sebze, tatlı ve baharat var.


Çok üst düzey bir espiri:



Künefeci dayı:



Künefe 5€ idi (oha) ama Lozan'da 10€. Bir tadına bakayım madem her türlü kârdayım dedim.

Üzerine fıstık, hindistan cevizi ve çilek ezmesi koyuyor. Kıvamı iyiydi şeker atmamış adam ahaha. Peynir salatası yemek gibi bir şey oldu bu.

Bu abi de tatlı satıyor. Gayet güzel gözüküyor. Bir tane üçgen baklavalardan aldım. Daha doğrusu adı baklava. Bildiğin bayat börek çıktı israf olmasın diye kendimi zorlayarak yedim. Bilmediğiniz baklavaları yemeyin arkadaşlar.



Ben de kim eksik diyordum. Gözlemeci teyze:



Son kez scootera atlayıp şehirdeki caddenin ortasındaki ağaçlı bisiklet yolundan hostelin yerini tuttum.



Bir günde scootera bu kadar vermişim:


Hostel:



Tren istasyonuna gitmek için otobüse bindim. 3-4 durak ama çok trafik var. Scootera binseydim daha hızlı giderdim. İndim.

Tren garı karşıda ama karşıya geçmek tepede bir yerlere çıkmak sonra upuzun bir yolu gitmek gerekiyor. Saçma geldi, duraktaki bir çocuğa sordum.

"İngilizce biliyor musunuz?"
"Evet"
"Karşıya geçmenin kısa bir yolu var mı?"
"Evet"
Bakıştık.
"Nedir?"
"Şu tepeye çıkın yoldan yürüyün."
"Tamam :)"

Adamlar bu muhteşem belediyecilik anlayışını kanıksamış.

Çıktım yola, bu sefer raylar altımda ama tren garının girişini bulamıyorum. Raylara inen merdiven var ama giriş nerede? Ve bu merdivenler niye var? Bilet almadan raylara inilir mi hiç? Bütün gün şehir sanki benimmiş gibi scooterla gezdikten sonra tren garına girebilmek bu kadar zor olmamalıydı. Yine durakta bekleyenere sordum. Bir abi aşağı baktı, düşündü düşündü, sen çok yanlış gelmişin dedi çook ilerideki girişi işaret etti. Sonra bir kadın araya girdi İbranice bir şeyler dedi, yok o öyle değil falan dedi, bana merdivenlerden birini işaret etti, buradan gidebilirsin dedi. Harbiden de merdivenler tren istasyonunun altına giden gizli bir geçide iniyormuş meğerse. Raylara inmiyormuş.

Belediyelerimizin kıymetini bilelim arkadaşlar, o belediyeler kolay kazanılmıyor.

Bilet alıp banka oturup tren beklemeye başladım.

Baş örtülü (Müslüman değil) ve değnekle yürüyen bir kadın bana geldi, bir şeyler söyledi. Anlamadım, İngilizce?? dedim. "Oturabilir miyim?" dedi. Halbuki yanım boştu. Kalktım. Benim yerime kendisini, yanına da arkadaşını oturttu ama onda değnek yok. Aynı banktaki öbür yerlerde de bir amca ve çantası oturuyor.

Kudüs'e yaklaştıkça yobazlık artıyor anlaşılan.

Trene bindim, havaalanında indim. Kudüs trenine bindim.

Yani ülkenin en büyük iki şehri arasında yarım saat ya var ya yok ama ulaşım için havaalanında aktarma yapmak gerekiyor. Bir kez daha İsrail belediyesine saygılarımı sundum.