El Halil gezisinin sonunda Kudüs'e dönüp zeytin dağına (Kudüs'ü gören tepe, zeytin ağaçları falan var.) çıktık, Kubbetüs Saharaya baktığımız saçma sapan fotoğraflar çekindik. Birkaç fotoğraf:

(Kudüs derken çölün ortasındaki bir kaleden bahsediyoruz çok da bir şey beklemeyin bir Barcelona beklemeyin mesela)


Tepeyle şehir arasında kocaman bir mezarlık var, bu bakımdan biraz Saraybosna'yı andırıyor.



Asyalı bir amcayla teyze manzaraya karşı Yahudi flütü çalıyordu saçma sapan. Liseliler


Sonra bir Mescid-i Aksa'ya girip karanlıkta görelim dedik. Araplar yine din sınavına soktu bizi. "Müslüman mısınız siz?? Kulhüvallahüehad!!" La oğlum kadının türbanı var daha ne yapsın. Duanın ortasında bulup pasaportu göster dediler, gösterdim geç dediler. Pasaport işi çözüyor.

Gece Mescid-i Aksa / Daha doğrusu Kubbetüs Sahara: (Bütün fotoğraflarda ben varım, el mahkum afişe ediyorum kendimi zaten adımız sanımız belli artık sdfsf)


Hostele dönerken geçtiğim Batı Kudüs sokakları:



Ertesi gün Filistin'e gitmeyip Kudüs'te takıldık. Yapacak da çok bir şey bulamadık. Şehir duvarlarına çıktık. Kudüs müzesini gezdik. Müze'de Kudüs'ün (dolayısıyla Yahudilerin) tarihi uzun uzun anlatılmıştı. Benim burada dikkatimi çeken nokta Kudüs/Yahudilerin tarihi Hz. Musa ile başlamıyor, hatta Hz. Musa'nın adı bile geçmiyor. Mısır'da Yahudilerin ayaklanıp Kızıldeniz'i geçip İsrail'e yerleşmesinin arkeolojik bir kanıtı yok, dolayısıyla adamlar da müzelerine koymamış. Cesur bir hamle. Oraya girip cık cıklayan favorili Yahudi hacıdedeleri hayal edebiliyorum.

Müzeden sonra Arap mahallesine geçip falafel yedik. Batı Kudüs'te en ucuz 17 şekel (4.25€) olan falafel burada 10 şekel (2.5€) idi acayip şaşırdım çünkü burası eski şehrin içi. Araplar ucuz satıyor. Bir de çöpleri yere atmasalar.. Sonra Arap tatlıcıda (Jafar sweets) künefe yedik fena değildi.

Yahudi tarafına geçtik. Bir tane çocuğun Bar Mitzvah bayramına denk geldik (Yahudilerde ergenliğe girme bayramı gibi bir şey.) Onu izledik. Ağlama duvarına gidip ağladık sonra.


Fransalı abla benden ayrıldı, ben biraz da kendim takıldım. Gerçi yapacak bir şey bulamadım. Hostelde bir saat ne yapacağım diye arattıktan sonra evlerin çatısına çıkıp gezebileceğimi öğrendim. Çıktım. Assassin's creed gibi bir şey bekliyordum ama öyle değilmiş, çatılar dümdüz. Her yerde karşımıza çıkan altın kubbeyi görmekten başka da bir espirisi yok.


Çatıda bir sürü Yahudi amca siyah takım elbiseleriyle ninja gibi yanımdan geçiyorlar. Adamlar tamamen göz hizalarına odaklanmış vaziyette, bana bakmıyorlar. Fotoğraflarını çekiyorum, sallamıyorlar. Korkutucular gerçekten.



Bu da çatıdaki parmaklıklardan şehrin görüntüsü. Fotoğraftan bir şey anlayamayabilirsiniz: açayım: Kudüs'ün eski şehri aslında böyle bir yer, dar sokaklar, sağlı sollu dükkanlar, yolda gezenler turistler. Şehir adeta bir kapalı çarşı. En büyük hayal kırıklıklarımdan biri.


Çatıdan indim. Bir de hediyelik mi alsam diye düşündüm, bir tane tişörtün fiyatını sordum, 40 şekel (10 euro) dedi. Bir düşündüm. Adam "Alıcı mısın bakıcı mı?" minvalinde "Are you buying or just asking?" dedi. Adamın tavrı hoşuma gitmedi, "Just asking" dedim çıktım. Uğraşamayacağım buradakilerle pazarlık yapmakla.

Şu amcaya sa dedim ve hostele döndüm:


Hostelde aynı odada kaldığım Rus abla da gitmişti. 10 kişilik odada üç kişiydik, Amerikalı Hıristiyan dede, Yahudi dede ve ben. Yahudi dede sabaha kadar dua edip sabah beşte odaya geliyor takım elbiseyle şapkayla. Amerikalı dede de hippi bandanalı, sabah altıda kalkıyor. Nefes cihazı var gece Darth Vader gibi sesler çıkartıyor. Suyu çıktı iyice gezinin, bir an önce gitmeli buradan.

*

Ertesi gün tren garına oradan da havaalanına gidecektim. Vaktim vardı, etrafı geze geze gittim. 10 şekelim kalmıştı, dedim bununla da hediyelik alayım. Ama hiç 10 şekellik hediye bulamadım. Bir tane pazardan geçtim, hurma satan bir amca vardı. Kilosu 24 şekelmiş (6 euro) dedim 10 şekellik verir misin. Verdi.

Burada hayatımın en büyük pişmanlığını yaşadım çünkü hurma AŞŞIRI GÜZELDİ. Arkadaşlarla beraber yeriz diye almıştım, eve gittiğim gibi hepsini bitirdim asdsfsf. Sonra İsviçre'de aynı hurmayı 24 franka alarak kazıklandım. Tadı da Kudüs'teki gibi iyi değildi.

Bu arada Kudüs hurması denen şey aslında İsrail hurması, Filistin topraklarında üretilmiyor, Filistinliler kuruş kazanmıyor, İsrail genetiğiyle oynayarak üretiyor. Bizim çakal satıcılar "İsrail hurması satmaz" diyerek hurmanın adını Kudüs hurması yapıp Medine hurmasının yanına iliştirmişler ssdfsdf.

*

Neyse havaalanına geldik. İsrail'den çıkmanın İsrail'e girmekten daha zor olduğunu her yerde okumuştum. Fakat evvelsi gün uğurladığım Fransalı abla "Bir şey sormadılar direkt geçtim." demişti. Dolayısıyla nasıl bir muameleyle karşılaşacağımı bilmiyordum ve oldukça heyecanlıydım.


(Foto çekmeye yemediği için resim arak)

Güvenlik kuyruğuna girmeden önce bir tane güvenlik görevlisi sorgu yapıyordu. (Sonradan öğrendiğime göre emekli Mossad ajanları falanmış bunlar, gerçi bu kadar genç emekli nasıl oluyor bilmiyorum da.) İki tane Avrupalı kızı sorguluyordu. Ekranda resimler falan gösteriyordu. Tipi de bayağı asabi gözüküyordu. Kadının bana dönüp "Sen El Halil'e gidip Yahudilerin mahallesine girmişsin hayrola bomba mı koydun len." dediği korkutucu senaryolar kafamda dönüyordu. Yanımdan geçen K9 köpekleri de pek yardımcı olmuyordu.

İkinci bir görevli geldi, kıvırcık saçlı tatlı birine benziyordu, o an dua ettim beni bu sorgulasın diye. Duam tuttu. Kadın bana iyi günler dedi, ben de iyi günler nasılsınız dedim, iyiyim teşekkür ederim sorduğunuz için son derece kibar bir şekilde. Şimdi size bir şeyler soracağım dedi. Sonra bilete baktı "Ama sizin uçuş ikinci terminalden. Paniklemeyin vaktiniz var shuttle'a binin şuradan" dedi ve gönderdi.

Eyvah! Uçuşa iki saat falan vardı ve uçağı kaçırma ihtimalim doğmuştu. Gelirken terminalden terminale şehir turu yaparak gittiğim dikkatimi çekmişti, şimdi ise aklıma gelmemişti bile. Koşarak otobüse gittim, öbür terminale.

Bu seferki terminal daha yoğundu, iki görevli vardı. Enteresan ama ikisinin de tipi Asyalı - Türk arasıydı. Acaba Hazar Türkü falanlar mıydı? Kadın ve erkek vardı, kadın çok asabiydi, pis pis suçlar gibi bakıyordu gelenlere. Öbürü de efendiydi. Şansıma yine efendi tip geldi. Pasaporta uzun uzun baktı, sayfaları karıştırdı.

Bu arada yandaki asabi kadın da önündeki Amerikalı teyzenin pasaportunu karıştırdıktan sonra sordu "Görüyorum ki Türkiye'ye gitmişsiniz, niye gittiniz kaç kere gittiniz?" Şaşırım kadına baktım, kadın da bana dik dik baktı.

"Görüyorum ki Malezya'ya gitmişsiniz, niye gittiniz kaç kere gittiniz?" Adam pasaporttaki en kıl ülke olarak Malezya'yı seçti helal olsun. Halbuki ben "Görüyorum ki Türkiye'de doğmuşsunuz, niye doğdunuz kaç kere doğdunuz?" diye sormasını bekliyorum.

"Üç kere gittim. Singapur'da exchange öğrencisiydim gidip gelmek kolaydı." dedim. Ondan sonra şöyle fantastik bir diyalog geçti:

+ İlkinde kimle gittiniz?
- Polonyalı kızla.
+ İsmi neydi?
- Zdrovka
+ İkincisinde kimle gittiniz?
- Hindistanlı kızla.
+ Onun ismi neydi?
- Priyanka çopra
+ Üçüncüsünde kimle gittiniz?
- Hong Konglu kızla
+ Peki onun ismi neydi :D
- Chun li gibi bir şeydi.. ama kendine stefani diyordu.
+ Kardeşim yaşıyorsun bu hayatı :D (böyle demese bile aynen böyle baktı)
+ Hiç Malezyalı bir tanıdığınız var mı?
- Yoo
+ Peki İsrail'de size biri bir hediye felan verdi mi?
- Yok. Karpostal ve hurma aldım ama
+ Aldıklarınız önemli değil, sadece birinin size tehlikeli bir şey vermesinden endişelendim. Tamamdır geçebilirsiniz.

Adam pasaportuma beşle başlayan bir barkod yapıştırmıştı. Bavulları röntleyen güvenlik pasaporta baktı, uçuş kaçta ? Dedi. İki buçuk derken ikiyi duydukları anda kolumdan çekip başka sıraya soktular (Amerikalı abla da vardı o sırada) ve çantamı her tarafını başlığı dönen tuvalet fırçası gibi bir şeyle taradılar. Bir yandan da aralarında muhabbet edip gülüşüyorlar. Neden bilmiyorum içlerinden biri çantamı fırçalayan ablanın doğum günü olduğunu onun muhabbetini ettiklerini söyleme gereği duydu. Ben de oo tebriks dedim abla sağol dedi. Ablaya doğum günüm çoraplarımın mis gibi kokusuydu.. .d

Sonradan öğrendim ki önceki adamın size biri hediye verdi mi diye sormasının sebebi hediye diye aldığınız şey bomba çıkabilirmiş. Ayrıca barkodun baş rakamı beş olması "Riskli olabilir" anlamına geliyormuş, o yüzden taramışlar. Adam bana riskli etiketi takmış ya la. Kıskandı şerefsiz kızlarla gezdiğimi duyunca.

Gerisi aynı, uçağa bindim, yanımdaki hacıamca Tevrat okuyan okuyordu, Yehova kabul etsin amca dedim, o da bana eyvallah dedi ve başka bir muhabbetimiz olmadı.

Lozan'a döndüm.

*

Benim İsrail & Filistin maceram bu kadardı. Üzerinden dokuz ay geçti, bu dokuz ayda Çin'de 23 gün gezdim (vlog çektim ama çok iyi olmadı), Mısır'da 8 gün, İspanya'da (ve Andorra'da) iki kez dörder gün gezdim (Gezdiğim açık ara en dandik gezi deneyimimdi, anlatırım. Bu gezilerden hiçbiri İsrail & Filistin gezisi kadar enteresan olmadı. O yüzden - artık gezi yazısı yazmama karar vermeme rağmen - bu yazı dizisini bitirmek için sabretmeye baktım.

Kapanış cümlem şu: Filistin'de Gazze hariç öyle açlıktan kırılıyoruz durumu yok, hatta batı şeria'da öğretmen maaşı 3000 şekel (750 euro) diyo duymuştum da şaşırmıştım (tabii öğretmenine göre değişiyordur, teyit etmek için baktım 2016 haberi buldum orada da 640$ yazıyor, bu arada bir şeydir). Adamlar temel hak ve özgürlüklerden yoksun. Birilerinin boyunduruğuna yaşıyorlar.

Batı Şeria'daki şanslı azınlıktan olmayanlar da var; Nablus çevresinde (gezmedim ama turları var) İsrail'den göç ettirilip mülteci durumuna düşüp zor şartlar altında yaşayan insanlar var. Başka ülkelere mülteci giden Filistinliler de cabası.

Öte yandan ortada bir sorun var ve bu sorun er ya da geç İsrail lehine çözülecek (çünkü gayriresmi olarak halihazırda İsrail lehine çözülmüş durumda) ne kadar erken çözülürse Filistinlilerin avantajına. Mısır ve Suudi Arabistan gibi çevredeki "Artık şu dava kapansın da işimize bakalım çok uzadı. Türkiye ve İran İsrail'den çok daha büyük bir tehdit modundalar."

İsrail'e gelirsek; kuruluşu yeterince gerekçelendirilememiş, kaba tabirle başkasının toprağına çökmüş bir devlet. Yani sen gel toprak satın al sonra azınlık olduğun toprakta devlet kur, en verimli arazileri kendine iste sonra savaş ilan edil ve savaşta da hepsini yen (bu kısımda haklılar gibi gerçi, adamlar yenmiş sonuçta) küçük fasulye şeklinde toprağa hepsini hapset. Hem suçlu hem güçlü. Benim izlenimlerim ülkenin hem toplum olarak hem de şu anki politik durum olarak (bölgesel güç olması, bölgedeki nadir gelişmiş devletlerden biri olması, laik olmasıi komşularıyla geçinememesi vs.) birçok yönden Türkiye'ye benzemesi. Ama Türkiye'den daha laik, modern ve zenginler. Diplerinde yaşayan Araplar adamlardan bir şey öğrenmeye çabalasa keşke.

Konuyla alakalı olarak The Spy ve Fauda dizilerini izlemenizi öneririm netflixte mevcut ikisi de. Fauda başlarda biraz Arka Sokaklar gibi geliyor ama dikkatli izlerseniz yöreyle ilgili bir sürü ince detay yakalayabilirsiniz.

Artık coronavirus gibi daha önemli sorunlarımız olduğundan daha fazla uzatmıyorum bu yazıyı. Sağlıklı kalın görüşmek üzere!