Otuz beş yaş krizini duymuştum. Yirmi beş yaz krizi diye bir şey var mı, arattım. Onu da bulmuşlar. 35 yaşında hayatında her şeyi belirli olup monotona bağlayan insanlara karşılık 25 yaşında olanlar hayatında hiçbir şeyi belirli olmayanlarmış. Bu yüzden krize giriyorlarmış. 25 yaş krizi bende hem 35 yaş krizi gibi hem de 25 yaş krizi gibi zuhur etti. 25 yaş krizi gibi etti çünkü iki sene sonram tamamen belirsiz ve ne olacağını tamamen burada kalan iki senede yapacaklarım belirleyecek. 35 yaş krizi gibi etti çünkü 25 yaşında genç halimle yaşamak istediğim her şeyi yaşadım, sırada yeni tecrübe kalmadı :)

Bu sene karantinadan önce ve karantina sırasında hissettiklerimi yazacağım bu yazıda. Bunları siz de hissedecek misiniz? 25 yaşında hissetmeyebilirsiniz belki, ama er ya da geç bu yazıdaki bazı şeyleri kendinizde bulmaya başlayacaksınız. Aslında burada yazdıklarımı dört sene önce lisansta aldığım bir dersin asistanıyla ettiğim muhabbet sayesinde anlamlandırabiliyorum, o da benzer şeyler yaşayıp yaşadıklarını anlatmıştı. Şimdi daha iyi anlıyorum onu. Burayı okumaz ama yine de kendisine buradan selamlar.

*

2020

Önceki 2019 yılını anlattığım yazımda aldığım Çince ve Fransızca dersinden, sibergüvenlik dersinden, asistanı olduğum birinci sınıf programlamaya giriş dersinden bahsetmiştim. Denediğim sporları ve dansları da anlatmıştım. Oh oh daha yok mu dediniz/diyorsunuz belki de.

Daha YOK!

Üşenmedim saydım, lisansta 8, doktorada 12 spor / dans denemişim. Saymakla uğraşamayacağım üniversiteye has bir sürü değişik aktiviteler de var. Ama bunlar sonsuz değil. Ve artık bitme noktasına geldiler. Bu sene spor merkezindeki kurslara baktım, merak edip deneyeceğim bir iki tane kurs falan vardı (onlar da baharda açılıyordu, korona gelince yalan oldular) 

Çince'yi Çin'e gidip adrese soracak kadar öğrendik, bitti. Fransızca'da da aynı şekilde, gündelik işlerimi halledecek kadar konuşuyorum. Daha fazlası insanlarla geyik muhabbeti çevirmek için olabilir, ama geyik muhabbeti çevirecek Fransız arkadaşlarım olmadı ve olacağa da benzemiyor. Çünkü bulunduğum böyle bir ortam yok ve muhtemelen ilerde de olmayacak. Diğer dillerin de herhangi bir kullanım alanı olmadığı için zevk vermiyor. Dil öğrenmek yeni bir şey vaadetmiyor, başlayacağım hemen merhaba günaydın sonra cinsiyetler sonra artikeller, renkler hobiler bilmemne. Hep aynı şeyler.  

Dersler de bitti. Sadece tek bir dersim kaldı. Dile kolay, 20 senelik eğitim öğretim hayatımın son dersini bu sene aldım. Onda da ilk derse girdim, sınıfta on kişi falan vardı, dersten de bir şey anlamadım, kitaptan çalışırım buna dedim çıktım. Sonra karantinaya girdiğimizden herkes sınıftan çıkmış oldu :P O zevkli okul ortamı yoktu.

Erasmus öğrencileriyle takılmayı bırakmıştım çünkü artık "kültür alışverişi" muhabbetleri sıkmıştı. Yeni bir şey öğreten veya şaşırtan, kültür şoku yaşatan bilgi kalmamıştı pek. Yurtta aynı katı paylaştığım insanlar ise benim geçtiğim yollardan geçen henüz tecrübesiz insanlardı. Benimle paylaşabilecekleri çok bir şey yoktu, zaten benimle herhangi bir şey paylaşmak da istemiyorlardı. Çevrem epey daraldı ve bu tipte erasmus ve doktora altı bir çevre edinmek de zevkli gelmiyor. 

Gezilecek yerlere bakıyorum. Batı Avrupa ülkeleri yani kilise + eskiden pazarın kurulduğu şehir meydanı + saat kulesinden ibaret şehirler. Ya manyak gibi Türk izi arayıp gururlanmaya çalıştığımız Doğu Avrupa ülkeleri. Kalabalık ve keşmekeş, yürüyerek gezilemeyen büyük Asya şehirleri. Hiç çöle gitmemiştim onu da yaptım (kutuplar eksik kaldı) Tabii hala gezilecek yerler var, ama listemdeki bir çok yerde farklı bir milletten insanlar yaşıyor farklı bir dil konuşuluyor olsa bile yeni bir şey vaadetmiyor. Hep aynı şeyler gibi geliyor. Şubat sonu (tam korona öncesi) Barcelona'ya gittim, bu muymuş dedim döndüm :d  

Arkadaş grubum küçük bir Türk doktora grubu ve başkanı olduğum dernekteki yönetim kurulu üyeleri. (Bunlarla takılmak da üniversitede kantinde çay içmek gibi. Yani yeni bir tecrübe değil; son derece monoton ama herkesin sahip olduğu, sahip olmayanların bunalıma gireceği bir tecrübe.) Daha fazlası yok, çünkü daha fazlası için yeni bir ortama girmek gerekiyor. Fakat öyle bir ortam yok. 

2020 senesi başında yaşayabileceğim yeni tecrübelere baktığımda elimdeki seçeneklerin neredeyse hepsini tükettiğimi gördüm. Artık kendimi bulmuştum. Ben artık oydum, buydum, xtim. Bunlardan hoşlanıyordum, şunları denemiş sevmemiştim. Bunlarda yola devam edecektim, bunlar için yaşayacaktım. Yetişkinlik bu mu? 

Bu arada bahsettiğim Türk doktora grubundaki arkadaşlarımdan biri (benden beş yaş büyük) İsviçreli biriyle evlendi ve şimdi çocuğu oldu. Öbür ikisi evli ve ikisi de bu arada yaşıyorlar, biri burada çalışıyor öbürü doktorada. Diğer arkadaşlarım da benzer, şimdi uzun uzun özel hayatlarını yazmayayım da. İnsanlar burada düzen kuruyor. Benim gibi tecrübeleri yemiş bitirmiş kişilerin yaptığı şey aile kurup düzenli ve medeni bir hayata geçmek. 

Fakat beni buraya bağlayacak biri yok, öyle birini aramaya niyetim de yok. Kariyer hedeflerim buradan (en azından Lozan'dan) ayrılmayı gerektiriyor. (Hoca olmak istiyorum, EPFL doktoralara EPFL'de 6 sene kalma sınırı getirdiği için EPFL'de olamıyorum. EPFL beni almaz zaten.) Yüksek ihtimal postdoc yapacağım (öğrenci statüsünde olunmayan doktora gibi bir şey bu, maaş karşılığı araştırma yapıyorsun ama profesör değilsin), yani yine yeni bir şehir, yeni bir üniversite, yeni bir genç yetişkinler ortamı, yeni olmayan yeni bir tecrübe :) Postdoc da geçici bir iş 2-3 sene sürer genelde (daha fazla sürmesi saçma olur zaten) sonunda başka bir yere gidersiniz yine. Postdocluktan çıkıp yine postdoca gitmek bile mümkün :)

Temmuz 2021'de doktora savunmam var. Ama uzayacağı kesin gibi. 1 sene rahat uzar, 2023'ü bulur mezun olmam. 

Yani özetle eninde sonunda ayrılacağım bir yerde en az iki sene daha öğrencilik hayatı geçireceğim. Bu öğrencilik hayatı hiçbir heyecanı kalmamış bir öğrencilik hayatı. Spoilerı yiyip filmin sonunu görmüşsünüz. Ondan sonra yine taşınma, yine geçici bir öğrencilik hayatı ve sonra ne olacağı tamamen meçhul.

İnsanlar aç aç! Evet tokuz çok şükür, ama şu anda da elimde böyle bir düğüm var.

Arınma Senesi

Martta İsviçre'de her şey kapanınca ve karantinaya girince bu durum körüklenmedi. Tersine, zaten doyduğumu düşündüğüm sosyal hayatı öldürerek kişisel projelerime vakit ayırabilmemi sağladı. Elimde uzun ve yeni bir şey vaadetmeyen geçici bir öğrencilik hayatı vardı ve bunu lise ve üniversitede hayalini kurduğum projelere harcayabilirdim. Öyle de yaptım. Karantinada sabah sekizde kalkıp kalktığım gibi çalışmaya başlıyordum, iki saat sonra karnım acıkınca kahvaltı molası verip o arada youtubeta eğitici videolar izliyordum. Sonra dönüp karnım yine acıkana kadar (4-5 civarı) çalışıyordum. Haftasonu da yarım gün çalışıp kırk saati tamamlıyordum. Geri kalan zamanda ise kitap okuyordum, merak ettiğim tarihi dönemleri çalışıyordum, akşamları da Total War oynayarak o tarihi simüle ediyordum :) Strateji oyunlarını en zor seviyede oynamak yani farklı bir alanda farklı bir problem çözmeye çalışmak eğlenceli gelmişti. Lisede bateri çalmayı denemiştim, üniversitede yurtta yaşamayı bahane edip bırakmıştım. Burada kimse karışmadığından (zaten öğlenleri yurt boş) ve "Şimdi param da var." diyip bateri almıştım, onu çalıp stres atıyordum.

Karantinadan önce mahalledeki capoeira kursuna (evet doğru duydunuz mahallede capoeira kursu var, 100 bin nüfuslu şehirde 5-6 tane capoeira kursu var bir tanesi de bizim mahallede) yazılmıştım onu karantinada online'a çevirdiler (haziran başı açtılar tekrardan). O sayede spora devam edip karantinada kilo alacağım halde verdim. (Yeme içmeyle de alakalı ama bu, intermitten fasting yapıyorum. Ama gece karnım acıktığı için süt içip yattığım oluyor :)) Karantina bana acayip yaramıştı. 

Bu durum bir üç ay gitti. 12 Haziran 2020'de o kutlu günde Twitter troll hesapları kapattığını duyurunca ve bir anda kendimi bir topluluğa konuşur vaziyette bulunca bana bir gaz geldi. Hem konuyla alakalı uzman kişi olmanın verdiği "İnsanlar benden açıklama bekliyor." hissiyle (beklemiyorlar) hem de gerçekten meraktan (zira Twitter bu hesapları tam olarak niye kapatmış anlaşılmıyor, hesaplar trolle benzemiyor.) günde 16 saat çalışmaya başladım. Kişisel projeler hak getire. İyice kafayı yemiştim, capoeira kursuna gidiyordum orada dahi trolleri düşünüyordum. Yazın hava güzel, millet gezmelerde ben ise troll avındaydım. Bu bir bakıma iyi oldu çünkü haziran temmuz gibi hava çok sıcak olduğundan çalışmak çok zor. Orijinal planım İsviçre'den kaçıp alabildiğince gezmekti ama olmadı.

İki hafta kadar Türk trollerinin analizini yaptım, anladığım kadarıyla sahte trendleri yapan ajanslardan (veya artık bu hesapları kim kontrol ediyorsa) birinin girdiği hesaplar kapatılmış. Dedim önce red alan sahte trendler makalesini bitireyim çünkü o makale bunu bağlıyor. Onun için de bir ay kastım ve bir ağustosta gönderdim. Bir hafta sonra kabul/red emaili gelecek. Kabul gelirse buraya son çıkan sonuçları yazarım. Ama özetle, 2015'ten bu yana 19,000 farklı sahte trend ve bunlar için kullanılan 108,000 bot buldum. Akademide bu kadar büyük bot veritabanı yok. Bu arada bu üç ay içinde bir de şekil değiştiren hesapları çalıştım, bunu da anlatacağım sonraki bölümlerde. 

Ağustosa yaklaşırken bu maratonda da tükenme noktasına geldiğimi hissediyordum. Makaleyi postaladım ve o düzen bitti.  Bu sefer değişik bir çalışma düzeni aldı beni. Bir tane finalim vardı, sadece bir. Ama o dersle ilgili hiçbir şey yapmamıştım, dolayısıyla bütün ayımı o derse çalışmakla, canım sıkıldığında da hobi olarak araştırma yapmakla geçirecek şekilde planladım. Planlar varlık sebeplerinden farklı hareket eder. Benim durumda iki önemli gelişme oldu. Birincisi facebook datasını araştırmacılara bedava açtı. Ne var diyebilirsiniz ama bu çok büyük gelişme. Normalde facebook verisini çalışmak yasak veya yasak gibi bir şey. Hoş, sadece kamuoyuna açık grup ve sayfaları paylaşıyorlar ama yine de iyi bir gelişme. Bu olunca tabii hemen kafam projelerle dolmaya başladı. En merak ettiğim şey Twitter ana sayfamda bir anda beliren İstanbul Sözleşmesi'ne kimin karşı olduğuydu. Bu sözleşme durup dururken niye gündeme gelmişti? Sorduğum herkes "Fanatik dinciler karşı ona." diyordu. Facebook datasına baktım ve sözleşmeye ilk defa 2017'de "Mağdur babalar ve çocuklar", "Süresiz nafaka mağdurları" gibi aslında sözleşmenin hedef aldığı grupların bu sözleşmeye (doğal olarak) karşı çıktığını gördüm. Bu gruplar lobicilik faaliyetleri yapıyordu apaçık, Yeni Akit'te haber olmaya çalışıp sonra "Akit'te haber yaptırdık." diye paylaşımlarda bulunuyordu. Daha da önemlisi bu tipler dini argümanlar geliştirerek taktiklerini değiştiriyor gibiydi. Örneğin "Boşanmış mağdur babalar" grubunun ismi "İstanbul sözleşmesi şeytanın el kitabıdır" diye değiştirilmişti ahaha. Özetle ben bu mini projeyle uğraşırken sınav da yalan oldu. Sınava iki gün kala diğer sebeplerden dolayı o kadar stres oldum ki "Ya bu dersi ne kadar çalışırsam çalışayım bu şekilde öğrenemem." diyip ders çalışmayı bıraktım. Sınava da beklentisiz girdim, sallana sallana yaptım soruları. Dileğim otuz dakikada yapacağımı yapıp çıkmadı ama yine de 3 saatlik sınavda 2.5 saat oyalanmışım yine de. Kahvaltı yapmadan girdiğim için iyice açlık bastırınca verdim kağıdı çıktım. 20 yıllık eğitim hayatımın son dersi hayatımda kaldığım ilk ders olacak. Ve bir dahaki sene yine ders almam gerekecek. Bitmiyor çilem...

Sizin için en önemsiz, benim için en önemli gelişme, taşınmaya karar verdim! 

Lozan'da Ev Aramak v2

2 sene önce şu an kaldığım yurdun başka katındaydım, katı 7 kişi paylaşıyorduk. Ama güzel insanlar oldukları ve düzenli yaşadıkları için problem çıkmıyordu. Sonra o güzel insanlar o güzel trenlere binip gittiler ve yerlerine saçmasapan tipler geldi. Yan odamdaki eleman sabahın köründe kalkar elini yüzünü yıkar yüzüne bakım yapardı. Bunda tabii problem yok, daha doğrusu buraya gelmeden önce mağarada yaşayan bu arkadaş banyo kapısını kapatsaydı olmayacaktı. Her sabah su sesine uyanıp geri yatıp uyumaya çalışıyordum. Biri beynine işerken uyumak gibi bir şeydi bu afedersiniz. Aslında böyle bir durumda ben erken yatarak duruma ayak uydururum ama diğer öğrenciler gece geç vakitte odaya gelip ses yaptıkları için bu pek mümkün olmuyordu. Yurt müdürünü şikayet ettim çocuğu, o da çocuğa biraz daha sessiz olmasını rica etti ama tabii hiçbir şey işe yaramadı. Hatta daha kötü oldu, bu sefer de çocuk sürekli bahane edip diğerlerini şikayet etmeye başladı "Onun odası kokuyor, bu sigara içiyor, öbürünün sevgilisi odada kalıyor, beriki bulaşıkları yıkamıyor." Bu arada kendisi de yıkamadığı için biz de onu şikayet ediyorduk. Herkesin birbirini şikayet ettiği rezil bir ortam oluştu yurtta. 

Durumdan bıktım, ev aramaya başladım. Üç tane yeri gezdim. Biri iki tane İtalyanca konuşan İsviçreli öğrencinin eviydi. Ev eski olduğundan bizim yurttan çok daha beter ses geçiriyordu. Öbürü EPFL'de çalışan bir teyzenin eviydi, çocukları falan vardı, bir odasını kiralıyordu. Saçma bir seçim olacaktı. Öbürü de tam öğrenci eviydi, her taraf bira şişesi doluydu. Dedim bu seçenekler bizim yurttan da kötü. Sonra bizim yurtta başka bir katta oda açılacağını duyunca pılımı pırtımı toplayıp kaçtım.

Yarım sene kadar her şey çok iyi gitti. Yeni yurt arkadaşlarımın hepsi EPFL öğrencileriydi ve düzenli yaşıyorlardı, erken yatıp erken kalkıyorlardı. Odam tuvaletin yanındaydı ama gece pek giren olmadığından, girenler de ses yapmadığından sıkıntı olmuyordu. Üçüncü senenin başında ise zenci bir çocuk geldi. Çocuk sadece geceleri piyasaya çıkıyordu, geceyarısından sonra saat ikide yemek pişirmeye başlıyordu. Sabah dörtte beşte tuvalete giriyordu. Tuvaletin kapısını çarparak kapıyordu. Terlikleri vardı, sürüye sürüye geziyordu etrafta. Geceleri kendimi uyumak için zorluyordum ama en ufak seste hafif uykudan uyandığım için bir türlü dalamıyordum, en sonunda mutfağa gidip çocuğu kibarca kovuyordum. Yine müdüre söyledim ama bu sefer hiçbir şey yapmadı. Aslında gece saat ondan sonra gürültü yapmak yasak İsviçre'de herhangi bir yerde. Polise söyleyebilirim. Duş almak yasak mesela. Ama şikayet etsem nolacak, yurttaki insanları kim sallar? Veya şikayet etsem çocuk erken uyuyup düzene mi girecek? 

Bir dönem kadar zenci çocuk sağolsun uyurgezer bir hayat yaşadıktan sonra martta yine ev aramaya başladım. Derken korona patlak verdi ve zenci çocuk evine döndü. Buna ne kadar sevindiğimi anlatamam. Tabii okulların ne zaman açılacağı meçhulken ev falan aramakla uğraşmadım. Ağustosta zenci geldi, dedim eyvah efsane geri döndü. İlk yaptığı şey gece birde pilav pişirmek... Dedim neyse bu böyle olmayacak, ben bu sefer kesin gidiyorum. Zenci gider bu sefer Meksikalı gelir, bundan kaçış yok. 

Not: Bu arada zenci kelimesini aşağılamak için kullanmıyorum, sırf konu BLM protestoları sırasında gündeme gelip de "Zenci diyenler siz ırkçısınız." diyen tiplere de aşırı kıl oluyorum. Türkiye Etiyopya'dan insan satın alıp onları şeker tarlasında çalıştırıp bu kişilere zenci demediği için zenci kelimesinin ırkçı ve aşağılayıcı bir yönü olmadığını düşünüyorum. 

Ayrıca diğer arkadaşlarımın eskiden batmayan davranışları bana artık batmaya başladı. Terlik giymiyorlar, giymedikleri gibi topuklarını vurarak dan dun yürüyorlar, kat inliyor. Bazı günler öyle uykusu çekiyorum, kafamda biri yürüyormuş gibi hissediyorum. Pis ayaklarını ortak alandaki masanın üzerine falan koyuyorlar bir de. Muhabbet falan hak getire, tüm iletişimimiz "sa" ve "as" şeklinde gerçekleşiyor. Dört kişi bir tuvaleti paylaşıyoruz. Beraber ders çalışmak için sürekli arkadaşlarını çağırıyorlar, onlardan biri de prostat mıdır nedir tuvalet hep dolu :)) Küçük sıkıntılar olsa bile bir süre sonra çekemiyor insan. 

Yine ev aramaya başladım...

7-8 ev gezdim bu sefer. Şu anki kaldığım ortak alanlı oda 867 frank (frank ~ $). 900-1000 franka stüdyo daireler var ama hepsi kutu gibi. Şu anki odamdan küçükler neredeyse. Evden çalışan biri orada kafayı yer. 1300 frank civarı biraz daha büyük, iki odalı daireler var ama onlar da hep eski binalarda. Gittiğim evlerden birinde mevcut kiracı "Üst kattaki çocuklar çok ses yapıyor uyuyamıyorum." dedi açık açık. Büyük ve modern veya müstakil evler ya şehrin dışında köyde ya da paylaşım gerektiriyor. Çık işin içinden çıkabilirsen.

Beğendiğim evleri not aldım. Sonra fark ettim ki aynı emlakçı yönetiyor bunları. İyi dedim, adamlara tercih listemi içeren bir mail attım, yerleştirme sonuçlarımı beklemeye koyuldum. Cevap yok. Telefon açtım. "Önce ziyarete gitmeniz lazım sonra dosyanızı gönderin." dedi. Ula o kadar çok daireyi nasıl ziyaret edeyim ben? Zaten neredeyse hepsi birbirinin aynısı. Ziyaret ettiklerimden de ses yok zaten. Tamam dedim, ziyaret etmeye son hız devam ettim. Yurdun yan binasındaki stüdyoyu ziyaret ettim, mevcut kiracı olan EPFLli doktora öğrencisine durumu anlattım "Bir sürü yer ziyaret ettim cevap yok adamlardan." vs. "Ya ilk gelen kapar mantığı yok, referans sistemi var. Ben seni refere edicem emlakçıya sıkıntı yok." dedi (Beni refere etmesinde başka bir sebep de çocuğun İranlı olması ve benim de ismimim üzerine muhabbet çevirip büyük Selçuklu ve İran medeniyetini övmem.) Mail attım emlakçıya, İranlı çocuğu c.c. leyip böyle böyle diye, dosyaları gönderdim. Teşekkürler dediler. Diğer gezdiğim neredeyse her yerde bu emlakçı tarafından işletildiğinden başka başvuru yapmadım her halde buraya yerleşirim diyerekten sadece İranlı elemanın eve başvurdum. 

1.5 hafta ses gelmedi. 

Ağustos 18 olmuştu, bir an önce yer bulup taşınmayı kesinleştirmem gerekiyordu ki kendi yurduma da geçebilecek birini bulayım. Yurt olsun ev olsun "Hadi ben gidiyorum allahaısmarladık." diyemiyorsunuz burada. Bizim yurtta en az 2 ay önceden haber vermek gerekiyor. Evlerde ise durum çok daha kötü, dört ay falan ve sadece eylülde çıkmaya izin veriyor bazı densizler. İki ay yok yere kira ödemek, 867*2*8.10 = 14,000 TL yok yere vermek.. çok para gördüğünüz üzere...

Şu an kaldığım yere yakın epey iyi bir ev bulmuştum fakat ev 130 metrekare ve 3 kişilikti. Yeni gelen Türk doktoralardan biri ev arıyordu (ve bulamıyordu), ona demiştim bu eve çıkabiliriz diye. Ama beraber çıkacak üçüncü kişi bulamadığımdan vazgeçmiştim. Sonra Türkçe konuşan Makedonyalı bir çocuk "Abi naber ben de ev arıyorum." diyince o evdeki mevcut kiracıya mesaj attım duruyor mu hala diye. Evet dedi. Zaten 3 kişilik olduğundan ve kira pahalı olduğundan (3100 frank faturalar dahil) talibi çıkmamış, çıkanlar da sonra vazgeçmiş. Yedekte dursun diye oraya da gönderdim. üç dört gün sonra mesaj geldi isteğiniz kabul edildi diye. Zaten tek başvuran biz olduğumuzdan fazla zorlanmamışlardır. Gittim evi gezdim, epey beğendim. Öbür dandik emlakçıya telefon açtım "Hala karar vermedik, tahminen perşembe veya cuma vermiş oluruz." dediler. Anlaşılan bunların bana ev vermeye niyeti yok diyip büyük eve yerleşme kararı aldım. 

Bundan bir önceki ev maceram abimin Çin'deki evindeydi (ailemin evine gidemedim epeydir) ve ev ortamını, o medeni yaşamı özlüyordum. Yeni evde her odada duble yatak vardı. Kocaman bitmek bilmeyen bir salon ve bir de çakma balkon. Kocaman bir buzdolabı, dondurucu, bulaşık makinesi, televizyon. Size saçma gelecek ama bunlar aşırı derecede heyecanlandırıyor beni :)

Fotoğraf paylaşayım bir kaç tane.





Gerçekten bu eve taşınınca kendimi mezun gibi hissedeceğim. Çünkü 7 senelik yurtta hippi gibi yaşama devri kapanacak.

Maalesef bu sevincim de kursağımda kaldı. Emlakçıya gittim, dedi depozito, ilk kira ve emlak haracı olmadan anahtarı veremeyiz dedi. Tamam dedim normal öderiz. Ama dedi bankadan hesap açtırman gerek depozito için. Direkt ödeme yokmuş. Kontrattaki diğer arkadaş karantinada Makedonya'dan geldiği için. Arkadaş bankaya telefon açtı, postayla hesap açtırma formu gönderin, hesabın açılması beş gün sürer demişler. Formu elden verip bir gün kazanmak için bankaya gittim. "Kontrattaki eleman burada değil, iki hafta sürer açılması." dediler. Adam bana bir hafta evsizsin diyor. Hayda. Mevcut kiracıya söyledim napacaz, o da "Ben emlakçıyla konuştum, hesap bir günde açılır diyorlar." dedi. "Ama kontratı bir ay erteleyebiliriz, o arada da kirayı ben öderim sen de kirayı bana ödersin." dedi. Tamam dedim öyle yapalım. Buna da emlakçı yanaşmadı kontratı çoktan imzaladık diye. "Sigorta yaptırsınlar." demişler. Sigorta için de bir yığın döküman hazırlamak gerekiyor ve üzerine zaten sahip olduğum parayı ödeyebilmek için 175 frank ödemem gerekiyor. Allah belanızı versin hepinizin! Eğer 31 Ağustos'ta depozito hesabı hala açılmamış olursa doğum gününde evsiz kalan ilk kişi olacağım. 

Sevdiğiniz Şeyi Yapmalısınız.. Ya Yapamıyorsanız?

Bilgisayar mühendisliği okurken de, şimdi araştırma yaparken de en büyük derdim işimi sevmem ama beceremem idi. Dördüncü sınıfa geldim. Hala bir tane makale basabilmiş değilim. Bu sene iki tane basacağım ve Twitter'daki çok önemli bir skandalı aydınlatmış olacağım diye kendime umut veriyorum. Ama bazen diyorum kendime ben bu işin üstesinden gelebilecek miyim, hele de tamamen tek başıma olunca? Kendi laboratuvarım olunca ne yapacağım?

Sevdiğim sporlar ve hobilerde de bu geçerli. Severek yapıyorum ama hepsinde berbatım. Kapadokya'ya gitmiştim oryantiring yapmaya (elde harita hedefleri bulma yarışması), iki yarışmadan birinde sondan ikinci olup öbürünü zamanında bitiremeyip diskalifiye olmuştum :) Eskrim'de üniversiteler turnuvasında Bilkent'i teslim edip, sadece bir maç kazanabilip dönmüştüm bir de kılıcı düzeltirken kırmıştım :) Daha bir sürü saçma sapan anı. Ama hala fırsat buldukça yapıyorum hepsini.

Bu konuda tam karantina öncesine denk gelen, o zamanlar beni acayip bunalıma sokan, şimdi ise çok geride kaldığı için gülüp geçtiğim, yazının geneline uymadığı için sona bıraktığım bir anımı anlatmak isterim.

Burada Alman yurt arkadaşım sağolsun dansa sardım. Rock, lindy hop, salsa, capoeira, disco fox, foro bir sürü dans denedim. En çok rock'ı sevdim, ona devam edeyim dedim. Lâkin partnerlerim beni ekti hep. Bir türlü devam edemedim. En son okulun spor arkadaşı bulma appine ilan verdim. Kimse gelmedi. Fakat orta seviye salsa partneri arayan biri vardı. Dedim rockçı bulana kadar salsadan yürüyeyim salsada öğrendiklerimi rocka uyarlarım. Bir sene önce 1.5 ay kadar gidip biraz öğrenmiştim zaten. İlanı veren kızla konuştum. Bir de şansımı deneyip "Ben orta seviye rock yapmak istiyorum aslında ona gelmek ister misin?" dedim. "Ben onu yaptım, ama ileri seviye rock için birini arıyorum istersen ona da gel." dedi. İleri seviye rock akrobasi öğeleri içeriyor. Kızın whatsapptaki resmine baktım. Bicirik bir tipe benziyor. Dedim olur yaparız bunu. Bizim rock hocasının kocaman göbeği var zaten o yapıyorsa ben de yaparım. Tamam dedim. 


Gittim ileri seviye rock sınıfına. Isınmaya başladık. Isınma da ne ısınma. Her danstan önce birkaç basit dans figürüyle ısınma yapılır, burada hoca şınav çektiriyo! Isınma bitti, bende dans edecek hal kalmadı. Bir yandan da etrafı kesiyorum iki metre boyunda kaslı erkekler. Bizim kız ortalarda yok. Sonra yanı başımdaki kız bana yaklaştı merhaba biz partneriz diye. Ama ne kız. Whatsapptakiyle alakası yok. Boyu benden uzun, hem fit hem balık etli. İçime doğru bir eyvah çektim dedim ben bu kızı nasıl kaldırıp akrobasi yapacağım? İlk hafta pek bir sıkıntı olmadı zaten çok kolay bir figür gösterdiler. İkinci hafta geldi. Hoca Fransızca bıdı bıdı yaptı bir şey anlamadım, önceki haftadaki hareketi yapıyoruz herhalde dedim. Kız havaya uçar gibi yapıyor ben de atıyormuş gibi yapıyorum. Yaptık. Sonra ikinci kez aynı şeyi yapacağız. Kız havaya uçtu sonra bir anda üzerime kondu. Beklemediğim için kızı tutamadım da, kız yerde. Neyse ki son anda tutundu da yere kafa üstü düşmedi. Kızdan bir on bin kere özür dilemişimdir, kız da kibarlık yapıp yok ya benim hatam sana çevirmeliydim ne yapacağımızı falan zaten önceki dans partnerlerimden alışkınım sen iyisin falan dedi kaç kere. Ama içinden temiz sövmüştür haklı olarak :) Bu anıyı sonra arkadaşlarıma "Rockta kız düşürdüm, havaya attım tutamadım düştü." diye salak salak sulandırarak anlattım belki biraz utanmam geçer diye ama ıı. Hala okul hayatımdaki en büyük rezillik olarak aklımın bir köşesinde yer alıyor. 

Maalesef salsada durum daha kötüydü. Hoca benim salsa hocamdan farklıydı ve farklı bir stil öğretiyordu. İlk derste de önceki dönem gösterdiklerinden birini patır kütür gösterdi hadi yapın dedi. Ben elimde kızla kalakaldım, "Hangi tuşa basarak dans ediyorduk." der gibi bakındım öyle. Kız üzülerek "Unuttun mu dans etmeyi :(" dedi. Ben: ":(" 

Artık haftada iki gün "Lanet olsun bugün de dans edemicez." diyerek dans kursuna gidiyordum stres içinde. Üçüncü hafta itibariyle salsayı evde çalışıp (bir ev ödevi olarak salsa) biraz toparlamıştım ama akrobatik rockta fena çuvallamıştım. Kız da durumun farkında "Ya biz Rock'ı beraber yapamıyoruz, arkadaşımla tek seferde yaptığımı senle yirmi seferde zorla yaptık, belki başkasıyla yapsan daha iyi olur. Salsa'ya devam edelim ama rock biraz sıkıntılı gibi sanki" diyerek kibar bir şekilde sorun sende değil bende ayarı çekti. Ben de üstelemedim tabii, aslında içimden sevindim de. Sonra kendini kötü hissetmiş olacak ki mesaj attı "Ben yine de geleceğim sen istediğin gibi yap." dedi ama kırdın beni bir kere gaddemmit. Ertesi hafta rock yerine hiphopa gittim. Fena değildi ama göbekle meksika dalgası yapma işini sevmedim. Sonra son salsamızı yaptık, korona patladı ve bu dava kapandı. O günden beri tek yaptığım dans capoeira. Ne güzel dans bulmuş Brezilyalı köle abiler partnerini pataküta dövüyorsun. Valla en iyisi :)

*

Benim 2020'm böyle geldi geçti. Bu yazıda fark ettim ki blogta "şu etkinliği yaptım bunu gittim." diye bilgi verecek yeni bir şey kalmadı elimde, en azından gençler için. Ama yapıp da hakkında henüz yazmadığım bir sürü şey var. O yüzden takipte kalın! Eheh.