2019 Kasım'da milletin iradesi tecelli etti ve oyların çoğunluğunu (16/18 oy) alarak İsviçre'deki Türk öğrencilerin sesi olan 108 senelik koca çınar Turquia1912'nin başına geçtim. Başkan olduğumu burada çıtlatmıştım ama nasıl başkan olduğumu (ve tam olarak neye başkan olduğumu) ve başkanlığım süresince neler yaptığımı (nasıl kendimi karantinaya alıp hiçbir şey yapmadığımı) bu yazıda uzunnnn uzun anlatacağım.

Başkanlığımın Kısa Tarihçesi

EPFL'ye başvurmadan önce (evet 4 sene öncesine gittim şu anda) ilgilendiğim EPFL lablarını inceleyip o lablarda bulunan Türk öğrencilere mail atmıştım. (Benim sizin gibi bir azimliyazarım yok, kendi azimliyazarımı taştan çıkarıyorum.) Elemanlardan biri benim gibi Bilkent mezunuydu ve mesajıma uzun uzun dönüş yapmıştı, adam samimi olarak ilgilenmişti bayağı. İsviçre'ye geldiğimde de "Ben İsviçre Türk Öğrenci Derneği Turquia 1912'nin başkanıyım, seni facebook grubumuza ekleyeyim." demişti, tamam demiştim.

Grup 1500 kişiydi. İçeride muhabbet daha çok soru cevap içeren bir duyuru ve yardımlaşma sayfası gibi ilerliyordu. Bir dernek olduğunu duymuştum ama sesi soluğu çıkmadığından pek farkında değildim. Ben geldiğim dönem başkan doktorayı bitirip mezun olduğundan başkanı değişti. Yeni başkan ikinci dönem tanışma toplantısı yapalım dedi, gittik. Benimle beraber o sene gelen altı bilgisayar müh. doktora öğrencisinden sadece ikisi tanışma yemeğine teşrif etmişti. Toplamda da 30 kişi falan vardı sanıyorum. Yani ilgi ve alaka düşüktü facebook grubundaki kuru kalabalığa göre. Ama çeşitlilik vardı, kalabalık tamamen EPFL öğrencilerinden oluşmuyordu, başka okullardan öğrenciler hatta büyükler falan da vardı. İnsan tanıma açısından iyi. Ama çoğu kişi birbirini tanımadığından öyle süper akıcı muhabbetler de gelişmiyor bu tip çevrelerde.

Neyse o akşam ki yemek fena değildi. Yönetim kurulundan bir eleman adam adam gezip üye toplamaya çalıştı. Üyelik için 10 frank istedi, bir şey değilmiş diyip üye oldum. (Bahane verip üye olmayanlara "Tüh cimriye bak." diye söylendim içimden ahah.) Daha sonra birkaç tane daha etkinlik organize ettiler (fazla değil). Ama ben işi gücü bahane ederek tembellik edip gitmedim. Zaten yurttakiler, doktoradakiler ve Erasmusçular sağolsun acayip geniş bir çevrem vardı, üzerine bir de Türk derneğinde de Türklerle takılmak fazla geliyordu.

Yeni başkan da doktora savunmasını verip mezun oldu. (Bu başkanın doktora savunması mükemmeldi, hayatımda yediğim en lezzetli yemekleri bu savunmada yedim.) Yine yeni başkana ihtiyaçları olmuştu. Dediler yönetim kurulu toplayacağız lütfen hepiniz gelin hem tüzük değiştirip EPFL kulübü olmaya çalışacağız. (EPFL'de Tunuslular, Yunanlılar, İranlılar kulüpleri falan var. Türk kulübü yok. Turquia1912 EPFL kulübü değilmiş meğerse, bu yüzden örneğin EPFL'de stand açamıyormuş veya oda kiralayamıyormuş.) Tamam dedim geldim. Tüzük değiştirmek için yeterli adam çıkmadı, hatta genel kurul için yeterli sayıyı bile zor çıkardılar. Genel kurulda yönetim kurulu "Dernek olarak şunları yaptık bunlara para harcadık, denetim kurulu hesapları kontrol etti gelir gider tablosuna baktı sekreterin yolsuzluk yaptığı ortaya çıktı adam çalıyor ama çalışıyor istek ve öneriler?" diye uzun uzun resmi olarak sunum yaptı (beni bayağı baydı). Sonra yönetim kurulu seçildi, 5 kişilik yönetim kuruluna hepi topu 5 aday çıktığı için oy birliğiyle yönetim kurulu onandı. 5 adaydan ikisi Bilkent'ten arkadaşımdı ve doktoraya o sene gelmişlerdi. "Hayrola siz niye derneği duyduğunuz gibi yönetime ortak olmaya karar verdiniz bu ne koltuk sevdası?" dedim. "İsviçre'de Erasmus öğrencisiyken Ayşe teyze çok yardım etti. Şimdi bizden dernekle ilgilenmemizi rica etti kıramadık." (Teyzenin ismi Ayşe değil tabii ama internette gizliliğe saygım sonsuz.) (Gerçi stalklayıp kolayca bulabilirsiniz tabii de neyse) Yeni başkan Cenevre'de doktora yapan bir ablaydı. İki tane yedek üyeye ihtiyaçları vardı, kimse çıkıp ben yedek olacağım biri sakatlanırsa girerim demedi, ben de dedim madem kimse yok ben olurum. Salonda bir alkış koptu, herkes cesaretimi övdü ve yiğitliğim İsviçre'de dillere destan oldu. İsmim barlara verildi ve insanlar adıma Feldschlösschen dolu bardaklarını kaldırdılar. Genel kurulun sonunda et döner verdiler, İsviçre'de yediğim ilk gerçek et dönerdi, herkes Almanya'dan donmuş olarak gelen iğrenç bir şeyi et döner diye satıyor. Öyle daha kârlı herhalde, çünkü bu et döner yapan abi de kapattı gitti, o et döner de Lozan'da yediğim son et döner oldu. Neyse bu da böyle bir anımdır.

Yeni yönetim kurulu da birkaç etkinlik yaptı. Kasım 2019'daki o malum güne kadar hatırladığım kadarıyla tanışma yemekleri, karaoke gecesi, Montrö noel marketi (buna gittim güzeldi), piknik, 19 Mayıs resepsiyonu düzenlediler, Bern büyükelçisi, Cenevre başkonsolosu vs. bir sürü sağlam adam geldi, konuşma yaptılar. Müzik gösterileri ve dans gösterileri oldu üyeler tarafından. Bu eğlenceliydi. Yemekler de güzeldi :d Lale festivali var bir de Ayşe teyze düzenliyor, yiyecek standı açıyor, Ebru sanatçısı falan çağırıyor, bizim dernek de yardım ediyor. Arada başka dernek ve işletmelerden mailler geliyor. Bir ara Nilgün Belgün gösterisine davet gelmişti gidip beleş izlemiştim güzeldi. 29 Ekim'de Cenevre başkonsolosluğu resepsiyon verip çağırıyor, sonuncusunda Mevlüt Çavuşoğlu ve Rus Dışişleri gelmişti. Ama baklavalar kötüydü. Yav düşündüm de pek etkinlik olmuyormuş harbiden, dolu gözüksün diye başka kurumların etkinliklerini yazıyorum. :d Yalnız yönetim kurulunun da hakkını yemeyeyim etkinlik hazırlamak kolay değil, Bilkent'te bu olaylara bakan bir adam var oraya gidiyorsun o adam kiralanacak salonu parayı her şeyi ayarlıyor, zaten salona da bakan biri var o da teknik konularda yardımcı oluyor. Burada her şeyi yöneticiler yapmak zorunda. Beş kişi kolay kolay yetişemiyor.

Ayrıca beş kişi kolay kolay yetişmiyor. Yönetim kurulundaki üç kişi doktora savunmasını verip mezun oldu. Diğer iki kişiden biri doktorayı bırakıp Bilkent'e döndü öbürü de kankası gidince "Ben olmak istemiyorum artık YK" dedi. Ortada YK kalmadı. Dernek mail attı "Arkadaşlar yönetim kuruluna girmek isteyen var mı?" diye. İsmail isimli bir arkadaştan yanıt geldi ben YK olabilirim hem ismim de uyuyor diye... böyt.

Dernek sahipsiz mal gibi ortada kalacak. Mail attım tamam ben ykya aday olurum. YK'dan biri bana mesaj attı "Ekibinle gelip aday olsana hem kendi ekibinle daha iyi anlaşırsın." Bunun meali şu: sadece ben mail atmıştım! Aldı beni bir ekip bulma telaşı. Hiç bir yakın arkadaşım topun altına girmek istemedi haklı olarak. Benim de pek bir isteğim kalmamıştı, ben sadece ekibe girip kalabalık yapmak istemiştim, tek kişilik dev kadro olmak değil?

Derken YK'dan bir mail daha: "Sevgili Azimlican ve Sencan (Sencan ne ola ki?) YK'ya başvurdunuz ama sadece siz başvurdunuz, dertsiz başınıza iş aldınız. Lütfen arkadaşlarınızla iletişime geçin, onlar da dertsiz başlarına iş alsınlar." Sencan mail attı selam Azimlican tanışalım ben Sencan, Zürih'te ETH'da mastır yapıyorum aslında ismim Sencan değil YK yanlış yazmış. falan diye. Yazı boyunca arkadaşın gizliliğini korumak için, değil, sırf trollüğüne Sencan diye çağıracağım kendisini. YK'dan da dernekten de umudu kesen "Kanka tanışarak bişi olmuyo adam lazım ama kimse gelmiyo." diye son derece hıyar bir cevap verdim. Sencan arkadaşımız bayağı motive biri ki önce "X arkadaşımı ikna ettim." diye mail attı, sonra "Y arkadaşımı da ikna ettim." dedi en sonunda "Z de tamam." dedi oha dedim. Adam kendi başına ekibi tamamladı. Tam bir liderlik vasfı var adamda. Yeni YK ile konuştuk, ETH'da makine mühendisliği, veri bilimi ve kuantum mühendisliği (o ne dediğinizi duyar gibiyim ben de bilmiyorum) mastırı yapan arkadaş ve Bilkent mezunu olup şimdi Zürih üniversitesinde moleküler biyoloji doktorası yapan bir abla.

Yalnız bir sıkıntı var, bizim derneğin merkezi Lozan'dı etkinliklere de genelde Lozan'dan az miktarda da Cenevre'den (bir saatlik yol) ve Nöşatel'den (bu da bir saatlik yol) birileri gelirdi. Zürih 2.5 saatlik uzaklıktaydı ve daha önemli gidiş dönüş tren bileti eğer haftalar öncesinden almazsanız ve özel indirim kartı da almadıysanız 160 frank idi. (bkz: oha) Dolayısıyla Zürih'ten pek gelen olmazdı. Bu yönetim kurulunun seçilmesi demek derneğin Zürih'e yollanması demekti. Dernekte öğrenci olarak değil fahri üye olarak bulunan İsviçre'ye yerleşmiş üyeler durumdan pek hoşnut olmadı. (Haksız sayılmazlardı, derneğe onca sene emek vermişlerdi.) Bazıları aynı önceki sene olduğu gibi daha önce İsviçre'ye yeni geldiklerinde yardım ettikleri kişilere rica ettiler YK'ya aday olmaları için ve bir anda Lozan grubu bir kişiden dört kişiye çıktı ve dört kişilik Zürih grubuna meydan okudu! Kendimi game of derneksin içinde bulmuştum bir anda.

Genel kurul zamanı geldi çattı. Zürihteki mastırcılardan biri izin alıp gelemedi mi ne oldu tam anlamadım, üç kişi geldi. Yedi aday vardı YK'ya. Lozan'daki YKcılardan biri yanıma oturdu "Abi bu genel kurul gergin geçecek bence." dedi. "Bakacağız." dedim. Harbiden de gergin geçti çünkü derneğin fahri üyeleri "Dernek tüzüğünde derneğin merkezi Lozan'dır yazıyor eğer yönetim kurulunun çoğunluğu Zürih olursa sıkıntı çıkar." diyip bombayı kurdu. Sonra bir yığın tartışma. "Gerekirse mahkemeye gideri... giden birileri olur." lafı bile geçti. Lozan'daki arkadaşlardan biri "Yav çoğunluk Zürih'te olsa ne olacak en kötü birini Lozan'da gösteririz." minvalinde bir çözüm önerisi sundu, bir başkası hemen "Hoppala Türkiye mi la bura?" diye reaksiyon verse de dernekteki öğrencilerin neredeyse hepsi Türkiye'den geldiği için "Aha bu bizden biri." dedi ve yapılan oylamada benle beraber en çok oyu bu arkadaş aldı sadece bu sözüyle. (Zaten dernektekiler ben hariç diğer adaylardan hiçbirini tanımıyordu ahaha.) Neyse oylamada da üç Lozanlı (biri EPFL'de mastır öbürü UNIL'de mastır biri de ben zaten) iki Zürihli seçildiğinden mesele tatlıya bağlandı. Seçilemeyen Zürihliyi de il temsilcisi / Zürih valisi olarak atadık.

Genel kurul sonunda da bir toplantı yaptık dedik başkan kim olsun. Dediler sen ol. Ben de tamam dedim. :d

Netvörking

Derneğin ortada kalmasına vicdanımın el vermemesi dışında başkan olmamın birkaç tane de yan amacı (side quest) vardı. Bunlar özetle:
- Networking yapmak
- Networking yapabilme becerileri kazanmak.
- Başkan olma başarımını edinmek. (Achievement unlocked)
- Burada başgan oldum ben diye hava atmak.
- Devamı gelmeyeceğini bildiğim için normalde yapmayacağım, ama işim dolayısıyla tecrübe edinmemin iyi olacağını Facebook, Instagram gibi sosyal medya sayfalarını yönetmek, Youtuberlık yapıp "Kanalıma hoşgeldiniz arkadaşlar." diyip insanları gıcık etmemeyi başarabilmek. (Bilmeyenler için işim özetle sosyal medya verisi analizi.)

Networking üzerine kısa bir özet giriyordum ki baktım yazının kendisinden uzun olmaya başladı, dedim ona ayrı yazı yazayım. Networking "İşle alakalı çevre edinmek" yani özetle bir gün lazım olur diye işle alakalı birilerini tanımaktır, onlarla bağlantı kurmaktır. Torpille karıştırılabilir, torpil değildir. Bağlantılarınızı yine liyakat esasına göre kullanırsınız. Bir iş için birini bulmak o kadar kolay değildir, googlelayamazsınız, veya googlelayıp bulamazsınız. O yüzden ne kadar çok kişi tanırsanız o kadar iyidir. Bunu da taşınarak yaparsınız. (Linkedin'de ekleyerek değil.) Sonra kendi tecrübelerimle anlatacağım ama merak eden bu yazıyı okuyabilir:  https://eksisozluk.com/entry/19671619

Üniversitede çokça networking yapmışlığım vardır, beraber Çince dersi aldığım, o sene Bilkent EE'yi 4.0'la bitirip McKinsey'de yönetici olan abiden (en enteresanı bu olduğu için hep bu abiyi örnek veriyorum farkındayım) exchange'deyken yazıcı sırasında tanışıp kanka olduğum sonra bana Berlin'de evini açan Singapurlu'ya kadar. (Bu yazıcı reis de enteresan)  Eskişehir'e Live Action Role Play yapmaya gittiğim için epey bir Eskişehirli tanıyorum, kızları falan çok güzel Eskişehir'in. Ama bu networking olayı üniversitedeyken doğal olarak gerçekleşiyordu.  (Doğal gerçekleşmeyen networking yapanlar da vardı ama genelde iş için değil eş için yapıyorlardı.) Beraber bir aktivite yapıyorduk, aktivite sonrası hem aktivite üzerine konuşuyorduk, hem aktiviteyi yaparken karşıdakini az buçuk tanıyıp buzları erittiğimizden tanışmak kolay oluyordu. İş dünyasına girince olay değişti. Tanışmak durumunda olduğumuz kişilerle yaptığımız aktivite aynı mekanda bulunup aynı havayı solumak, aynı beleş çayı içmekti hepi topu. Biriyle tanışıyor olmanın amacı biriyle tanışmış olmak. Çok yapmacık geliyor. Sevmiyorum networkingi.

Dernek başkanı olmak aktivite düzenleyip diğer öğrencilerle keyifli vakit geçirmek kadar dernek başkanı sıfatıyla İsviçre'deki öbür derneklerin yöneticileri ve Bern büyükelçisi, Cenevre başkonsolosu vs. önemli devlet adamlarıyla tanışmayı içeriyor. Bu tanışmalar hem networking becerisi gerektiriyor hem de başlıbaşına networking. Networking becerileri malesef evde kişisel gelişim kitabı okuyarak geliştirilemiyor, çıkıp networking yapıp yaparak öğrenmek gerekiyor. Niye böyle networking diye sayıklayıp duruyorsun diyebilirsiniz. Malesef akademide tüm aktiviteler (konferanslar, sempozyumlar, özel konuşmalar vs.) birer networking aktivitesi. Networking yapmayacaksanız gitmenin çok bi anlamı yok. Ama makale bastığınız konferansa gitmeniz gerekiyor? Yani elinde sonunda o networking yapılacak. Ayrıca akademi çokça networking gerektiriyor ki başkalarıyla işbirliği yapabilesiniz. İş birliği projeleri kolaylaştırıyor. Yine uzatıyorum, özetle networking iyi akademinin otuz iki farzından biridir, diğer farzları önümüzdeki otuz bir yazıda inceleyeceğiz yazılardan haberdar olmak için bloga abone olun.. ne diyorum ben.

Dernek başkanı olarak networking ziyaretlerine başladım. Öncelikle BİTDEFE yani Batı İsviçre Türk Dernekleri Federasyonu (aslında bu başkan olmadan önce eski YK'yla gittiğim ama anlatayım yine de) genel kuruluna gittim. Bu dernek Turquia1912, Galatasaray Mezunları Derneği, Mudonlular derneği vs. Mudon neresi diye Google'da arattım karşıma köy manzaraları çıktı. İnekler felan var. Buraya dernek açmak kimin aklına geldi? Neyse BİTDEFE'de bu derneklerin çatı derneği. Hepsine hükmedecek tek bir dernek.

Genel kurulun yaş ortalaması beklediğimden çok fazlaydı, yaşları büyükten küçüğe sıralasan 55'den 28'e ani bir düşüş var. İsviçre'de 1970-90 arası doğan gurbetçi nesil ne yapmakta? Kafamda deli sorular.

BİTDEFE'nin kurucusu Celâl Bayar'ın torunu Celâl Bayar imiş. Aynı bizim genel kurulda olduğu gibi başladı derneğin aktivitelerini sunmaya Celâl Bey. Tabii "Tanışma yemeği yapıp geyik çevirdik, Karaoke gecesi yapıp rakının dibine vurduk." falan yok bu sefer. Dernek Türklere ve Türkiye'ye hizmet eden ciddi bir dernek. Ama "İsviçre'de açlık sınırında yaşayan Türklere yardım yaptık." tarzı bir hizmet de yok çünkü burada öyle dertler yok. Hal böyle olunca toplantı boyunca BİTDEFE'nin İsviçre'deki Ermeni ve PKK lobileriyle didişmelerini dinledik. Perinçek davası gibi olaylarda canla başla çalışmışlar. Burada Celâl Bayar'a bir parantez açmak isterim, Osmanoğullarının bazıları gibi Türkiye'deki siyasi olaylarla ilgili demeç verip mağdur sıfatıyla prim kasabilecekken burada İsviçre'de sessiz sedasız Türkiye'nin imajını korumak için çalışıyor. Google'da "Celâl Bayar'ın torunu Celâl Bayar Jr." diye aratırsanız kendisiyle ilgili tek alakalı sonuç herhalde bu yazı olacaktır. İşte namuslu insan modeli.

Celâl Bey icraatleri saydı saydı en sonunda her dernek genel kurulunda olduğu gibi "İstek ve Öneriler?" diye sunumu bitirdi. Katılanlardan biri çıktı kalabalığa seslenip "Bence artık öneri konuşmayalım döneri konuşalım." dedi. İçime doğru muhahaha diye güldüm. Sonra da Renens'da yediğim birinci, İsviçre'de yediğim ikinci ve son (valla bu son) et döneri yedim. Bu da bayağı lezzetliydi. Hatta döneri bitirdim arsız gibi ikinci turu döndüm.

O gün sıfır kişiyle tanışarak networking becerilerimi konuşturdum ahaha. Galatasaraylılar derneğinden bir abi geldi benle tanıştı, ismi Gün Arun'muş. Sonradan öğrendim ki kendisi Özdemir Asaf'ın oğluymuş. Görüldüğü gibi ego sıfır adamda. Bu arada Galatasaray mezunları derneğinin başkanı da oradaydı, Lindy Hop sınıfından tanıyordum :d (Lindy Hop sınıfında networking yaptım evet.)

Başkan olduktan sonra Bern'den davet geldi. Eski AB Bakanı ve şimdi Dışişleri Bakan Yardımcısı Faruk Kaymakcı Bern'e gelmiş. Dernek yönetim kurullarını çağırdılar sorularını sorsunlar diye. Benim sorum yoktu da dernek başkanı sıfatıyla gittim saymanı da alıp. Diğer dernek başkanlarının sorularını dinledim. Bir çoğuna reaksiyonum "Başka derdiniz yok mu birader." oldu. Bayağı bir muhabbet geçti buraya yazmam etik olmadığı için yazmıyorum ama genel olarak bakan yardımcısının cevabı "Buradaki sisteme entegre olmaya çalışın." minvalindeydi. Adam haklı. Bu arada Bern Büyükelçiliği binası da acayip cafcaflıymış. Ama soru cevabın sonunda et döner vermediler küstüm. (Tavuk döner de vermediler) (Döner vermediler) (Halbuki Bern'e tren bileti on franktı, on frank daha koysam bir porsiyon iskender yerdim.) (Yazı iyice laubalileşti büyükelçi falan okumaz inşallah.)

Bundan sonra Mart ortası gibi (karantinadan hemen önce) YK olarak Cenevre'de toplandık ve Cenevre'de önemli kim varsa ziyaret etmeye başladık. Cenevre Başkonsolosu, Ayşe Teyze, BİTDEFE Başkanı Celâl Bayar vs. Bu ziyaretlerde şöyle bir sıkıntı; zaten sabah erken kalktığım için kahve içip gelmiştim, her gittiğimiz yerde de misafirperverlik yapıp Türk kahvesi ve su ikram ettiler. Ben de "Beleş ve ekstra bir gıda." diyerek hepsine atladım. Sonuç olarak nereye gitsek muhabbetin ortasında tuvaletim geliyor, ben de tutmaya çalışıyorum kendimi sıkarak muhabbet bitene kadar. Muhabbet de bitmiyor :)) İnsanlar "Başkan reis sıkıldı galiba." diye geriliyor onların gerildiğini anlayıp ben daha da geriliyorum. Bu ziyaretlerden edindiğim networking dersi de her kahveye atlamamam gerektiği oldu :d

Biz YK toplamaya çalışırken kaşla göz arasında EPFL'de bir grup lisans öğrencisi biraraya gelip Turcopoly diye öğrenci kulübü kurmuş hatta EPFL'den akreditasyon almış. Hatta tanışma toplantısı yapmışlar beni de çağırmamışlar. Dedim noluyoruz bize rakip çıktı. Kulübün başkanını tanıyordum, programlama seminerlerinden birinde tanıştığım Galatasaray lisesi mezunu bir lisans öğrencisinin arkadaşıydı ve aynı zamanda ben Çin'deyken evimi kiralayan bir başka Galatasaray lisesi mezunun arkadaşıydı. (Amma networking yapıyorum he.) Mesaj attım selam seni tanımak istiyorum yiğidim diye. Olur tanışalım diye cevap verdi anında. EPFL'de buluştuk. Tahmin ettiğim gibi sempatik ve girişimci biri çıktı. "Tanışma etkinliği yaptık, Türkiye'den gelen lisans ve yüksek lisans öğrencilerin listesini alabildik ama doktoralarınkini alamadık." diye neden beni çağırmadığını da gerekçelendirdi. Arada beraber etkinlik yaparız falan dedik ayrıldık. Bu kulübün açılması iyi oldu çünkü öbür türlü tüzük değiştirip EPFL'den akreditasyon almam falan gerekecekti. Ayrıca kulüpteki lisans öğrencilerini yemekhaneden tanıyordum (yemekhanede masa masa dolaşıp networking yapıyorum) bizim dernekteki yaşlı başlı doktoralarla takılmak istemeyebilirlerdi gayet. Ayrı bir kulüp kurup kendi aralarında takılabilmeleri gayet iyi olmuş.

Cenevre'deki öğrenci derneğiyle irtibata geçmeye çalıştık kaç kere ama bizi sallamadılar. Tipimizi beğenmediler galiba.

Okulun açıldığı hafta Lozan'da derneğin geleneği olan tanışma yemeğini düzenledik. Bu tanışma yemeğine otuz beş kişi katıldı ki bu rekor. Mekana zor sığdık. Mekanın sahibi de ne yapacağını şaşırdı gelenleri kapıdan göndermeye başladı. Instagramda falan story attılar "Restoranımız dolup taşıyor." diye mutlu oldular insanlar.  Mekanı yeni devralmışlar. (Şanssızlık bu ya bir ay sonra korona yüzünden kapatmak zorunda kaldılar.) Mekanı doldurduğum için beni sevdiler "Senin yemek bizden olsun dediler." :D

Haliyle bu dernek adına verimli bir etkinlik oldu ama benim adıma olmadı çünkü gelenler zaten benim EPFL'de okuyan arkadaşlarımla benim EPFL'de okuyan diğer arkadaşlarımdı? Arkadaşlarımı arkadaşlarımla tanıştırdım. Tanımadığım dört beş kişi falan vardı hepi topu. Onların da bazılarıyla tanışmışım da sonra unutmuşum. Masa masa gezip insanları derneğe üye yapmaya çalıştım. Tabii insanlar benim dilenci gibi dil döküp 10 frank ateşlemelerini istememle ikna olmuyordu. Hatta "Ne 10 frankı ben öğrenciyim." diye bahane edenler oldu 0_0 Yine de 5 kişiyi üye yapmayı başardım o gün.

Yalnız bir sorun vardı genel kurula başkanlık yapan abi hala kurul tutanağının ıslak imzalı versiyonunu bize teslim etmediği için derneğin banka hesabı bizde değil. Dolayısıyla üyelerden gelen üyelik ücretini cebe attım direkt. Bir 60 frank kaldırdım o gün (Bir kişiden 20 frank aldım öğrenci değil diye :d) Dernekteki ilk yolsuzluk yapan başkan olarak tarihe geçtim.

Dernek için instagram hesabı açıp o gün çektiğim fotoları attım "Fotolarınız elimizde görmek için sayfamızı takip edin." dedim. Malesef hepi topu 60 kişi takip etti, 1500 kişilik Facebook grubu diye övünüyoruz. Hayırsızlar :d

Sanal Dernek

Babamla dernek bu banka hesabı mevzularını vs. konuşuyorduk, sormuştu derneğin evrakları vs. nerede diye? Ben de "Google Drive'da" yanıtını vermiştim.

"Derneğin bürosu yok mu?"
"Yok, banka hesabının verileceği adres benim yurt odam."
"Allah Allaaaaah sanal alemde dernek olduğunu ilk defa görüyorum."

Biz konsolosu vs. ziyaret ettik iki gün sonra okuldu dönerciydi vs. her şey kapandı. Yalnız süper marketler, postaneler, tren garları ve tabii hastaneler açıktı. Dernek harbiden de sanal dernek olmuştu.

Tüm etkinlik planlarım yatmıştı. Ama güzel haber, oturduğum yerden başkanlık yapıyordum. Zaten dışarısı virüs kaynıyordu. Youtube kanalı açma planım vardım. Onu hayata geçirdim. Yakın arkadaşlarımdan biriyle İsviçre'de yazılım mühendisliği üzerine konuştum. Bir de derneğin eski başkanlarından biriyle Coronavirüs ve aşı vs. olaylar üzerine bir söyleşi yaptım..

Dernek 19 Mayıs Resepsiyonlarını düzenliyor demiştik. Bunun için BİTDEFE bizim için salon rezervetmişti (beleş). Nisan sonuna doğru anladım ki bu resepsiyonu yapabilmek için mucize lazım, dedim iptal edelim. Arkadaşlarım da aynı şeyi düşünüyordu. Mayıs başı gibi İsviçre yavaş yavaş açılmaya başladı fakat yine de böyle bir etkinlik yapmak için bürokrasiyle uğraşacaktık ve yapsak bile kim gelecekti? Ben kendim gelmezdim.

Onun yerine (biraz da beleş Tayvan tatili için katılacağım konferansın online olması ve oradan edindiğim tecrübeyle) bir "online resepsiyon" yapma kararı aldık. Önceki resepsiyondan farklı olarak daha çok konferans havasında geçecek, konuşmacılar olacak, aralarda da müzik dinletileri yapacaktık. Konuşmacıları Zoom'a toplayıp sonra Cüneyt Özdemir stayla youtube'da canlı yayın yapacaktık.

Konuşma yapmak için adayları aramızda tartıştık. Zaten 19 Mayıs Resepsiyonuna Emrah Safa Gürkan gibi favori tarihçilerimi getirip derneğe prestij kazandırmak hem de bu bahaneyle onlarla tanışmak gibi sinsi planlarım vardı. Hatta konsolos beye bu planı açıp "En kötü eniştemi getiririm Balıkesir Üniversitesi'nde prof. doktor. Ama eniştesine torpil geçip Lozan tatili yaptırmış demesinler?" diye sorduğumda "Arkadaşlar bunlar bağlantı işi." demişti haklı olarak. (Yine geldik networkinge) Şimdi iş biraz daha kolaydı, konuşmacılar sadece belirtilen saatte zoom linkine tıklayıp konuşup gideceklerdi.

Cenevre başkonsolosu açılış konuşmasını yapardı. Konuşma için bu yazıda önceden bahsettiğim Galatasaraylılar derneğinden Gün Arun'a sorduk ilk, hemen kabul etti. Yönetim kurulundan bir arkadaş Galatasaray lisesi mezunuydu "Ben onla konuşacak bir şeyler bulurum." dedi. Tamam dedik.

Sonra popüler bilim / kültür / füturizm konusunda konuşan biri olsun, Serdar Kuzuloğlu veya Ufuk Tarhan olabilir diye bir fikir geldi. "Biz sadece bir soru sorsak devamını çok rahat getirirler konuşma konusunda tecrübeliler. Yalnız biraz tuzlu olabilir." dedi arkadaş. Tamam dedik bir soralım da. Ufuk Tarhan'ın ajansına mail attı arkadaş, hemen geri döndüler ve tak diye kabul ettiler. Para lafı geçmedi hiç. Şaşırdım çünkü Instagram'da 60 kişilik takip sayısıyla epey bir sönük görünüm veriyorduk. Derneğin 100 senelik tarihi ve Cenevre banşkonsolosluğunun destek vermesi prestij getirdi. Her şey takipçi sayısı değil demekki :)

Böyle olunca Serdar Kuzuloğlu'na yazmadık. Bir de ben "Bir tane sporcu olsun spor bayramı değil mi?" diyip Hakan Yakın'a, daha doğrusunun onun hiçbir sosyal medya hesabı olmadığı için onun kurduğu futbol akademisine yazdım. Cevap vermedi ibiş. Euro 2008'de milli takımımıza gol atmayı pek iyi biliyordu ama.

Bern'deki toplantıda dışişleri bakan yardımcısıyla tanışmıştık, kartını vermişti. Toplantıya benle katılan arkadaş mail attı selam ben x Bern'de tanışmıştık falan diye. Sallayan olmadı. Cenevre başkonsolosu ile toplantı yaparken dedik o da gelsin "Ben iletişime geçeyim." dedi. "Bern büyükelçisini de çağıralım, bir de benim bir tanıdığımın kızı Youtuber, bir sürü takipçisi var. Cenevre'de yaşıyor. Söyleyeyim o da konuşma yapsın." dedi. Tamam dedik ne güzel. Araştırdık, makyaj videoları çeken bir kız çıktı karşımıza. İnfluensırmış. Napacağız bu influensır arkadaşla diye işi acayip geyiğe vurduk Allah affetsin. Kızı instagramdan takibe aldık (üç tane arkadaşım takip ediyormuş, hepsi kız. Benim de takip ettiğimi görünce ne düşündüler acaba :)) canlı yayınlarını falan dinledik. Oradan hareketle birkaç soru hazırlayıp kızla tartıştık. Kızın influensırları otellere götürüp otellerden para aldığı bir ajansı varmış. Dedik onun hakkında bilgi versin, youtuber'a nası düşmüş onu anlatsın, Türk turizmi üzerine konuşsun vs. He kendim backpacker biri olarak Türk turizmi üzerine konuşsam kızın söylediklerinden çok farklı (ve zıt) düşünceler içeren bir konuşma yaparım da. neyse.

Frizbi takımında tanıştığım (networking yaptığımı söylemiş miydim?) bir arkadaşım İsviçre'nin İtalyanca konuşulan bölgesinde müzik okulunda mastıra başlamıştı. Ona yazdım sen bizim için müzik yapar mısın diye tabii dedi. Konuştuk onla. Bizim için bayağı proydu, tüm marşları flütle çalabiliyordu. Youtube'da canlı yayın açıp prova yaptık. Enteresan bir şey oldu, Youtube canlı yayını ortasında kesti. Arkadaşım flüte arkaplan müziği olsun diye İstiklal Marşı açmıştı ve Youtube bunu yakalayıp telif hakkı diyip yayını kapatmıştı. Bu çok büyük bir sıkıntıydı çünkü törende İstiklal Marşı açmam gerekecekti.

Son olarak EPFL'deki Türk kulübünün başkanıyla iletişime geçip onu da kattık olaya. O da Yüksek Sadakatin eski solistine yazmış o da tamam gelirim demiş. (Habire solist değiştiren grubun isminin de Yüksek Sadakat olması müthiş bir ironi.) Eski solist de Selçuk Sami Cingi (kel adam değil), hepimizin "bir kart atarım Mekke'den ya da Kudüs'ten" dizeleriyle bildiğimiz hacı abi. Onla da bir Zoom görüşmesi yaptık. Konuşmanın ortasında "Abi aman yalnız başka bir yerden fon müzik oynatma telif yiyoruz." Adam şaşırdı "Ne münasebet canım kendi müziğimi çalacağım." dedi. Tamam dedik.

Bir de Zürih il temsilcimiz bizi kırmadı canlı müzik yaptı :) Kendisine buradan selamlar.

3-4 konuk hesap ederken bir anda 7 konuğumuz olmuştu ve bazıları da okkalı konuklardı. Bunun için Instagramdan iyi bir reklam yapmalıydık. Ayrıca bunu kullanarak Instagram ve Youtube'taki kullanıcı sayımızı arttırabilirdik.

Fakat ortada yine bir sorun vardı. Instragram hesabını açtıktan sonra telefonum bozulduğu için Instagram hesabına erişimimi kaybetmiştim. Şifreyi hatırladığımı düşündüğüm halde Instagram yeni telefondan girdiğimi görüp benim ben olmadığımı düşünüp girmeme izin vermiyordu, illa mail adresinden şifre sıfırlamamı istiyordu. Fakat Instagram açarken mail adresini .org yerine .com olarak girmişim? Dolayısıyla şifre sıfırlayamıyorum. Oha ya bu kadar leş bir website dizaynı olur mu. İyi o zaman ben olmayan maillere hesaplar açıp beğeni kasayım? Gerizekalılar ya. Kaç kere mail attım, hiçbir cevap gelmedi. Hesaptan umudu kesmiştim artık ama "Malım hesabı kaybettim onun yerine şu yeni hesabı beğenin." diye duyuru yapamıyordum da.

Dahiyane çözümüm .com alıp sırf Instagram hesabı için belirttiğimiz maili gerçekten açmak oldu. Böylelikle kurtardık hesabı. Yalnız hepi topu 60 takipçiyle hesap hala kuş gibi gözüküyordu. İş başa düştü, yazdım kendi kişisel Instagram hesabımdan "Arkadaşlar bi el atın şuna." diye. Yakın arkadaşlarım ve beni azimliyazardan tanıyan vefalı okuyucularım sağolsunlar bir takibi esirgemediler. Kendilerine buradan çok teşekkürler. 100'e tamamladım hesabı bu sayede. (Resepsiyondan sonra 160 oldu.)

Afişler yapıp döşemeye başladık. Ufuk Tarhan ve Faruk Kaymakcı sağolsun afişimizi paylaştı. Fakat Youtuber arkadaşımız paylaşmadı. Paylaşır mısın dedik geçişti. Ya sabır.

*

Önceleri "kolay ya" diye küçümsediğim bu iş için bayağı uğraştık. Gece gündüz toplantı yaptık. Whatsapp grubumuzda her akşam bir Zoom linki peydah oluyordu, sorgusuz sualsiz giriyorduk artık. En zor kısım programı ayarlamaktı. Normal bir resepsiyonda herkes salonda bulunur sırası gelen geçer konuşurdu. Burada yayın beş dakika kalsa sıkıntı çıkacaktı. Eğer konuşmacılardan biri geç kalırsa aramızda bir şekilde top çevirmemiz gerekiyordu. Gece gündüz bunun felsefesini yapıyorduk. Hepi topu 30-40 kişinin izleyeceği bir yayın için bu kadar uğraşıyoruz diye de üzülüyordum.

Arkadaşlarım konuşmalarda moderatörlük yapıp soru falan soracaktı. Ben ise başkan olduğum için sunuculuğu ve açılış konuşmasını üstleniyordum. Fakat hiç böyle bir tecrübem yoktu, ayrıca çok hızlı konuşuyordum ve diksiyonum kötüydü. Bilgisayarcı olduğum için teknik işler de beni bekliyordu. Kendi kendimin hem Cüneyt Özdemiri hem Kenanı hem Alex de Souzası'ydım.

Youtube'ta canlı yayın yapabilecek miyim hiçbir fikrim yoktu. Youtube provalarımı nedensiz yere kapatıyordu uygun olmayan içerik diye. Şerefsizler hiçbir neden belirtmiyordu başka. Törenin ortasında yayını hop diye kapatırlarsa ne olacaktı?

İstiklal marşının telif sorununu çözmek için İstiklal Marşı telifsiz diye arattım. Buldum bir tane. (Epey de bir troll İstiklal Marşıyla karşılaştım, telifsiz olsun diye acayip acayip düzenlenen, distort edilen İstiklal Marşı versiyonlarıyla) Saygı duruşu normalde yapmayacaktık absürt diye (bence öyle) ama siyasi bir mesaj vermemek adına başkonsolosun da önerisiyle son anda yapma kararı aldık. Bir de onun için marş bulup provalamam gerekti. Bir tane bulup iki kere provaladım.

Normal youtuberlar gibi önce canlı yayın linki çıkarıp sonra o linke bağlanmayı denedim. Zoom bunu yapabiliyor. Ama nedense bir türlü olmadı. Neyse bu da eksik kalsın, dinleyecek kişi youtube kanalına girip videoyu bulabilir herhalde dedim.

Salı günü yayından on beş dakika önce bir prova daha yaptım ve youtube yine neden göstermeksizin kapattı yayınımı lanet olasıca. Dedim neyse marşı boşver sadece İstiklal marşıyla çıkayım.

Online Törene Hoşgeldiniz



Yayına beş dakka kalmıştı. Katılımcılara verdiğimiz zoom linkine girdim. Bir anda kendimi Bern büyükelçiliğinden, Dışişleri bakanlığından, Cenevre başkonsolosluğundan takım elbiseli adamların karşısında buldum. Ufuk Tarhan da gelmişti, gerçekten törendeymiş gibi şık giyinmişti ve arkaplanı Türk bayrağı yapmıştı. Bayağı ağır bir ortam vardı içeride. Bern büyükelçisinin koruması "Ben şimdi laptopu elçi beye vereyim mi napayım?" diye sordu (adamın bakışı korkutuyor beni, daha önce de görüp korkmuştum) Ne söyledim hatırlamıyorum elim ayağıma dolanmıştı. Ama koruma abi götürdü laptopu büyükelçiye. Kendimi toparlayıp birifing verdim "Hepiniz kameranızı kapatın ben sıranız gelince sizi alacağım." tam bir sunucu gibi konuştum. Tamam dediler, hepsini susturup kameralarını kapattım.

Yayını açtım. Açtım ama önce insanların gelmesini beklemem gerek. Youtuberlar gibi "La geldiniz mi hadi doluşun bekliyorum dur Twitter'dan da duyurayım yayın başladı diye." de diyemiyorum. Protokol icabı "Sayın Bakan yardımcım" diye girmem gerek. O yüzden kameramı açamadım.

Şimdi herkesin kamerası kapalı olduğu için ekranda sadece (ne alakaysa) büyükelçinin ismi gözüküyordu. Ve adamın soyadındaki Türkçe karakterler yıldızlanmıştı küfreder gibi. Acilen duruma müdahale etmeliydim, bilgisayarımda Türk Bayrağı yerleştirip ekranımı paylaştım. Bir yandan da canlı yayın linkini oraya buraya gönderiyorum arkadaşlar başladık gelin hadi diye.

5 dakka falan oldu, arkadaşlarım dedi tamam gir. Açtım kamerayı girdim. Girip girmediğimi yan tarafa açtığım ikinci bilgisayarımdan kolaçan ediyorum. Kendimi görene kadar gene lafa başlamadım, mal mal etrafa bakındım çünkü 20 saniye gecikme var. O ara stresten derin bir offff çekmişim ki tam rezalet.

Tam yayına gireceğim başkonsolos bey nedense kamerasını açtı. Onu kapatıp gönderdim ve nihayet yayına girdim. Kameraya bakarmış gibi yapıp bilgisayarıma yazdığım metini okuyorum. İki üç cümle okudum hepiniz hoşgeldiniz dedim, dedim yan bilgisayarda benim konuşmam açıldı son sesle, sesi açık unutmuşum. Onu kapattım. Sonra yarım saat kaldığım yeri aradım ve okumaya devam ettim. Yahu yayına gireli bir dakika oldu gaf üstüne gaf.

Düşünün, 19 Mayıs Bayramı töreninde salonda seyircisiniz. Salonun ışıkları kapalı. Beş dakika sonra açılıyor. Sunucu kürsüde bekliyor, size boş boş bakıyor. Hiçbir şey demiyor ama. Sonra mikrofona kocaman offfluyor. İyi oflamış mıyım diye sesi dinliyor ve konuşmaya başlıyor. Ses yankı yapıyor gidiyor hoparlörü kapatıyor sonra dönüyor kağıttan okuduğu kısmı arıyor devam ediyor. Tam bunlar oldu :D :D :D

Programlama başlamadan önce saygı duruşu ve İstiklal marşı dedim, ekranı kararttım. Saygı duruşu marşını oynatamadım, İstiklal marşını da üç buçuk atarak oynattım. Sonra geri dönüp konuşmaya devam ettim. Derneğin tarihçesinden bahsettim bir dakika. Derneğin kurucusu İtalyan yük gemisiyle İsviçre'den Türkiye'ye kaçak olarak gelip Kurtuluş Savaşı'na katılmıştı, bundan bahsettim. Sonra Cenevre başkonsolosunu davet ettim, kendi kameramı kapatıp kendimi susturdum.

Başkonsolos bey epey jenerik bir konuşma yapıp sırasını saldı. Sonra Bern büyükelçisi geldi ve o da bir konuşma yaptı. Kopya çekmeden güzelce konuştu, bizim derneği de övdü. Teşekkür ettim.

Sonra Bilkentli arkadaşımın diğer müzikçi arkadaşlarıyla bizim için hazırladığı marş coverlarını oynattım. Zoomda çok iyi gözükmüyordu ama yapacak bir şey yoktu. En azından Ufuk Tarhan beğenmişti ki story çekip atmıştı. Arkadaşıma bağlanıp teşekkür ettim.

Ardından Dışişleri Bakan yardımcısı girecekti ama önceki toplantısı bitmemişti (bunu başkonsolos bey önceden haber etmişti neyse ki) bu yüzden Gün Arun sohbetini öne aldık. Tabiri caizse adamı apar topar yayına çıkardık yedek oyuncu gibi. Gün Arun sohbetine iki Galatasaraylı arkadaşı yerleştirdik. Epey stresli olduğumdan ve bir şey yönetmekle veya whatsappta konuşulanlara bakmakla uğraştığımdan konuşulanları pek dinlemedim. Yalnız yayından birine whatsapptan habire mesaj geliyordu. Kim bilmiyorduk. El mahkum ses kesilsin diye yayındakileri Whatsapp grubundan attım :d Kesilmedi. Sonradan öğrendik ki Gün abiden geliyormuş. Hazırlıksız yakalandığı için sekmeleri kapatamadan yayına girmiş.

Yönetmenlik / teknik destek işi gerçekten zordu, aynı anda hem milletin kamerasını açıp kapatmaya çalışıyor hem de konuşmaya yelteniyordum bunu yaparken de el-ağız koordinasyonunu sağlayamadığım için bol bol dilim sürşüyordu. Bakan yardımcısının ismini yanlış telaffuz etme, devlet adamlarına sayın diyip diğer konuklara sayın demeyi unutma gibi bir sürü aptal hata yapmıştım. Ayrıca bakan yardımcısına bakan yardımcımız mı bakanım mı diyeceğiz hala bilmiyordum (hatta hala bilmiyorum.) Umarım tecrübesizliğime verirler.

Sırayla insanlara teşekkür ederken kendimi şöyle hissediyordum:
https://www.youtube.com/watch?v=eMJaca5WaiE

Neyse nihayet bakan yardımcısı geldi (hatta Gün Arun sohbetini bekledi) ve yayına girdi. AB, Korona vs. konuşup gençlere tavsiyelerle bitirdi. Daha sonra Zürih il temsilcimize bağlandık bize Memleketim ve Türküm Ne Mutlu Bana çaldı. Kuantım mastırı yapan arkadaş kamerasını açtı girdi. Yalnız biraz erken girdi beklemiyorduk. Birine el hareketi yaptı "Git git gelme!" dermiş gibi ve kamerayı kapattı gitti. O an ne oldu anlamadım, sonra öğrendim ki Zürih il temsilcimizle aynı yerden bağlanıyormuş, benim söylediklerim arkadaşın bilgisayarında yankılanıyormuş, ona ses kapat demeye çalışıyormuş. O anı bir Whatsapp gifiyle ölümsüzleştirip aramızda geyik malzemesi yaptık :d

Ufuk Tarhan ile Kuantum mastırı yapan arkadaş girdi. Corona sonrası gelecek nasıl gelecek onu konuştular xd Tören boyunca içeride devlet adamları olduğu için "Aman aşırı muhalif ya da troll yorumlar gelmesin dikkat edelim." diye youtube yorumlarını kolluyorduk. Selçuk Sami Cingi girdi. O ana kadar merkez sağ çizgisinden sapmamış yayını Kudüslü Mekkeli şarkısıyla önce sağa sonra da Imagine çalarak aşırı sola çekti feleğimizi şaşırttı reis ahaha. Bir de onu çağıran arkadaşa "Sen kameranı kapatma yanımda ol ama olur mu?" dedi ve ortada Cingi reis arkadaşa serenat yaparmış gibi bir görüntü oluştu. Bayağı troll bir yayın oldu.

Son olarak youtuber arkadaş girdi. Başkan yardımcısı arkadaşla turizm konuşmaya başladılar. Youtuber arkadaş "Şimdi kur farkından dolayı Türkiye çok cazip bir turizm merkezi." diyerek yayının en muhalif cümlesini etti ekran başında kahkaha attım.

İki buçuk saat olmuştu, iftar vaktini de geçtiğimizden yayında hepi topu 33 kişi kalmıştı ki onlar da zaten arkadaşlar, akrabalar ve biz :D Yayını izleyen olsun diye çağırdığımız youtuberın en az izlenen olması ironik bir durum. Arkadaşa dedim bitir artık çok uzadı (bana da fenalık geldi) Arkadaş bir yandan moderatörlük yaparken bir yandan bize cevap yetiştiriyordu. "Bitiyorum." "Kıza bitiyo herhalde". diye son geyiğimizi yaptık. Bu konuşma da normalden 5 dakka erken bitti. Teşekkürler konuşmamızı yapıp kaçtık.

Yayın sonunda Cenevre Başkonsolosu bize teşekkür etti, gerçekten çok beğenmiş. (Ki yayının sonuna kadar kaldı, samimi yani.) Eski dernek üyeleri de mesaj atıp yayını başarılı bulduklarını söylediler.

Yayın istatistiklerine baktık, ilk 5 dakka, 41 toplanmış, yarım saat sonra 97 kişiyle tepe noktayı görmüşüz ki bu kadar çok kişinin izleyeceğini beklemiyordum ben. Ayşe teyzeyenin networkingi sağlam, tüm whatsapp gruplarına yaymış. Cenevre Başkonsolosluğu Bern Büyükelçiliği falan da paylaşmış. Hatta Türkiye'deki İsviçre Konsolosluğu da paylaşmış. Bayağı yaymışız farkında olmadan.

Ayrıca video telif hakkı yemiş yine (ama yayını kesmemişler). Telif hakkı yeme sebebi de "Aşk Durdukça" ve "Imagine" şarkılarının melodilerinin çalınmaları? Eh be kardeşim adama kendi şarkısından telif hakkı cezası verdiniz. "Bu yayından elde edilen gelirler telif hakkı sahiplerine gönderilecek." İyi bari paralar John Lennon'a gitti. Yabancıya gitmemiş oldu.

Zorlu ama tatlı bir tecrübe oldu. Çok yorulmuştum. Bu Cüneyt Özdemir her gün nasıl canlı yayın yapıyor diye felsefe yaptım. Yattım, telefondan Emrah Safa Gürkan'ın instagram yayınını izlemeye başladım. :d

*

Merak edenler yayının ful halini buradan izleyebilirler:

https://www.youtube.com/watch?v=QJurixBIPK4

Bu da videolar ayrı ayrı çalma listesi içinde:

https://www.youtube.com/playlist?list=PLJFCmM_OHRW4Vjuuw_GN96Ahc9E_Bh8dB

Desteklemek isteyenler kanala abone olabilir ve/veya Instagram hesabımızı takibe (sonra sessize) alabilir. (Gerçi spam yapmıyorum almasanız da olur.)

https://www.instagram.com/turquia1912/