Bilkent'ten mezun oldum, şimdi ne oldu, başkaları ne yapıyor, siz ne yapacaksınız, neye göre tercih yapacaksınız, onları yazdım bu yazıda.

Öncelikle şu yazıları mutlaka okuyunuz. Bu yazı aşağıdaki yazıların devamı niteliğindedir.

Bilgisayar Mühendisliğine Ne Kadar Hazırsın?

Somut Örneklerle Bilgisayar Mühendisliği

Bilgisayar Mühendisinin Yazılımcıdan Farkı Ne? Okul Neden Şart?

Şimdi arkadaşlar eskiden bu tip yazıları kafamdaki bilgilerle tak tak yazamıyordum, oturup milletin facebook linkedin profiline falan girip analiz kasmam gerekiyordu. Mezun oldum ve benimle beraber yüz küsür arkadaşım mezun oldu, onların da neler yaptığı görebiliyorum. Üzerine mailime iş ilanları gelmeye başladı. Bu bilgiler ışığında merak ettiklerinizi cevaplandıracağım.

Genel bilgi vereyim: Bilkent'te tam burslu öğrenciyim. Tahminim okula MF4 puanımla ilk 10'da ya da 20'de girmişimdir. (Bunun pek bir işe yaramadığını kısa zamanda anladım.) 3.91 ortalamayla doktora başvurusu yapıp ocakta EPFL'ye kabul aldım. Sonra bir dönem tatil yaptım. Okulu da ilk 12. bitirdim 3.74 ortalamayla.

Yeni Mezunlar Şu An Ne Yapıyor?

Benim önümdeki 11 kişinin listesi bir yerde yazılı değil ama neredeyse hepsini tanıyorum. Neredeyse hepsi doktoraya başvurdu. Zaten yüksek not ortalaması yüksek lisans / doktora alımlarında etkiliydi daha çok, o yüzden aslında çalışkan ve iyi programcı olan bir çok kişi belirli bir süre sonra kendini fazla kasmamaya başladı, benim son dönemimde yaptığım gibi. (Burada aklınıza az çalışmak veya çalışmamak gelmesin. Az çalışınca veya çalışmayınca dersten geçemezsiniz üniversitede. Çok çalışmamak diyeyim.)

Bu bahsettiğim not ortalaması iyi öğrencilerin birçoğu yurt dışına doktoraya gitti. Doktoraya gidilen üniversiteler: Cornell, University of Washington, Brown, EPFL x 3, University Of Mary Land, College Park x2, Michigan State University x2. Suudi Arabistan'da doğup büyümüş şimdi ailesiyle Ankara'da yaşayan Suriyeli bir arkadaşım vardı, o sadece Kanada'ya başvurdu ileride vatandaşlık alırım diye, şimdi Simon Fraser üniversitesine burslu mastıra gitmekte. Galatasaray lisesi mezunu bir arkadaşım da programcılığı yemiş bitirmiş bir eleman olduğu için hali hazırda zaten para kazanıyordu, akademisyen olmak da istemediği için hiç doktoraya başvurmadı, EPFL'ye mastıra geliyor. Not ortalaması 3.90 küsür olan bir arkadaşım da Münih Tekniğe mastıra gitti. Not ortalaması benden yüksek bir arkadaşım Amerika'da sağlam yerlere başvurdu ama kabul alamadı, Bilkent'te mastır yapıp bir daha deniyeyim dedi, aynı not ortalamasına sahip başka bir arkadaşım tehlikeyi fark etti hiç kasmadı kendini direkt mastıra geçti. Bir arkadaşım da bir hocanın yanında biraz gönüllü çalışıp iyi referans alayım, hem de TOEFL GRE'ye okuldan sonra kasayım diye başvuru yapmadı.

MIT, Stanford, Carnegie Mellon ben de isterdim birileri gitsin ama yok, sadece EE'de ve IE'de Stanford'a giden birer kişi var, IE'ci olan kız kontenjanından gitti bence :P. (Yine de bir dönemde bu kadar çok kişinin doktoraya gidiyor olması alışılageldik bir şey değil, en başarılı dönemlerden biri olmalı. Not ortalamaları da normalden yüksek, iki sene önce mezun olan arkadaşım ben 3.56 ile 8. ydim diyor. (Ben 3.85 ile 8.ydim geçen dönem))

İşe gideceklere gelince. Birçok kişiye sordum nereye gitçen vs. Çoğu başvurmamış bile. Hele bir üniversite bitsin de derdinde herkes. Dolayısıyla şunlar şuraya gitti diye listeleyemeyeceğim. Google'a staja kabul alan iki arkadaşım oldu. Biri yukarıda bahsettiğim Suriyeli arkadaş, onu işe almadılar. Öbürü olimpiyatçıydı bayağı zeki bi elemandı. Onu işe aldılar. Gerçi gidemiyor adam son döneminde bir dersten kalmış devamsızlıktan (oha) Bir yaz okulu yapıp öyle gidecek. Bir de daha önce bahsettiğim lisede Android programlayan bir çocuk vardı, o da birkaç kez Kanada'ya gitti staja. Bunlar dışında öyle yurtdışında staj ve iş kovalayan birine rastlamadım ne yalan söyleyeyim, yurt dışına gidenler genelde üniversite stajına gitti birilerinin referansıyla. İstanbul'daki yazılım şirketlerinde, teknokentlerde, TUBİTAK, ASELSAN, HAVELSAN, TAİ tipi yerlerde takıldı millet.

Muhtemelen birçok orta-iyi öğrenci de henüz ne yapacağına karar veremediğinden mastıra (genelde Bilkent'te, olmazsa ODTÜ'de) başlayacaktır.

Boğaziçi, Bilkent, Koç, Odtü, Sabancı, İTÜ ???

Dört sene önce bu altılamda (?) ben de kaldım. Hepsi hakkında yazılıp çizilenleri okudum. Bu seçimi yaparken kullanılabilecek iki kriter kategorisi var.

1- Üniversitenin yeri, çevresi, öğrenci sayısı ve profili, yaşam koşulları, Erasmus için anlaşmalı okulları gibi uzaktan bakan birinin ölçebileceği kriterler

2- Üniversitedeki eğitimin kalitesi ve mezuniyetten sonra öğrenciden bağımsız olarak öğrenciye katacakları.

Öncelikle ben kendim nasıl karar verdiğimi anlatayım:
Koç'a girebilmek için zaten LYS sonucu açıklandığı anda yirmi dört saat içinde özel burs programına başvurmalıydım, başvurmadım ben de.

Sonra düz mantık düşündüm, dedim kim ne derse desin 2. kategorideki kriterleri kendim kavrayıp seçim yapamam, yapmam da saçma olur. Yani şimdi adam diyor ODTÜ'den çıkan mühendis olarak Boğaziçi'nden çıkan yönetici olur Boğaziçi yönetici olur da Boğaziçi mühendis yetiştirmez de bıdı bıdı. Yani ben LYS'de derece yapmış biri olacağım da ne kadar çabalarsam çabalayayım mühendis olamayacak mıyım, olur mu öyle bir şey? Bunu geçtim, ODTÜ'yle Bilkent'in eğitim kalitesini nasıl karşılaştıracaksın? ODTÜ'nün isminde teknik var ODTÜ Bilkent'i döver demek Supernatural dizisinin isminde Super var, Breaking Bad'de Bad var, Supernatural daha iyi demek eşdeğer. Hangisinin Google'a daha fazla adam gönderdiğine bakarak seçim yapmak tamamen saçmalık, bu okullara giren insanlar robot değil çünkü, eğitimin tamamını da Google'dan almıyorlar.

Hadi diyelim bir şekilde bu "eğitim kalitesi"nde farka işaret eden şeyler yakaladın. Bunları nasıl birinci kategorideki kriterlerle karşılaştıracaksın?

Benim mantığım şu şekildeydi; Bilkent bana ücretsiz iki kişilik oda ve ayda 600 lira burs verecek. ODTÜ bir şey vermeyecek, ayrıca muhtemelen diğer devlet yurtlarında olduğu gibi kaç kişilik odada kalacağım şansa (ve kaç yıldır yurtta kaldığıma) bağlı olacak. 600 + 2 kişilik yurt > 0. ODTÜ'nün sunduğu avantaj kampüste yeme içmenin daha ucuz olması ve ODTÜ'nün daha merkezi yerde olmasıydı. (Kampüsü görünce fark ettim ki aynı zamanda bisiklet binmek için dümdüz olması.) Benim için 600 + 2 kişilik yurtu bu avantajlar yenemezdi.

Bu durumda arayı kapatması için Bilkent'in "eğitim kalitesi" olarak çok çok kötü olması, mezunlarının çok çok başarısız olması gerekiyordu ama durum bunu göstermiyordu. Hangisi üstün olursa olsun arada burun farkı vardı.

Bu mantıkla ben Bilkent'i ODTÜ'nün önüne koydum. Yine Bilkent İTÜ karşılaştırmasında fazla düşünmeden rahat okumayı ve nispeten iyi bir İngilizce eğitim almayı (gerçi bu kulaktan dolma bir bilgiydi) kriter olarak kullanarak Bilkent > İTÜ dedim. Sabancı da felaket bir konuma sahipti ve burs falan vermiyordu, Bilkent'ten herhangi bir artısı yok gibi gözüküyordu, burssuz oranı fazlaydı. Doğrusu çok da düşünüp araştırmadım ama. Direkt Bilkent olsun dedim.

Geriye Boğaziçi ve Bilkent karşılaştırması kaldı. 1. kategorideki kriterlerde başa baş gibilerdi, Bilkent daha rahat bir hayat sunuyordu ama benim ailem Bursa Orhangazi'de yaşıyordu, abim de İstanbul'da. Bursa Orhangazi'den Ankara'ya gitmek 7 saat sürer ve günde iki sefer falan vardır. Halbuki İstanbul Yenikapıya deniz otobüsüyle gidip oradan metroyla yardırmak mümkün, şimdi bir de Osmangazi köprüsü yapılınca iyice kısaldı. Bir de benim bilgisayar mühendisliği yazma amacım kendi projelerimi gerçekleştirmek, girişimci olmak idi ve Boğaziçi buna daha uygun gözüküyordu (Şimdi bu saçma bir mantık gibi geliyor bana, girişimci adam her yerde proje yapmaya başlayabilir bence.) Biraz da "Boğaziçi olayım havalı olsun." diyip de Boğaziçini yazdım.

Kazanamadım. Projeleri ise startup kurma yoluyla değil akademide daha az para kazanarak ama daha risksiz olarak gerçekleştirmeyi, ayrıca kısa zamanda daha fazla ve değişik projelerle uğraşabilmeyi seçtim.

Neymiş Bu Eğitim Kalitesi 

Dört yıl eğitimin sonunda bir de değişim tecrübesiyle nihayet eğitim kalitesi okuldan okula nasıl fark eder çözdüm. Öncelikle söyleyeyim, bilgisayar mühendisliği müfredatı (en azından temel dersler) her okulda hemen hemen aynıdır. Önceki yazımda bundan bahsetmiştim. Batı medeniyetinin empoze ettiği ve tüm dünyada kabul görmüş bir standart var artık. Okullarımız da "Bizim sizden farkımız yok, saygın ve prestijli kurumlarız." demek için bu standarda uyuyor. Yukarıdaki altı kurum özellikle dikkat ediyor buna.

Peki okuldan okula değişen ne? Ankara Fen lisesiyle bizim mahalledeki düz lise aynı müfredatı okutuyor ama tabii eğitim kalitesi aynı olmuyor. Bu durum üniversitelerde de mevcut.

Trajik bir olayla anlatayım. Bundan iki sene önce Slovakya'da dijital işleme üzerine staj yaptım. Staj yaptığım Informatik bölümü elektronikçi ağırlıklı bir bölümdü, dijital işleme de malum elektronik konusu. Ben de ne yaptığımı anlamadan bir şeyler yaptım, sonra okul başladı bu işin teorisini bir öğreneyim dedim, "Basics of Signals and Systems" yani dijital sinyal dersi aldım (Sadece bilgisayar mühendislerine zorunlu verilen hafifletilmiş EE dersi.) Ne oldu o derste? Öncelikle ders çok Matematik ağırlıklı olduğundan ve derslerde uykum geldiğinden  iki-üç hafta sonra derse gitmeye bıraktım, kitaptan okurum dedim. Harbiden okudum da. Sinyal çizmeli programlama ödevi veriyordu ama bunları her nedense kod olarak alıp hırsızlık var mı diye test etmek yerine kağıtta istiyorlardı, yani sistem sömürülmeye açıktı. Oda arkadaşım benden bir sene ileride olduğundan onun ödevlerini alıp yeni ödevlere uyarlayıp verdim, kendim yapmaya uğraşmadım. Hocamız aslında okulda part-time çalışıyordu yani asıl işi başka yerdeydi. Kibar da bir adamdı. Benim en önde otururken bir anda buharlaştığımı gördü ve son derse geldiğimde "Sen de kayıplardasın :D :D" dedi fazlası olmadı. Dolayısıyla adamın öğrencilere işkence etmek için bir motivasyonu yoktu. Dönem sonunda da 60 kişiden 6'sı falan A aldı (ben dahil) ki çok büyük bir oran.

Bir yıl sonra bu hoca gitti ve yerine birini bulamayınca dersi EE bölümünde profesör olup, profesör olduğundan da daha hedeflediği bir şey kalmamış, ofiste kağıtları top yapıp çöpe atmaya çalışan bir hocaya verdirdiler dersi. Adamın yapacak işi yok tabii, o yüzden olayı abarttı. Benim kağıda print aldığım ödevleri adam millete sunduruyormuş, yapmazsan veya yapıp sunamazsan sınıfta bırakıyormuş. Not ortalaması 3.99 olan bir arkadaşım kolay soruları sona bırakmış, sonra sınavı yetiştirememiş. 90 falan almış. Hoca bunu ofisine çağırmış "Sen 90 aldın ama en kolay soruyu yapamamışsın, bu senin dersi anlamadığını gösterir. Sana A yerine C veriyorum." demiş. Tabii adam soruyu ofiste tahtada çözünce olay hallolmuş. Ama bu dediğim olaylar normal olaylar değil, dört yılda hiçbir hocanın ofisine çağrılmadım hele de not konusunda çağrılan duymamıştım. Dersi alan elemanlardan biri hocaya "Hocam bu dönem mezun olup işe başlayacağım bırakmayın da okula para vermeyeyim." dedi, hoca bana mısın demedi bıraktı. O dönem dersi alan 100 kişiden 60-70 tanesi kaldı sanırım, sayıyı tam hatırlamıyorum. Bu kadar çok kalan olunca öbür dönem fazla sınıf açmak zorunda kaldılar.

Bu ekstrem durumu kullanarak anlatmak istediğim şu: her ders aynı ciddiyetle verilmiyor. Hocadan hocaya olduğu gibi okuldan okula değişiklik gösterebiliyor. Örneğin Koç'ta mastır yapan arkadaşım Koç'ta asistan olmanın kolay olduğunu çünkü hocaların daha çok araştırmaya yöneldiğini ve ders anlatma konusunda lakayt davrandıklarını söylüyor. Bilkent'te Matematik hocaları tarafından verilen (dolayısıyla teorik olarak anlatılan yani programlamadan çok kanıtlara odaklanılan) "Ayrık Matematik" dersi Koç'ta Bilgisayar hocaları veriliyor diyor. (Hangisi daha iyi derseniz, Ayrık Matematik dersi Matematik hocasının işiyken diğeri üniversitede görüp çoktan unutmuştur.) Öbür tarafta ise Bilkent'te her ne kadar okulun en kariyerli hocalarından biri tarafından verilse de tek ders olarak genel kültür niyetine verilen "Programlama Dilleri" dersi Koç'ta ikiye bölünüp iki döneme yayılmış ve harbi harbi programlama dili dizayn ettirilecek şekilde veriliyormuş.

Bilkent'te İngilizce 101 dersi öğrencinin canı çıkarılacak şekilde verilirken bu ders ODTÜ'de hazırlık sınavından belli bir puanı alınca (bu puan çok yüksek bir puan değil) atlanabilmekte. Galatasaray Üniversitesi bir dönemde bir sürü bilgisayar mühendisliği dersini peşpeşe verip kendisine sövdürürken Bilkent tam tersine bir sürü bölüm dışı (hatta mühendislik dışı) dersi dayayıp bu derslerle öğrencileri germekte, bu nasıl mühendislik dedirtmektedir. Boğaziçi Üniversitesi birinci sınıfta Ölümüne Eşit Ağırlık mottosunu mühendislere de empoze edip Finansa giriş dersi verirken İTÜ "Ne finansı canım? Verin elektronik derslerini bilgisayar mühendislerine çalışsın şebelekler." diyerek yeni donanımcılar yetiştirmekte.

Böyle farklılıkları araştırıp en iyi üniversiteye karar vermek mümkün değil, zaten bu farklılıklar en iyi üniversiteyi belirleyici unsurlar değil.

Yalnız önceki yazımda da bahsettiğim çoook önemli bir fark var o da şu: öğretmen sayısı. Komik gelebilir ama gerçek. Öğretmen sayısı / öğrenci oranı değil direkt öğretmen sayısı. Şimdi arkadaşlar ben Singapur'da değişime gittim. Adamların 430 tane bilgisayar mühendisliği öğrencisi vardı. Bu 430 bilgisayar mühendisine ders vermek için okul hoca almak zorunda. Sınıfları ne kadar kalabalık tutarlarsa tutsunlar yine de fazla fazla öğretmene ihtiyaç duyacaklar. Fazla öğretmen ne demek? Gerizekalı gibi hepsini yapay zekada uzmanlaşmış olarak seçmemişlerse fazla öğretmen farklı konularda uzmanlaşmış bir sürü öğretmen demek. Bu farklı konularda uzmanlaşmış öğretmenler kendi uzmanlık alanındaki dersleri açarlarsa öğrencilerin hem teknik seçmeli ders seçeneği çok olur hem de dersi uzmanından almış olurlar. Temel ders sayısı 15-20 olan bilgisayar mühendisliği bölümünde beş hoca çalışıyorsa isterse bir kişiyi okutsunlar, şu durum değişmez: aynı kişi birden fazla dersi okutuyordur ve tabii Aynştayn değillerse bu derslere sonradan hazırlanıyordur, tabii hazırlanmaya vakitleri oluyorsa.

Bu durumda öğretmen sayısı da önemli bir kıstastır. Bölüme 50 kişinin alındığı ve on tane falan hocası bulunan Koç Üniversitesinde doğal olarak teknik ders sayısı Bilkent'ten az. Bazı dersleri elektronikçilerle bilgisayarcılar ortak alıyor. Bu tip bir dersi almaya mecbur olmak da iyi bir şey değil.

Okul size mezuniyetten sonra ne verebilir? Yurt dışı bağlantıları ne demek?

Tercih ederken Bilkent için "Yurtdışı bağlantıları iyi" filan derlerdi. Bunu açıklayayım. Öncelikle bu işin iki boyutu var: birincisi akademik boyutu ikincisi özel sektör.

Akademik boyutu şöyle: şimdi siz bir yere yüksek lisansa veya mastıra başvurduğunuzda sizden transkriptinizi (karnenin üniversitecesi) ve onun yanında sizin hakkınızda yazılmış üç referans mektubunu isteyecekler. Çok başvuru alan üniversitelerin adam silmek için yapabileceği çok şey var, adam bu okulu hayatımda duymadım der dosyaya da gözucuyla bakar sonra onu atar, not ortalaması vs. düşüktür, önemli bilgisayar derslerinden düşük almıştır bay der. Daha önce bloga şöyle bir mesaj gelmişti: "İyi o zaman ben yüksek ortalama yapabileceğim bir üniversiteye başvururum böylece düşük ortalamalı İTÜ'lünün önünde olur dosyam." benim de cevabım kısaca: "İkiniz de alınmazsınız." olmuştu. Sistemin böyle çakallıklara izin verecek açıkları yoktur.

Peki okulun kazandırdığı ne? Dosyanızı okuyacak kişiler robot değil. Ellerinde de en süper dosyayı bulacak bir yazılım yok. Bakıyor adam, Tayland'daki Ladyboylar Süper Üniversitesi'ni görüyor, bir şey anlamıyor dosyayı koyuyor kenara. Dosyayı gönderen çocuk 4.0 yapmış 5.0 yapmış önemli olmuyor. Sonra bakıyor geçen yıl doktorasını bitirmiş, çok sevdiği bir öğrencisinin okuldan biri, üniversite de Ukrayna'daki Putin Allah Belanı Versin Üniversitesi olsun. Haa bu PABVÜ'lüler çalışkan oluyor diyip onun dosyayı incelemeye koyabilir de. Veya alımları yapmakla görevli hocaların arasında biri PABVÜ'lüdür, "Abi ben oradan mezun oldum alın onu der." , "Düşünürüz." derler.

Diyelim bu okul çok başvuru alıyor ve PABVÜ'lü ilk aşamayı geçti, dosyası daha biraz daha incelenecek. Veya alternatif olarak kurul PABVÜ'yü bilmiyor ama çok başvuru almadıklarından bakalım şu dosyaya dediler PABVÜ neymiş. İşte o zaman devreye referanslar giriyor. Hocalar bakıyor, PABVÜ'nün ne olduğu belli değil ama meğerse vatansever Ukraynalıların gittiği bir üniversiteymiş, referans mektubunu yazan birinci hoca, atıyorum İvan Divandelen, gayet kariyer sahibi, bilmem kaç tane alıntılanması var, doktorayı MIT'den almış. Haa diyorlar bu PABVÜ'de iş varmış. Ama üç referans da PABVÜ mezunu, işi derslerde slayt okumak olan birileri olursa bb.

Ben başvuru yaparken referanslarımın çok kuvvetli değildi, Bilkent'ten referansı veren hocam süper kariyerli biri değildi ama okulun en zor derslerinden birinden A+ almıştım, o derste hocamdı, muhtemelen bunu yazmıştır. İkinci referansım Koç'taki hocadandı ama adam muhtemelen referansı nötr yazmıştı. Üçüncü referansım felsefe hocamdandı zaten, adamdan ders almaktan başka bir şey yapmadım, çok yararı olacağını düşünmüyorum. Bu referanslar bana Amerika'da iyi bir üniversitenin kapısını açamadı ama EPFL'nin kapısını muhtemelen şöyle açtı: EPFL bünyesindeki Türk hocalar (veya Bilkent'i bilen hocalar) "Bu çocuk Bilkent'te 3.91 ortalama yapmış, araştırma geçmişi yok ama olsun potansiyeli var. Amerika'ya kaptırmadan alalım." demiştir, öyle alınmışımdır.

Bu lisansta fazla yaşanmıyor ama yine de ekleyelim: kimi hocalar ise sizi direkt olarak meslektaşlarına önerebilir. Okul hayatım boyunca buna iki defa şahit oldum, birincisinde bir arkadaşım kariyerli bir hocanın projesini yapıyordu, bıraktı, sonra geri başladı, geri başladığında doktorayla ilgili muhabbet etmiler, hoca da demiş istersen seni önereyim ama çıkarsa kesin gideceksin. Birkaç yere daha önerebilirim ama onlarda garanti yok. Kesin gideceksin dediği yerlerin başvurusu geçmişti, garani olmayanlar da arkadaşı almadı ama en azından mülakata falan aldılar. Arkadaşın da C.V.'si acayip parlak değildi. (Şu an bu arkadaş Michigan State'e gidiyor, hocası Bilkentli, Bilkentli öğrencilere sordu "Bana bir öğrenci önerin." falan diyerek, öyle aldı. Aldırmak için de çok uğraştı çünkü arkadaşımın TOEFL puanı çok düşüktü, Speaking'i 12 miydi neydi.) Şahit olduğum ikinci olay ise şu, arkadaşım araştırma yaptığı hocayla muhabbet ederken "Staj ayarlamıştık reddettiler." demiş, hoca da sizi Amerika'ya göndereyim demiş, Amerika'daki hocalarla konuşmuş. Oradakiler de uçağı ve barınmayı karşılayabileceklerini söylemiş. (Vizeyi yetiştiremedi gidemedi ama, evden yapıyor :d)

Özetle işin akademik boyutu:
1- Alımdan sorumlu kurulun okulu ne kadar bildiği (daha önceki gerçek tecrübelerine dayanarak, interneten bakarak değil)
2- Referansları verenler
3- Gönderen okuldaki hocalar.

Başka varsa şu an bilmiyorum.

Peki Özel Sektörde Nasıl Oluyor Bu İşler?

Bu konuda şu an döşeyemiyorum çünkü özel sektörde işe başlayan arkadaşım henüz yok neredeyse. Ama bildiğimi yazayım.

Bir kere herkes şu hikayeyi bilir, yazılımın babaları (!) Bill Gates ve Steje Jobs üniversite terktir. Dolayısıyla bilgisayar mühendisliği okumak gereksizdir. Evde kendini eğiten biri de Google'da başarılı bir yazılımcı olabilir. Efenim ilk olarak babayı olabilir. İkincisi de yukarıda da bol bol Batı medeniyetinin her şeyi ne kadar standarda oturttuğundan bahsettim, bu standart yazılımda da yok mudur? Tabii ki vardır. Bill Gates'in Steve Jobs'un efendi olduğu Taktik Maktik Yok Bam Bam yıllarından her şeyin sürdürebilir olacak şekilde tasarlandığı çağa atladık. Yazılımı yazılmakla bitmiyor, onu çökmeden yıllarca dayanacak şekilde sürdürülmesi gerekiyor. Herkes evde facebook yazabilir ama herkes çökmeyecek, çökse bile bir saatte açılacak ve çökertene ödül verilecek, kullanıcıların fotoğraflarının korunduğu ve birilerinin eline geçmediği bir facebook sahibi olamaz. Özetle bu işi disiplinli yapacak kişilere ihtiyaç var, sadece yetenekli kişilere değil.

Hadiii diyelim yukarıdaki laf salatasının üzerini çizin ve kendinizi bir patronun yerine koyun. Önünüzde iki C.V. var biri bilgisayar mühendisliği diğeri değil, onun dışında kariyerleri aynı gibi. "Beleş ve ekstra bir diploma" diyerek bilgisayar mühendisliği okuyanını almaz mısınız?

Bilgisayar mühendisliği veya en azından mühendislik okumanın elzem olduğunu anlattık, peki üniversiteden üniversiteye nasıl bir fark var? Şöyle, bir kere ilk olarak mühendislik okusanız bile Google'a giremiyorsunuz, başvurunuzu sallamıyorlar bile. Elinizi sallasanız yazılımcıya çarpacak bu devirde başvurulara bakan kişi mecburen uzaktan en iyi gibi gözüken özelliklere göre başvuruları sıralıyor hatta eliyor. Dolayısıyla artık mecburen araya hatırı sayılır birilerini sokmak gerekiyor. Google gibi bir şirketin torpil yapması tuhaf değil mi? Hayır değil, Google çalışanına soruyor "Şu iki C.V. birbirinin tıpatıp aynısı gibi, ben ayrımı yapamadım, sen yapar mısın?" diyor çalışanı da "Bu daha iyidir." diyor. Sonra da Google ahiret mülakatlarına başlıyor. Tabii eleman fos çıkarsa yine giremiyor. Bir arkadaşım bu şekilde mülakata girdiği hangoutstan, bilgisayar mühendisliği ikinci sınıf dersi var bir tane Veri Yapıları (Data Structures) diye, oradan sordular, yapamadı, bir daha aramadılar.

Tabii hatırı sayılır kişiden kastım amcanız teyzeniz değil. Okul burada devreye giriyor. Palantir şirketinin Recruiter'ı (işe alımdan sorumlu kişi) Bilkentli mesela, bilgilerini alıyorsunuz linkedinden falan, veya okula gelip mailini veriyor zaten, siz de ona C.V.'nizi atıyorsunuz, o da inceliyor. Vatanseverlik yapıp önce Bilkentli'ye sonra Türkiye'liye öncelik verebiliyor. Veya atıyorum beraber çalışacağınız grup ful Bilkentlidir, aralarından birini görmek isterler muhabbet olsun diye, o yüzden öncelik kazanırsınız.

Aynı zamanda bu recruiterlar veya iş arayan herhangi bir şirket ve onun personelini iyi okulların bölüm başkanlarına mail atıyor "Böyle böyle adam arıyoruz, sizde var mı?" diye, bölüm başkanı veya sekreter de onu herkese iletiyor. Tabii bu mailler başka hangi okullara gidiyor bilmiyorum.

İlk üç sene pek mail gelmiyor, üçüncü sınıfta daha fazla olmakla beraber birkaç staj ilanı geliyor. Fraunhofer Enstitüsü (Almanya'da epey süper bir araştırma kurumu, TUBİTAK gibi) her yıl 2-3 kişi alıyor sanırım okul aracılığıyla. Normalde kendi kendinize başvurursanız biraz dosyanıza bakar işi bilmiyorsanız reddederler. Bilkent aracılığıyla olunca geleceğe yatırım yaptıkları için biraz da hoşgörülü olurlar. Hoşgörülü olmayanlar da var mesela Avusturya beni ve arkadaşımı reddetmişti ama orasını karıştırmayın şimdi :D IAESTE'nin staj mailleri gelir fakat bu zaten Erasmus gibi bir şey, Bilkent'e özel bir durum yok. IAESTE İTÜ ve YTÜ'de daha fazla aktiftir ayrıca.

Dördüncü sınıfta ise hem bölüm aracılığıyla hem de mezunlar merkezi aracılığıyla iş ilanları spamlenir.

Bana gelen maillerden bazılarını atıyorum şimdi:



Altta 5-6 daha var, 10 tane falan da sekreter yollamış ama ayıklamakla uğraşamayacağım. 5-6 tane de mezunlar merkezi yollamış. Linkedinden de Bilkentli veya Bilkentlilerle çalışan şirketler (onların recruiterları) bağlantı kurabiliyor, o bağlantılarla da yeni iş ilanları falan gözüküyor.

Tabii Google'dan falan iş ilanı beklemeyin. Geneli Türkiye'deki şirketlerden veya yurt dışında çiçeği burnunda startuplardan geliyor.

Ama bu ilanlar gazete ilanıyla eşdeğer değil. Ben bir kere staj başvurusunda bulundum bu ilanları kullanarak, aynı gün içinde cevap aldım. Rasgele staj başvurusunda bulunsanız cevap bile gelmez.

Bu arada yazıyı yazarken İTÜ'ye gönderilen ilanlara denk geldim: https://portal.cs.itu.edu.tr/tr/ilanlar
Bazıları bizimkilerle aynı.

Bir başka okulun imkanı diyebileceğimiz şey de hemen dibinde Bilkent Cyberpark olması ve buradaki şirketlerin Bilkentlilerle çalışmaya teşvik edilmeli, ama bilmiyorum bu teşvik ne boyutta. ODTÜ Teknokentte Bilkent'e oldukça yakın, yani Bilkentli ve ODTÜ'lü yazılımcılar iki teknokentten birden yararlanabiliyor. Ankara'da staj yapacak öğrencilere Bilkent yaz okulu için yurtta kalacakmış gibi yurdunu açıyor, diğer okulları bilmiyorum.

Burada yazdıklarımdan anladınız ki okul sizi staja / işe göndereyim diye uykusuz kalmıyor. Size fırsatları sunuyor. Fakat bazı okulların diğerlerinden daha fazla fırsatı oluyor.

Özet olarak iyi bir üniversite size
1- Alımlardan sorumlu kişilerle daha kolay iletişim.
2- Üniversitelere özel olarak iş ilanlarına erişim.

sağlar.

Derler ya, iyi bir üniversite sizi 1-0 önde başlatır ama sadece o kadar. Bu da doğrudur. Sizin C.V.'niz üç ayda bir iş değişikliğiyle dolarsa "Anlaşılan bu adam verimsiz, gönderiyorlar." derler. Kimse okulu felan sallamaz.

*

Yazı şimdilik bu kadar. Yazı çok fazla Bilkent ağırlıklı oldu farkındayım, Bilkent tanıtımı yapmak için değil, bahsettiğim kriterleri diğer okulları araştırırken kullanın diye yazdım. Bulgularınızı benimle de paylaşabilirsiniz tabii :P

Aklıma gelen diğer konuları bir ikinci yazıda yazacağım. Bir de her okulun bilgisayar mühendisliğinden bir arkadaşımı sorguya çekip onların fikirlerini yazdıracağım, tembellik yapmazlarsa o yazıyı da koyarım.

Görüşmek üzere.