Aralık - Şubat arası yaptığım postdoc başvuruları, bunları yaparken yaşadıklarım, yazdığım proje, niyet mektubu gibi belgelerde kendimi nasıl övdüğüm üzerine olan bu yazıya hoşgeldiniz.

...........................................

Lab Bulamamak

Kasımda yazdığım bölümde İsviçre Ulusal Bilim Vakfına kendi yazdığım projeyi fonlamaları için başvuracağımı, çıkarsa yurt dışında bir labta çalışacağımı, Oxford'daki hoca beni labına kabul ettiğini, sadece Oxford'un ziyaretçi programını dondurduğunu, hocanın bir istisna yapmaya çalışacağını yazmıştım. 1 Şubatta da proje tasarısının teslimi var.

Olayın üzerinden üç ay geçti. Hocadan tık yok. 

"Hocam istisna yaptırdınız mı?" 
Sessizlik. 
"Hocam??"
Daha fazla ghosting.
"Azimlican yeni haberim yok konuyu kovalayacağım."

Böyle diye diye aralık ortası oldu. Noel geliyor, cingıl cingıl.

Noeldi yılbaşıydı kış tatiliydi derken labsız kalacağım ve her şey çöpe gidecek. O yüzden artık B planlarına bakmaya başladım. Prestijli üniversitelerin sayfalarına baktım, benimle benzer işi yapan hocaları not ettim. Beni Oxford'daki hocayla tanıştıran, eskiden EPFL'de postdoc olan şimdi hoca olmuş abiden başka isimler öğrendim. Başladım yazmaya merhaba ben EPFL'de doktorayım kendi paramla kendi araştırmamı yapmak için size gelecek misafir işçiyim Allah rızası için bana bi kabul mektubu gönderin.

Cambridge'te bir hocaya yazdım. Şu an yerim yok yazdı.

MIT'de bir hocaya yazdım. O da "Açık pozisyonumuz yok." yazdı (açık pozisyon soran oldu sanki.) 

MIT'de başka bir hocaya yazdım. Hoca eskiden EPFL'de hocaymış, oradan bir şansım olur belki dedim. Bir de postdoc pozisyonu var ki Daron Acemoğlu ile beraber açmış. Güzel sükse olur dedim. Kendi bursumla geldiğim üzerine bir mail attım ama cevap gelmedi. Sonra açtıkları postdoc ilanında geçen maile attım "Postdocunuza başvuruyorum ama böyle böyle bir imkan da var kendi paramla da gelebilirim." diye. Sallamadılar, teşekkürler biz sizi arayacağız dediler. Sonra referans için belirlediğim kişilerden referans mektubu istemişler. Sonra ne oldu pek bilmiyorum, hiçbir geri dönüş gelmedi. 

Bu referans mektubu olayında da şöyle bir şey oldu: bazı yerler en az üç referans istiyor. Bir referans hocam, ötekisi beraber çalıştığım postdocum ama üçüncüsü yok. UNIL'de beraber çalıştığım doktora öğrencisinin hocası olabilir ama ne yazacak ki. Bilkent'ten hocama yazdım. O da haklı olarak "Daha güncel biri yok mu?" diye sordu. Yok hocam yalnız kurdum ben dedim. Yazdı adam sağolsun ama muhtemelen "Çok iyi çocuktu bizim projenin bir ucundan tuttu bilmemne dersinden de şunu aldı iyi çalıştı." falan yazdı. Muhtemelen zayıf gözüktü. Yalnız kurt olmak iyi değil bu alemde, sizi yerler. 

Carnegie Mellon University'de (bilgisayar mühendisliğinde en iyi üniversite) benim işleri yapan bir hocaya yazdım "sizin de işlerinizin bir ucundan tutarım." dedim. On dakikada döndü, kabul etti la!!! Aha dedim yaşadık. Bana projenin içeriğini atar mısın dedi. Kısaca yazdım. 

Sonra maalesef yine uzun bir ghosting dönemi. Ocak başı bir daha yazdım noldu bizim iş diye, cevap yok.

Baktım bu böyle olmuyor, yine EPFL'de insanlara yardım etmeleri için yazmaya başladım. Hocama yazdım. Maalesef pek bi yardımı olmadı, "Barselona'da Ayvanpalas üniversitesinde bir lab vardı." tadında öneriler yaptı. Bir de ETH Zürih'te şu hocaya başvurabilirsin dedi. "Ama hocam yurtdışında olması lazım." dedim. "Olsun sen yine de başvur belki kendi pozisyonları vardır." dedi.

Hocadan farklı olarak üniversite bize mentör atıyor, bunun için de sizden dönemin başında tercih istiyor. Ben Türk bir hocayı yazmıştım ama herhalde tüm Türkler ona başvurduğu için beni elediler, ikinci tercih olarak, sırf genç diye yazdığım bir hoca geldi. O hocayı da iş arkadaşım yakından tanıyormuş, o yüzden iş arkadaşımla beraber yaptığımız her şeyden haberdar, çalışmalarımı biliyor, hatta bir tanesini labında bile sundum. 

Mentörüm sağolsun postdoc konusunda aşırı derecede yardım etti. Direkt "Hocam University College London'daki şu hocayı tanıyor musun?" yazdım, "Evet istersen onunla konuşayım." dedi. Azimliyazar balına bak. Tamam lütfen konuşun elinizi ayağınızı öpeyim dedim. Bir hafta sonra kabul mektubum gelmişti. Hoca kabul mektubuna çok güzel şeyler yazmıştı "Azimlinin adaylığını destekliyorum, o gelirse ona ofisimizde yer açacağım, diğer lab üyeleriyle beraber çalışmasını sağlayacağım vs." Ofis adresini google'da aradım tam Londra'nın göbeğinde. Sherlock'un komşusuyum. Harry potter naber. 

Kabul mektubu geldi ama bu sefer de çok kolay oldu. Hocayla ne görüştüm ne de adam benim ne yapacağımı biliyor. Bir görüşme yapalım mı yazdım bir şey demedi. ???

Bunlar olurken Carnegie Mellon'daki hoca (noel tatilden dönmüş olacak ki) bana yazdı ve "plan iyi" dedi. Bu kadar. :D 

Dedim hocam o zaman bir kabul mektubu atar mısınız. Dedi "Ne yazayım? Sen bana bi taslak yolla ben düzenlerim." Yolladım. O arada Londra'daki hoca da yollayınca onun mektubundan kopya çekip "Hocam ben daha iyisini yazdım." diye yeni taslak yolladım. "Bu arada ben bu bursu alamazsam B planına ihtiyacım var, sizin bütçeniz var mı?" yazdım bir umut. "Allah versin. Al sana kabul mektubu." dedi. Kabul mektubuna baktım. Hoca olayı anlamamış, beni bir seneliğine gelen doktora sanmış. "Bizden ders kredisi alamayacak" falan yazmış, ne dersi yav ders mi kaldı? Bu arada bütün görüşme taleplerim yok sayıldığı için olayı da anlatamadım.

Şimdi elimde iki süper üniversiteden gelen kabul mektubu ve iki sallamayan hoca vardı ve bir seçim yapmam gerekiyordu. Carnegie Mellon en süper üniversite olduğu için orasını seçmem daha iyiydi ama ben University College London'daki labı da araştırmayı da daha çok sevmiştim. Ayrıca Londra'da yaşamak > Allah'ın unuttuğu Pittsburgh'te yaşamak. Hocam da iş arkadaşım da "Avrupa'da kalmak istiyorsan UCL seç yoksa Carnegie Mellon" dedi. Carnegie Mellon'un rankinglerde en üstte olmasıyla ilgili bir şey demediler. Tamam Londra hayırlı olsun dedim o zaman. 

Proje teslimine beş gün kalmıştı. Kaplıcaya gitmiştim. Çünkü proje teslimine beş gün kala yapılacak en harika şey kaplıcaya gidip keyif çatmaktır. Havuzda takılırken Oxford'dan mail geldi "Azimli kardeş sonunda işi çözdüm, hala Oxford'a gelmek istiyor musun?" Allah dedim tabii seve seve. Size bir taslak göndereyim dedim. Ertesi gün kabul mektubu aldım. Bu arada mentörüme Oxford'dan son dakika teklifi aldığımı ve oraya gitmek istediğimi yine de onun fikirlerine değer verdiğimi söyledim ki "Oxford'a git koçum aferin." diyip beni rahatlatsın. Ama "Bence Carnegie Mellon daha prestijli bir yer, hem de oradaki hocan alanının en iyisi gibi gözüküyor." diyip ters köşe yaptı. O an Carnegie Mellon'daki hocaya "Hocam ben doktora değil postdocum düzelsin bunu." diye mail atmak için çok geçti. Kalbim Oxford diyordu. Ayrıca benimle tek ilgilenen, görüşme yapan, proje konusunda beraber fikir yürüttüğümüz hoca Oxford'lu hocaydı. Kendimi bu şekilde ikna ettikten sonra başvuruyu Oxford'un gönderdiği kabul mektubuyla yaptım. Carnegie Mellon ve University College London öyle kaldı hocalara ne diyeceğimi bilmiyorum şimdi :/ 

Bu arada Oxford'daki diğer hoca mailime döndü (4 ay sonra) "Ben şu an öğrenci almıyorum ama bence senden çok iyi doktora öğrencisi olur, kesinlikle Oxford'a başvuru yap ama bak TOEFL GRE iyi çalış, bak ben Fransızca konuşulan yerde büyüdüğüm için benden de TOEFL istediler, çok çalıştım kazandım." şeklinde Ted Konuşması tadında bir cevap geldi. Yazamadım ki "Birader ben doktoraya başvurmuyorum başlıkta büyük harflerle POSTDOC yazıyo ne diyorsun sen." diye :/ 

*

Bir Proje Yazmak
 
Gelelim şu daha başlanılmadan ipten dönüp efsane olan bir projeye. Doktora hayatım boyunca irili ufaklı projelerle uğraştım hep ama şöyle "Ben şu mükemmel projeyi başaracağım dünyaları yaratacağım." şeklinde ana projem olmadı. Doktora yeterlilik sınavında böyle bir proje belirleyip, bilime çok katkı sağlayacağını vadedip, jüriyi bunu yapabileceğime ve yapmak istediğime ikna etmem lazımdı. 

Yeterlilik sınavı için üfürükten bir proje salladım. İkna olmadılar, hocamın önerisiyle beni geçirmeye karar verdiler. "Yaptığın şeyler bir hikâyaye bağlansın." önerisi sürekli geldi. Yaptığınız şeylerin hikayeye bağlanması zor bir şey değil, kendiliğinden oluyor zaten, bir şey üzerinde çalışıyorsunuz sonra onun üzerinde çalışırken başka bir şey yakalıyorsunuz ve ona da bir bakayım diyorsunuz. Sonra bir bakmışsınız o konuda uzmanlaşmışsınız artık, kafanızda bin tane proje, hepsi için de denemelik en az bir çözüm fikriniz var. Bunları uygulamak için yanıp tutuşuyorsunuz. 

Postdoc projesi de aynı hikaye. Bilim ve toplum nezdinde fark yaratacak, fonlanmaya değer, sizin de yapabileceğiniz ve yapmak isteyeceğiniz büyük (ama alt görevlere ayrılabilen) bir proje yazmanız gerek. Doktoraya göre şöyle bir fark var: yazdığınız projenin sizin de işinize yaraması lazım, dolayısıyla - yeni bir şeyler öğrenmek adına - mevcut uzmanlığınızdan dallanıp budaklanacağınız, yeni metodlarda uzmanlaşıp, sizi bir İsviçre çakısına çevirecek bir proje lazım. Fakat sıkıntı şu: uzmanlaşmadığınız bir konuda bir proje yazamıyorsunuz. Yani projeyi, araştırma sorusunu beklenen çıktıyı yazarsınız da detaylı şunu şunu yapacağım süper olacak diye yazamazsınız. Gerçi bu bütün araştırma projeleri için böyle de, uzmanlaşmadıysanız projenin yapılabilirliği konusunda karşıyı ikna etmek de zorlaşıyor. Bir de zaten ben o projede uzmanlaşmışsam ve projede detaylı olarak ne yapacağımı yazabiliyorsam oturur yaparım projeyi yani neyi bekliyorum? Bu ikilemlerden "Bir projeyi yazalım da yapmaya başlayınca zaten on bin tane sıkıntı çıkar yirmi bin kere değişikliğe uğrar." kafasıyla projeyi yazdım. Evet tam bir Türk'üm.

Artık blogta yazmaktan bıktığım bana fenalık geçirtecek olan "Türkiye gündeminin yarısı sahteymiş." projesinin üzerine kurdum çünkü en güçlü projem oydu. Ama "Dünya gündeminin %20'si sahteymiş." diye lanse ettim çünkü İsviçreli napsın Türkiye'yi? Bu projenin makalesine en sık gelen ve bence en önemli eleştiri "Bu gündemi takan var mı ya? Bu sahte gündemlerin halka etki ediyor mu?" idi. Cevapl olarak, gerçekten gündem olan hashtagleri gazete küpürlerinden toplayıp hakemlere gösterdik. Tamam ama gazete küpürleriyle nereye kadar? Bir de ben de merak etmeye başladım, Twitter trendleri Youtube trendleri, Spotify hitleri (bunu Alman bir arkadaşım görüp wtf olmuştu), Reddit trendleri falan var. Bunları insanlar sallıyor mu. Ben botlarla buraya istediğimi soksam halk nezdinde etkisi ne olacak? 

Özetle şu iki araştırma sorusu üzerine bir proje yazdım:
Sosyal medya platformları tarafından "trend" kabul edilen içerikler kullanıcıları etkiliyor mu? (Nasıl etkiliyor? Ne ölçüde etkiliyor?) 
Verilen bir trendin sahte olup olmadığını veya ne ölçüde sahte olduğunu nasıl anlarız?
Ana amaç da sahte trendler insanları etkiliyor mu bilelim ki bu konuda endişelenmeli miyiz, sosyal medya platformları bu konuda önlem almalı mı onu tespit edebilelim.

Yapılacak görevler:
1- Birkaç platformdan trend verisi çekilecek, hangi tipte trendlerin platform olduğu ve trendlerin platformdan platforma değişiklik gösterip gösteremeyeceği belirlenecek. (İçimdeki küçük hesapların peşinde olan adam zaten buradan bir makale çıkar diyor.) 
2- Verilen bir trendin sahte olup olmama ihtimali hesaplanacak (burası zor, ben de bilmiyorum yapabilecek miyim. Daha önce yaptım yine yaparım argümanım var sadece.)
3- Trendlerin etkisi (causal impact) ampirik bir yöntemle hesaplanacak.
4- Üçün aynısı ama lab deneyiyle.



Üç ve dördü açayım. Causal impact bir olayın bir şeylere etkisi. Çok güzel açtım. Yani un fiyatlarındaki artış ekmek fiyatlarını nasıl etkiliyor, denizdeki balina sayısındaki artış denizin tuzluluğunu nasıl etkiliyor vs. Diğer tüm etkenleri (elinizden geldiğince) sabit tutarak yapıyorsunuz bunu. Veri biliminin yan alanlarından biri diyebiliriz buna, özellikle sosyal medya verisi kullanarak bolca yapılıyor. Ben "Elon Musk'ın tweetlerinin Dogecoin'e olan etkisi analizi"ni görüp okuyunca sarmıştım, çok hoşuma gitmişti. (Meraklısına: https://fabiandablander.com/r/Causal-Doge.html) Ama şu an bunun nasıl yapılacağı üzerine çok aşırı bilgim yok ki zaten kendi başına bir alan bu. Ben sadece altında yatan temel fikri biliyorum, niyetim postdocta etraflıca öğrenmek. 

Causality'i yani neden sonuç ilişkisini labta şöyle tespit edersiniz. Treatment ve control grubu denilen tedavi ve plasebo grubunuz olur. Aspirinin baş ağrısına olan etkisini ölçeceksiniz diyelim, başı ağrıyan bir grup insanı ikiye böler, birinci gruba aspirin verirsiniz, ikinci grubu da aspirin verdim diye balık yağıyla kandırırsınız. İlk gruptakilerin başının ağrısı geçer ikincisinin geçmezse aspirinin baş ağrısının tedavisinde pozitif etkisi vardır. 

Bunu kendi projeme uyarlarsam yapacağım şey ilk gruba trend olmuş bir yalan haber videosu, ikinci gruba trend olmayan bir yalan haber videosu göstermek sonra inandınız mı diye sormak. İki grup da 100 kişi olsa. İki grupta da 50şer kişi inandım dese trendler aklanır çünkü kişi sayısında bir artış yaratmamışlardır. Ama 100'e 50 olsa %100 arttırdı demek, o zaman bir problemimiz var. Eğer iki grupta da 100/100 çıkarsa fazla inandırıcı bir video bulmuşuzdur veya katılımcılar da bir sorun vardır :) 

Bunu ampirik olarak yapmak direkt sosyal medya verisini çekip kullanıcıların davranışlarını analiz etmek demek. Ama veriyi öyle bir hazırlamalısınız ki sanki labta yapıyormuşsunuz gibi olsun. Bir şeyin trend olması tek değişken olsun, diğer tüm değişkenler sabit kalsın. Benim proje tasarısında önerdiğim şey zaten popüler olan içeriklerin sosyal medya platformu tarafından trend olarak belirlenmesinden sonra aldığı etkileşim önemli ölçüde değişiyor mu onu hesaplamak. Örneğin A kanalı tarafından yayınlanan X videosu yüklenilmesinden itibaren lineer hızda görüntülenme alıyor. Bu video youtube trendlere girince görüntülenme hızı exponential (üstel) olarak artıyorsa ama aynı durum A kanalının trendlere girmeyen Y videosu için gözlenmiyorsa, A kanalının birileriyle anlaşıp videolarını trendlere sokması akıllı bir yatırım olacaktır. Bunu birkaç platforma uyarlayarsak da "İnsanlar trendleri sallıyor mu" konusunda genel bir yargı edinmeye yaklaşabiliriz özetle.

Bunu hocama ve postdocuma gösterdim. Postdocum ikinci kısımdaki birkaç detay üzerine itirazlarda bulundu ama genel olarak sevdi. Hocam "klasik bir proje tasarısına" benziyor dedi, detaylara pek inmedi. Hocam birkaç sene öncesine kadar dağıtık sistemler üzerine çalıştığı için bu konuda pek uzman sayılmaz, o yüzden daha çok bilim yapma üzerine tecrübesinden yola çıkarak fikir veriyor. Bunun dezavatantajı her şeyi kendiniz öğrenmenizin gerektiği ama avantajı da ne tipte proje fon alır veya fon alması için ne yapmanız gerekir onu öğrenebiliyorsunuz. O yüzden hocamın önerileri projeyi kabul ettirilmesine yardımcı öneriler oldu. Örneğin literatür taramasında sadece sosyal medya platformlarındaki trendler üzerinde durum "Bu konuda hiç araştırma yok." yazmıştım ki gerçekten yoktu. Hocam ise "Trendleri ve manipülasyonu genel düşün. Örneğin influence maximization diye bir şey var araştır bu proje o konudan nasıl ayrılıyor yaz ki o konuda çalışan biri literatür taramanı görürse burun kıvırmasın." (Böyle diyorsa muhtemelen influence maximization çalışan birini tanıyordur hatta bilim vakfında çalışıyor bile olabilir bu kişi.) Tamam dedim. Influence maximization ne diye baktım, bir graphta maksimum etkiyi yaratabilmek için gereken minimum nokta kümesini bulma sanatıymış. Yani atıyorum bütün sınıfınızı korona yapmak istiyorsunuz, bunun için koronayı sadece iki kişiye enjekte etme hakkınız var. En sosyal iki kişiye enjekte etmek muhtemelen yanlış cevap çünkü o iki kişinin arkadaşları hep ortak olabilir. Eğer sınıfta ağır gruplaşma varsa (örneğin kızlar erkekler haremlik selamlık takılıyorsa) iki farkllı gruptaki en sosyal kişiye enjekte etmek daha mantıklı. İşte bunu daha büyük sosyal ağlara uyarlayınca influence maximization oluyormuş. 


Bunun trendlerle görünürde bir alakası yok tabii. Ama konuyu eni konu düşünmüş olmak veya en azından bunu gösterebilmek gerekiyor. Influence maximization trendlerle doğrudan alakalı olmasa bile teorik bi alan olduğu için oradaki yöntemler trendlere uyarlanabilir olma ihtimali var. Influence maximization'ı projesine yazan kişi bu ihtimali bilir, yazmayan bilemez.

Hocamın diğer bir önerisi "Objektifleri araştırma sorusuna dönüştür." oldu. "Trendlerin etkisi hesaplanacak." yazmıştım, sildim "Trendlerin etkisi nedir?" yazdım. Görünüşte tırıvırı bir değişim ama proje tasarısını okuyan kişinin gözleri o araştırma sorularını arıyor demek ki. 

Bir diğer önerisi de "Projeni satmaya çalış, ne kadar heyecan verici olduğunu nasıl ses getireceğini yaz, onları projeyi fonlamaya ikna et." oldu. Trump'tı, trollerdi, koronaydı, yarasaydı bilmemneydi o kadar şey yaşadık. 5 senedir gündem bana çalışıyor. Bir zahmet bu projeyi fonlasınlar yani başka neyi fonlayacaklar? dedim. İçimden dedim ama.

*

Proje taslağı metninde "Şu anda bu konuyla ilgili ne tip çalışmalar yürütülüyor ve siz ne yapıyorsunuz onu yazın." deniyordu. Bildiğim kadarıyla bu konuyla ilgili hiçbir çalışma yürütülmüyordu.

Sonra aklıma geldi. Bu projeye benzer bir proje yapabilmek için MIT'de bir mastır öğrencisi birkaç ay önce bana mail atıp benden Türkiye'deki sahte trendlerin verisini istemişti, ben de vermiştim. Yazdım on "Ne oldu bu proje?" diye. "Senin datasetinden güzel sonuçlar çıktı, MIT'deki postdocla papera çeviriyoruz. Taslak burada" diyip makaleyi attı. İlk başta sadece mastır öğrencisinin çalıştığını varsayıp çok sallamamıştım. Meğer bana Oxford'u bağlayan postdoc yürütüyormuş çalışmayı. Niye bana söylememiş? Makaleye baktım. Üzerinde epey çalışılması gerekiyor. Mastır öğrencisine yazdım, istersen ben de dahil olayım, şimdi benzer bir konu üzerine projeye başvuruyorum, başvurum güçlenir. Tamam dedi. Postdoca yazdım. Kısa bir sessizlikten sonra "Diğer yazarlarla konuştum, yapacak fazla iş kalmadı gerek yok dediler." dedi. Bu duruma epey üzüldüm. Yalnız kurtluğa devam. 

*

Diğer Ivır Zıvırlar


Projeyi yazdıktan sonra bir sürü ıvır zıvır form doldurup kendimi övmem gerekti. Olayların üzerinden 1.5 ay geçmesine rağmen bu yazıyı hala ertelememin sebebi de zaten bu kısmı yaşamanın da yazmanın da çok sıkıcı olması. Neyse başa gelen çekilir, devam.

Bu ıvır zıvır dökümanlarda iş arkadaşımdan öğrendiğim en önemli ve altın kural şu: "Eğer bir yere başvuruyorsan ve o yere başvurunu gerekçelendirmek için o yerin sana ve kariyerine nasıl katkı yapacağını yazıyorsan, aynı anda o yerin senden nasıl faydalanacağını da yaz."

Kariyer planı: 

Bu bölümde çok sevgili İSBİTAK bizden orta ve uzun vadede kariyer planlarımızdan ve bu projenin bu plana nasıl katkı yapacağımızı anlatmamızı istiyor. Beni ve iş arkadaşımı güldüren kısım ise şu kısım: "Kariyer planında adaylar İsviçre'de kalıp bilimsel veya akademik kariyer yapacağını belirtmeli ve bunu gerekçelendirmeli." Adfsdfdsf e siz yapmışsınız kariyer planını bir de üzerine ben ne yazayım? Tabii adamların hem para verip hem de İsviçre'de kalmamızı beklememesi saçma. Ama bunu apaçık yazmaları komik.

Önce kendimi överek başladım, doktorada dezenformasyon alanında çalıştım, böyle böyle önemli alan, sonra doktoramı övdüm, uygulamalı ml'de uzmanlaştım, bağımsız olmak ve takım oyunu gibi soft skiller edindim (ikisi çatışmıyor değil gerçi) ve bir sürü öğrenciyle çalıştım (onları çalıştırdım). Orta vadede planım postdoca gitmek (herıld yani). Uzun vadede planım İsviçre'de akademik kariyer yapmak, çünkü burası çok güzel inekler çikolatalar. Şaka bir yana, İsviçre devletinin araştırmayı nasıl desteklediğini, buranın nasıl kâr amacı gütmeyen organizasyon cenneti olduğunu yazdım ve altın kuralı uyguladım: "Bu organizasyonlarla beraber çalışıp kamu yararına projeler yapabiliriz."

Araştırma Çıktıları:

Araştırmayla ilgili bütün çıktılar. Ama bütün çıktılar. Popüler bilimle ilgili bir şey yaptıysanız onu bile istiyorlar. Ne varsa yazdım. Lisansta çalıştığım ama doktoradayken basılan journal, gereksiz posterler sempozyumlar, İstanbul Üni Hukuk Kulübüne verdiğim sunum, Cüneyt Özdemir söyleşisi hatta UNIL'de film hackathonunda çektiğim kısa filmi bile. Haber retweetlemek için kullandığım botu bile yazdım. Tüm tuşlara bastım. Basılı sadece bir ful konferans makalem olmasaydı bu kadar uğraşmazdım tabii. Napalım kısmet.

Statement of Mobility:

Akademisyen denen adam gezen, gezebilen, girdiği çevreye entegre olabilen bir adam. Aynı sene içinde Çin, Mısır, İsrail ve Filistin'i gezebilmiş biri olarak söyleyebilirim ki ben gezen adam tanımına uyuyorum. Fakat doktorada boğazıma kadar comfort zone'a battım. Ne adamakıllı kolaborasyon yaptım ne staja gittim. Tabii bunun sorumlusu birazcık da korona. Konferansa bile gidemedim. 

Ama statement of mobility isimli "Geziyorum ben, ahanda kanıt" isimli forma bişiler yazmam lazım. Kurumsal, enternasyonal, sektörel ve entelektüel mobilitylerinizi soruyorlar. Mobilityden tam kasıt ne onu bilmiyorum çünkü tanımlamamışlar. Kulağa mobility gibi gelen, geziyorum temalı her şeyi yazdım. Singapur'a exchange'e gittiğimi, kızıl haç ve kızılay ile beraber proje yaptığımı (tam böyle olmadı gerçi de, hepi topu ofislerini ziyaret edip beyin fırtınası yaptık, fırtınada beyin uçup yer değiştirdiği için bu da mobility sayılır), medyaya röportajlar verdiğimi (bu da entelektüel mobility) vs. Bir tek sektörel mobilitye düzgün bir şey yazamadım, çünkü hiç şirkette çalışmadım, aferin bana.

Tavsiye Mektupları:

İki tane tavsiye mektubuna ihtiyacım vardı, hocamdan ve postdocumdan yani iş arkadaşımdan aldım. Hocam "Bana bi taslak mektup yazar mısın" dedi. O yüzden de biraz onun dilinden kendimi övmem gerekti. Şöyle yaratıcıdır böyle azimlidir vs. Editleyip biraz maldır yazmamıştır umarım. İş arkadaşım da yazdığı taslak metni bana attı, kontrol ettim bayağı iyi övmüş beni. 

Bundan başka bir de motivasyon mektubu vardı ama opsiyoneldi. Bu kadar şeyin üzerine bir de onunla uğraşamadım.  

*

Bunları yazarken "Beni neden fonlamalısınız" ile "Nolur üzerime fon atın" arasındaki ince çizgiye dikkat etmem gerekti. O yüzden defalarca üzerinden geçmem gerekti. Neredeyse kusacaktım. İşin komiği kampanyadan Paris'e tren bileti almıştım ki bu da deadline'dan 3 gün önceymiş. İki gün Paris tatili yapıp dinlenip eve dönüp kendimi biraz daha övdüm. Nihayet 1 şubatta deadline'dan birkaç saat önce yazmayı bitirip dökümanları teslim ettim. 

Mesaj geldi başvurunuzu aldık, haziran ortası kesin kararı söyleyeceğiz diye. 

Bu arada kayıt sistemine üye olduktan sonra bir iş günü aktivasyon için beklemem lazımmış. Neyseki haftalar öncesinden sisteme üye olmuştum sistemi deneyeyim diye. Bu tip bir şeye başvuracak başka biri varsa kulağına küpe olsun, son güne bırakmayın.

*

Postdoc başvurularım bitmedi hatta dahası var. Ama yazı çok uzadığı için burada kesiyorum. İkinci bölümde İsviçre Silahları Kuvvetleri bursuna başvurum ve bu burs için de Zürih'e gidip yaptığım sunumu yazacağım. Takipte kalın!

Bundan sonraki yazılardan haberdar olmak için şuradaki formu doldurabilirsiniz:

Veya sosyal medya: