İyi bayramlar herkese. Yoğunluk nispeten azaldığı için uzun bir aradan sonra 2. sınıf 2. dönemi ve 3. sınıf 1. dönemi yani kısaca tüm 2019'u (uzunnn uzunnn) özetlediğim yazısını toparlayıp gireyim dedim.

Asistanlık

Applied Data Analysis - Poster Sunumları


Geçen yıl Applied Data Analysis yani veri analizi dersine asistan olduğumdan bahsedip bu dersteki olumsuzluklardan yakınmıştım. Her hafta ödev ve proje okuyorduk, haftanın neredeyse yarısı derse gidiyordu ki bunun normali haftada bir gündü. (Kontratımızda öyle yazıyordu.) Araştırmayı bırakmıştım dersle uğraşıyordum.

Fakat şöyle bir cinlik yapmıştım: kendi çalıştığım konuyu ve veriyi ders projesi olarak vermiştim, dolayısıyla kendi analizimi başkalarına yaptırdığım için ders sonlara doğru güzelleşmişti. Kendi öğrencilerimin bir çoğuyla iyi ayrıldık. Altı grubum vardı. Bir tanesi gerçekten çok iyi analiz yaptı. Paylaşayım burada.

Yalnız bu gruptaki elemanlardan biri kendi projeye fazla kaptırmış olacak ki şöyle bir "kelime bulutu" çıkarmış:


Bunu görünce gülmeye başladım ve öğrencilere verdiğim feedback'e "Size sıfır veriyorum ayrıca hakkınızda disiplin soruşturması başlatacağım, ben Türkiyeliyim ve benim bayrağımı böyle lekeleyemezsiniz.. Şaka la şaka ama bu nedir dikkat edin." diye yazdım. Muhtemelen üç buçuk attılar.  Grupta ismi "Halime" olan Kanadalı kız mesaj attı "Yaaa biz öyle demek istememiştik bak ben de Müslüman'ım." falan. "Yok ya alınmadım ama başka bir yerde alınan çıkabilir." falan dedim.

Gruplardan birindeki öğrenciler Erasmus öğrencisiydi ve üç kişiden ikisi Matematik okuyordu. Bayağı zorlanıyorlardı derste. Projeye aşamalı olarak dört not giriyorduk ve ben ikinci notu girince biri geldi bana duygu sömürüsü yaptı biz çok çalıştık bilmemne diye. "Tamam da artık değiştiremem. Ama bir dahakine şunu şunu yaparsanız iyi not vereceğim söz." dedim. Adam surat yapıp gitti. Sonraki aşamada yine çok olağanüstü bir şeyler çıkarmamalarına rağmen dediklerimi yapıp az biraz okunaklı bir şey çıkardıkları için hak ettiklerinden bir tık fazla verdim. Baş asistan "Öğrencilerle çok fazla bağ kurma bir de notu başkaları veriyor diye yalan at." demişti. Ben adamın tavsiyesini dinlemeyip fazla duygusal davrandım sanırım.

*

Projeler bitti. Bahsettiğim ırkçı kelime bulutu içeren projeyi en iyi proje ödülüne aday gösterdim. Haftasonu cumartesi poster sunumu için öğrencileri (ve kendimizi) topladık. Öğrenciler salona posterlerini astılar. Bir yandan başkalarının posterlerine bakıp muhabbet ettiler falan, yani umarım öyle yapmışlardır. Çünkü günüm yirmi otuz tane postere tek tek bakıp anlamaya çalışıp not vermekle geçti. Feci yoruldum. Sonlara doğru beyinde fosfor bitti, posterlerin karşısına sandalye çekip "Arkadaşlar gerizekalıya anlatır gibi anlatın ben anlamıyorum yoksa." diyordum.

En iyi üç proje seçilecekti, grup elemanlarına EPFL'de yapılan Applied Machine Learning Days konferansına da beleş bilet verilecekti ki biletler pahalı bayağı. (Ben kendi cebimden 180 frank verip aldım ki sadece konuşmaları kapsıyordu :()

Günün ortasında en iyi proje adayları sunum yaptı bir dakikalık. Zannettim sonra en iyi sunum için halk oylaması olacak veya biraz düşünüp günün sonunda seçeceğiz. Öyle olmadı, onun yerine tüm sunumlardan sonra asistanlar toplandı grupları bir dakikada oylayarak her şeyi oldu bittiye getirdi. Hoca da baskı kurdu hadi seçsenize diye. Seçilebilecek en saçma projelere oy verdiler. Benim grubum diğer asistanlar konuyu bilmediğinden puan alamadı. Müthiş bir prodüksiyon gerçekten. Gruptan biri "Her ne kadar ödülü alamasak da bizi en iyi proje olarak aday gösterdiğin için teşekkür ederim." diye mail attı bana. Çok üzüldüm.

*

İşte Ben Buna Final Derim

Dersin finali şöyle: internet açık, her şey açık, chatleşme yasak ama bunu kontrol etmek zor. Asistanlara soru soramıyorsunuz, soruyorsunuz da kıllığına cevaplayamıyorlar. Kodlama sorusu var ama kağıt üzerine değil, gerçekten kod yazıyorsunuz. (Jupyter notebook kullanarak.)

Dersi veren hocanın labındaki asistanlar bi final hazırlamış akıllara ziyan. Finali attılar diğer asistanlara, lütfen bunu çözüp bize gönderin dediler. Final 4 saatte çözülmek üzere tasarlandı (halbuki final 3 saat) öğrenciler bir tane soruyu atlamalı. Yine de bu finalin 4 saatte çözülebilir olduğunu bilmemiz lazım o yüzden 4 saat ayırın. Baktım finale, 4 tane soru var. 3 saatin sonunda anca 2 tanesini çözebildim. 4. saatin sonunda da bir tanesini yarım yamalak çözdüm. (Çözmeye de üşendim ayrıca). Dedim ben bunu 4 saatte çözemem. Yazdım ama takan olmadı. Finali az daha düzeltmişler ama soru sayısında pek bi değişiklik yapmamışlar. Hala 4 saatte çözemem.

Finalde ikişer asistandan sınıflara ayrıldık, asistanlardan biri yoktu onun yerine hoca baktı. Hocayı da bana vermişler. Adam final boyunca poposunu kaldırmadı, öğrencilerin yardım isteklerine sadece ben koşturmak zorunda kaldım. 3 saat amfiyi taradım. Bir de tuvalete gitmek isteyenlere çocuk gibi refakat etmemiz gerekiyor. "Soru soracaklar sağ elini kaldırsın (ama soru cevaplamak yasak) tuvalete gidecekler sol elini kaldırsın." diye aptal saptal kurallar koyuyorlar bir de hasbinallah.

Finalin ilk sorusunda Big Bang Theory altyazıları (bildiğin text veya srt dosyası) veritabanına (bilenler için: pandas dataframe) çevirmeniz gerekiyordu. Sonra da bu veriyi kullanarak soruyu cevaplayacaktınız.

Finalin sonunda isyan çıktı, çünkü insanlar veriyi text dosyasından okuyamamış. Tabii bu text dosyası okuma işini ben kendim defalarca yaptığım için insanların bunu yapamayacağı aklıma bile gelmedi. Dahası bu derste kimse veri çekip veritabanı oluşturma gibi işlerle uğraşmamıştı, ben böyle bir ödev hazırlamıştım ama hoca "dikkat dağıtıyor" diyip çöpe atmıştı. Al sana dikkat dağıtan final heyyarabbim. Birçok öğrenci "Ama biz text dosyası okumayı derste görmedik." dedi. (Benim hazırladığım "Kodlamanın Püf Noktaları" rehberinde geçiyordu halbuki, kimse sallamamış.) Anlaşılan internette de bulamamışlar. (Üzülerek söylüyorum ki EPFL asistanlara çok iş yükleyerek öğrencileri tembelliğe alıştırıyor, öğrenciler bir sorunu olduklarında önce internete bakmak yerine asistanlara soruyorlar, dolayısıyla arama yapmayı öğrenemiyorlar.) Epey bir kişi veritabanı yapmayı beceremediği için finalin geri kalanını da yapamadı ve finalden sıfır çekti. İnanılmaz gerçekten.

Final okumaya gelince, neredeyse haftanın tamamını aldı çünkü çok dahi asistan arkadaşlar öğrencilerin yazdığı kodun sonucunu ekrana basmamışlar, dolayısıyla adamlar doğru kodlamışlar mı diye tek tek okumam gerekti. Finalleri okurken çok fazla netflix izlediğim için EPFL'den uyarı geldi "Çok fazla indirme yapıyorsunuz yapmayın bu kadar istirham ederiz." diye.

Bu kadar olaydan sonra dersin asistanlığını bir daha almamaya karar verdim. (Zaten onlar da bana teklif etmediler.)

Distributed Information Systems - Biricik Hocamın Dersi

Hocamın dersinin asistanlığını geçen sene de yapmıştım. Bu sene tabii ki yine aldım. Kaçar mı?

Her hafta laboratuvar egzersizleri var ama egzersizler geçen yıldan hazır zaten. Quizler var - eski quizlerden çorup soruyoruz. Final var onun için de bir tane soru yazıyorum bitti gitti.

Bu sene daha da rahat davrandım. Dil dersimle çakışmasını bahane edip derslere gitmedim. Dil dersinden çıkıp egzersiz saatinde saçma soruları cevaplamaya gittim. Hoca "Öğrenciler egzersizlere gelmiyor sonra finalde çakılıyorlar. Bari bir arasınav hazırlayalım da finalde neyle karşılaşacağını bilsinler." Hayda bu nereden çıktı. Hazırladık dandik bir arasınav yani midterm. Egzersizlere yine de gelmediler. Gelmelerini isteyen de yoktu zaten :D 

İki tane de quiz hazırladık. Quizleri garip garip bahanelerle ekenler oldu. "Yarışma kazandım, Silikon Vadisini gezeceğim beleşe, gelemem quize." "Taşınacağım anca bugün izin alabiliyorum." "Aynı anda kayak öğretmenliği okuyorum, sınavım sizinkiyle çakıştı sizinkine gelemem." (En favorim bu.) Dedik neyse ayarlayacağız bir şekilde.

Ayarlamadık la adfsdfsdfsdf. Final bittikten notları girdikten sonra ben tatile çıktım. Diğerleri ne yaptı bilmiyorum. Ama öğrencilerden biri "Bizim quiz notuna ne oldu?" diye olaya uyanmış ama biraz geç uyanmış. Asistanlardan biri hocaya mail atmış "Hocam notları girdiniz mi bir şey değiştireceğim ben." diye. Hoca tabii ki bu maile cevap vermemiş. Sonuç: öğrencilerin hepsini sıfırladık bir güzel. Diğer asistan pişkin pişkin "Ayarlayacağız dedik, nasıl ayarlayacağımızı söylemedik." diye dalga geçti. 

Sıfırladığımız öğrencilerden biri (maili atan kişi) arkadaşımdı. (Türkiye'den doktora öğrencisiydi.) Ne zaman onu görsem bu olay aklıma geliyor şimdi. :d Bunu okuyorsa affetsin beni.

Introduction à la Programmation - Fransızca Dersin Asistanı Olmak



Applied Data Analysis'in asistanlığını bir daha almamaya karar verdim ama ortada bir sıkıntı var: asistanlık yapacak başka ders yok. Gidip işletim sistemleri gibi zor bir dersin asistanı olmak istemiyorum. Eğer kendim ders seçmezsem rasgele verecekler. Applied Data Analysis verebilirler yine, daha da kötüsü saçma sapan advanced algorithms gibi hiç bilmediğim bir şey de verebilirler. 

Dahiyane çözümüm ise A2 Fransızcayla "Programlamaya giriş" dersi vererek bebelere java öğretmek oldu. EPFL Bilgisayar mühendisliği altyapısı artık benden sorulacak!! Hoca asistan seçme sayfasına "Üç asistan istiyorum ama en az iki tanesi Frankofon olmak zorunda." yazmış. Ama koca doktora bölümünde iki tane Frankofon var mı ondan bile emin değilim. Abarttım var tabii, ama sayıları gerçekten az. Hoca lüks istiyor özetle. Profilime "Fransızca düşünebilir ama konuşamaz." yazdım. :d Dersi geçen yıl veren tanıdığım Yunan bir kız vardı. Sordum "Fransızca konuşup yazabiliyorum ama egzersiz seanslarında soruları İngilizce cevaplıyorum." dedi. Tamam dedim bu kadarını ben de yaparım.

Kabul edildim. Benim yanımda Yunan kız ve rastgele bir tane de Hintli kabul edilmiş. O hiç Fransızca bilmiyor. 8 tane kadar da mastır/lisans öğrencisi var parayla çalışan (hepsi Frankofon). Tüm asistanlar toplandık. İngilizce konuştuk. Hocam (ismi Cemile, Kuzey Afrika'da bir yerlerden.) Mac'te Eclipse kurmam için rehber falan yazmamı istedi, hatta video da olsa fena olmaz dedi ama Fransızca konuşamıyorum diyerek yırttım. Başka da bir şey istemedi dönem boyunca Cemile. Gerçekten çok kibar bir insan. 

Ne yalan söyleyeyim, Cemile'nin iyi niyetini biraz suistimal ettim, egzersiz seanslarına egzersizleri okumadan gelerek. Çünkü egzersizler Fransızca ama daha önemlisi çooook sıkıcı. Basit basit şeyler var, bunları okuyup çözmek tamamen vakit kaybı. Egzersizlere gittim, ilk birkaç soruda zaten egzersizi öğrendim, geri kalan sorularda aynı sıkıntılı kısımların tekrarıydı. (Bu arada söyleyeyim Bilkentteki asistanlar da böyle yapıyordu üşengeçlik bulaşıcı.)

Yalnız ilk seansta acayip uğraştırdılar. Bilgisayar mühendisliğinde her dersin ilk egzersizi bir şeyler kurmakla geçer. Ama herkes farklı bir bilgisayar kullandığı için ve biz de teknik destek ekibi olmadığımız gibi sorunları da öğrencilerin yapması gerektiği gibi google'a bakarak çözdüğümüzden bu kısım hep zor geçer. Cemile reis işi daha da zorlaştırmış,  öğrenciler belki "Linux kodu yazmak ister." diye sanal makine kurma rehberi falan yazmış. Öğrenciler windowsu bile doğru düzgün kullanamıyor halbuki. Kızda mac var linux kodu yazmak için sanal makine kurmaya uğraşıyor, halbuki macle linuxun özünde aynı sistem var :)) Adam bir şeyler kurmaya çalışıyor, kuramıyor, bakıyorum bilgisayara windows 7, java programını desteklemiyor :)))  

Bu arada sorular bana default olarak Fransızca geliyor. Soran kişi Fransız değilse anlıyorum yarım yamalak. Yok eğer Fransızsa "Anlaşıldı bu Fransızca'yı katledecek." diyip anahtar kelimeleri çıkarmaya çalışıyorum. Ama asıl sıkıntı konuşmak, çünkü kodlama öğretecek dil yok bende. 40 IQ gibi "Şunu böyle yaz onu öyle yaz buraya virgül koy." diyerek cevaplıyorum soruları, bakıyorlar bu çocuk gerzek mi diye. 

Konular karmaşıklaşana kadar böyle gittim, en sonunda öğrencilere bir şeyler öğretmenin benim Fransızca pratik yapmamdan daha önemli olduğuna karar verip İngilizce'ye geçtim.

Derse gelirsek: inanılmaz ama bizim Bilkent'te iki dönemde öğrendiğimiz şeyi bunlar tek dönemde öğreniyor, ya da öğrenmek zorunda bırakılıyor. Bilkent'te egzersiz seansları egzersiz seansları değildir, asistanlar üç tane soru yazar ve öğrencilerin bunları 3-4 saatte çözmelerini bekler, bu da öğrenciler için en stresli 3-4 saattir. Hiç kodlama yapmadan bölüme başlayanlar tamamen dezavantajlıdır. Sorular sadece sorudan oluştuğundan yani hiçbir yönerge olmadığından öğrenciler devamlı asistanlara soru sorar, asistanlar öğrencilere yetişemezler. Sınavlar ise kağıda yazmalıdır. Ders projesi ise sıfırdan yapılır, bunda da öğrencilere herhangi bir yönerge verilmez. Üstelik 1800'lerden kalma saçma sapan java grafik kütüphaneleri gösterilir derste ki öğrenciler sonra bunları kullanmaya çalışıp kullanamasın. Şimdi ki aklım olsa ders projesini bir günde hallederim. Ama o zaman bilemedik, bir ton gereksiz işle uğraştık.

Burada ise egzersiz seanslarının hedefi öğretmektir, öğrenciler ise öğrenmek için soru sorar çünkü not beklentisi yok. Egzersizlere gelmek zorunlu değil zaten. Egzersizler de bütün konuyu kapsar, çözen kişiler her şeyi öğrenir. Ayrıca öğrenciler bilimsel hazırlık döneminden geçer, dolayısıyla öğrenciler derse hiç kodlama yapmadan başlamaz, haksız rekabet Bilkent'e göre daha azdır.

İki tane proje vardır ve bunlar "Sıfırdan yaz ne halin varsa gör." projeleri değildir, öğrencilere iskelet kod verilir ve proje rehberinde bunun nasıl doldurulacağı detaylıca anlatılır. (Tek sıkıntı benim bu rehberleri okumaya üşenmem.) Projeler de sıkıcı değildir, ilk proje QR yazma projesi, ikinci proje RPG oyunu yazma projesiydi ki lisede kendim RPG oyunları yapan biri olarak EPFL öğrencisi olsam bunu ayılabayıla yapardım. Onun yerine Bilkent'te ekranın bir taraflarına resim koymayla falan uğraştım, derste öğretilen kütüphaneler çok kötü olduğundan bunu becermek için çok uğraştım. Neyse.

Dersin öğrencilerine gelirsek; anladığım kadarıyla çoğu Fransız. Konuşmalarından anlıyorum. Epey bir Faslı ve diğer Kuzey Afrika ülkelerinden öğrenci var. Bunların da Arap aksanından çok rahat anlaşılıyor bu arada. İki tane Çinli var, ne yapacaklarını Çince anlatıyorum mutlu oluyorlar falan :P İki tane Türk var, sadece bana soruyorlar. İkisi de son derece zeki olduklarından onların sorularını cevaplamak kolay oluyor. Koreli var bir tane de anyon diyorum. Daha başka milletler de vardır, gözüme çarpanlar bunlar şu ana kadar. Bunlarla Fransızca konuşmak kolay oluyor. O yüzden bu ders iyi bir fırsat.

Finalde hoca çok fazla nesne yönelimli programlama sordu, algoritma az sordu. Bilgisayar mühendisliğine aşina olmayanlar için bu şu demek: ilkokulda matematik sınavına giriyorsun, verilen istenen çözüm şeklinde çözülmesi gereken havuz problemi sormuyorsun da kümelerden felan soruyorsun gibi. Yani basit ve matematiği matematik yapan şeyler yerine ezber ve çok az mantık gerektiren şeyler soruldu. Hocaya durumu belirttim "Benim stratejim bu" minvalinde kibarca cevapladı. Okey dedim.

Yalnız finalde garip bir şey oldu, üç kişi "öğrencinin problemlerinden ötürü (bir tanesi prostattı sanıyorum) sınavdan x dakika fazla çıkmasına karar verilmiştir veya tuvalete gittiği her dakika için sınavına yarım dakika eklenecektir." vs. tarzında izin almış. Hayatımda ilk defa duydum bunu. Tabii öbür öğrenciler bunu bilmediği için sınav bittikleri anda aldı hepsini bir muhabbet. "Arkadaşlar sınavı  bitirmeyenler var lütfen sessiz olup bir an önce çıkın." diye duyuru yaptım. Kimse sallamadı. "ŞŞŞŞŞŞŞŞ" diye bağırıp "Go go go!!" dedim ellerimi çırparak. Çıktılar. Bunu yaptığımda yüzlerindeki ifadeyi görmeliydiniz çok şaşırdılar ahaha.



Dersin projeleri okumak birkaç günümü aldı, okumak dediğim de 7-8 tane Legend of Zelda'nın kötü klonlarını manyak gibi üstüste oynamak. Neyse ki finali bana okutmadılar yırttım. Ama final kağıtlarının zımbalarını çıkartmakla uğraştırdı hoca sağolsun. Doktora yapıyorum atomu parçalamam için beni işe alıp zımba çıkarttırdılar tam skandal.

Öğrenci Projeleri

Dönem projeleri öğrencilerin not almak için bir labla (bu durumda benle) yaptığı projeler. Geçen bahardaki öğrenci projelerinden bahsetmiştim burada. Onların akıbetlerini özetleyeyim.

Ünlüler Kutuplaşmayı Azaltabilir mi?: Burada özetledim. 
Bu arada bu projeyi yapan kız benle mastır tezi yapmaya başladı. Ama tezi şirketle yapıyordu (yani aslında şirkette maaşlı stajerdi) ve kızın yaptığı işleri ben pek anlayamıyordum, daha doğrusu dinlerken sıkılıyordum. Yazılım mühendisliği yapıyordu çünkü. Zaten şirketi de "O gizli, bunu anlatma, sana şimdi şu işi vereceğiz ama önce x bilgisayarına erişmen lazım, bu erişim izni için de bir ay beklemen lazım." diye saçmaladıkça saçmaladı. Kız en sonunda alın şirketinizi başınıza çalın diyerek tezi verir vermez işten ayrıldı. Ben de yazılım mühendisliğinin ne kadar iğrenç olduğunu bir defa daha öğrenmiş oldum. (:D)

Fantastik Botlar Nelerdir ve Nerede Bulunurlar: Bunu bitirdim ama hala basamadım. Basmadan önce halka açmamayı planlıyordum. Ama bir türlü basamıyorum. En olmadı bir ara yazacağım buraya dayanamayıp.

Tweetlerin Haber Değeri: Bu proje için veri bulmak sıkıntıydı. En sonunda hocamın eski öğrencilerinden birinin topladığı bir veriyi verdim çocuğa. Verilen bir tweetin bilgi içeriyor mu içermiyor mu onu sınıflandırmasını söyledim ki sonra haber değeri taşıyıp taşımadığını görürüz vs. Ama bu bile çok zor bir projeydi. Çok iyi bir sonuç çıkmadı. Çocuk tezini sundu. Notlandırmayı ben, hoca ve bir de şirkette çalışan bir uzman yapıyordu. Şirkette çalışan uzman neden "Deep learning kullanmadınız?" diye sordu. İyi ki öğrenmişsin deep learningi teallam. "140 karakterli yazılardan oluşan yirmi bin satırlık veriyle deep learning yapıp napacaksın?" diye çıkıştım adama kibarca. (Deep learning için verinin milyonlarca satırdan oluşması gerek.) Adam ikna olmadı ama hoca ikna oldu ki çocuğa yüksek verdi.

(Alanı bilgisayar mühendisliği olmayanlar için not: deep learning günümüzün kahinidir. Leb demeden leblemiyi anlamaya yarar, örneğin google'a leb yazınca leblebi çıkıyorsa bunun sebebi deep learningtir. Ama her zaman işe yaramaz. Ne zaman işe yaramayacağını bilenlere bilgisayar mühendisi denir.)

Geçen sonbahardaki projelere gelelim. Malesef bu dönemki projeleri alan öğrencilerin bazıları oldukça zayıftı. Pek uğraşmadılar projelere. Ben de ortalama notlar verdim. Dört proje verdim ki bu çok yüksek rakam, normalde normali bir öğrenci. İki öğrenci bile çok denebilir. Ben sadist olduğum için çok öğrenci alıp köle gibi çalıştırıyorum hepsini. 

Bir Twitter profilinin iki farklı zamandaki profil bilgilerine bakarak Twitter hesabı el değiştirmiş mi değiştirmemiş mi onu algılama projesi: Örneğin benim Twitter profil ismim azimli_yazar, ben bunu azimliyazar yaptığımda hesap el değiştirmemiştir muhtemelen ama hüseyin_yılmaz yaparsam değiştirilmiş olabilir. Peki bu proje gerçek hayatta ne işimize yarayacak? Şu an akademide bilinmiyor ama forumlarda (örnek r10) adamlar Twitter hesabı kasıp 10k-20k followera getirip satıyorlar. Bikini kızlı bir Twitter profili bir sene sonra caps sayfasına dönüşüveriyor. Bunla sınırlı kalsa iyi ama bunu ticarete dökenler var adama bakıyorsun 2016'da Trump'ı destekleyen bir Amerikan vatanseveri, 2017'de ise Fransa seçimlerinde Macron'u destekleyen bir Parisli. Hesabı kiralıyor şerefsiz. Detayları anlatacağım başka bir yazıda.

Malesef çocuk projeyi beceremedi. 3-4 ay aday hesapları bulduktan sonra geldi bana "Baktım ismini değiştiren profillere adamın profili aynı." dedi. Evladım bakaydın bir hesaplara, bana şu kadar hesaba baktım falan deseydin en azından. Uğraşmadı. Bir de çok fazla bana bağlı kaldı, kendi bir şey icat etmeye uğraşmadı. Projeyi kendi elime alıp üzerine odaklanınca çok güzel fikirler çıkarıp bir sürü böyle hesap yakaladım. Bu hesaplara da "Kafka hesapları" adını taktım Metamorfoz kitabındaki olaya benzediği için :) Bunu bir ara detaylı yazacağım.

Verilen bir Twitter profilinin haber profili mi politikacı mı olduğunu bulma: Bu da güzel projeydi ama yapan çocuk elinden gelenin en berbatını yapıp projeyi heba etti. Bilenler için: classification projesinde linear regression yapmış adam. Meyve sıkacağında karpuz sıkmak gibi bir şey bu.

İki tane de botlarla alakalı proje. Bir tanesinde varolan bir bot yakalama sistemine bir şey ekleyecektik. Çocuk "Bu bot sistemi çok kolpaymış" onu buldu. :) Öbürü de bot yakalama sistemi yazdı sıfırdan. Tek işe yarar proje o oldu. Onu da zamanım olmadığı için basamadım hala. Neyse artık.

*

Önceki dönem öğrencilerimle sık sık görüşürdüm. Hatta bazılarına günlük yazıp darlardım sanki atomu parçalamaya ramak kalmış gibi. Bir tane öğrencimle ofisimi paylaşıyordum hatta. Bu dönem ise "Sorunuz olursa mail atın hemen cevaplıyorum zaten." dedim öğrencilere. Çok nadir buluştuk. Hatta bir tanesiyle neredeyse hiç buluşmadık.  Anladım ki öğrenciler aslında benim yaşadığım heyecanı yaşamıyorlar projelere karşı. Genelde ben ne diyorsam onu kodluyorlar zaten, kendileri çok az ekleme yapıyor. Ayrıca ben fazla beklenti içine giriyormuşum, bir dönemde benim 3-4 haftada yapabileceğim işi yapıyorlar. Ki bu normal, çünkü zaten proje dersinin kredisi 12 saat, yani haftada 12 saat falan çalışmaları lazım. Sıkıntı 4 öğrenci çarpı 4 hafta = 16 hafta eder ama benim yan projelere ayıracak 16 haftam yok. El mahkum öğrenci projeleri vermeye devam ediyorum. Ama projelerin "Veri bu, senden istediğim bu, şunu kullanarak yapabilirsin, hadi başla." formatında olmasına özen gösteriyorum. Malesef bu formatta verdiğim projelerde bile her şey yolunda gitmiyor (bahsettiğim Kafka hesap projesi buna örnek.)

Dersler

Çince'yi Fransızca öğrenmek ? 

2. sınıf 1. dönemde Fransızca Konuşma dersi almıştım, yani ders seviye atlama üzerine değil tamamen konuşma üzerineydi. Fransızca dersleri dersin dışında da emek sarfetmenizi gerektiriyor, diğer tüm derslerde olduğu için. Ama sıkıcı olduğundan fazla sarf edemiyorsunuz. -.- Bu dersin hocasıyla konuştum, A2-B1 seviyesine seneye geçmen daha iyi olur çünkü o ders iki dönem boyunca veriliyor dedi. Epeydir A2 seviyesinde çakılı kaldığım ve efor sarfetmem gerektiğini bildiğim, fakat bu efor sarfetme işini önümüzdeki yıla ertelemek istediğim için tamam dedim bu dönem Fransızca almayayım boşuna.

Ama ben hayatımı zorlaştırmaya yemin etmiş bir insanım. Bilkent'te üç sene Çince aldım. Singapur'da az buçuk konuştum da, havam oldu gereksiz yere. Yeşil pasaportum var ama seneye bitecek. Ağabeyim, yengem ve yeğenim Çin'de yaşıyor. Ağustos ayı Çin tatili için mükemmel fırsat. İyisi mi Çince dersi alayım ve şu unuttuğum Çince'yi bir geri hatırlayayım. 

Burada iki sorun var, birincisi Çince dersi EPFL'de değil hemen yanındaki UNIL'de alınıyor. Metroyla 4 dakika olduğu için sıkıntı yok. EPFL'de doktora yapanlardan 300$ para istiyorlar. Neyse el mahkum vereceğiz. Asıl büyük sıkıntı şu, UNIL'de eğitim Fransızca ve ders Fransızca işleniyor!!! Eyyvah.

Ama yani Ali ata bak kıvamındaki bir Çince'yi Fransızca'dan öğrenmek çok zor olmamalı ? Hocaya mail attım, sorun olmaz ders materyali kitaplar falan İngilizce zaten dedi. Hoca da Çinli. Ama Fransızca konuşuyor.

Hocayla görüşmeye gittim. Hoca beni küçük bir sınav yaptı. Hiçbir şeyi cevaplayamadım. Benim Çince seviyem A2'ye denk geliyor ama hoca "A2 sınıfına geçen yıl ders verdim, o grup A2-B1 devam edecek. Sıfırdan A2 grubunun açılma ihtimali az." dedi. Bilkent'teki problemin aynısı. Neyse dedim bir şekilde idare ederiz. Müsait olduğum vakitleri yazdım, sadece asistanlık yaptığım derste müsait değildim zaten o da pazartesi 10:15.

Dersi pazartesi 10'a koydular ya la. Bilkent'te de Çince dersleri pazartesi 8:30'taydı, söylene söylene gidiyordum. Güzel bir nostalji oldu. Hocama sordum böyle böyle, tamam derse gelmek zorunda değilsin egzersiz seansına gel yeter dedi. Canım hocam. Kaydoldum Çince'ye.

Zor olacağını biliyordum, ama bu zorluğu yaşamak başka bir şeydi. Haftanın ilk gününde erkenden kalkıp okula gidip A2 Fransızcayla derste öğretilen Çince'yi anlamak suretiyle mindfuck yaşıyordum. Çok zorlanınca bana İngilizce konuşuyorlardı ama her zaman değil. Zaten ne kadarını anlayıp anlamadığımı bilmiyorlardı. Özetle bildiğim tüm diller bana Çince öğretebilmek için seferber olmuştu.

Derse 10-12 kişi falan başladık, ama çoğu kişi dersi öylesine aldığı için sonunda sadece 5-6 kişi kalmıştı. Dersi geçmek için bir essay yazdık, bir sunum yaptık, bir tane diyalog yaptık (okumadan kafadan yaptık bunu) bir de yazılı sınav oldu. (Şimdi yazarken fark ettim amma çok şey yapmışız.)  Derse başta hevesle sarılmıştım, fakat iki ay kadar sonra bıkkınlık çökmeye başladı. Çince'nin klasiği olan bir karakteri on kere yaz temalı ödevler de durumu hızlandırdı tabii :)



Sunum için üç kişilik grup olduk, proje konusu bir tane Çinli çocuğun bir tane İsviçreli okul aktivitelerini tanıtması gibi abuk bir konuydu. O kadar abuktu ki hala bile anlamamışım.  Neyse ben Çinli çocuğu oynadım ve bir şeyler saçmaladım. Gruptaki İsviçreli kız da İsviçreli çocuğu oynadı. Ben çocuğu Pekinli seçmiştim, kız gitmiş İsviçreli çocuğu Morges'lu seçmiş ki bu da Lozan'ın yanında 15 bin kişilik kasaba. Güldürdü. Gruptaki diğer İsviçreli kız sunum günü "Arkadaşlar trenimde insan olayı oldu. Dersi kaçırıcam, bensiz halledin sunumu." dedi. İnsan olayı İsviçre dilindi "Trenime biri intihar etti." demek. Burada insanlar trenlere atlayarak intihar ediyorlar ki tıkır tıkır işleyen İsviçre tren ağını sabote edip giderayak bir sürü küfür yesinler. Allah rahmet eylesin ne diyelim. Kızın kısmını kağıttan okudum. Kendi kısmımı da profesyonellikle sundum. Ama sunum arkadaşım sunarken çok fazla güldü. Çince bir şeyler anlatıyor olmak ona komik geldi sanırım. Güldükçe beni de güldürdü, sınıfa arkamı dönüp güldüm ben de.

Çince diyalogu da bu gülen İsviçreli kızla yapacaktık ama kız dersi bıraktı. Hey Allah'ım. "Hocam ben nasolsa not için almıyorum dersi diyaloğu yapmayayım arkadaşım dersi bıraktı zaten." dedim hoca da sinsi sinsi gülerek "Not için almasan bile diyaloğu yapacaksın." dedi. Onu da bir şekilde hallettik. Yazılı sınava da salaklık edip girmedim ful Çince olacak nasolsa yapamam diye (o kadar da zor değilmiş.) . Sınava girmeyince de 1/6 alıp kaldım dersten. :P

Dersteki öğrenciler genel olarak benim seviyemdeydi, ama iki tane kadarı çok fazla iyiydi. Bir tanesiyle yakın arkadaş olduk. Çocuk yarı Almanca konuşan İsviçreli yarı Rusmuş. Konuştuğu diller: İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, Rusça, Çince. Şaşırmayın, İsviçre'de bu tip C.V. ler çok normal.

İsviçre konsolosluğu Çin konsolosluğuyla anlaşma yapmış, her sene İsviçre üniversitelerinden birkaç öğrenci Çin'e Pekin'e beleş dil kursuna gidiyormuş, uçak bileti harici her şeyi ödüyorlarmış. Ben de gidebilecektim. Fakat yaz tatilinde Çin'i gezmek varken daha fazla ders çalışmanın mantıksız olacağını düşünüp vazgeçtim. Belki başka sene giderim. Onun yerine 23 gün Çin'i gezdim. Dört bir yanını gezdim. Pandaları falan gördüm. Uygurların yaşadığı bölge olan Aksu'ya kadar gittim. (Sincan'a gidemedim, yemedi) Bir ara detaylı yazarım. Ama, hayır, yarasa yemiyorlar. Ayrıca Çince dersi alıp Çince'yi öğrenmem / hatırlamam iyi olmuş çünkü İngilizce bilmiyor insanlar. Ve Çin'i esmek dünyanın herhangi bir yerini gezmeye benzemiyor, İngilizce map uygulamaları ya çalışmıyor ya da içerik çok fakir. Böyle olunca "X nerede?" "Hacı buralarda yiyecek bir şey var mı?" "Kaptan taksimetre açar mısın?" gibi cümle kalıpları çok işime yaradı. Ayrıca Çince konuştuğumu gören herkes beni çok sevdi. Hoş Çince konuşmadığım zamanda da beni çok sevdiler, benimle fotoğraf çekinmek istediler.

Fransızca

Çin'den döndükten sonra Fransızca'ya bir dönem daha devam ettim. Önceki sene epey umutsuzum ama, bu sene artık yavaştan anlamaya başladığımı fark ettim. Ailecek ortak kullandığımız Netflix üyeliği var. Reklam yapmak gibi olmasın da, Netflix çok işime yaradı, Language Learning with Netflix diye bir chrome extensionı var. İki altyazıyı üstüste gösteriyor. Filmleri dizileri Fransızca dublajlı ve Fransızca altyazılı + İngilizce altyazılı izliyorum. Çok yardımcı oluyor.

Siber Güvenlik ve Gizlilik

Bu sene bir de siber güvenlik ve gizlilik (Information Security and Privacy) dersi aldım. (Senede bir ders alıyorum evet.) Bu hekırlık olayları nasıl yapılır merak ediyordum, öğrenmiş olayım dedim. Dersler üç saat bloktu. Yani afedersiniz de oha. Hangi normal insan üç saat boyunca ders dinleyebilir ki? Dersin hocasının sevgilisi (evet sevgilisi) bizim labta çalışıyordu. Dedim böyle böyle. O da "Benimki de çok şikayetçi bu konudan." dedi. Ama hocalar haftanın geri kalanları boş olsun da konferansa felan gidebilsinler diye böyle yapıyorlarmış. İyi dedim.

Malesef ilk birkaç hafta amaç derslere düzenli çalışıp öğrenmeyi maksimize etmekken olay sonra "şu dersi geçeyim de kurtulayıma döndü. Dersin 9 tane programlama ödevi vardı ve bu ödevleri okumak yerine ödevlerden quiz yapıyorlardı. Sadece ilk ödevi yaptım. Ödevi yapmadığım quizlerden daha yüksek aldım. Çünkü elemanın biri ödevleri yapıp çözümleri githuba yüklüyordu, ben de okuyup anlayıp quize giriyordum. Hatta son quize onu bile okumadan girdim, hatta ödevi bile okumadım. Ona rağmen sallayarak 50/100 aldım. Sen ne biçim azimliyazarsın, gençlere böyle mi örnek oluyorsun diyebilirsin. Sıkıntı şu ki yaş 25'e geliyor, insan öğrencilikte tecrübelendikçe üşengeçleşiyor da. Oturup ders çalışamıyorsun, hele de aynı anda bir işte de çalışıyorsan ve iş yapmak ders çalışmaktan çok daha eğlenceliyse. Midtermden 10/12 alınca fark ettim ki bu dersten geçer not almak çok kolay olacak, dersleri sallayıp sadece finale çalışıp 4.75/6 ile geçtim dersi ki geçme notu 4. Yani bu okulda yüksek lisans yaparken dersleri geçmek gerçekten çok kolay. Ama  ders notlarını yüksek tutmaya çalışan öğrenciler epey zorlanıyorlar.


Spor ve Dans

Okula geldiğim ilk sene Bilkent'ten kalma alışkanlıkla Ultimate Frisbee oynamaya devam etmiştim, Okuldaki kursta nooblarla oynuyordum, dönemin sonunda koçumuz gözüne kestirdiği dört oyuncuya (ben de dahil) "Siz as takımla antrenmana çıkın sizi eğitelim." demişti. Bilkent'te iki sene oynamıştım normal şartlarda iki sene oynayan adamın herhangi bir takımda as başlaması gerekir zaten. Fakat burada normal şartlar yoktu. As takım fazla astı. Adamlar Hüseyin Bolt gibi depar atıyor. Geberiyorum antrenmanlarda. Beni bırak, Malezya Çinlisi bir çocuk var pıtır pıtır koşuyo, o bile "Bunlar çok pro kaçtı bana ya çok stresli." diyip bıraktı. Zannedersem o seviye atlayan gruptan sadece bir kişi devam etti. O da hem fazla sağlamdı, hem de kızdı, cinsiyetçi gibi davranmak olmasın da kızlar frizbiyi fazla tercih etmediğinden nispeten kolay parlıyorlar. Bir de bu kız bayağı sağlamdı ayrıca çok uzundu.

İkinci sıkıntı Lozan'a bahar aylarında felaket yağmur yağmasıydı. Koşamıyordum, ayağım sürekli kayıyordu. Bana "Senin ayakkabın çim saha için, aslında bu ayakkabı yasak ama bir şey demiyoruz. Ama kaymamak için halısaha ayakkabısı alman lazım." dediler. Ben de mağazaya gidip ayakkabı almaya üşenip sporu bıraktım. Ne kadar azimliyim di mi.

Sonra üniversitenin spor merkezine kaydolup (yıllık 200 frank ayakbastı parasını bayılıp, yolunacak kazız ya biz) diğer sporları ve dansları denemeye başladım. Rock & roll'a gittim, partnerim üç hafta sonra kursu bıraktığı için (sanırım beni beğenmedi) ben de bırakmış sayıldım. Eskrime gittim. Bilkent'te de gitmiştim, ki oraya göre müthiş eğlenceliydi. Koç da soyadı Altanov olan Bulgar bir abiydi, "Çok güzel arkadaşım" falan diyordu. Ama malesef sınıftaki Rus'a Rusça konuşurken bana sadece bu kadar Türkçe konuşabiliyordu, ah be Osmanlı az daha süpergüç olacaktın.. Tam öğrenememişler işte bak. Neyse.

2019 senesinde işi abartıp merak ettiğim tüm sporları denemeye başladım. Eskrime de ara verdim. (Zaten eğlenceliydi ama bir işe yaramıyordu, game of thronesçuluk oynamaktan başka. Kasları falan çalıştırmıyordu yani.) Rock & Roll'a okulda partnersizlikten gidemeyince şehirde bir kursa yazıldım. Fiyat tabii okuldaki kursun 10 katıydı ama nispeten ucuz sayılırdı. İki ay gittikten sonra orada da bana rasgele atanmış olan partnerim de “2 senedir yapıyorum hala yerimde sayıyorum ben kaçar.” diyip gitti. 2 senedir yapıyorken sıra bana gelince tüymesi de müthiş gerçekten.

Okulda Salsa'ya gittim. Rock & roll'dan farklı olarak fiks partner yoktu, partnerleri sürekli değişiyorduk. Rock & rolla göre sıkıcıydı, ayrıca yine rock & rolla göre fazla samimiydi. Rock & Roll'u arkadaşlarınızla falan yapabilirdiniz, sadece parmaklarınızla değiyorsunuz partnerize genelde. Salsa da öyle olmuyor. Utangaç biri değilim de tanımadığım biriyle fazla temas etmek normal gelmiyor ister istemez. Dersteki kızlar da böyle düşünmüş olacak ki, dersi yavaş yavaş bırakmaya başladılar, EPFLli abaza erkeklerle kalakaldım. 3 EPFLli mühendise 1 EPFLli mühendis düşüyor derste. (Bu espiriyi yapmasam olmaz.) Bir kızın etrafında beş kişi sıra beklediğimizi hatırlıyorum. (Bu gerçek.) Dedim neyse böyle olmayacak, başka bahara.

Fazladan Rock & Roll hareketi öğrenirim diye Lindy Hop'a gittim. Ama ders hareket etmekten çok basit hareketleri çok iyi yapmakla ilgiliydi. Dansı sevmedim, ama hocaları ve öğrencileri sevdiğimden (ve her derste partner değiştirdiğimiz insanlarla tanışma imkanı bulduğumdan, tabii bir de kız erkek oranı dengeli olduğundan) iki ay devam ettim, sonra bir dersten önce yağmur yağdı scooterla kursa giderken üstüm başım batacak en iyisi gitmeyeyim diye üfürükten bir bahane vererek dersi kırdım, sonra araya soğukluk girdi diyip tamamen bıraktım. Azimle pes ediyorum.

Öbür dönem iyice abartıp üç tane spor kursuna yazıldım.

Lindy hopta sıkça dans ettiğim bir kızı rocka çağırdım. Sağolsun geldi. Ama “Ben Freiburg’da yaşıyorum perşembeleri eve dönüyorum.” diye zamanı bahane etti, orta seviye yerine yine başlangıç seviyesinden başlamak zorunda kaldım. Tanrılar benim rock yapmamı istemiyor. Sınıf çok kalabalık olduğundan ve hareketlerin çoğunu zaten bildiğimden sıkıcı geçti. Zaten (malesef) kursun bir ayı kareografi çalışmakla geçti, dans gecesinde üç dakika dans edebilmek için. Dans gecesinde de bizim dansı gece 12’ye koymuşlar zaten boşuna uykusuz kaldım. Ayrıca biz çıkmadan hemen önce stres olup çok fazla uçan tekme attığım için bağcıklarım gevşedi ve performansım sırasında da tamamen çözüldü, neyse ki bir sakatlık çıkmadı. Gece yarısına koydukları için hiçbir arkadaşım da benim dans ettiğimi görmedi. Okuma bayramına ebeveynleri gelmemiş bir çocuk gibi hissettim. Kız da öbür dönem orta seviyeden devam etmek istemedi "başka şeyler denemek istiyorum ben" dedi. Tam zaman kaybı.

Uçan tekme niye atıyordun manyak mısın diye düşünenlerden için açıklayayım. Savunma sanatlarını merak ediyordum hep. Bir tanesini öğrenip ilkokulda bana çelme takan çocuğu bulup döveyim diyordum. Aikido ve Capoeira'ya başladım. Aikido'da derslerin büyük bir kısmı yerde yuvarlanmakla geçiyordu. İlkokul beden eğitiminde kazandığım becerilerle öne geriye yana her yöne maharetle yuvarlanarak kızlara hava atıyordum ki kursun %80'i kızdı niye bilmiyorum. İlk haftada saheneye bilgisayarcı tişörtüyle nerd gibi arzı endam edip ortamı görünce sonraki haftalar jöle sürüp gitmeye başladım. Şaka bir yana geri takla atmak harbiden maharetmiş, bir çok kişi yapamıyordu :d Yalnız aikidoda öğrenme eğrisi çok yavaş. Her hafta aynı hareketleri çalışıyor gibiyiz.

Felsefesini anladım, güç kullanmadan vücudu hareket ettirerek rakibi düşmeye zorluyorsunuz. Ama sorun şu ki aikidoda sadece antrenman yapıyorsunuz, tutup da “Hadi kanka iki aikido yapalım.” diyemiyorsunuz. Biraz da bu yüzden derste öğrendiklerimi sonraki hafta unutuyordum. Kurstan sonra nasıl olsa devam etmem ben buna diyip bıraktım. Azimlipeseder olarak devam.

Kendoya gittim bir de bir ders. Hoca oklavayla kafamıza vuruyordu. Hoşuma gitmedi bir daha gitmedim. Bir de bu Japon savunma sporlarında salona saygı diye bir şey var, salona yalınayak giriyorsun ve antrenmanın sonunda salona secde ediyorsun. Komik geliyor yabancısı olana.



Dönemin sürprizi dans mı yoksa savunma sporu mu belli olmayan Capoeira’ydı. Tekken'daki Eddy Gordo’yu görüp gaza gelip yazıldım. Tekme atıyorsunuz paso, ama karşı taraf da savunmayı öğrendiği için aikidodaki kadar çekinmeden atabiliyorsunuz. Eller sadece savunma için. Hareketler göze hoş geldiği gibi onları yapmak da eğlenceli. Ayrıca bacaklar için çok iyi egzersiz. Sabah sporu niyetine metro beklerken falan capoeira yapıyorum artık, havaya geçiriyorum iki üç tekme. Dönerek çift tekme atıyorum. Etraftakilerin bakışları olmasa yıldız taklası falan da atacağım ama olmuyor. İşte rock gecesindeki uçan tekmelerin hikayesi böyle.

Şaka bir yana capoeira hem bacaklarımı çalıştırıyor (frizbi haricindeki sporlar çalıştırmıyordu, frizbi de fazla çalıştırıyordu) hem de fazla abartmadan kardiyo yaptırıyor. Ayrıca hem eskrimdeki gibi rekabetçi sporlardaki rekabet var hem de danstaki yardımlaşma. Şöyle anlatayım, eskrimde kafama maskeyi çekip karşıdakini şişlemeye çalışıyordum. Bazlarına acayip kıl oluyordum ister istemez. Arkadaşlık çok nadir gelişiyordu. Danslarda ise birlik vardı ama rekabet yoktu. Ayrıca danslar asimetrik hep, erkekler liderlik yapıyor, liderlik yapamıyorsanız problem oluyor. Capoeirada rekabet var (gibi) dövüşüyorsunuz sonuçta. Ama amaç birbirini dövmemek, bu yüzden de yardımlaşıyorsunuz, tekme atarken bakıyorsunuz karşı taraf savunma yapmıyor kafasına topuğu yiyecek, duruyorsunuz falan. Birbirinize hareketleri yapmakta yardımcı oluyorsunuz. Danslarda bu olmuyor, genelde kız olan kişi sizin kısmınızı bilmiyor zaten. Eskrimde kişi ne yapacağınızı gösterse bile ha diyince öğrenemiyorsunuz, oturup uzun uzun çalışmanız gerekiyor. Çalışmazsanız şişi yiyorsunuz ama capoeirada az bilince dayak yemiyorsunuz. Gerçekten tam benim sporummuş capoeira.

Capoeira'yı Brezilya'daki köleler çalışıyormuş. Silahları olmadığından, elleri de bağlı olduğundan bacaklarıyla dövmeyi öğreniyorlarmış. Koloniciler gelip "Napıyorsunuz siz burada!" demesin diye müzik çalıp dans ediyorlarmış gibi yapıyorlarmış. Merak eden izlesin.

Dönem bitince evde sıkılacağım diye şehirde bir capoeira dersine başlayayım dedim. Google'ı açıp Lausanne Capoeira yazdım, sekiz tane sonuç çıktı inanamıyorum. Bir tanesi yurdumun hemen yanındaydı. Yazıldım. Öğrenciyim diye indirim de yaptılar fiyatı da çok uygundu. Tek sıkıntı kursun yaş ortalaması çok yüksekti. Hatta teyzeler falan vardı ne yalan söyleyeyim. Ama çok kibar ve iyi insanlardı. Ayrıca benim Fransızca'yı yarım yamalak konuştuğumu görünce bana her şeyi sabırla yavaş Fransızcayla, anlamayınca İngilizceyle anlattılar, pratik yaptım bu sayede. Yalnız corona çıkınca dersleri zooma aldılar. :d


Hayat

Bu dönem sosyal hayatım epey değişti. Hakiki doktora hayatına döndü. İlk sene ve biraz da ikinci senenin birinci döneminde Erasmus öğrencisiymiş gibi takılırdım. 2019'da ise Erasmus etkinliklerine gitmeyi toptan bıraktım. (Zaten etkinlikler tekrar ediyor.) Okulun barına gidip rastgele gruplara dalıp kutu oyunu oynardım, onu da bıraktım. Labtakilerle takılıyorum çok nadir. Muhabbetler sıktığı için çok da takılmıyorum. İyi insanlar, fakat bir şeyler yapmaktan çok o şeyler üzerine konuşmayı tercih ediyorlar. Bir cuma toplaşmasını kayağa gitme üzerine konuşarak geçiyoruz ama sonuç olarak kimse kayağa gelmiyor. Bu olay birkaç defa tekrarlanınca insanın tepesi atıyor haliyle. Öte yandan şunu da söylemek isterim ki labta herkesin kafası aşırı rahat. Aynı dersin asistanlığını yapıyoruz, hepimiz aynı anda ders için minimum efor gösterme hedefinde birlik içinde ilerliyoruz. Kavga gürültü hiç yok. Buna da şükür. Bir de hepsi ununu eleğini asmış tipler, en gençleri benden 5 yaş büyük. Genç ve dinamik tipler değil.

2019 başında yeni odaya taşınmıştım. Yeni kat arkadaşlarım hep Fransız. Önceki katta yurt arkadaşlarımla sürekli muhabbet edip beraber yemek yiyorduk. Arkadaşları geldiğince beni de tanıştırıyorlardı alakasız olsam bile. İtalyan arkadaşım İtalyan arkadaşlarını çağırınca bile yabancılık hissetmiyordum. Burada arada beraber yediğimiz oluyor. Ama onun dışında neredeyse hiç konuşmuyoruz. Parti veriyorlar 30 kişi doluşturuyorlar, beni çağırmayı bırak parti yapacaz diye haber bile vermiyorlar. Kendi aralarında Fransızca takılıyorlar. Kaç kişi geldi gitti, bir tanesini bile tanıştırmadılar, gelenler de tanışmadı yabancı yabancı takıldı. Sadece bir kere partilerden birinde bir kız kendini tanıttı sağolsun, o da Arjantinli çıktı. Durum böyle olunca insan ister Fransızlara karşı önyargı oluşturuyor kafasında. (Ama yanlış anlamayın Fransız olup önyargılarımı kıran bir çok kişiyle de tanıştım.) (Ama nadir :))) Kat arkadaşlarımdan biri bilgisayar mühendisliğinde birinci sınıf ama bir kere bile bilgisayar mühendisliği üzerine konuşmadık ki ben lisanstayken kendimden büyük sınıflarda okuyan bilgisayar mühendisi görünce soru yağmuruna tutuyordum. Burada doktora yapıyorum ama adam beni sallamıyor.

Hal böyle olunca tüm sene sekiz kişilik bir Türk doktora-mastır karışık grupla takıldım. Her hafta bir yerlerde toplaşıp geyik yapıyorduk. Arada birbirimizin evlerine gidiyorduk falan. Güzel günlerdi. Korona dolayısıyla o günler geri de kaldı :)

*

2019 başında UNIL'in spor merkezindeki haftasonu kayak kursuna gittim. UNIL diyorum ama EPFLleri doktoralar doluşmuş. Neden? Çünkü kurs çok pahalı ve kayak kursları İsviçreli olmayan cahiller için :) Kayak kursuda enteresan bir şey yok (Alplerde kaymanın çok zor olması dışında), enteresan kısım kurs dışında: İsviçre'de insanların yazlığı değil kışlığı var, herkesin dağda "chalet"si (şale) var haftasonları gidip orada kalıp kayak yapıyorlar. EPFL'in de kendi şalesi var!! Şalede ranzalar var ama ranzalar evlere şenlik, üç yatak birleşmiş vaziyette, askerdeymişiz gibi beraber yatıyoruz. Orta yataktayım yan taraftakileri uyandırmadan tuvalete gidemiyorum.  Kız erkek de karışık. Her şey çok marjinal gelişti, bilemiyorum, kurs çok gergin.

Applied Machine Learning Days isimli konferansa katıldım Lozan'da. Garry Kasparov ve Zeynep Tüfekçi geldi. Selfimi aldım ikisiyle de. Bu hayatımda katıldığım ilk konferansı ve konferanslardaki ana problemi görmeme başladım, şöyle: katılan konuşmacılar ya iyi konuşmacı oluyor ama normalde ne anlatıyorlarsa onu anlatıyorlar (Zeynep Tüfekçi'nin anlattığı şeyleri daha önce youtube'tan dinlemiştim zaten) o da aşırı genel ve cacık oluyor yani size bir şey katmıyor. Ya da iyi araştırmacı kötü konuşmacı oluyorlar ve sunumu anlamak çok zor oluyor. Ortası çok nadir. Kendim de ikinci gruba mensubum. Buna değineceğim.

Konserlere gittim bir dolu, Gaye Su Akyol (üç kez gittim), Altın Gün, Derya Yıldırım ve Grup Şimşek (Altın Gün gibi ama henüz o kadar popüler olamadı), Florence and the Machine (bu süperdi), Within Temptation, Evanescence (Tek şarkıyla bu kadar popüler olabilen başka grup yok),  Lana del Rey. Cem Yılmaz standupına gittim. Ama Cem Yılmaz çok bozmuş. EPFL'ye Harari geldi bir de. Ama boş yaptı.

En sevdiğim aktivite İsviçre'deki dandik bir şehirde gittiğim Ortaçağ festivali oldu. Sırf buna gidebilmek için Türkiye'den Diriliş Ertuğrul şapkası getirdim, kafama takıp haçlılarla kolkola fotoğraf çekindim. Herkes çok güzel giyinmişti, çok güzel etkinlikler vardı. Keşke Türkiye'de de düzenlense.


Çin'i, İspanya'da Endülüs bölgesini, İsrail'i, Filistin'i ve Mısır'ı gezdim. Çin'i vlogladım ama video hazırlamaya üşeniyorum. Mısır enteresan bir yerdi, bir ara bloga özetleyeceğim. İspanya ise çok kötüydü.

İsviçre Türk Öğrenci Derneğine başkan oldum, onu da uzun uzun yazacağım. Araştırma günlüğünü de güncelleyeceğim.

Son olarak kötü bir haberim var, scooterım yine çalındı. Allah belalarını versin elleri kırılasıcalar :( Çalınmasın diye ucuzundan almıştım, onu bile yürüttü şerefsizler.